10 Eylül 2011 Cumartesi

Takdir-i Hüda sebtetti ceza

Takdir-i Hüda sebtetti ceza
Olunur kaza hükm-i ezeli

Takdir-i Hüda, ilahi kader demektir. Kader; Allah’ın kudretiyle zahir olup açığa çıkan her şeydir. Her fiilin oluşumu için mutlaka Allah’ın kudretine / kuvvetine ihtiyaç vardır. Kur’an’ın “…bütün kuvvetin Allah’ın elinde olduğunu, Allah’ın şiddetli azabı bulunduğunu anlayacaklarını (şimdiden) idrak edebilselerdi / anlayabilselerdi.” (Bakara, 165) Beyanından da anlaşıldığı gibi, tüm kuvvet / kudret Allah’ındır. Bu itibarla Allah’ın kuvvetinin / kudretinin haricinde hiç bir fiil zahir olmaz. Onun için imanın şartlarından birisi de, hayır ve şerrin Allah’ın kudretiyle zahir olduğuna iman etmektir.
Kader oluştur, olmuş ve olan her şey kaderdir. Yani fiilullahtır / Allah’ın işidir. Kaza ise, bir fiilin meydana gelmeden evvelki, ilimdeki ezeli mevcudiyetidir. Bir fiil ilm-i ezelde iken kazadır. Fiilin kudret ile açığa çıkması ise kaderdir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri, bir cezaya muhatap olmuş ki “Bu muhatabı olduğum ceza, böylece kaza ve kaderdir.” diyor.

Ezeli Süfyan hep oldu beyan
Etmedi iman oldu şeytani

Ebu Süfyan, Muaviye’nin babasıdır. Hz.Peygamber Efendimize iman etmedi. Ömrünün sonunda iman edip etmediği ise tartışmalıdır. Ömrünün büyük bir bölümünde, Hep Hz. Peygamber Efendimiz’in aleyhinde uğraştı, daima Hz. Resul’ün ve sahabelerinin aleyhinde oldu. Ebu Süfyan’ın kızı olan Habibe, Hz. Peygamber Efendimize iman etti ve Peygamber Efendimiz’le evlenip müminlerin annesi oldu. Ebu Süfyan Medine’ye gittiğinde kızının, yani Habibe validemizin yanına uğradı. Fakat peygamber eşi olan Habibe validemiz, babasını eve sokmadı ve “Baba, bu ev Peygamber evidir. Sen murdarsın, pissin, bu eve giremezsin.” Dedi ve babası olan Ebu Süfyan’ı Peygamber evine sokmayıp, kovdu. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de “…müşrikler pistir…” (Tevbe, 28) buyrulur.
Bugün dahi bu Süfyan misyonunu devam ettirerek, o misyonu temsil eden gizli şirk ehil ve mensupları vardır. Bunlar nübüvvet-i teşri’a mazharı olan kamil mürşidin şahsında zahir olan meslek-i Resul irşadına inanmazlar. Kendileri inanmadığı gibi, daima zamanın kamili ve evlad-ı Resul aleyhinde faaliyet gösterirler. Bu itibarla zamanının kamil mürşidi olan Fehmi Efendi Hazretleri, şeytana uyan bir zamane Süfyan’ı ile karşılaşmış ki, onu beyan ediyor.

Şol ki Semud’dur mezhebi yoktur
Fesadı çoktur etti tuğyanı

Semud kavmi, Hz. Salih (as) zamanındaki bir kavimdir. Bu Semudlular Hz. Salih’ten mucize göstermesini istediler. “Kayadan dişi ve gebe bir deve çıkar. ” dediler. Eğer böyle bir mucize gösterirse ona iman edeceklerini söylediler. Salih (as) dua etti ve mucize olarak kayadan hamile bir dişi deve çıktı. Ve sonra o deve doğurdu ve süt verdi. Buna rağmen Semud kavminin büyük bir çoğunluğu verdikleri sözde durmadılar ve iman etmediler. Hz. Salih’e iman eden müminlere de fesat çıkarıp, zulüm yaptılar. Hz. Salih (as) onlara çok nasihat etti fakat dinlemediler. Cenab-ı Hak Hz. Salih’e, iman eden müminlerle beraber Semudlular’dan ayrıl, dedi. Sonra Allah, Semud kavmini ve yurtlarını helak etti.
İşte Kur’an’da bahsedilen bu özetlediğimiz Semud kavmi kıssasının bize hitap eden bugünkü murat ve hikmet yönü ise şöyledir: Bir memlekette kamil bir mürşid zuhur ederse, onun telkin ve tebliğine iman edenler olduğu gibi, kamilden hakikati duydukları halde fesat çıkarıp, inanmayanlar da çok olur. Çünkü kamil olan mürşid, Kur’an harici hiç bir şey emretmez ve tebliğ etmez. İşte bazıları Kur’an’ın gerçek olan emrini, mürşid-i kamil tebliğ ve nasihat etmesine rağmen, onu dinlemez ve emr-i ilahiye karşı gelerek fesat çıkarırlar. Hakikat karşısında Semudlular gibi haddi aşarlar ve hakikatin isyancısı olurlar. Fehmi Efendi Hazretleri; zamanın Semud’u cinsinden olup, Hak ve hakikati duyduğu halde onu inkar edenle karşılaşmış ki, onu beyan ediyor.

Şol ki Belkıs’tır imanı hastır
Gör nice bildi ol Süleyman’ı

Belkıs, Yemen tarafında bir ülkenin melikesi, kraliçesi idi. Hz. Süleyman ise, Filistin’de hem peygamber hem de padişah idi. Kuş dilini bilir, kuşlara ve cinlere, rüzgara dahi hükmederdi. Cenab-ı Hak, gelmiş geçmiş insanlığın en büyük zenginliğini Hz. Süleyman’a verdi. Emrindeki Hüthüt ismindeki bir kuş, Hz. Süleyman’a Belkıs’tan ve ülkesinden haber getirdi. Süleyman (as) da, Belkıs’a bir mektup gönderdi. Ve peygamberliğinden ona haber verdi. Bunun üzerine Belkıs, vezirlerini topladı, onlara danıştı ve netice olarak Hz. Süleyman’ın tebliğ ve davetine uydu ve Süleyman’ın ülkesine gidip, Hz. Süleyman’la evlendi.
Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen ve bizim özetlediğimiz Belkıs ve Hz. Süleyman (as)’ın  kıssasının bu günkü murat ve hikmeti ise şöyledir: Bir kimse, iman-ı taklitten ve iman-ı istidlalden, yani taklit ve delilli imandan, zamanın mürşid-i kamili tarafından iman-ı hakikiye davet edilir. O da davet edenin sözlerine, tebliğine bakar ve araştırır; eğer Kur’an’a ve hakikate uygunsa o tebliğ ve telkin irşadına uyup, iman-ı hakikiye ulaşarak insan-ı kamil olmasıdır.
Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri, Rumeli’ye gittiğinde Prizren’de ulemanın seçkinlerinden bir heyet kuruluyor ve o heyet Hz. Pir’i imtihan ediyor. Hz.Pir heyetin sorduğu her suali Kur’an’dan murad-ı ilahi üzerine cevaplıyor, fakat ulema, her cevaba tefekkür edip düşünmeden peşin hükümle itiraz ediyorlar. Sonunda Hz. Pir ayağa kalkıyor ve ulema heyetine “İnadınız küfre ulaştı.” diyor ve o meclisi terk ediyor. Hz. Pir meclisi terk edince, mecliste ve heyette bulanan ve sonradan Hz. Pir’in damadı olan Hacı Abdurrahim Efendi’ye heyetin diğer üyeleri: “Başka zaman çok konuşuyor ve malumat sergiliyorsun, fakat (Hz. Pir’i kast ederek) Arap Hoca’ya hiç laf etmedin ve itirazda bulunmadın, çok pasif kaldın.” diyorlar. Hacı Abdurrahim Fedai Hazretleri cevaben “Ne konuşaydım ki, Arap Hoca hep doğru konuştu, doğru olana nasıl itiraz edilir?” diyor ve arkasından yaya olarak kilometrelerce yürüyüp Hz. Pir’i buluyor. “Bana bu ilm-i tevhid-i hakikiyi öğret.” diyor ve onun irşadına teslim oluyor. Velhasıl Belkıs’ın imanı ve Hz. Süleyman’a biat ve kavuşması, Hacı Abdurrahim Fedai Hazretlerinin hal ve anlayışıyla Hz. Pir Efendimize intisap etmesi gibidir.
Allah, her şeyin en iyisini bilir.

Talibi zevkte mülk-i vahdette
Bu can kafeste etti seyranı

Hasan Fehmi Hazretleri, Kırklareli’nde sohbet ederken, zahir ulemadan birisi onun meclisine geliyor, itiraz ediyor. Fehmi Efendi ayetleri delil gösteriyorsa da, müftülükte görevli olan o zat itirazında inatla ısrar ediyor. Bunun üzerine Fehmi Efendi Hazretleri, o şahsa ‘Hak ve hakikat beyan edildiği halde hala inat ediyorsun.’ diyor. Sonra o şahıs Fehmi Efendi’yi şikayet ediyor, onun iftirası ile Fehmi Efendi hapse giriyor. İşte bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Benim suretimdir hapishaneye konulan.” diyor ve devamla “Ben ruhumun / canımın kafesi olan suretlerde, yani cümle varlıkta, zikr-i daim ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle Rabbime, yani mülk-ü vahdete vuslat ettim, bu suret kafesinde Rabbimi müşahede ve ona vuslat zevkiyle  yaşıyorum.” diyor.

Hiç yorum yok: