10 Eylül 2011 Cumartesi

Ali’dir Muhammed yolunda yoldaş

Ali’dir Muhammed yolunda yoldaş
Ledünni ilminin sırrında sırdaş
‘Ev edna’ bahrının seyrinde kardaş

Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali

Hz. Resulullah Efendimiz “Ya Ali, sen benim yanımda Musa’nın yanındaki Harun gibisin.” buyurmuştur. Hz. Ali, Resulullah Efendimizin hem zahiren hem de mana itibarı ile en yakınıdır. Hz. Peygamber Efendimize ilk iman edenlerdendir ve Hz. Peygamberin peygamberliğini icrasında, son nefesine kadar hep en yakınında, onun yoldaşı olmuştur. Mana, hikmet itibariyle ise; Hz. Ali velayetin sembolü ve kamil mürşidin imamıdır.
Hz. Pir Efendimiz “Nübüvvet iki türlüdür: Biri nübüvvet-i risale, biri nübüvvet-i teşri’adır.’’ diyor. Nübüvvet-i risale; Hz. Resulullah Efendimizle hatemdir, son bulmuştur ve bir daha resul gelmeyecektir. Nübüvvet-i teşri’a ise; peygamberlik misyonunun peygamber olmayan insan-ı kamil olan veliler tarafından açıklanmasıdır. İşte bu insan-ı kamil olan veliler, seyr-i süluk ile makam-ı nübüvvete ulaşır ve nebilere vahy edileni beyan edip, ehil olanları kıyamete kadar nübüvvet-i teşria ile irşad ederler. Cümle peygamberlerin ve insan-ı kamil olan velilerin nübüvvet-i teşri’a mazhariyeti, ilm-i ledün yani ilm-i tevhid irfaniyetidir. Her peygamber, peygamberliğinden evvel tevhid ehlidir, yani insan-ı kamildir, sonra peygamberdir.
Hz. Peygamber Efendimiz, tevhidin sırrı olan ledün ilminin sırrını, seyr-i süluk ile sahabeden bazılarına ve başta Hz. Ali’ye bizzat telkin ve tebliğ etmiştir. Bu itibarla, Hz. Ali’nin mazhar olduğu ilm-i ledünle / ilm-i tevhidle Hz. Resulullah’ın ilm-i ledünü / ilm-i tevhidi aynıdır. İşte beyitte ifade edilen ‘ledün ilminin sırrında sırdaş’ beyanındaki mana  budur.
‘Ev edna’ Kur’an-ı Kerim’de Necm Suresi'nde geçen ve Hz. Resulullah Efendimize mahsus olan ehadiyet makamıdır. O makama ancak Hz. Resulullah’ın müsaade ettiği şahıslar teberrüken girerler. İşte velilerin şahı olan Hz. Ali de, bu ‘makam-ı Ev edna’ yı yani ehadiyet mertebesini ziyaret etmiştir ki, ‘Ev edna bahrının seyrinde kardeş’ denmekle bu keyfiyet beyan ediliyor. ‘Canımın içinde cananım Ali / Her dem gönlümdeki mihmanım Ali’ sözü ise “Hz. Ali'nin padişahı olduğu velayet’in ve  makam-ı insan mertebelerinin keşfi irfaniyeti gönlümde yer tuttu, ve gönlümden hiç bir zaman ayrılmayan misafirim oldu.” Demektir. Yani “Hz. Ali’nin marifet ve kemalatı, benim kulluğuma asıl ve can oldu.” Demektir. Allahualem.

Ali’ye Hak dedi Haydar-ı kerrar
Ona mensub oldu dildar Zülfikar
Muhammed gönlünde yer tuttu ol yar

Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali

Hz. Resulullah “Bizimle her yerde ve her zaman beraber olan nefisle yapılan cihat / harp, cihad-ı ekber / büyük harptir.” buyurmuştur. Hz. Ali,  hem zahiren yapılan muharebelerde, hem de Hz. Resulullah Efendimizin buyurduğu nefisle yapılan büyük harpte, çok kahramandı. Hz. Ali’nin kılıcının adı Zülfikar’dı ve iki çatallı ucu olan bir kılıçtı. Bu kılıç velayet imamının marifet kılıcıdır ki, bir ucu Hakk’ın vahdet tecellilerinin sırrına, diğer ucu ise Hakk’ın kesret tecellilerinin sırrına mazhariyeti remz eder.
Cümle mürşid-i kamilin imamı olan Hz. Ali, işte bu marifet kılıcıyla kendinin ve ona tabi olanların cehalet ve zanlarını keser ve cehlin kalelerini bu marifetle fethederek, Nur-u Muhammed mazhariyetine açar. Bu itibarla Hz. Ali’nin Zülfikar’ı yani marifet kılıcı ile olan fetih ve irşadından dolayı Hz. Resulullah’ın gönlünde daima yer tutmuştur. Cümle enbiyanın ve evliyanın tebliğ ve irşadından amaç, cehaleti giderip, hidayeti nuru Muhammedi zuhura getirmek içindir. Çünkü hidayetin baş mazharı hz. Resulullah (s.a.v) dir.
Allah, her şeyin en iyisini bilendir.

Ali’nin sırrına akıllar ermez
Eren dahi olsa meydana vermez 
Alem Haydar olsa kör olan görmez

Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Aklın üç mertebesi vardır: Bunlar; akl-ı maaş, akl-ı mead, akl-ı kül / akl-ı kamildir.” diyor.
Akl-ı maaş olan; dünya maişetini gözetir ve dünyevi fayda, zarar nedir, ne değildir ona bakar. Akl-ı mead ise, ahireti gözetir. Yani bir iş yaparken, nefsinin cehennemden halas olup, amel cennetin nimetlerine mazhar olması için, haram ve helali gözetir. Akl-ı kamil ise, daima Hakk’ı gözetir ve Hak’tan gayri görmez.
Velilerin padişahı olan Hz. Ali'nin sırrına akl-ı maaş ve akl-ı mead olan vakıf olabilir mi? Olamaz. Onun sırrına, yani makam-ı velayet irfaniyetine, ancak akl-ı kül / akl-ı kamil mazhariyetiyle insan-ı kamil olan vakıftır ki, o da ehli olmayana bu velayet sırrını açıp, beyan etmez. ‘Alem Haydar olsa kör olan görmez’ demek ise; akl-ı kamile ulaşmayan kimse, sırr-ı velayetten perdeli olduğundan, makam-ı velayetin körüdür, demektir.

Ali’dir tarikat yolunda rehber
Hakikat burcunda eyledi siper
Ona ilka oldu nutk-ı peygamber

Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali

Daha evvelki beytin açıklamasında bahsi geçtiği gibi, nutk-u Peygamber, meslek-i Resul telkini olan zikr-i daim ve makamat-ı tevhid, aynıyla ehil olan sahabeye telkin edildi. Fakat bazı sahabeye ve Hz. Ali’ye bizzat Resulullah Efendimiz telkin ve tarif etti. Yani Hz. Ali seyr-i süluku bizzat Peygamber Efendimiz’den gördü.
Hz. Ali, Peygamber efendimizin bu telkin ve irşadıyla, marifet ve kemalata mazhar olup, makam-ı velayetin imamı olmuştur. Her zamanın Kamil olan bir mürşidi, işte bu kemalat ve velayet mazhariyetiyle irşat ederek, Hak aşıklarının Hakk’a giden yolunu açar ve aydınlatır. Bu itibarla tarikat, ki Hakk’a giden yoldur, tarikatın yol göstericisi olan mürşid-i kamilin velayetiyle hz. Ali’nin velayeti aynı olup, her zamanki kamil mürşidin irşadında imam olması yönüyle hz Ali, tarikat yolunun rehberidir. İlm-i hakikat ise velilerin mekanıdır, cümle veliler orada eğlenip, hakikat şehri nimetleriyle lezzetlenlenerek, daima Hak’la Hak’ta olurlar ve hep Hakk’ın zuhurunu görürler. İşte Hz. Ali, Bu hakikat şehrinin burcunda, yani ehli hakikatın gönlündeki irfaniyet ve kemalatın en yüceliğinde her zaman imamdır.

Adem var olmadan Muhammed ile
Birlikte idiler sırr-ı mübhemde
İkisi bir geldi vech-i Adem’de

Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali

 Peygamberlik hem velayet makamını, hem de nübüvvet makamını kendinde cem eder. Şehr-i velayetin ve şehr-i nübüvvetin kemali nebiliktir, peygamberliktir. Yani peygamber olan kimse, hem velidir hem de nebidir. Velayetin şahı Hz. Ali olup, nübüvvetin şahı ise Hz. Muhammed (sav)’dir. İşte bu velayet ve nübüvvet kemalatıyla ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem yaratıldı. Yani velayet ve nübüvvetten Adem-i kemalat, ademiyet zuhura geldi. Gerek velayet, gerekse nübüvvet marifeti, zat-ı ilahiden hasıl olup açığa çıkmıştır. Bu itibarla Adem yaratılmadan evvel velayet ve nübüvvet, sırr-ı mübhem olan Hakk’ın zatında mevcuttu.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Cümle peygamberlerin şahı ve imamı Hz. Muhammed’le cümle velilerin imamı Hz. Ali, birlikte sırr-ı mübhemde, yani zat-ı ilahi mevcudiyetindeydiler.” Diyor ve devamla “İkisi bir geldi vech-i Adem’de, yani ikisi de adem suretinde yaratıldılar.” buyuruyor. Ki, hem peygamberlerin şahı Hz. Muhammed, hem de velilerin şahı Hz. Ali, Mekke’de, aynı coğrafyada ve aynı zamanda, beşer, yani adem suretinde; biri peygamberlerin hatemi olarak, biri velilerin şahı ve imamı olarak, ikisi birlikte yeryüzünde zahir olup açığa çıktılar, tebliğ ve irşatta bulundular, demektir. Allahualem.

Zuhur edip geldi şah-ı enbiya
Ona hemdem oldu Ali Murteza
Ali şahdır Muhammed’dir şehinşah

Canımın içinde cananım Ali
Herdem gönlümdeki mihmanım Ali

Evvelki beyitin açıklanmasında beyan edildiği gibi, Peygamberlerin sonuncusu ve şahı Hz. Muhammed (sav) bu aleme gelince, velilerin şahı olan Hz. Ali ona ilk iman edenlerden olduğu gibi, aynı zamanda Hz. Resulullah’ın amcasının oğluydu ve kızı Fatma ile evlenerek de damadı oldu. Hz. Ali hakkında Hz. Peygamber Efendimiz “Alemlerin Rabbi olan Allah, benim mevlamdır / dostumdur. Ben kimin mevlası / dostu isem, Ebu Talib’in oğlu Ali de onun mevlasıdır. Ali’ye dost olan benim dostumdur, Ali’ye düşman olan bana düşmandır. Ruhu ruhumdur, kanı kanımdır, cismi cismimdir.” buyurmuştur.
Hz. Ali, Hz. Resulullah’ın yanında her an yer almış ve O’na hemdem yani en yakınında olmuştur. Bu hemdem olma yani yakınlık hali, soy yakınlığından ibaret değildir. Soy yakınlığında, yani soy akrabalığında kemalat olmuş olsaydı, Hz. Resulullah’ın amcası olan Ebu Leheb iman ederdi. Ki, hakkında Kur’an-ı Kerim’de “Elleri kurusun Ebu Leheb’in, zaten kurudu ya, ne malı kurtardı onu, ne kazandığı, alevli bir ateşe yaslanacaktır o, karısı da öyle odun hamalı olarak gerdanında / boynunda bir ip olacaktır, onun en sağlam fitillisinden.” (Tebbet suresi) Buyrulur. Ebu Leheb’in iki oğlu olan Utbe ile Uteybe, Hz. Peygamber’in Rukiyye ve Ümmü Gülsüm adlarındaki iki kızıyla evli olup, Hz. Resulullah’ın damadı idiler. Hz. Resulullah’a düşmanlıklarından, iki Peygamber kızına eziyet ettiler ve boşadılar. Eğer Peygamber Efendimize damat olmak ve ona soy itibariyle akraba olmak yeterli olmuş olsaydı, bunlar küfre düşmezlerdi, iman ederlerdi.
Bu itibarla Hz. Ali’nin Resulullah Efendimize yakınlığı soydan ibaret olmayıp, O’na iman edip, sadakat ve teslimiyetindendir. Hz. Ali bu iman ve teslimiyetle, vücud-u nur-u Muhammed’e mazhar olup velilerin şahı ve imamı olmuştur. Peygamberler hem velidir hem de nebidirler. Veliler ise, yalnız velayet sahibidirler, peygamber değillerdir. Hz. Ali makam-ı velayet kemalatı mazhariyetiyle cümle velilerin  imamı ve şahıdır. Hz. Resulullah ise, makam-ı Mahmud mazhariyetiyle hem cümle velilerin, hem de cümle peygamberlerin şahıdır, yani şehinşahtır, şahların şahıdır. Çünkü gerek veliler gerekse peygamberler, velayet ve nübüvvetlerini Nur-u Mahammed mazhariyetiyle açığa çıkarırlar.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Ali şahtır, yani velilerin padişahıdır, Hz. Muhammed ise, hem cümle velilerin, hem de cümle nebilerin şehinşahıdır, yani padişahların padişahıdır.” diyor.

Fehmi ol şahın yolunda kurban
Ondandır elimde bulunan ferman
Dertli olan canlar buldular derman

Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali

Mürşid-i kamil Hasan Fehmi Efendi Hazretleri ‘Ol şahın, yani Hz. Ali’nin yolu olan meslek-i Resul’ün irşadı yoluna kurban, yani teslim olduğumdan, o yolun marifet ve kemalatına ulaştım. Benim mürşidliğim, yetkim ve fermanım, bu irşad marifetidir.” diyor ve devamla “Cümle Hak aşıkları ve dertlileri, bu kemalat ve marifet irşadıyla dertlerine derman buldular.” buyuruyor.
Çünkü meslek-i Resul’ün zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irşadıyla, cümle veliler insan-ı kamil oldukları gibi, aynen bugün dahi zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle insan-ı kamil olunmaktadır, bunun başkaca yolu yoktur. Vesselam.

Hiç yorum yok: