MISRİ
NİYAZİ DİVANI ŞERHİ
Ve
DÜZENLEMESİ
ŞERHİ YAPAN:
PİR SEYYİT MUHAMMED
NUR HAZRETLERİ
DÜZENLEYEN:
NEJDET ŞAHİN
ÖN SÖZ
İslam tarihini incelediğimiz zaman; islamiyetin doğuşundan günümüze
kadar pek çok muharip, mücahit, melik, müverrih, mütercim müfessir, âlim
ve Fadıl kişilerin yetişmiş olduğunu, kendilerine has kabiliyetleriyle de
vazife ifa ettiklerini görürüz.
Bir de bunların dışında hakikat ilmi ile meşbu/dolu nice İslam mutasavvıfları yetişmiş, gerçekleri
divan adı verdiğimiz manzum kitaplarda ifadeye çalışmışlardır. Fakat ne kadar
açık ne kadar anlaşılır gibi sanılsa da yine de şerhe (açıklamaya) muhtaçtır.
Çünkü her okur divanı eline aldığı ve okuduğu zaman, onu bilgi ve idrakine göre
anlayacak fakat gerçek anlamını kavrayamayacaktır. Çünkü hakikatin, derinlik ve
inceliklerine inme, onu istenilen biçimde anlama kişinin zevkine ve bilgisine
ait bir keyfiyettir. Nitekim
17.
yüzyılın büyük tasavvuf erbabından olan Niyaz-i
Mısri (1617-1694) şiirlerini, öztürkçenin o devirde en güzel örneği ile
yazmış olmasına rağmen okuyucu yine de denilmek istenileni gereğince
anlayamamaıştır.
Zaten bu şiirlerdeki manayı anlamak, yukarıda da
belirttiğimiz gibi seviye meselesidir.
Konu bu açıdan ele alındığında, ihvan için tevhit ve melâmetin lâyıkıyla
anlaşılabilmesi bakımından Niyazi Divanın açıklanmasına olan ihtiyaç
kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.
Divan sahibi Niyazi Efendi de divanında; kendisinden sonra rumi 1275
(M.1860) tarihinde zuhur edecek zatın gavs olacağını şu mısralarıyla beyan buyurmuştur.
Oldum İsmail Gibi Teslim, Hak etti hemin İki yüzbin dahi yetmiş
beşte bir kurban
bana
Anladım zebh-i azime bir işarettir bu koç Hem beşarettir gele Yahya ile mihman
bana
Mısralarında belirtilen tarih Hz. Pir’in
(Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.nin) zuhur
ettiği tarihtir. İşte bundan dolayı 19. yüzyılda yetişen büyük mutasavvıf
Seyyid Muhmmed Nur Hazretleri Niyazi Divanını şerhederek/açıklayarak) ihvanların bu şerhi
okumasını tavsiye buyurmuşlardır. Hz.Pirin bu tavsiye talebini merhum Hasan
Fehmi Tezdoğan Efendiden naklen
işitmişimdir.
Ancak el yazmasından ibaret ve sayıca gayet az olan Niyazi Divanı şerhi, yüz yıldan beri miktar
bakımından gittikçe artan meraklı kitlesince aranılan kitap olmuştur.
Çeşitli sebeplerle bugüne kadar basım ve yayımı yapılamayan bu şerhe
gittikçe artan
ihtiyaç gözönüne alınıp, eski yazılısını yeni yazıya (Osmanlıcadan lâtin harflere) çevirerek basımını
sağlamak bize vazife olmuştur.
Bu vazifeyi yaparken büyük bir ihtiyaca cevap vereceğimizi sanıyorum.
Çalışmalarımızda bize yardımcı olan ve basım işinde büyük külfetler yüklenen
arkadaşlarıma teşekkür ederim. Allah onlardan, okuyandan ve cümlemizden razı olsun.
HASAN ÖZLEM Hz.leri
Açıklama
Bu eserde anlam ve mana
kayması olur hassasiyetinden dolayı, eserin aslı ve orjinalliği olduğu gibi
bırakılmıştır. El yazısı (Segoe script) harf
karakteriyle yazılanların tamamı Nejdet ŞAHİN’e ait olup, kitabın aslından
değildir. El yazısı karakteriyle yazılanlardan hâsıl olan hata, kusur ve
kabahatlar tamamen Nejdet ŞAHİN’e aittir. Başarı İse, yüce Allah’tandır.
Nejdet ŞAHİN
Önemli hatırlatma
Pir Seyyid Muhammed Nur
Hz.leri, Kalemi eline alarak bu Niyazi MISRİ divanı’nın her bir şiirini ayrı
ayrı şerh etmemiştir. Bu eser Hz. Pir efendimizin sohbetlerinde okunan bazı
şiir/ilahi yorumlarının, süratli hızlı yazı yazabilen ihvanlar tarafından
yazılıp kayıt edilmesiyle. Ve bazen de sohbete katılmayan yazıcıların
katılanlara ‘‘Hz. pir neler anlattı’’ diye sorarak, sohbete katılanlardan
duyduklarını ertesi gün veya daha sonraki günlerde naklen kaydetmeleriyle
oluşmuştur. Böylece oluşan bu Niyazi MISRİ divanı şerhi, konuşma dili ile ve
sohbetlerin anında veya daha sonraki günlerde yazılmasıyla meydana gelmiştir.
Takdir olunur ki bir şeyin
anlatılması konuşmayla sohbetle olduğunda, vücut dili devreye girer ve
konuşmacı bazı şeyleri baş, el, kol, parmak hareketleriyle izah ederek meramını anlatır. Meselâ konuşmacı
başını aşağı sallayarak evet, olur vb. gibi şeyleri ifade eder, başını yukarı
kaldırırsa hayır, olmaz vb. gibi şeyleri ifade etmiş olur. Keza kavis der,
kavis’in ne olduğunu ve bazı rakamları parmaklarıyla ifade eder. Fakat yazı
dilinde, bir şey yazılarak anlatıldığında öyle parmak, el, kol, baş
hareketleriyle anlatılamaz, her şey imlâ kurallarına göre yazılarak anlatılır.
Ki bu eser yazı dili ile değil, baştan sona tamamen sohbetlerin kaydedilmesi ve
konuşma diliyle meydana gelmiştir.
Bunu ifadeyle, bu Niyazi
MISRİ divanı şerhi yazı dili ile yazılmış bir kitap gibi değerlendirildiğinde, içinde birçok imlâ ve cümle hataları
olduğunu görürüz. Bunlar o kelime veya cümlenin konuşma diliyle
anlatılmış olmasındandır. Ayrıca sohbete
katılanların, ertesi gün veya daha sonraki günlerde sohbetten ancak
hatırlayabildiklerini, yazıcılara anlatmış olmalarından hâsıl olan
hatalardandır. Ve eserin Osmanlıca harflerden lâtin harflere çevrilmesi
esnasında yazılırken meydana gelen hatalardandır. Önemle hatırlatırız
Nejdet ŞAHİN
GİRİŞ
Biz bu Niyazi MISRİ divanı
şerhini gözden geçirip bilgisayara aktarmaya karar verdiğimizde, anlam ve mânâ değişikliği olur hassasiyetiyle
orijinal metni hiç ellemeden olduğu gibi bıraktık. Ve el yazısı (Segoe script) harf karakteri ile
parantaz içinde veya slaj yaparak veya kelime arasında, kendi görüş ve
anlayışımızı orjinâl metne asla
müdahele etmeden belirterek, bazı kelime ve cümlelerin anlaşılır olmasına
gayret ettik.
Ve birbirine geçmiş olan bazı şiirleri
düzenleyerek her şiiri bir rakam ile numaraladık. Arapça olan ayet hadis ve
kibarı kelâmların Türkçe tercümelerini ve ayet numaralarını da, el yazısı harf
karakteriyle ifade ettik. Ayrıca Ayet, hadis ve kibarı kelâmları yatık harf
karakteriyle belirttik.
Bunu beyanla, bu eserin orijinal
yazıları olduğu
gibi bırakılmış olup, el yazısı karakteriyle yazılmış
olan her birşey hatasıyla sevabıyla bize aittir.
Bu çalışma esnasında rüyamda gördüğüm Hz.PİR
efendimizin ve Niyazi MISRİ Hazeratlarının himmetine/yardımına mazhar
oldum, şöyle ki: Rüyamda;
Hz.PİR efendimiz sohbetinde bir konudan özellikle bahsetti. Bende uyanınca Hz.
PİR’in bahsettiği o konuyla ilgili sayfayı açtım ve düzeltilmesi gerekeni
gördüm ve
düzelttim. Daha sonra Aynı şekilde rüyamda
Niyazi Mısri Hz.lerini gördüm
ve bana bir şiirinin sadece bir satırını söyledi. Uyanınca bir satırını
söylediği ilahinin olduğu
sayfayı açtım ve hatayı düzelttim. Elhamdülillah.
Nejdet ŞAHİN
Teşekkür
Mesleki resul-u Melami
ihvanlarının başucu kitabı olan, bu Niyazi MISRİ divanı ve Hz. Pir efendimizin
şerhindeki hikmet ve marifetullah yüklü ruhaniyete mazhar olmamız niyazıyla. Bu
eseri düzenlememi ısrarla teşvik edip bigisayara aktarmayı başlatan Sayın Hatice KARAHALİLÖZ’e, bilgisayara
aktarmayı tamamlayıp düzenlemeye hazır halde bana getiren Sayın Ayşegül ve Kadir HALICI’ya ve tüm kardeşlerime teşekkür ederim.
Bu eserin irfan ve ruhaniyetine okuyanların,
bizlerin ve cümle ihvanımızın mazhar olmasını, Hidayetin menba-ı Kerim olan
Allah’tan niyaz ederim.
Nejdet ŞAHİN
Selam
Yüce Allah’a hamd olsun.
Selam Allah’ın
habibi/sevgilisi Hz. Muhammed’e ve onun şahsında
cümle peygamberlerin ruhaniyetine olsun. İmamı Ali Kv. Ve onun şahsında
cümle ehli beyt’e/evladı resule ve ehli kemal’e ve Niyazi Mısri Hz.nin yüce ruhaniyetine olsun.
Hasseten/özellikle
Pirimiz seyyid Muhammed
nur Hz.ne
veHacı Recep Hulusi------------------veHacı Salih rifat
veAbdülmalik
Hilmi-------------veAli Rahmi
veEmin durguti--------veHasan Fehmi Tezdoğan
veSüleyman kolari-veHasan Özlem
ve Kemal Zurnacı Hazeratlarının, Bizlere tevhid nur-u aydınlığını göstererek
canımıza can olan ruhaniyetlerine selam olsun. Onların yolu yolumuz,
ayaklarının tozu gözümüze
sürme olsun. Rabbim,
mesleki resul’e hizmet ve sadakâttan bizleri ve cümle ihvanımızı ayrı
komayıp, Melâmet neş’eyi kemaline mazhar kılsın.
Âmin.
Nejdet ŞAHİN
25 - Mart- 2019 Salihli
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
(1)
Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktidâ Zümre-i ehl-i
hakikat aşkı kılmış
muktedâ
Cümle mevcudat u mâlumata aşk akdemdürür
Zira aşkın evveline bulmadılar iptidâ
Hem dahi cümle fena buldukta aşk bâki kalır Bu sebepden dediler kim aşka yoktur
intihâ
Dilerim senden hudayâ
eyle tevfikin refik
Bir nefes gönlüm senin
aşkından etme gel cüdâ
Masivâ-yı aşkının
sevdasını gönlümden al Aşkını eyle iki âlemde bana aşinâ
Aşk ile tamuda
olmak cennetidir âşıkın Lik cennet de olursa tamudur
aşksız anâ
Ey niyazi mürşit istersen
bu yolda aşka uy
Enbiya vü evliya aşk olupdur rehnümâ
------------------------------------------------------------------------
(2)
Zehi kenz-i hafi k’ândan gelir,
her var olur peydâ
Gehi zulmet zuhur eyler, gehi envar olur peydâ
Zehi derya-yı vahdet
kim kesilmez hergiz envacı
Bu kesret âlemi andan doğup nâçâr olur peydâ
Ne sihri-bül-acepdir kim bu yüzden
görünür ağyar O yüzden gayrı
yok tenha gelür dildar olur peydâ
O yüzden
görüben ağyar döner
şem-i cemalinden Felekler de
görüp anı döner edvar olur peydâ
Taşınır günde yüz bin can âdem iklimine
her dem Gelür yüz bin dahi
andan bulur imar olur peydâ
Dışın içe hayâlatı için dişa zuhuratı
Birinden ol birine tuhfeler
her bâr olur peydâ
O devr ile gelüptür enbiya
mürsel meratipce
Gehi mü’min
zuhur eder gehi küffar olur
peydâ
Tecelli
eyledikçe ol saray-ı sırr-ı ahfâdâ Bu suret âlemi içre satu bazar olur peydâ
Anın zatına gâyet sun’una hergiz
nihayet yok
Anın’çün herbir
isminden gelir bir kâr olur peydâ
Tecelli eyler
ol daim celâl ü geh cemalinden Birinin hasılı cennet
birinden nâr olur peydâ
Cemali zâhir
olsa tez celâli yakalar anı Görürsün bir gül açılsa yanında
hâr olur peydâ
Bu sırdandır ki bir kâmil zuhur etse bu âlemde Kimi ikrar eder onu kimi inkâr olur
peydâ
Veli ârif celâl içre cemalini
görür daim
Bu hâristanın içinde ana gülzar olur peydâ
Ne sırdır ki
iki kimse nazar eyler bu ekvâne Biri ancak görür
dârı bire deyyâr olur peydâ
İçi umman-ı vahdettir yüzü sahra-yı kesrettir. Yüzün gören
görür ağyar içinde yâr olur peydâ
Görür ol kenz-i mahfiden
nice zahir olur eşyâ
Bilir her nakş-ı suretten nice esrar olur peydâ
Alan lezzatı birlikten halâs olur ikilikten Niyazi kande
baksa ol heman
didâr olur peydâ
-------------------------------------------------------------------------------
(3)
Salik-i rah-ı hakikat
aşka eyler iktida
Cümle eşyaya
birer halet konulmuştur tamam. Birbirinden bâzı nakıs bâzın istidadı tam Meşreb-i âlâ
olan neş’e nedir hasılı kelâm
Aşktır ol neşe-i kâmil kim andandır
müdam
Meyde teşvir-i
hareret neyde te’sir-i
sedâ
Gülşen-i
vahdet çü kalb-i emr-i râm-ı aşktır Lezzet-i vuslat heman ancak müdam-ı aşktır
Terk-i kavneyn eyleyen mest-i müdam-ı
aşktır Vadi-i vahdet hakikatte makamı aşktır
Kim müşahhas olmaz
ol vadide sultandan gedâ
Arifin aşk-ı
ilahiden yeğ olmaz hemdemi Nuş edüp sahba-yı zatı can olur her bir demi
Mazhar ona ayni zahir görünür gider gamı Eylemez halvetsaray-ı sırr-ı vahdet
mahremi Aşıkı maşuktan maşuku aşıktan cüdâ
Ehl-i Hak olmak dilersen
zevk-i taat terkin et
İçini saf eyleyi gör var kıyafet terkin et
Pendi gûş eyle
basiretle sefahat terkin et Ey ki ehl-i aşka söylersen melâmet
terkin et
Söyle kim mümkün
müdür tağyir-i takdir-i
Hüda
Varlığın terk etmek
oldu ayn-ı erkân sâdıka Kalbini yakmak gerek
anın demâdem harika Aşık oldur gitmeye her dem başından
sâika Aşk kilki çekti hat harf-ı vücud-i aşıka
Kim olsa sabit Hak isbatından nefyi mâda
Ey Niyazi
ibtidasız zevk buldun aşktan Yârin isbatından lâ’sız zevk buldun
aşktan Daim u bâki fenasız zevk buldun aşktan Ey Fuzuli intihasız zevk
buldun aşktan Böyledir her iş ki Hak adıyle ola iptida
------------------------------------------------------------------
(4)
İki kaşın
arasına çekti hatt-ı üstüva Alleme’l esma’yı talim etti ol hattan Hüda
Hattı üstüvadan murad, nefsi kül (tüm nefs), nefsi natıka/konuşan nefs, yani hakikati
insaniyedir. Nefsikül için nakşiye vesair/diğer ehli tarik, vücudu insanda birer
mahal tayin ederler. Ancak bunun mahalli iki kaşın arasıdır. Cenabı Hüda,
allemel esmayı nefsikülden talim etti.
Zatı ilme Mustafa
esmaya Âdem’dir emin İkisinden zahir olmuştur ulum-u
enbiya
İlmi zatiyeye Muhammdül
Mustafa S.A.V Efendimiz emindir.
(Ve allemel edemel esma-i külliha / Âdeme isimlerin tümünü öğretti. Bakara-
31) mucibince âdem aleyhisselam
esmaya emindir. Sair/diğer enbiyanın
ulumi/ilmleri bu ikisinin ilminden zahir olmuştur.
Zat u esma vü sıfat ef’al ü asâr cümleten Her zamanda bir velinin vechine
bunlar ziya
Hazreti Hamse-i ilahiye (Allah’ın
beş varlığı) olan zat, esma, sıfat ve efal ve âsarın cümlesi her zamanda
bir velinin vechine ziya olur/parıldar.
Secde eyle Âdem’e tâ kim Hakk’a kul olasın Eden Âdem’den
ebâ Hak’dan dahi oldu cüda
Âdem’e secde etmeyen Hakk’a kul olamaz. Âdeme secdeden murad, Hakk’a
secdedir. Âdem aleyhisselam mazhar-ı zat olduğu için melaike secde ile
emrolundu. Zamanı evvelde insan-ı nakısın insan-ı kâmile secde etmesi adet idi.
Vakti saadette Hz.peygamber efendimizden ona
secde etmeleri için
ruhsat/izin talep olundu. Ol vakit
buyurdu ki; (eğer ki benim şeriatımde secde olsa idi
zevcenin zevcine (kadının
kocasına) secde etmesini
emrederdim. (İnsana) Secde etmek caiz değildir). Beytullaha
secde etmekliğimiz mazhar-ı zat olduğu içindir. Her ne kadar mukayyet ise de
emr-i ilahi olduğundan bahis yoktur. Nitekim Hz.Âdem aleyhisselam emri ilahi
ile mescüd melaik/meleklerin secde
mahalli oldu.
Sureta
gördüler Allah diyeni olmuş fakir Sandılar Allah fakirdir
kendileridir ağniya
Zamanı saadette daha haraç vaz olunmazdan evvel (Müslüman olmayanlardan alınan vergi konulmazdan önce) Resulullah
S.A.V.
Hazretleri Ebubekir Sıddık Radiallahütaalâanhayı Mekke-i mükerremin etrafındaki
kariyelerde sakin (beldelerde oturan) yahudi hahamlarına/önderlerine yolladı. Hazreti
Sıddık Ekber dahi (Ve Ekradallahü
karden hasnen, yani Allah için sadaka karşılıktır) dedi.
Bundan dolayı
yahudiler, Muhammedin rabbisi fakirdir biz ise ganiyiz/zenginiz
dediler ve gülgüle kaldırdılar (alay
ettiler).
Kenz-i lâ yefnâ’yı bilmez
kandedir illâ fakir Bahr-i bipayani bulmaz etmeyen
terk-i siva
Halbûki kenzi mahz/saf halis
hazine olan zatı ilahiyi,
fakirden gayrı kimse bilmez. O bahr-ı ummanı/okyanusu.
Gayrıyetten geçmeyen bilmez, yani ağyarı (ilâhi
sevgiliden başka olanları) terk eylemeyen bulamaz.
Ravza-yı hadra’yı bilmez
Hızra yoldaş olmayan Ab-ı hayvanı bu zılmı görmeyenler
sandı mâ
Hızır aleyhisselam İskender ile bahrı zulmete/karanlık denize kadar
gidüp, orada ab-ı hayatı (ölümsüzlük
suyunu) bularak içtiğinden ötürü haydır/diridir
diyerek kitaplarda mesturdur/yazılıdır.
Halbûki Hızır aleyhisselamın hayatta
olması İdris aleyhisselamın sahibi şimali/kuzey
yardımcısı olduğundandır. Çünkü Hazreti İdris aleyhisselam gavsül
enbiyadır. İsa ile Hızır aleyhisselam ise
onun vezirleridir/yardımcılarıdır.
Yani İsa aleyhisselam sahibi yemini/güneyin
yardımcısı olduğundan âlem-i ulvi de (yüce,
gök âlemlerinde) mutasarrıftır/tasarruf
eder.
Hatta İsa As. Göğe ref
olunduğu/kaldırıldığı o
sebeptendir. Hızır aleyhisselam dahi sahibi şimal/kuzey yardımcısı) olmakla âlemi süflide mutasarrıftır (aşağı âlemde, yeyüzünde tasarruf eder). Her
nebi vefat eder. Fakat bunların ikisi
kıyamete kadar haydırlar/diridirler.
Bu ümmetten olan gavs, İdris aleyhisselamın naibidir (nöbetçi vekilidir).
Musa aleyhisselamın Hızır ile müsabahatına/söyleşmesine sebep, bir kerre kavmi Musaya dediler ki,
ya Musa; bu dünyada senden ziyade âlim var mıdır? Hz.Musa Kendisi ululazim resul olduğundan benden daha âlimi yoktur dedi. Binaenaleyh/bundan ötürü kendisine Cenab-ı Hak tarafından hitap edildi. Ve mecmual Bahreyn de/iki denizin birleştiği yerde Hızır
ile mülakatı/buluşması emrolundu:
Mecmual Bahreyn; Mısır'a birbuçuk konak mesafede bahrül ebyaz/Ak deniz ile Nil nehrini'in karıştığı yerdir. İşareti
ilahi olarak zembili/sepeti içine pişmiş bir balık ile ekmek koyup ve hizmetkârı Yuşa
aleyhisselama verip, yola revan oldular. Yolda balığın üstünü (üst kısmını) kuşluk taamında /yemeğinde
yediler. Oradan kalkıp bir müddet yürüdükten sonra Hazreti Musa
balıktan kalan dururmu? Diye
sual etti. Balığın zembilde/sepette olmadığı görülünce kuşluk
yedikleri yerde ki orasına reşit/kâmil
iskelesi derlerdi. Balığın Orada
kayıp olduğu anlaşıldı. Oraya Avdetle/dönüşle reşitte Hızır aleyhisselam
ile mülaki oldu/buluştu. Reşit
bir iskeledir. Elyevm/bu gün, halen, orada
çıkan balığın bir tarafı yanıktır.
Hz.Musa’nın Hızır ile
mülakatı/buluşup görüşmesi Hz Musanın tevatür/söylenir
olduğu gibi ilmiledun tahsil etmekliği için değildir. Çünkü Hz.Musa
ululazim resuldür. Kendisinde ilmi ledun hâsıldır (vardı).
Hatta Hızır aleyhisselam sefineyi/Gemiyi delip de içine su girmediğinin görülmesi üzerine Hz.Musa’ya,
seni bebek iken Nil nehrine
salıverilen beşikte bu sefine halkı/gemidekiler
gibi, Cenabı Hak muhafaza etti/korudu
demektir.
Ve gulamı/çocuğu katlettiği
vakit, Hz.Musa niçin böyle bigayrı hakkın (haksız
yere) bu Gulamı katlettin dedi. Ve Hızır dedi. Bu Gulam ebeveynine/Anne ve babasına küfür ettirecek idi.
Bana gayreti ilahiye geldi ve onun için katlettim.
Sözü ile mecap oldu (Hz.Musanın
müşkülü cevaplandı). Çünkü Cenab-ı Hakk’ın ve resullerinin şefkat
ve merhameti galiptir. Nitekim Hızırın Gulamı katlettiği gayreti ilahiyeden
ötürüdür.
Firavunun gark olacağı vakit, (inni
amentibirabbi musa / Musa’nın
rabbine iman ettim) der idi ki, Hz Cebrailin çamuru ile ağzını tıkadığının sebebi,
müddeti ömrünü davai uluhiyet ile emir edip te nihayet bu sözle şefkatı ilahiyeye mazhar
olmamak için Hazreti Cebrailin gayreti galyan edüp, Firavunun çamur ile ağzını
kapayarak amentü dedirtmemek istedi.
(Firavun ömrünü Allahlık iddiası ile geçirdiği halde, ömrünün sonunda
‘‘Musa’nın rabbine iman ettim’’ sözü ile Allah’ın
şevkâtine mazhar olmaması
için, Hz.Cebrailin
gayreti galeyana
gelerek firavunun ağzını
çamurla kapatıp ‘‘iman ettim’’
demesini engellemek istedi).
Bil ki seddeyn
iki kaş iskender ortasındadır. Cem’-ii cem'ül cem ile fetholdu
ebvab-ı Hüda
Seddeyn Çin-i kebirdedir (Büyük
Çin’dedir). Oranın insanı bir arşın boyundadır. Onlar da beni âdemdir/âdemoğludur. Yecüc Mecüc denildiği
boyları cüce olduğundandır. Hurufilik indinde iki kaşa seddeyn derler. İki kaş
ortasına İskender denilir. Nitekim bazı adamda iki kaş ortası olur.
Cem, Hak zahir halk batın; Hazretül cem, halk zahir
Hak batın; cemmül cem de bu ikisinin
cemidir/toplayanıdır.
Kande bulur Hakkı inkâr eyleyen
bu Mısrî'yi Zahir olmuşken
yüzünde, nur-ı zat-ı Kibriya
Yüzünde zat-ı kibriyanın nuru zahir olmuşken Hz.
Mısrî'yi inkâr eden kande/nerede Hakkı bulur, bulamaz. Çünkü Hakk’ı bulduran kâmildir. Cenabı Hak ancak zamanınkâmilini ikrar ile bulunur.
![]() |
(5)
Habsım çü geldi gelir ıtlak için ferman bana Evveli kahr âhiri ihsan eder sultan
bana
Erbain’im çün
tamam oldu dahi on gün geçer Hatm olur menzil
meratip can olur canan bana
Hz. Mısr-i ile Hz. Hüdayi Kaddasallahü sırre dergâhının o zamanki şeyhi ile hem asır bulundukları
gibi, dersaadette/İstanbul Üsküdar
da şimdi hüdayi dergâhı bulunan mahallede
mısr-ı efendinin hanesi/evi yakın
ve komşu idiler.
Ol vakit
Sultan Ahmet sani/Sultan ikinci Ahmet devri idi. Mısri efendi imam Hasan
ve imam Hüseyin efendilerimizin nübüvvetleri
hakkında bir risale/kitapçık yazmıştır. Hüdayi efendi dergâhının o zamanki şeyhi fahrialem
S.A.V. Hatemül enbiyadır/son
peygamberdir, Ondan sonra nübüvvet yoktur diyerek gadap etti/öfkelendi. Halbûki nübüvveti
teşria’nın hatemi olmadığını anlamadı. Bundan dolayı Hz. Mısrı'yi Sultan
Ahmet'e gamz/şikâyet etti. Yani münafıkladı. Ve bunun üzerine hanesinde/evinde Mısr-ı efendinin hapsi içün Sultan Ahmet
tarafından üç dört teskere/pusula gönderildi. Mısr-ı efendi de Ya
Ahmet, münafık sözüne kani olma/inanma dedi. Ve gelen teskereyi haşiye
ederdi (Gelen pusulanın altına cevap
yazarak gönderirdi). Hatta bir teskeresini fakir de gördüm. İşte Mısr-ı
efendi ol vakit elli gün hapislik cezasını
kabul etti. Yine ıtlak olundu/salıverildi.
Bu iki beyit ile ol vakayı hikâye eder.
Kabe kavseyni ev edna üçyüz ellidir bilin
Doğdu gün mağribden açtı zulmeti subhan
buna
Burada bindörtyüz senesinde mehdinin
zuhurunu remz ediyor.
Geldi Hak batıl
firar etti dolaştı mağribe
Zahir oldu gizli sırlar
verdi Hak bürhan bana
Oldum İsmail
gibi teslimi Hak etti hemin
İki yüz bin dahi yetmiş beşte
br kurban bana
Anladım zebh-i azime bir işarettir bu koç
Hem beşarettir gelen yahya ile mihman bana
Bin iki yüz yetmiş beş tarihinde bir kâmil’in (Pir Seyyid
Muhammed Nur Hz.lerinin) zuhur edip, onun bendeleri (ona bağlı intisablı olanların) imam-ı mehdiye yetişeceğini remz
eder.
Halk-ı âlem
dediler İsa'ya Mısri bir zaman Dahi bundan özge mâ evha dedi kur’an bana
Mısr-i efendi zamanında İsa gibi bir adam ve İsa gibi
kendisine vahi ilâhi gelir dedikleridir.
![]() |
(6)
Ey derde
derman isteyen Yetmez mi derd derman sana
Ey Derdi aşka müptelâ olupta derman isteyen kişi, yani aşkındır derman sana. Zira maksuda/maksadına
seni ol vasıl
eder ve maksut/amaç/gaye
dahi odur.
Çünkü aşka cemi aza ve cevarihi/organları, hatta ve hatta fiilinle mahbubuna/sevdiğine teveccüh etmek/yönelmek manasındadır. İşte maksat/gaye, amaç
da budur.
Ey rahat-ı can
isteyen Kurban olandır can sana
Ey canının rahatını isteyen kişi canındır kurban sana, onu feda et. Senin bihuzurluğun/huzursuzluğunun sebebi kendine nisbet
ettiğin variyetindir. Variyet dahi candan gelir. Canını kurban edince
rahat olursun
Yağma edersin
varlığın Gider gönülden darlığın Mahveyle sen ağyarlığın Yâr oliser
mihman sana
Varlığını yağma edersen,
yani variyet Hakk’ın
olduğuna ve senin olmadığına
vakıf olursan ve ağyarlığın (Hak’tan
gayrısını) mahvedersen, o zaman
gönülden darlığın (huzursuzluğun)
gider. Yani kimseye dargın olmazsın ve yâri hakiki (ilâhi sevgili) sana
mihman/misafir olur.
Sermaye bu yolda heman Teslimdürür buna inan Sıtkile
Allah'a dayan Etmez mi gör ihsan sana
İşte buna teslim
ol ve bu yolda sermayenin bu
olduğuna inanarak
Allah'a sıtkile dayan.
Elbette ve elbet sana ihsan olunur.
Tevhide tapşur özünü
Kimseye açma râzını Şeyh izine tut yüzünü
Şeyhin yeter bürhan
sana
Özden murad ruhdur. Tevhidin manası itvalin/çocukların mekteplerinde okudukları ilmihal de bile var.
Hakkın sıfatı zatiyyesi altıdır:
1- Vücut: Yani vücudu Hak, zira bu âlemi vücutta
(vücut âleminde)
Hakk’ın vücudundan gayri
vücut yoktur.
2- Kıdem: Yani evveli yoktur.
3- Beka: Yani ahiri de
yoktur.
4- Muhalefetüllilhavadis: Yani mahlükattan hiçbirine benzemez.
5-
Kıyam bi nefsihi:
Yani binefsii kaimdir (nefsi ile var oluptur).
6- Vahdaniyet: Yani efalinde,
Sıfatında ve zatında şeriki/ortağı ve nazırı yoktur. Şimdi işlersin, gözünlen görür,
kulağınlan işitir ve ağzınla söylersin. Bu efal ve bu sıfat kimindir? Fail ve
mevsuf Hak değilmidir. Kezalik/yine aynı şekilde bu vücut kimin zatıdır?
Hakk’ın zatıdır. Bizim zuhurumuzda/apaçıklığımızda gizlenmiştir. İşte bunları
çokça daha çocuklukta okuyoruz.
Kimseye açma sırrını, zira cühelâ/cahiller çoktur. Çünkü şıhın sana delil ve
kâfidir/Mürşidin sana doğru
yolu göstermekte yeterlidir.
İyven kişi yol alamaz Maksudunu tez bulamaz Bekle maarif kapusun Yüz göstere
irfan sana
Büyüklenen) kişi
yol alamaz. Çünkü öteye beriye sokulamaz. Maksudunu/amacını da çabuk bulamaz. Maarif kapusunu bekle, Kamil mürşit sana irfan gösterir.
Dünya ile ukbayı ko, Ulâ ile uhrayı ko
Var ol koru
sevdayı ko Matlab yeter subhan sana
Çünkü dünya için ibadet eden ehl-i riyadır/gösterişçidir. Bu
adam namaz kılar, oruç tutar, şöyle yapar, böyle yapar denilerek herkes ona bir itibar ve hüsnü zan etsin
(onun
hakkında iyi düşünsün) içindir. Bu ise riyadır
(gösteriştir, iki yüzlülüktür).
Ukba için ibadet eder isen, yani
nefsini cehennem azabından
kurtarmak ve cennette makam bulmak için kulluk/ibadet edrsen,
bu da demek kendi nefsin içindir.
Bunun her ikisi de sakat ibadet tabir olunur. İbadet Hakk’ın rızası için
olmalıdır.
İbadette halayık/halkı âlem, üç mezhep/anlayış üzeredir: Biri avam,
biri ebrar, biri mukarribindir. İbadetin ednası/düşüğü Lâ havle velâ
kuvvete illâ billâh diyenlerdir. Yani Yarabbi bende kuvvet,
kudret yoktur. Senin kuvvet ve kudretinle namazı kıldım analyışı
ile olan kulluktur/ibadettir. İşte bu ibadetin ednasıdır/düşüğüdür.
İbadetin âlâsı/yücesi ise, âbıt mâbut ve ibadet
sensin demektir.
Candan taleb
kıl yârini Ver canı bul didârını Yok eyle kendi vârını Kim var ola cânan
sana
Çürüklerin hep
sağ olur Zehrin kamu bal yağ olur Dağlar yemişli bağ olur Cümle cihan
bûstan sana
Güçtür kati Hakk’ın yolu Dergâhı hem gayet ulu
Sıtk ile olmazsan
kulu Etmez yolu âsan sana
Çünkü Hakk’a yol bulunmaz yani delil yoktur. Delillik/yol gösterme davasında bulunanlar pek çoktur. Ancak Hak yolunu bilir delil/yol
gösteren güç bulunur. Yoksa
Hakk’ın yolu pek âsandır/çok kolaydır.
Kulluğa bel bağlar isen Şam ü seher ağlar isen Sular gibi
çağlar isen
Tez bulunur
umman sana.
Bülbül oluban
ötegör Gül gibi açıl tüte gör Aşk oduna can ata gör Gülzar olur niran sana
Yani, ilâhi aşk
ateşine canını at, olvakit herbir mihnet ve meşakkatin rahatlık olur.
Yüzün Niyazi eyle hâk Dert ile bağrın eyle çak Kalbin sarayın
eyle pâk Şayet gele sultan
sana
Yani sultandan murat; sahip
demektir. Yani kalbin sahibi olan
cenabı Hak, o zaman gelebilir demektir.
![]() |
(7)
Ey çarh-ı
dün n’ittim sana Hiç vermedin rahat bana Güldürmedin
önden sana Ah mihnetâ vah mihnetâ
Bendinden azat
etmedin Feryadıma dâd etmedin Bir dem beni şâd etmedin Ah veylatâ vah veylatâ
Erişmedi dosta
elim Rahmana varmadı yolum Çıkmadı başa menzilim Ah gurbetâ vah
gurbetâ
Ey çerhi; yani baht demektir.
Çünkü âlemi ervahtan (lekad halaknel
insane fi ahseni takvim. sümme radetnahü esfele safilin- (Biz insanı gerçekten ahseni takvim/en güzel
biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Tin-4,5)
fehvasınca insan ahseni takvim üzere (en güzel olarak) halk olunup, esfele
safilin/aşağıların aşağısı olan
âlemi şehadete; yani bu yeryüzü âlemine gönderildi. Bu âlemde insan gurbettedir. Eğer ki; seyri
ruhani ile insan aslına uruç
etmez ise, yani fenayi efal fenayi sıfat fenayi zat edip uruç eylemez/yükselmez
ise, hayvan ve madenden bile aşağı kalır. Çünkü insanın dairede yeri bunlardan daha alçaktır/aşağıdır.
Kârımdürür
dert ile gam Gitmez başımdan hiç elem
Gülden cüda bir bülbülem Ah
firkatâ vah firkatâ
Mecnunveş ah
edeyim Farhadveş vah edeyim Bu virdi hergâh
edeyim Ah hasretâ vah hasretâ
İşin dert ile gamdır. Aşıkın işi odur. Daima
mahbubunun şuhudu ile muzdariptir/daima
sevgiliyi göreyim diye ızdıraplıdır. Gülden murat; Âlemi ervahtır/ruhlar âlemidir. Yani âlemi ervahtan
ırak düşüp (uzak düşmüş)
bir bülbülüm demektir.
Varmazsa yolum
şeyhime Sarmazsa merhem yareme Olmazsa çare derdime
Ah hayretâ
vah hayretâ
Mısri Efendi, Şeyhi Sinan Ümmi Mehmet Efendi emriyle ulûmi hakikati (Hakikat ilmini) tahsil etmek için mısıra gitmiş idi. orada iken Mehmet
Efendi vefat etti. Mısri Efendiye seyrü sûlük gösteremedi. Bu beyitler odur (onu ifade eder). Yani gerçi benim
yolum şeyhimin yoluna varmayıp ve şeyhim yareme merhem sarmazsa, derdime bir
çare olmaz ise ah hayret vah hayret demiştir.
Sonra Üsküdar'da otururken bizzat Resulullah Sallallahü Teala Aleyhi
Vesellem Niyazi MISRİ Hz.ne seyri süluk ettirdi. Bazen imam
Hasan ve Hüseyin Efendiler dahi gelüp tevhit makamatını gösterirler idi. Bir
salik sıtk ile sûlük ederse cemül cem de bizzat Resulullah ona gelir, hele
ehadiyeti bizzat resulullah efendimiz telkin eder. O makamın sahibi
odur, başka kimse telkin edemez.
İşte bir kimse emin ve meyl ve muhabbeti (Bir
kimse Allah muhabbetine meyilli) olduğu vakit, son nefeste olsun ona
sülük gösterilir. Ve onu cenabı
Hak kabul eder. Ve salik ise makam gösterilir, yani tevhidi efal görüp de şıhı
vefat etse, gerek bu âlemde ve gerekse âlemi ahirette yani kabirde, haşırde
neşirde ona tekmil makam ettirilir (tevhidin
tüm makamları gösterilir). Şeyhi veyahut sair/diğer evliya ve Hz.İbrahim vefat eden saliklere en
iptida/evvelâ makam gösterir.
Ve mektepte okurken vefat eden çocuklar dahi kur’an hıfz ettirilir. Sonra cenabı Hak tarafından
Hz.İbrahim veyahut sair/başka bir veli tayin edilip tekmil makam ettirir
(tüm makamları gösterir).
Yanar Niyazi
derd ile Hiç kimse yok halin bile Nâlân olup girdi yola Ah rihletâ vah
rihletâ
---------------------------------------------------------------------------------
(8)
Uyan gafletten
ey gafil seni aldatmasın dünya Yakanı al elinden kim seni sonra
kılur rüsvâ
Cenabı Hak
gafiller hakkında Esteuzübillah (velekad
zerena li cehenneme kesiren minel cinni vel insi lehüm kulübün lâ yefkahüne
biha velehüm ayunun lâ yubsirune biha velehüm azanun lâ yesmeune biha ulâike
kel enemu belhüm edallü ulâike hümül gafilün,
buyurur. Yani biz cehennem
için ins ile cinden çok çok kimseler halkettik, onların gözleri vardır
görürler. Velâkin taş ağaç görürler, hakikat üzere görmezler. Ve onların
kulakları var bu insan sesi bu hayvan sesi diye işitirler. Velâkin ses kimindir
çağıran kimdir bilmezler. Ve onların akılları var velâkin hakkı idrak etmezler.
Bunlar hayvan gibidir. Belki hayvandan daha dalalettedir(.Araf-179)
Hayvanın kendisine faydalı ve zararlı şeyleri bilmeğe ilmi fıtrıyesi/yaratılıştan ilmi vardır. Bunlar, yani ayette ifade edilenler onu da
zayi/kayıp etmiştirler. Çünkü herbir çocukta ilmi fıtri/doğuş, yaratılış ilmi vardır ve bu ilim, çocuk akıl baliğ oldukça
gaip olur/kaybolur. İşte
gafiller hakkında Cenabı Hak kuranı azimüşşanda böyle buyurdu.
Şimdi Dünya nedir hâlmidir elbise midir konak mıdır? Hayır. Çok malla
Karun gibi zenginler var, halbûki ehli dünya değildir. Çok yoksul vardır ki bir
parça ekmek için kapı kapı gezip avuç açar, halbûki ehli dünyadır. Dünya; seni Hak’tan gafil eden ve Hak’tan
gaflet veren şey dünyadır.
İşte hey gafil uyan.
Zira dünya seni aldatır ise, ahirette ve divanı ilahide
(Allah’ın huzurunda) seni rüsva/rezil eder.
Ne sandın
sen bu gaddarı ki ta böyle anı sevdin
Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağma
Adavet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşman
Ki asla senden ayrılmaz ömür ahir olunca tâ
Çünkü mümine adavet/düşmanlık
etmek caiz değildir. Cenabı Hak
Kur'an-ı kerim de lanet etmiştir. Kâfirin de zatına adavet olunmaz. Zira
suret-i insaniyededir. Ondan sadır olan ef’ali cibiliyesine adavet olunur (kâfirden meydana gelen olumsuz kötü işlere düşman olunur).
Velhasıl kimseye adavet etme, sana nefsin yeter düşman. Çünkü ömrün ahir/son
oluncaya kadar senden hiç ayrılmaz, daima seninle beraberdir.
Âlemi manada evliyadan
bir zat medinei münevvere de ibni abbas kubbesi
altında
kendini oturur gördü. Bir muhzir (Huzur
davetçisi) gelir. Ve dedi
ki seni bu beldenin hâkimi istiyor diyerek, davet eder. Bu da benim hâkim efendi ile
işim yoktur deyup muhziri (devet
edeni) kovar. Sonradan
tefekkür eder ki bu beldenin
hâkimi resulullah efendimizdir.
Hemen kalkıp haremi şerifin şebekei resule gidip bakar ki orada zaif bir adam durur.
İçeriden Hz.resulullah senin davacın var, nedir davan
söyle buyurur. O zaif adam efendim, beni doyurmaz, su vermez, beni aç öldürecek
der. Öyle deyince o zat bunun
nefsi olduğunu, yani müddei nefs (iddiacının
kendi nefsi) olduğunu anladı.
O zat dedi; ya resulullah sen
buyurdun ki size
nefsiniz beynelkitfeyn/iki omuz arası bir düşmanınızdır, ondan korunun.
Eğerki ben onu doyurursam sonra bana tabi olmaz, beni tehlikeye kor dedi.
Sonra
resulullah buyurdu. Aferin, benim hadisimle amil olmuşsun. Sonra nefs devam etti ve sen buyurmadın mı nefs sizin binek hayvanınızdır.
Onu gözetin. Bu beni öldürecek dedi. Sonra
Resulullah buyurdu. Haydi o ne
yaptığını bilir, seni öldürmiyecek kadar gözetir dedi.
İşittin Hak
resulünden nice âyat u ahbârı Veli nidem ki kâr
etmez bu öğütler sana aslâ
Ayeti kuranı azimüşşanın; yani
ayetlerin ahbar/haberleri Hazreti Peygamberin hadisi
şerifleridir ki, ashapın ayetlerden anlamadıkları şeyleri
resulullah, hadisi şerifleriyle şerh buyururlardı/açıklardı.
Bu zahir gözünü örtüp bana tut cânile gönlün Ki
herbir sözün içinde
duyasın cevher-i mânâ
Zahir gözünü ört bu suretlere bakma. Can ile gönlünü bana tut ki, her
sözün içinde duyasın nice bin türlü manayı cevahir.
Kelam-ı Mustafa
zevkin dimağında bulagör
kim Muadil olmaz o zevke hezârân men ile selvâ
Hazreti peygamberin kelamı zevkini,
yani tadını dimağında tut. Zira muadil/eşdeğer olmaz o zevke ki, nice bin
bıldırcın kebabı ile helva. Çünkü kelamı Mustafa S.A.V. Gıdai ruhtur. Kebapla
helva gıdai nefistir. Gıdai nefis gıdai ruha muadil/eşdeğer olmaz
ve elbette olamaz demektir.
Kemal-i devlet istersen
oku âyat-ı Kur’an’ı
Ki her harfin içinde var Niyazi
bin dürr-i yektâ
Eğer kemal-i devlet istersen, oku Kur’an’ın ayetlerini. Her ne kadar
kelam lisanı arap üzere olupta manasını fehmedemez isen de, velâkin arap da
derin olan manasını anlayamaz. Ancak elfazın/sözlerini anlar. Kur’an bize mürşittir ki Kur’an, Allah’ın zat’ını temsil eder. Ve zat mürşid-i Hak’tır. Çünkü
mürşit esmayi ilahiyedendir/Allah’ın
isimlerindendir. Nebi ve veli tercümanı Hak’tır. Bunların vasıtasıyla
Cenab-ı Hak kullarını irşat eder.
![]() |
(9)
Hatm-i cem’il
mürselinin fahridir fakr u fenâ Hatem odur ki bir ola yanında hem şah u gedâ
Cemi mürselinin hatmının fahri elfakrüfahri
/ Fakirlik iftiharımdır (Hadisi
şerif) fehvasınca fakrüfenadır. Fena fakrın atfi, tefsiridir. (Cümle
resullerin sonuncusunun iftiharı olan ‘‘fakirlik
iftiharımdır’’ Hadisi şerif’inin anlamı, fena/yokluk fakirliğidir. Bu
Fakirliğin yorumu ise fenafillâh olmaktır).
Ki
Fakrü efalini efali Hak’ta, sıfatını sıfatı Hak’ta, vücudunu zatı
Hak’ta fena etmektir. Yanı fail, mevsuf, mevcut Haktır. Fiil, sıfat vücud
benimdir diyen ehli şirktir.
Mesela, şu kitabı buradan kaldırıp şuraya koydum. Bu
fiili kim icat etti dersen, ehli şirk ben icat ettim der. Ve ben işlerim, ben
görürüm ve işitirim ve söylerim. Ve bu vücut benimdir der. Pekâlâ, demek
bu fiilin haliki/yaratıcısı sensin.
Hayır sen değil Halik/yaratan vacibitaaladır. İşte şirk ehli buna cevap veremez.
Hatem üçtür. Biri Hatem-i vilayeti Muhammediye, biri hatemi vilayeti
ammedir. Hatemi vilayeti Muhammediye makamı gavseyn makamıdır. Hatemi vilayeti
amme makamı, irşada memur olan tavaifi evliya reislerinin makamlarıdır. Çünkü
velayetin çok meratibi vardır. Velilerin her biri bir mertebede değildirler. (Hatem/Sonuncu üçtür; biri Muhammedi velayetin sonuncusu. Biri de
umumi/genel velayetin sonuncusu. Velayeti Muhammed sonuncusunun makamı gavseyn
makamıdır. Umumi velayet sonuncusunun makamı,
irşada memur evliya
önderlerinin makamlarıdır.
Çünkü velayetin mertebesi çoktur ve her bir veli, aynı mertebede değildirler).
Devlet-i dünya
seni bir rütbeye muhtac eder. Devlet oldur sana her bir rütbeden vere ganâ
Devleti dünya rütbesi, o da bir ihsanı ilahidir. Her rütbeden gına/zenginlik veren Devleti gavseyn
rütbesidir. Hatta “Errahmanü alel
arşisteva / Rahman arşa kurulmuştur” (Taha-5)
ayeti kerimesinin tefsirinde Rahmandan murad, gavstır,
denilmiştir. Çünkü dünya ve ahiret arş ve kürsi gavsın yanında bir hardal
danesi kadardır, mutasarrıf/tasarruf eden odur. Şimdi bunun
devleti, padişahın devleti gibi olur mu? Padişahın devleti bir velinin devleti
gibi dahi olmaz. Çünkü veli, gerek Padişah Hakkın mazharlardır. Bir veli padişaha
gitse padişah ona itibar eder.
Dersin
aklından alırsın bil sana olmaz delil Dersini
var Hak’dan al kim ilmin ola rehnüma
Dersini aklından (aklı
maaş’tan, aklı mead’tan) alırsan o
akıl seni tehlikeye atar. O Akıl
sana delil olmaz (hakikat yolunu gösteremez),
dersini Hak’tan al kim, ilmin sana delil olsun (seni
Hakk’a eriştirsin).
Belki Musa’yı
telemmüz eylese etmez kabul Hızır ile hemrah
olan kes eylemez
çun ü çerâ
Hz. Musanın üç ukte (üç
müşkülü, sorunu) kalbinde var idi ki; halli/çözümü kerameti kevniyeye muhtaç idi. Bunun için Cenab-ı Hak
Hz.Musa’ya
hitaben mecmual bahreyn’de/iki denizin
birleştiği yerde benim bir veli kulum var, senin kalbinde olan ukdeyi/müşkülleri o halledecektir, oraya git diye emir olundu.
Sonra uzatmıyalım. Hz. Musa gitti ve Hızır
ile orada buluştu, beraber bir gemiye bindiler, Hızır tuttu gemiyi deldi.
Hz.Musa dedi: niçin deldin bu sefinenin/geminin içinde bu kadar nüfus/kişi var gark olacak, çünkü nebi
şefkatli olur.
Ve kezalik/Bunun gibi çocuklar
oynarken Hızır tutup birinin boynunu kopardı, yine Hz Musa şefkatinden bu
çocuğun katli caiz değil iken niçin katlettin dedi. Sonra Hızır tuttu çocuğun
çene kemiğini kopardı. Hz.Musa’nın eline verdi. Musa baktı eğer ki, bu çocuk
büyürse anasına babasına küfür ettirecek olduğunu
anladı.
Sonra bir beldeye geldiler, oranında
ahalisi kendilerine itibar etmedi. Badehu/sonra bir eğilmiş yani harabede mail/eğik bir
duvar gördüler. Hızır ol duvarı tutup tamir ederek doğrulttu.
Bütün bunlar ne demektir? Ki
Hz.Musa’nın tevellüt hengâmında (doğumu zamanında) Firavun doğan çocuklar erkek olursa katledilir idi.
Hz.Musa doğunca validesi oğlunu gözü önünde katledeceğine bir beşik içine koyup
Nil nehrine attı. Çünkü bir şeyi
göz görmeyince kulak işitmeyince esef/üzüntü
olmaz. İşte bu sefine/gemi delik
olduğu halde muhafaza olunduğu gibi sen dahi beşikte suya batmayarak muhafaza olundun demektir.
Bu çocuk ebeveynini küfre davet edeceği cihetle
hasbel velâye gayret-i ilahiye tecelli olunup katlettiğim gibi, sen dahi
nübüvetinden evvel Firavun hizmetkârı ile niza/kavga eden ve elinden firar ederek sonra
da halt eyleyen (ortalığı karıştıran) adam
için katlettiğin o hizmetkâr sağ olsaydı, beni İsrail’de/İsrail oğullarında çoğunun kanını akıtacak idi demektir.
Kezalik/aynı şekilde, Şuayyib Aleyhisselam’ın kızlarına
su almak için kuyunun ağzındaki taşı bilâ ücret (ücret
almadan) yapmış olman, kaldırdığım bu eğik
duvarı bilâ ücret/ücretsiz
tamir yaptığım gibidir. Çünkü bu duvarın içinde bir hazine var ve onun sahibi yetimdir. Eğer ki duvarı tamir yapmamış olsaydım, duvar düşüp çocuk sabi
bulunduğu cihetle hazineyi başkası alacaktı
dedi. (Ve böylece Hz. Musanın üç müşkülü/sorunu Hızır ile yaptığı
bu yolculukta geminin
delinmesi, çocuğun
katli ve eğik duvarın tamir edilmesiyle
çözülüp hâlloldu).
Olvakit Hz.Musa dedi ki: Ya Hızır senin gidişin başka
benim gidişim başkadır, diyerek ayrıldılar.
Çünkü daha evvel de beyan ettiğimiz gibi
Nebi şefkat ve merhamet ilahiye ile zahir
olur. Veli ve melek ise gayreti
ilahiye ile zahir olur. Bunu beyanla: Lût
kavmini batırmak için Cebrail ve Mikail geldiği vakit Lût Aleyhisselam
şefkâtinden ağladı. Çünkü ümmetidir. Yolda gelirlerken Cebrail ile Mikail sureti insaniye ile
Hz.İbrahim’in hanesine misafir oldular. Hz.İbrahim bunlara bir buzağı kesti
pişirip yemek yaptırdı. Buyurun deyince bunlar; biz yemeyiz
dediler. Olvakit Hz.İbrahim onlara dedi ki; ben sizden korkuyorum, bunlar
dediler; biz Cebrail ile Mikailiz. Lût kavminin asi olan yedi karen ahalisini alt üst edeceğiz. Ol vakit Hz.İbrahim, bunu işitip/işitince şefkât ve merhametinden bükâ eyledi/ağladı.
Zira nebiler mucize izharı (göstermeleri)
için emrolunduğu vakit, iki elleri dizleri üzerine vurup vay şimdi emri
ilahi ile ishar edilecek (gösterilecek)
mucizeyi kavmimiz inkâr ederlerse gadabı ilahi olacaktır, diyerek mucize
izharından korkarlar. Çünkü Enbiyaların şefkât ve merhametleri galiptir.
İzzet istersen yürü var bekle
zillet kapısın Ateş-i a’dâ
ile kayna olunca kimya
İzzet (Hürmet görmek, değerli
olmak) istersen zillet/alçak
gönülülük, tevazu kapısını bekle. Zira o
zaman seni Hak’tan alıkoyan düşmanlar yanar, yanar kimya olur. Yani;
tevhid dairesine gelir ve kendinin ve eşyanın yokluğunda müşahede ettiği Hak’la
dost olur.
Kabe kavseyni ev edna’da ikamet eyleme
Zat-ı baht envarına yan bul makam-ı
müntehâ
Kabe kavseynden murad, cemül cemdir. cemmül cem de
ikamet eyleme. Çünkü sair/diğer enbiyanın
makamı oraya kadardır. Ki, onlar Ehadiyete
bittabi/elbette geçerler. Zira
Ehadiyet Resulullah S.A.V.’e mahsustur. Onun için Mısri Efendi Cemmül cem de durma, ehadiyete
geç, makamı münteha (en
son makam) o dur buyurdu. Beyazidi
Bestami hazretleri ben bir derya geçtim
enbiya kenarında kaldı. Buyurduğu, işte
bu ehadiyet deryasıdır. Bu ümmeti Muhammedin velileri Beni israil ve
sair enbiyanın/diğer peygamberlerin makamları cemmül cemdir, demektir.
Mısriye hatmi’l makamât
oldu herşeyde ferağ Zahir u batında kalmadı ebed illâ
Hüda
------------------------------------------------------------------------------------------
(10)
Bahr içinde
katreyim Bahr oldu hayrân bana
Ferş içinde zerreyim Arş oldu seyran bana
Dost göründü
çün ıyan Kalmadı bir şey
nihan Tufan olursa cihan Bir katre
tufan bana
Sûrette nem var benim Sirettedir mâdenim Kopsa kıyamet
bugün Gelmez perişan bana
Yani sirettedir madenim demekten
murad, herşey o madenden zuhura
gelir
Kaf-ı dil Anka’sıyım
Sırrın aşinâsıyım Endişeler hâsıyım Ad oldu insan bana
Niyazi’nin
dilinden Yunus’dürür söyleyen Herkese çün can gerek
Yunus’dürür can bana
Bu bahri Niyazinin lisanından Yunus aleyhisselam söylemiş. Çünkü Yunus
aleyhisselamın da Resulullah sallalahûteâla aleyhivesellemin gibi miracı vardır. Hz.
Yunus balık karnında miraç etti. Hz.Resulullah sureti malume/bilinen sureti ile miraç etti. Bunların İkisi de birdir. Hatta
Hz.Resulullah; benim
miracımı Hz.Yunusun miracına
teftil etmeyin (üstün tutmayın). Buyurdu.
İşte Hz.Yunus miraçta Hak ile Hak olduğu cihetle,
bu bahri Niyazi efendinin lisanından söyledi
demektir.
![]() |
(11)
Esselâ her kim
gelir bâzar-ı aşka esselâ Esselâ herkim yanarsa
nâr-ı aşka esselâ
Essela yani namaz demektir. Bu pazarda hem alan var hem veren. Yani hem Allah salât eder hem de kullar.
Allah’ın salâtı kâmilin salâtıdır. Salât, mirac-ı
nebi de farz edildi. Miraç Pazar ertesi gecesi idi. İptida/ilk önce kılınan namaz, öğle vakti
namazı idi. Ve iptida/önceleri namaz
kılarken tükürmek ve dünya kelamı söylemek memnu/yasak değildi. Sonradan dünya kelamı men
olundu/yasaklandı. Çünkü (innellahe fi kıbletil musalli yani Allah namaz kılanın kıblesidir). (Hadisi şerif) Bu halde kıbleye karşı
tükürmek ve tebevvül etmek (İşemek), salâttan gayride/namazın dışında
bile memnudur/yasaktır,
salâtta ise hiç olmaz.
Esselâ dâr-ı Enel-Hak’da bugün Mansur olup Can u başından geçen berdâr-ı aşka
esselâ
Hallacı mansur bir laf söyledi. Cüneydi bağdadi şeriatin ve hakikatin hükmü gereğince katli lazım geldiğine
fetva verdi. Çünkü enel Hak demesi, Hakkı kendi vücudunda kayıt etmektir.
Cenab-ı Hak ise şeriatte ve hakikatte kayıttan münezzehtir. Mansur ise davasından
rücu/dönmedi ve tövbe etmedi.
Cüneydin fetvasıyla katlolundu.
İbn-i Edhem gibi tac u tahtını
terkeyleyen Soyunup abdal olan hünkâr-ı aşka esselâ
İbrahim ibn-i Edhem, belhi de padişah idi. sarayında nehrin kenarında
olup bir gün pencerede otururken lüp nehrinde bir meşin köşkül olduğu halde (deri’den çanağı, kabı olan) bir
fakir gördü. O fakir köşkülünde bulunan ekmek hurdalarını su ile yumuşatıp eğil
etti. Sonra nehirden birkaç pança/avuç su içti. Sonra saray binasının
gölgesinde yatıp bir miktar uyudu. Kalktıktan
sonra İbrahim ibni Ethem o fakiri huzura celbedip/getirtip dedi; Ey fakir karnın tokmu? Fakir
cevap verdi: Elhamdülillah. Ya su içtin mi? Elhamdülillah. Uyku uyudunmu? Elhamdülillah diyerek cevap verdi.
Ol vakit
İbn-i edhem ne azim rahatlık deyüp tacı tahtı terkedüp
seyahata düştü.
Kendini odlara atan şu Halilullah gibi Can u dilden bülbül-i Gülizar-ı aşka esselâ
Varlığı dağın
delip Şirin iline yol eder Ey
Niyazi söyle ol mimar-ı aşka
esselâ
-----------------------------------------------------------------------------------------
Rıfate sevaben nazme li aliyya kiva Kel haltel muvaddat el mezhep
Bu arabi ibare olan bahr, ervahi kutsiyeye/kutsi ruha hitapdır. Çünkü ervahı kutsiye mezahiri zattır/Zat’ın açığa çıktığı yerdir. Onun
için bir beyitte demiştir; Benim nazmım sizin âliliğinizle rıfat buldu (Benim şiirlerim, sizin manevi yüceliğinizle
yüksek makamlarla itibar buldu).
Muvaddat ve mezhep, halt gibi Hindistan da bir nevi boynuzlu hayvandır
ki onun boynuzundan fincan ve zarf yapılıp gümüş altından kakmalar ile
teship olunarak bir tanesi on bin kuruşa kadar satılır. Çünkü içine zehir
konmuş olsa zehri keser, içen kimseye zarar dokunmaz. Hatta Hindistanda öyle
toplanmış göllere minare kadar uzun ejderhalar gelip su içerler. Ve içine girer
sonra su bulunmadığından arslan kaplan gibi mahlükat gelir karşıdan bakarlar.
Ta ki halt gelip o suyu bir kere boynuzlarıyla karıştırmayınca ve o sudan
içmeyince hiçbir mahlükat içmez Eğer ki içmiş olsa zehirlenir. İşte bu hayvan
mahlükat beyninde/arasında böyle kıymeli bir hayvandır.
--------------------------------------------------------------------------------------
(12)
Mevalidin sana her fasl u babı Kitabün fi kitabün fi kitabün
Mevalit/doğuş üçtür. Maden
ki ismi aziz mazharıdır. Yer ana, kudreti ilahiye Baba olup, bunlardan gayet kıymetli mücevherat doğar zuhura gelir Zümrüt, Yakut,
Elmas vs. cevahir gibi. Hatta biz Mısırda iken Süveyş yolunda çakmak taşı
içinde cevahir bulurduk. Taşı bir kere sallarsın, içinde birşey varsa tıkırdar.
Taşı kırıp çıkarır idik. O taş denizlerde dahi bulunur. Ancak rengi biraz kapanık olur. Gerek zümrüt, gerek yakut
denizde de bulunur. Velâkin renkleri kapanık olur. Karada bulunanın rengi
ziyade açıktır. İşte mevalidi selasenin/üç
doğuşun biri maden ve biri
âlemi nebat yani ot, gerek yenen olsun gerek yenilmesin. Biri de âlemi hayvan; Bu dahi ister yensin ister
yenmesin.
Üç kitaptan murad; şimdi kudreti ilahiye baba, yer ana olup sen âlemi
nebata geldin. Nebatı hayvan yiyip âlemi hayvana geldin. Hayvanı pederin yiyip meni oldun, Rahmi madere/ana
rahmine geldin. Rahmi
maderden dünyaya doğup geldin.
Senin vaslında
vardır her birinde Cevabün fi cevabün fi cevabün
Senin vaslında, yani buraya muvaselette (senin şahadet âlemi
olan yeryüzüne ulaşıp vasıl olmanda), üç cevap vardır. İptida/evvela buraya nereden geldin âlemi
hayvan’dan, ya oraya âlemi nebat’tan, ya oraya maden’den. İşte fi cevabı fi
cevabı fi cevap demek budur.
Dahi Dareyn
ile berzah yüzünde Nikabün fi nikabün fi nikabün
Dareyn dünya ile ahiret, berzah, öbür âlemdir (kabir âlemidir). Ve Dünya ile ahiret beyninde/arasındadır, anın için berzah (ara âlem) denildi.
Halayık/Halk üç yerde
cem olur/toplanır. Biri hilkatı
âdemde, zehri Âdem aleyhisselamdan suveri latife ile (Âdem As. mın arkasından latif suretle) çıkıp ve dört
saf olupta (…elestübirabbiküm / rabbiniz değilmiyim… Araf-172) hitabı ile muhatap
olduğumuz vakittir. Ol vakit Süeda/iyiler ve eşkıya cem olmuş idi/topluca bir aradaydı.
Ve biri âlemi berzahta cem oluruz/toplanırız. Ki bu dünyada kıyamet kopunca kimse kalmaz, yüz sene öylece harap
durur, sonra kırk gün yağmur nüzul eder, herkez kabrinden doğrulur.
Biri de Ahirette mahşer de cem oluruz/toplanırız.
İşte Hakkın üç nikabı/örtüsü vardır; Biri âlemi dünyada. Ki o
nikaptan mahcup/perdeli olan anı/onu görmez. Biri âlemi ahirette.
Kezalik/böylece burada onu
görmeyen, gerek cehennemde olsun ve gerek cennette olsun onu göremez. Hele ehli
küfür ve şirk ehli ilâh ittihaz/kabul etmiş
oldukları suretler ile beraber, cehenneme dâhil olurlar.
Ehli hicap (Hak’tan perdeli olan cennet ehli) dahi Hak
rezzaktır ve
gafur rahimdir. Şöyledir böyledir anlayışıyla,
itikat etmiş onlardan/olanlar da, cumadan cumaya veyahut ayda bir
kere, itikatı vechile (inançlarındaki
suret üzere) Hakk’ı görürler.
Ancak Arifler yani ehli tevhit her yüzden daima Hakkı müşahade ederler, gerek âlemi dünyada ve gerek
âlemi ahirette ve gerek âlemi berzahta olsunlar.
Ulum-ü suret u ve mâna hakikat Şarabün fi şarabün fi şarabün
Ulûm ilmel
yakın, suret aynel yakın, manayı hakikat Hakkel yakine işarettir. İlmel yakin tevhidi efal, aynel yakın tevhidi sıfat,
Hakkel yakin tevhidi
zat. Salik tevhidi efalde bir
şarap, tevhidi sıfatta bir şarap, tevhidi zatta bir şarap içer. Bu üç mertebede
birer şarap ile mamur ve mütelezziz olur/şenlikli
olup lezzetlenir.
Üçünden serime
daim erişir Hitabün fi hitabün
fi hitabün
Bu üçünden salikin sırrına ilham tarkiyle daima hitap erişir. Gerek
tevhidi efalde, gerek mertebeyi tevhidi sıfatta ve gerek mertebeyi tevhidi
zatta ilham erişir.
Ki sen ben o demekten geçene
yok Hesabün fi hesabün fi hesabün
Sen, ben, o demekten geçene/gayrıyeti terk edene asla hesap yok, demektir.
Hemin zat u sıfat esmanı bilmek İkabün fi ikabün fi ikabün
Sıfat u zat u ismin cehli ey dost
Sevabün fi sevabün fi sevabün
Zat, sıfat, esmayı sadece
isim olarak bilmek ukaptır (mihnettir
perdedir). Yani sıfat esma ve efali bilipte zatı bilmemek ukaptır. Sıfat
esma efal ile zat bilinmez. Amma zat ile bunlar bilinir ve zatı bilmek sevaptır/doğrudur.
Bunlardan görünen hakkın
vücudu Serabün fi serabün fi serabün
Çünkü zat, sıfat esmadan görünen Hakkın vücudu serabı
fi serabı fi serabı yani seraptır. Serap şudur ki; çöllerde kemali hararetten/sıcaklıktan
karşıda su varmış gibi görünür ki ona serap tabir olunur. Oraya
gidersin bakarsın su diye bir
şey yok, hararetin kemalinden öyle su
varmış gibi görünür.
Efal sıfat zat aynasından görünen Hakkın vücudunda serap gibidir. Efal
aynasında
zannedersin ki Hakkın vücudu oradadır. Keza sıfat ve esma, halbûki bunlar
tabirden ibarettir.
Niyazi cism ü kalb ü ruh ki denir Cenabün fi cenabün fi cenabün
Cisim, bu cisimdir. Kalp, nefis şunu yap bunu yapma
diyen şeydir. Ruh, cismi yürüten ki mazharı Haktır. Cenab; taraf manasına olup, bunların herbiri bir
taraftır. Çünkü cisim kalpten gelir. Kalp ruhtan gelir.
![]() |
(13)
İster isten
marifette olasın âlicenab Ehl-i irfan eşiğinde
yüzünü eğle türab
Çok da verme kendini
dünyaya bir dem çek elin Döndüremezsin beğim kati ağırdır bu
dolab
Bu harabı niceler
çalıştı mamur etmeğe
Bir yanın tamir ederken
bir yanı oldu harab
Çok seğirtti gaflet
ehli bu serabı
su sanıp
Bulamadılar hiç biri bu sahrada bir katre âb
Bir zaman yüz verme dünya ehline uzlette ol Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikab
Göz kulak dil kapuların
bağla muhkem bir zaman
Ola kim Hak’dan yana gönlünden ola feth-i bab.
Göz kulak ve gönül kapılarını bu kesretten/çokluktan, yani bu suretlerden
bağla ki Hak Tealâ senin gönlünde kapı açsın.
Ger ölümden
kurtulam dersen yürü var âşık ol
Döne döne aşk oduyla
cism ü canı kıl kebâb
Gir bu derd meyhanesine koma elden kâseyi Hiç yürek kanından özge âşığa yoktur
şarab
Derdden murat aşktır. Meyhaneden murad, Mürşid-i
kâmildir. Kâseden murad aşıkın istifadesidir. Âşık’a kendini
mahv etmekten (kendini fenaya yokluğa
eriştirmesinden daha) lezzetli
şarap yoktur.
Himmetin daim bu olsun kim Hakkı anlayasın
Hakkı bilmektn yeğ olmaz iki âlemde sevab
Ger azab-ı
âhiretten bulmak istersen halâs Arif ol ki cehl odundan
kopısar cümle azab
Eğer azabı kabirden ve azabı ahiretten necat bulmak/kurtulmak istersen Hakkı bil, zira
cümle azap Hakkı bilmemekten tevellüt eder/doğar.
Bu Niyazi
kendinden demez bu sözü ey püser Hep anı söyler
duyarsın gökten inen dört kitap
-----------------------------------------------------------------------------------------
(14)
Aç
gözün dildara bak ref oldu yüzünden nikab Zulmeti sürdü çıkardı ara yerden
afitab
Aç gözünü Hakka bak. Çünkü dildardan murad, Hak’tır.
Senin yüzünden örtü kalktı. Hakteala zulmeti (cehalet
karanlığını) sürdü.
Şol sekahüm
rabbühüm hamrin lebinden
içegör Katresin nuş eyleyen uşşak ebed görmez azab
…Sakahüm, Rabbühüm şaraben
tahura. / Rableri onlara tertemiz
bir içki ikram etmiştir. (İnsan-21) Ayeti kerimesine işarettir.
Çünkü ehli cennet, en evvel süt içecektir. Zira süt, ukde (ilmin) suretidir. Hatta bir adam
rüyasında süt içer görse âlim olur. Hamr/şarap içse fasık olur. Bal içse daim
bir kararda durur. Yani doğduğu kararda vefat eder. İşte şarabu tahurdan murad;
şarab-ı aşktır. Bade-i aşkın katresini nuş eden/damlasını
içen dünya ve ahiret azabından
beri durur/arınır.
Otuziki harfi bildin dört kitabın aslıdır. Safha-i vechinde
yazılmış kamu bi-irtiyab
Otuziki harfin yirmidokuzu, Hurufi arabiye/arap harfleri, üçü Hurufi acemiyedir/acem harfleridir P,Ç,J gibi. Bu otuziki harf dört kitabın, yani Tevrat,
Zebur, İncil ve Kur’an’ın aslıdır. Çünkü Hurufi arabiyenin her biri bir
meratibi ilahiyeye müşirdir/bildirir.
Mesela hemze Nuri Muhammediyeye, B nefsi küle, T heyyülata, ila ahire her bir
huruf/harf meratibi ilahiyeden
bir mertebeyi beyan eder. Hurufi acemiye olan üçü de uluhuyyet, ehadiyet,
Vahidiyet mertebelerini mebnidir (beyan
eder).
Mekteb-i irfana gir oku bu ilmin aslını
Gör ki nice derc oluptur bu ilimde dört kitab
Mektep üç kısımdır. Biri mektebi sibya (Çocuk
mektebi), orada elif be den (alfabeden) başlayıp mushafı şerifi ilmihal falan okunur.
Çocuk zanneder ki, ilmi tekmil etti/tamamladı. Oradan çıkar medreseye gider.
O da bir mektebdir/okuldur. Orada ilmi saf, nahu,
gramer, ilmi mania, ilmi beyan, ilmi hadis, ilmi tefsir okuyup icazet alır (Medrese, günümüzdeki yüksek öğrenim,
fakülte gibi meslek ihtisas öğrenilen okullardır. Orada dilbilgisi, edebiyat,
mühendislik, hadis, kur’an ezberleme
vb. gibi meslekleri öğrenir ve diploma alır). Ol vakit yine ilmi tekmil
etti (tamamlayıp bitirdi) zanneder.
Sonra mektebi irfana girer. Orada mürşit ona Hemze budur, B şudur diyerek beyan eder (Harflerin ve eşyanın, tüm varlığın hakikati hikmetini açıklar).
Her ne okursan
çün otuzikiden taşra değil Yüzünün metnini şerh eder okuyan fasl
u bab
Her ne söz kim söylenir
âlemde Türki ya arab Tut kulağın kim sanadır cümle
dillerden hitap
Her ne kim görür
gözün ondan cemâl-i
yâre bak Çünkü gitti ey Niyazi
kalmadı asla hicab
Gözün her ne görürse
ondan cemali yâre bak. Çünkü
her ne şeye gözün
erişirse o şey
sana hitap eder. Ve der ki sakın bize aldanma. Bizim vücudu
müstakilimiz vardır zannetmeyin ve bize bakmayın. Bizim hakikatımız olan
Hakteala hazretlerine bakın. Zira biz fitneyiz, sizi aldatırız, diye nida ederler/seslenirler.
![]() |
(15)
Oldum çü mahv-ı mahz-ı
zât, buldum vücudumdan necat Ben içmişim âb-ı hayat irmez bana hergiz memat
Çünkü maf mahzı zat yani Hak ile Hak olmaktır.
Vücudumdan ve sair vücutlarımdan halas buldum (Kendime
ve diğer âleme vücut nisbet etmek cehaletinden
kurtuldum). Bundan böyle ben asla ölmem.
Ben dost yolunda varımı
terkeyledim önden sona Küfr ile imandan geçip âyanda
bulmuşum sebat
Ben dost yolunda varımı terk ettim. Küfür imandan
geçtim ayni Hak’ta sebat buldum.
Çünkü küfür ve imanda ikilik vardır. Mümin iman bunların ta-di di/sayılabilirliği isneyniyeti/ikiliği olur.
Her kande baksam görünür
gözlerime sırr-ı ezel Her şey ulaşıp Hakkına çıktı aradan
kâinat
İşte beytimizde kande baksam görünür gözlerime sırrı
eşya demek, hakikatı eşya/eşyanın
hakikatı demektir.
Dost ile ben dost olalı zevkiyle işret
bulalı
Dayf-i mükerremdir bu can hep yediğim kand ü nebat
Yani dayfı mükerremdir/saygıdeğer misafirdir demekten murad, yani
benim canım Hakteala hazretlerine misafirdir, demektir.
Halvetten
ettim rıhleti kesrette buldum vahdeti Bazârda
düzdüm halveti ruz u şebim ıyd ü berat
Halvet (tenhaya yalnızlığa
çekilmek) dört duvar arasında edilen halvet değildir. Bu nisbet varlık suretlerinden halvet ettim, yani fenafillâh
oldum. Hak’tan gayrı suret görmem her daim Hak görürüm.
Yani artık benim gündüzüm bayram ve gecelerim beraat gecesidir.
Gördüm bu âlemler
kamu benim vücudumla
dolu Bir olmuş uçmağ u Tamu cümle bana olmuş sıfat
Her yana kim
eğilem ol yane her şey eğilir Olmuş Niyazi hep senin sayelerin sitti cihat
Velhasıl kelam, bu bahri Mısri efendi hazretleri Hak
ile Hak olup Hakkın lisanındandır, demektir (Bu
şiirdeki ifadeler Hak’la Hak olan Mısri Hz.den zahir olan Hakk’ın sözleridir).
![]() |
(16)
Sırr-ı Hakkı nicesi faş eyleyem
ben ey sikat Ânı ancak remz ile etmiş beyan ehl-i nikât
Her ne denlü aşikâr
etsem ahfasın arttırır Ol ıyan iken anı örter delâil
beyyinat
Ey mütemadi âliye olan ülemai zahir, Sırrı Hakkı ben nice izhar edeyim (Ey zahiri ilimlere devam eden âlim kişiler, Hakk’ın sırrını
ben size nasıl açıklayayım) ki, ehli irfan onu remz (sembol, misâl) ile beyan etmiştir. Sırrı Hakkı her ne türlü aşikâr
etsem o gizliliği arttırır. O ayan/apaçık iken bu suretler onu örter. Zira
Hakkın zuhuru hicap/perde iledir.
Na ehle sırrı Hakkı ifşa etmek pek fenadır. İfşa eden sureti katiyede cezaya müstahak olur. Şeriatta
sirkat/el kesmek cezasına
müstehak olduğu gibi onun tevhitten eli kesilir. Yani metrut olur (tevhitten kovulur).
Ânı tevhit
eylemez illâ şirk ehli eyler Vahdet-i Hakkı duyanın
dili lâldır aklı mat
Evet, anı şirk ehli tevhit eder. Şirki hafide olan Hakkı tevhit eder.
Çünkü tevhit şirkten, zikir gafletten gelir. Yoksa arifin şirki yoktur ki tevhit etsin. Gaflet etmez ki
zikir eylesin. Arif daima zikirdedir. Onun hiç gafleti yoktur.
Her ne kim fevka’l ulâ tahte’s-serâda vardurur Zatı vahiddir veli göründü nice
bin sıfat
Zatı birdir lik evsafına gâyet yokdurur Gör bu fanusu ki anın şem’i oldu nur-ı zât
Arştan seraya/yere, toprağa kadar
her ne var ki zatı vahittir/bir
zat’tır. Hz.Muhammed’in miracı arşta vaki oldu. Hz.Yunus ise balık
karnında iken tahtessera da (yeraltında)
miraç etti, her ikisi
de birdir. Zira her yerde olan zatı vahittir. Hatta Hz. Muhammed; benim miracımı Yunus’un miracına tafdil
etmeyin (benim miracımı Yunus’un
miracından üstün tutmayın), buyurdu.
İşte zatı vahittir/bir zat’tır,
velâkin evsafına/vasıflarına nihayet
yoktur.
Çünkü cemi avalemin/tüm
âlemlerin mayesi, Nuri
Muhammedidir. Zira her şey Nuri
Muhammediden halk olunmuştur/yaratılmıştır.
Mümin ve kâfir herkeste Nuri Muhammedi mevcuttur ve müstakilen mevcuttur.
Müminin ahireti o nur ile tenvir olur/aydınlanır.
Ve kâfirin dünyası dahi kezalik/böylece o nur ile tenvir olur. Onsuz kimse
yoktur. Hatta Hz. Âdem evvela o nurun
mazharı oldu, sonra gelen evladı dahi o nur ile zahir oldu. Hz. Âdem ecsat
cihetiyle/ceset yönüyle Hz.Muhammedin
babasıdır. Velâkin Hz.Muhammed dahi ervah cihetiyle/ruh yönüyle Hz. Âdemin babasıdır. Velhasıl herbir şeyin
mayası, mayayı Nuru Muhammedidir.
Zahir ü batın kamusu bir fenerdir gayri
yok Şem’i insan oldu fanusu cemi-i mümkinat
Ey Niyazi âdem oldu çün cihanın şulesi
Bahş olur âdem deminden
âleme ruhu’l-hayat
Çünkü zahir ve
batın bu âlem bir fanustur, yani fenerdir. Nuri Muhammedi o fenerin mumudur.
![]() |
(17)
Saray-ı din
esasıdır şeriat Tarik-i Hak hüdasıdır şeriat
Budur evvel kapı dergâh-ı Hakka Ki yolun iptidasıdır şeriat
Dahi bununla
hatm olur bu yollar
Bu râhın
intihâsıdır şeriat
Sırat-ı müstakîme
davet eden Münadiler
nidasıdır şeriat
Şeriat enbiyanın sünnetidir Kamunun ihtidasıdır şeriat
Hüda’nın Leyle-i
M’iraç içinde Habibine
atâsıdır şeriat
Yiğirmi üç yıla dek Cebrail’in
Ana vah-i Hüda’sıdır şeriat
Cihanda çoktur
envaı ulûmun Kamusunun
hümasıdır şeriat
Bu nefs-i
kâfiri katletmek için Hakkın hükm-i kazasıdır şeriat
Cihad-ı ekber eden ehl-i
diller Kulûbunun safâsıdır şeriat
Tarikat kârıbanının önünce Delil ü müktedasıdır şeriat
Hakikat gerçi sultanlıktır ama Önünde oun livasıdır şeriat
Şeriattan veli yâd olmaz asla
Velinin âşinasıdır şeriat
Şeriatla durur arz u semavat Bu bünyanın binasıdır şeriat
Ne bilsin
şer’-i paki ehl-i ilhad
Ol a’danın adâsıdır şeriat
Hemen onlar da aklınca
sanır kim Nizam için olasıdır
şeriat
Sakın canâ sakın onlara
uyup Deme sen de n’olasıdır şeriat
Şeriatsiz hakikat oldu ilhad Hakikat nur ziyasıdır şeriat
Ziya olmaz ise nuru da yok bil Hakikatle kıyasıdır şeriat
Cihana bir veli hiç gelmez illâ Elinde anın asâsıdır şeriat
Dahi başında
tac u şal u kısve Hem eğninde abâsıdır şeriat
Hakikat canıdır ancak velinin
Canından mâadasıdır şeriat
Çıkıcak can beden öldüğü
gibi Çıkacak sır kalasıdır şeriat
Karar etmez beden olmayıcak can Hakikatin bekasıdır şeriat
Hakikat dilber-i
râna gibidir Anın zerrin
libasıdır şeriat
Sakın soyma anı namahrem içre Yüzün suyu hayâsıdır şeriat
Hakikat Arş-ı âlâdır muhakkak O Arş’ın üstüvasıdır şeriat
Cemi-i enbiyanın vü evliyanın Niyazi
rehnümasıdır şeriat
Şeriat beyanı
ilahiyedir/Allah’ın açık bildirimidir. Cenabı Hak
![]() |
23 senede Cebrail emin vasıtasıyla şeriatı
Hz.peygambere vahiy etti. Hz.Muhammed 63 yaşında iken âlemi ahirete teşrif
buyurdular. Şeriatsiz ne tarikat ve ne de hakikat olur. Şeriata muhalif/karşı aykırı olan tarikata ve hakikata dahi muhaliftir/karşıdır, aykırıdır. Çünkü şeriat
beyanı ilahiyedir/Allah’ın açık
bildirimidir. İşte Mısri Efendi şeriatı açık açık beyan etmiştir.
(18)
Can kuşunun
her zaman ezkârıdır varidat Akl u hayalin heman efkârıdır varidat
İşidicek adını
duydu canım dadını Bildim ki ariflerin
esrarıdır varidat
Sıtkile gönlüm
sever görmeğe canım iver
Anın için kim Hakkın envarıdır varidat
Ol dürr-i
yekdanenin kadri bilinmez
anın Bu dil-i viranenin mimarıdır varidat
Dürrü yekdadan/eşi benzeri
olmayan inci’den murad, dürrü yetimdir/yetim
incisidir. Hz.Peygambere Minede validesi hamile kaldığı gece, nisan
ayının yirminci gecesi idi. O nisan ayının yirminci gecesi yağmur yağarsa, incinin çıktığı
o deryada olan sedefler/sert kabuklular ağzını açarlar. İşte
herhangisi ağzını kapayıp da karnına ziyadece yağmur girerse o, karnında
böylece dünedir (bekler). Ve
karnındaki yağmur tanesi dürü yekda olur. İşte
Dürrü yekda buna derler.
Gerçi kütüp çok yazar ilm i ledündan haber Cümlesi bir bahçedir gülzarıdır
varidat
İlmi Füsus’la tamu odları söner kamu
Anın yerinde biter gülzarıdır Varidat
Muhittin
Bedrettin ettiler ihya-yı din Derya Niyazi Füsus enharıdır Varidat
--------------------------------------------
(20)
Yakıp aşk oduna canı meşamın bûy-ı tevhid et Kamuya yek nazar birle şuhudun ruy-ı tevhid et
Tevhidin üç mertebesi vardır. Biri tevhidi efal, biri tevhidi sıfat,
biri tevhidi zattır. Bu makamlar
uruç/yükselme makamlarıdır. Tevhidi efal, hareket eden, sükun/sakin olan, alan veren Hak’tır.
Tevhidi sıfat, gören işiden söyleyen murad eden Hak’tır. Tevhidi zat, bu vücut bizim değildir,
vücut, vücudu Hak’tır. Biz ise mazharız, zahir olan vücut vücudu Hak’tır
demektir.
Şu mahiler gibi kendini deryadan
cüda sanma İhata eylemiş her
yana bak her sûyu tevhit et
Yani şu balıklar gibi kendini deryadan uzak sanma. Bir defa balıklar cemiyet olup meşveret/toplanıp fikir alışverişi ederler ki
su varmış, bu su nasıl bir şeydir
diye. İçlerinden bilen
bulunmayınca demişler ki; bahri muhitte/okyanusta
büyük bir balık vardır. Bilse bilse o bilir. Ona gidip sual ederiz, balık pek süratli gider. Hatta bir anda bir günlük
mesefa kateder. Ne ise o
büyük balığa sual ederler. O dahi cevap verir ki, sudan gayri bir şey bana
gösterin, ben de suyu size göstereyim der.
Kezalik/bunun gibi vücudu
Hak’tan gayri bir şey yoktur ki vücudu Hak görülebilsin.
Hatta bizim zamanımızdan evvel Mısırda Ulema beyninde/arasında bir
ihtilaf vaki olmuş. Kimisi demiş Hakteâla bu avalemi/âlemleri ilmi
ile ihata eylemiş ve kimisi der ki hayır,
vücudu ile ihata eylemiş. Sonra karar vermişler
ki camii eserde tecemmu ederek orada badel mübahasa (Camii ezherde bu konudan bahsetmek üzere toplanalım). Ve her
kim haklı ise ona tabi olalım derler.
Nihayet içtimalarında/toplantılarında ol
vaktin velilerinden bir zat oraya gidip bunların sebebi tecemmularını/toplanmalarının sebebinisormuş bunlar
da anlatınca buyurmuş ki, ey budalalar, Hakkın ilmi zatından ayrımıdır, ilmi
ile ihata eden/kuşatan zatı ile ihata edemez mi/kuşatamaz mı?
Salınma çah-ı
taklide suud et arş-ı tahkike Sana senden sefer eyle seni sen duy tevhid et
Hey mahcup (Hak’tan perdeli
olan kişi), taklide düşme tahkike (araştırıp hakikata) çık, sana senden sefer
eyle. Sefer/yolculuk
beştir: Biri illâllah, tevhidi efal tevhidi sıfat tevhidi zat.
Biri billâh ki, cem; biri fillâh ki hazretül cem; Biri lillâh ki cemülcem; biri
maallahki ehadiyet. Bu beşin üçü tenzih dahi olur. Tabiatten ilmel yakine,
ilmel yakinden aynel yakine sefer, aynel
yakinden Hakkel yakine sefer.
Çünkü bir kere fikir edersin beni kim halketti Babam, babam da benim
gibi mahlük/yaratılmış. Anam,
anam da benim gibi mahlük. Ya benim halikim/yaratıcım
vardır. İşte bu anlayışla tabiatten
ilmel yakine sefer/yolculuk edersin.
Sonra benim vücudumda
bir işitiş, bir görüş, bir söyleyiş ve bir iradet ve bir
kudret var.
Bunlar benim halikimde/yaratıcımda dahi
var, çünkü sanatta olan sani de/sanatkârda
olmaz mı? Elbette olur. Velhasıl bu mülahaza (anlayış ve düşünce) ile ilmel yakinden aynel yakine
sefer edersin.
İşte vücutta onun olduğunu tefekkür edersen,
aynel yakinden Hakkel yakine sefer eylersin.
Hâsılı, istidadı evvel olan hiç mürşidin irşadına
ihtiyacı yoktur. Eğer tevikatı yani geri bırakılma varsa, ol vakit mürşidin
talimine/öğretisine muhtaçtır.
İzafatı bırak gözden açılsın
dide-i Hakbin Temaşa-yı cemâli
şahid-i dilcûyi tevhid
et
Yani bu mısramızda bulunan izafattan murat; suverdir/suretlerdir. Yani suveri bırakınca,
aynel muayyen açılır/Yani suretleri
terkedince Hakk’n cemâli apaçık alenen belirir.
Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir, seme vechullah Niyazi
durma daim secde-i ebrûyu tevhid et
Şıh Küsteri Kaddesallahu sırre hazretleri namazda iken hatırına arş
kürs ve sair şudur budur şeyler gelir imiş. Acaba namazım sahih olur mu diye
ukde (müşkül) etmiş. Sonra
demişler ki: umman memleketinde bir zat vardır, o senin müşkülünü halleder. O
dahi oraya gider müşkülünü o zata arz eder. O zat kalbin Hakk’a secde etimi? Demiş,
evet etti deyince o vakit havatırın zararı yoktur. O da Hak’tır dedi.
Çünkü yüzünü yere koymak yüzün secdesidir. Kalbin secdesi değildir.
![]() |
(21)
Bakıp cemâl-i yâre Çağırırım dost dost Dil oldu pare
pare Çağırırım dost dost
Aşkın ile
dolmuşum Zühdüme yanılmışım Mest-i müdam olmuşum Çağırırım dost dost
Mescid-ü meyhanede Hane vü viranede
Kâ’be’de büthanede
Çağırırım dost dost
Sular gibi çağ
u çağ Dolaşırım dağ u dağ Hayran bana sayru sağ
Çağırırım dost dost
Geldim cihana garib
Oldum güle andelib
Her dem ciğerim delib Çağırırım dost dost
Geldim cihana garip demek, çünkü vatanı asli Allah’dır oradan geldik
demektir. Hadis (hubbul vatan minel iman
/ Vatan sevgisi imandandır) buyuruldu.
İnsan vatandan muhabbetlidir, demek ki
Allahû Teâlaya muhabbet imandandır.
Dünya gamından
geçüp Yokluğa kanat açıp Aşk
ile daip uçup Çağırırım dost dost
Aradığım
candadır Canda ve hem tendedir
Bilir iken bendedir Çağırırım dost dost
Gâh düşerim
mutlaka Gâh asıl ki mülhika Bakıp kamudan Hakka Çağırırım dost dost
Dolanmaz ol hal u hat
Minel-ezel tâ ebet Onulmaz asla bu dert
Çağırırm dost dost
Hep görünen
dost yüzü Andan ayırmam gözü
Gitmez dilimden sözü Çağırırım dost dost
Derya olunca
nefes Paralanınca kafes Ta kesilince bu ses Çağırırım dost dost
Gökler gibi dönerim
Gün gibi dolanırım Devr ile eğlenirim Çağırırım dost dost
Ne yerdeyim ne
gökte Ne mürdeyim ne zinde Her yerde her zamanda
Çağırırım dost dost
Geldim o dost ilinden Koka koka gülünden Niyazinin
dilinden Çağırırım dost dost
------------------------------------------------------------------------------------
(22)
Bağrımı pürhun
eder şol çeşm-i
mestaniyle bahs Dağıdır aklımı
şol zülf-i perişaniyle bahs
Kalp ile göz her vakitte mübahasadadır Çünkü gözün işi kayıttır. Kalbin işi ıtlaktır. (Kalp ile göz birbiriyle bahis ve alışveriştedirler. Çünkü gözün işi tecelliyi sınırlamak ve
bağlamaktır. Kalbin işi ise sınırlamamak, salıvermektir). Akıl makulatla
mukayyettir. Velhasıl her bir kuvve sem-i meşmumatla. Lemz melmusatla. Lisan
mezvukatle. Basar mebsuretle mukayyettirler. Bunların her biri
bir şey ile muakyyettirler. (Her
kuvve/duyu bir şeyle kayıtlı ve bağlıdır. Akıl; akla uygun olanla. Duyma;
işitme ile. Dokunma; temesla, dokunma ile. Lisan/Dil; konu, mevzu ile. Görmek;
suret ve şekil ile kayıtlıdır bağlıdır). Kalp ise mutlaktır. Gözün kayıt
ettiği (sınırlayıp bağladığı) şeyi kalp ıtlak eder (salıverir bağlamaz, sınırlamaz).
Bunun için kalp ile göz daima mübahasa (bahis
ve alışveriş) Ederler.
Leblerin
feyzine mutad eyledin çün ağzımı Dilemez kim eyleye
şol âb-ı hayvan
ile bahs
İşte leblerin feyzine mutad eyledin çün ağzımı
mısrasında bulunan lebinden murad,
yani hayati ilahi demektir (ağzından/iki
dudağın arasından çıkan irşadın bereketi, zevkiyle tadlandırdın ağzımı ve Allah’ın hayatı ile dirildim, demektir).
Dürr-ü yakut-ı dehanın
seveli dilber senin
Gelmez oldu dile hergiz lâ’l ü mercan ile bahs
Vechin üzre yazılan mâna-yı
Kur’anı gören Eylemez evrak içinde lafz-ı
Kur’an ile bahs
Vechin üzere yazılan manayı kuran. Ki, bu zahirde görülenler suveri kurandır. Çünkü bu suver/suretler nedir. Hakkın efali sıfatı ve zattan ibarettir. Kuranın her bir ayeti ya efali ya sıfatı yahut zatı
beyan eder. Mesela ayet (lev enzelna
hazel kurane ala cebelin / Eğer
biz kuranı bir dağa indirseydik… Haşr-21) İşte Kuranda bahsedilen cebel/dağ, işte bu suver de/suretler de
birer cebel/dağ. Bu
suverde her neki var ise Kuranda dahi mevcuttur. Bu suverdekileri Kuran
olarak okuyan bir kul, kuranın lafzı/sözü ile bahsetmez.
Cümle fitne
kaşın ile kirpiğinden olduğun Bilen eder mi cihanda nefs ü şeytan
ile bahs
Hz.Musa dedi; Ayet (in hiye illa fitnetüke / O sırf senin
fitnendir/imtihanındır.) Yani kallelahüteala ayet (vahtera musa keavmehü sebine recülen
limikatina felemma ehazethümür recfetü kale rabbi levşite ehlektehüm min kablü ve iyyaye etühliküna bima feales süfehaü
minna inhiye illa fitnetüke tudillü biha men teşaü ve tehdi men teşaü ente
veliyyüna fağfirlena verhamna ve ente hayrül
gafirin / Bir de Musa kavminden mikatımız için yetmiş er
seçmişti. Vaktâ ki bunları o
sarsıntı yakaladı, rabbim, dedi: dilese idin
bunları ve beni daha evvel
helâk ederdin, şimdi
bizi içimizden o süfehanın/beynsizlerin ettikleri
yüzünden helâkmı
edeceksin?
O sırf senin fitnen/imtihanın, sen bununla dilediğini dalâlete bırakır, dilediğine hidayet kılarsın, sen
bizim velimizsin, artık bize mahfiret buyur,
merhamet buyur,
sen ki hayrülgafirinsin/affedenlerin
en hayırlısısın. Araf-155)
Bununla beraber
hayır ve şerri Allahü tealadan bilen kişi, nefs ve şeytan ile
bahsetmez. Çünkü ayet (kul küllü min
indillah / De ki her şey
Allah’tandır. Nisa-78)
Yani kalellahuteala (eynema tekünü yüdrikkümül mevte velev küntüm fi burucin
müşeyyedeinve in tüsiphüm hasenetün yekulü hazihi min indillahi vein tüsiphüm
seyyietün yekulü hazihi min indike kul küllü mün nidillahe femali ha hulail
kavmi la yekadüne yefkahüne hadisa / Nerede olursanız (olun)
ölüm size ulaşır. Sağlam/yüksek burçlarda olsanız bile. Eğer onlara
bir iyilik isabet
ederse: “Bu Allah’tandır” derler... Şayet onlara bir kötülük isabet
ederse: “Bu senin indindendir” derler... De ki: hepsi Allah’tandır. Şu kavme ne
oluyor ki, nerede ise hiçbir
sözü anlamıyorlar. Sure-i Nisa-78)
Vakti
saadette Mekke civarında bulunan Yahudiler, sanadit kureyşe/ileri gelen kureyşlilere gelip
dediler ki, gelin sizinle ittifak edelim ve
Muhammedi mahv edelim. Bunlar ittifakı kararlaştırınca şeytan geldi.
Sanadit kureyşe dedi ki; bu Yahudiler ehli kitaptır, Muhammed de ehli kitaptır.
Bunlar ikisi sonra ittifak edip siz yalnız kalırsınız. Yahut yahudileri peşin olarak sizin dininize
koyun, dedi. Sonra ebu cehil lâin bunları
(Yahudileri) çağırdı. Ve dedi ki Eğer
ki beyt etrafında olan putlarımıza secde ederseniz, biz de o zaman sizinle ittifak ederiz. Bunu kabul eden Yahudiler de putlara
secde ettiler. Sonradan bir şey de edemeyince, Muhammet
sebep oldu da biz putlara secde ettik dediler.
İşte bir vakit Yahudiler abdıesnamda oldular (Yahudiler
putlara secde etmekle putperest oldular).
Sonra Cebrail
bu ayeti getirdi. (kul küllü min idillah / de ki her şey
Allahtandır. Nisa-78). Ancak edebi şeri için (Ma esabeke min hasenetin eminallah vema esabeke min seyyieti femin
nefsike /
iyilikten sana ne isabet
ederse, Allah’dandır...
Kötülükten
sana ne isabet ederse, nefsin’dendir... Seni insanlara Rasûl olarak irsal ettik... Şahid
olarak Allah kâfidir. Nisa-79) ayeti
kerimesi mucibince haseneyi/iyliği Allaha, seyieyi/kötülüğü
nefse isnat etmekliğimiz lâzımdır.
Şol ruhınla
hattının sırrını zâhid anlasa Kürsi üzre eylemezdi küfr-ü iman ile bahs
Pertev-i nur-ı
cemâlin aksidir şems-i cihan Ne münasip ide ol nur mâh-ı tâbân
ile bahs
Şemsi cihan/cihan güneşi nur
cemalinin aksidir/yansımasıdır. Çünkü
Şems ismi nur ile tecelli olundu. Ancak gözün keyfiyeti malûm değildir (Çünkü güneşe nur ismi ile tecelli olundu, Güneş
nur ismi tecellisine mazhardır. Bu keyfiyet gözün güneşi görmesiyle
anlaşılamaz). İstidare ve
istinare yani müdevvir olması ve müşeffa bulması şemsin sıfatıdır. Bu şems nuri
ilahi ile mukabil ve mübahasa olabilir mi olamaz (Güneşin
yuvarlak daire gibi, aydınlık, ısıtıcı, parlak ve dönücü olması güneşin
vasfıdır. Şimdi bu vasıfları olan güneşin, Allah’ın nurunun karşılığı veya
eşdeğri olması bahis konusu olabilirmi? Olamaz).
Cem ü tafsilin
rumuzun anladınsa epsem ol Etme andan sonra
asla kul ve sultan ile bahs
Çünkü makamı cemde hepsi birdir. Sultan da kul da Mezahiri Hak’tır (Hakk’ın zuhurudur). Ancak tafsilde/ayrıntıda kul kuldur, sultan
sultandır. Kul sultan olamaz sultan da kul olamaz.
Zerre iken sen Niyazi ruh-ı âzam nuruna Haddini bil kılma ol şems-i dırahşan
ile bahs
Arafatta Âdem aleyhisselam halk olunduktan sonra
melaike ve cinne secde ile emrolundu. İblis ve cinninin kâfirleri secde etmedi.
Sonra zürriyeti zehrinden ihraç eyledi Amma suveri latif (Âdem neslini Âdem’in arkasından latif
surette çıkardı). Ve dört
saf oldu. Birinci saf Enbiya, ikinci saf Evliya, üçüncü saf Mümin, dördüncü saf Eşkiya. Ki Elestü birabbiküm /
rabbiniz değimliyim. Araf-172) hitap
edildi. Cümlesi evet/hepsi evet dediler. Kâfirler ise işitmedi, ancak müminleri takliden onlar dahi bela/evet dediler. İşte ona âlemi zerre
tabir olunur, çünkü herkes suveri latife/Latif
suret ile idi. Hatta kâfirlerin durduğu yerde elan/halen hüccacı/hacıları durdurmazlar.
![]() |
(23)
Can bu ilden göçmeden
cananı bulmazsa ne güç
Yârini terk etmeden yâranı bulmazsa ne güç
Sureti insan
içi hayvan olursa kişinin Taşlar ile döğünüp
insanı bulmazsa ne güç
Can bu dünya ilinden göçmeden canânı, yani Hakkı bulmazsa ne güç. Bu
âlemde bulursa bulur, bulamazsa başka âlemde bulamaz. Ve Ebedi azaptan kurtulamaz. O adamın sureti insandır
velâkin içi hayvandır. Belki de hayvandan daha aşağıdır. Çünkü hayvan dahi
Hakkı tanıyor.
Ademin gönlü
evinde bahr-i umman gizlidir Daima susuz gezip ummanı bulmazsa
ne güç
Umman, bahri muhite/büyük
denize en yakın olan şehrin ismidir. Bahri muhit tatlıdır. Sayir/diğer altı deniz gibi tuzlu değildir.
Zira deniz yedidir. Bir Akdeniz, bahri rum dahi tesmiye olunur/isimlendirilir, şu Selanik denizi.
İki karadeniz, İstanbul denizinden öteye, üç Kırmızı deniz, Şap denizi. Dört
Yeşil denizi, hint denizi. Beş sarı deniz, basra Denizi. Altı mai/mavi deniz,
bu denizlere bu renkler ile isim verilmesi balıkları bu renkte olduğundan
ötürüdür. Yedi bahri muhit/büyük
denizin, suyu tatlı sükkanı/balığı
yoktur. Onda balık gibi hiç bir mahlük yoktur. Çünkü dibi yoktur. Gayet
derin olmakla balığı yoktur. (Bahri
muhit; zamanın kâmili’dir ki o, Hakkın cemâl yüzünün ikram ediciliğine mazhar
olduğundan, kâmilin irşadı ruha tatlı gelir.
Onun kemalât deryası her şeyi ihata edip kuşattığından dibi, yani sınırı
olmaz. Allahu âlem.)
Şol fakir olup
gezenlerde hazine dopdolu Sa’y edüp ol kenz-i bipâyanı bulmazsa
ne güç
Fakrı fahri
devletine erişen sultan olur Fahr-i nâma erişüp
sultanı bulmazsa ne güç
Fakir, efalini ve sıfatını ve vücudunu Hakk’a tağfiz/nisbet edendir. Yoksa fakir,
parası ve malı olmayan değildir. Hazineleri dopdolu olur da kendisi
fenafillâh olduğundan fakirdir.
Hz.Muhammedin yirmi dört reisi güheylan atı var idi. Sair/diğer şeyleri
de
ona göre ki, o zamanın zenginleri onun malına haset ederler idi.
Öyle iken (el fakru fahri / Fakirlik
iftiharımdır), dedi. Hani ya Hz. Peygamber hasır üstünde yatmışta, hasır
vücudu mübarekinde yer açmış dedikleri bütün bütün isnattır/iftiradır. Ve Resulullahı tahkirdir/aşağılamaktır. Hz.Haticet’ül Kübra gerek sıttı (kızı) Fatimeye ve gerek sıttı (kızı) Zeynebe,
ere giderken (evlenirlerken çeyiz
olarak) mücevherattan birer gerdanlık verdi. Ki Sanadid Kureyşi (kureyşin
ileri gelenleri) paha takdir edemezdi. İşte şimdiye kadar makbul nişan
diyerek atlarda aradıkları Hz.Peygamberin atlarının nişanıdır. O nişanda at
almak ve bakmak meymenetlidir (uğurludur,
bereketliliktir).
Herkesin derdine
dermanı yine derdindedir. Derdinin içindeki dermanı
bulmazsa ne güç
Herkesin derdi tevhittir. Dermanı dahi tevhittir.
Eğer tevhidi bulmazsan ne güç. Tevhit, işte tevhidi efal tevhidi sıfat tevhidi
zat. Tevhidi zat görülür, ilim taallûk etmez. Tevhidi sıfat görünmez, ilim
taallûk eder, (Hakk’ın zat’ı görünür
fakat bilinmez. Sıfatlar ise bilinir fakat görünmez), demektir.
Bunda gelmekten
murat çünküm Hakk’ın
irfanıdır. Ey Niyazi kişi ol irfanı bulmazsa ne güç
Bu beyitte Mısri Efendinin dediği irfan, arifi
billâh olmaktır.
![]() |
(24)
Hep güzeller
arasında buldu hüsnün
çün revac Cem olup uşşak bir
bir sana eyler ihtiyac
Hüsn içinde
bu ne şehliktir ki şâhân-ı
cihan
Can verirler
yoluna ya kande kaldı taht-u tac
Nice zahmetler çekup üftadeler vaslın
umup Akıbet derman yerine derdini kıldı ilac
Çünkü dert derman birdir.
Anın için derman
yerine derdi ilaç olur.
Nimet-i vaslın atâ kılsan n’ola âşıklara
Hân-ı fazlından ne gider doysalar
ger cümle ac
Ey Niyazi
eremezsin ölmeyince vuslata Adet oldur yâr ilinden
can alırlar hüsne
bâc
Bu beyit mutu kalbe ente mutu / ölmeden evvel ölün. Hadisi şerifini
beyan eder. Yani mevti izdirari (mecburi
beden ölümü) ile ölmezden evvela, kendi isteğin ile ölün deniliyor. Yani mevti ihtiyari (kendi isteğinle ölmeden evvel ölmek)
ile ölün demektir. Çünkü mürşidi kâmile vardığın vakit iptida/evvela, efalin ve sairlerin/başkalarının ne kadar var ise efali, hepsinin Hakkın olduğunu bildirir.
Sonra sıfatın ve sairlerinin/başkaların
sıfatının Hakkın
olduğunu bildirir. Vücudun ve sairlerinin/başkalarının
vücutlarının Hakkın
olduğunu bildirir. İnsanda
ancak bunlar var. Bunlar Hakkın olunca ki,
zaten dahi Hakkındır. Velâkın kul
bunların Hakkın olduğuna mürşidi kâmilin himmetiyle/yardımıyla vakıf olunca, mevti ihtiyari ile öldü. Çünkü efali sıfatı kalmadı.
Kezalik Bunun gibi mevti
izdirari ile meyit olanda (isteği
olmaksızın mecburen ölen bir kulda) efal sıfat zat kalırmı? Kalmaz.
Nefsi yani bir kalıp/cesedi kalır. Ve ha ağaç, ha ki ona itibar olunduğu ruhun meskeni/barınağı olduğundan ötürüdür. Yani
ruh onda bu kadar vakit sakin olmuş/eylenmiş
olmasındandır. Binaanaleyh onu gasıl ederler (cesedi yıkarlar) ve omuzlarda kabre götürürler. Eğer mümin ise ruhuna hürmeten tazim ederler.
![]() |
(25)
İster isen
olasın ehl-i felâh Kulluk eyle bil-gadatü ve-rrevâh
Ehli felah her şeyden mahfuz/korunmuş,
yani ahirette zararlı olmayıp kârlı olmaktır. Guduvat sabah namazı ile öğle
namazının vaktidir. Refah ise ikindi ve akşam ve yatsı namazlarının vakti
demektir. …Bükreten ve esila / sabah akşam… (Ahzab-42) manasınadır.
Dünya ile
bağlanıp kalmak neden İstemez misin ki bulasın ehli necâh
Nefs-i şeytandan emin olma müdam, Adetin olsun gece gündüz salâh
Yola gidersen
sana rehber gerek Hem yanında düşmana
lâzım silâh
Bu beyitlerdeki silahtan
murad abdestli bulunmaktır. (Elvudu
silahın mü’mün / Abdest müminin
silahıdır) Hadisi şerifi fehvasınca (icabınca).
Zikrile tevhide ererse gönül Ma’rifetle bula sadrın inşirâh
Açılıp gönlü
gözünün perdesi Hayretinde eyleyesin çok sıyâh
Cenabı Hak zahir ve batındır. Velâkin gözünde perde
tutarsan/Hak’tan perdeli olursan,
işte bir kâmil lâzım ki, Gözünden perdeyi alsın. Kâmil;
mürşidi kâmildir.
Göresin doğmaz
dolanmaz bir güneş Gicesi yok daima olmuş sabâh
Ol vakit doğmaz dolanmaz bir güneş görürsün. Güneşten
murad zatı Hak’tır. Çünkü doğmaz
evveli yok, dolanmaz ahiri/sonu yoktur.
Kamu müşküller yanında hallola
Cümle yanlış işlerlin ola sabâh
Ey Niyazi dost iline uçmağa
Her kelâmın
oldu nurdan bir
cenâh
Ol zaman her bir müşkülün
ve yanlış işlerin
ve itikatların hâllolur.
Ve sairlerin/başkalarının dahi
müşküllerini hâlledersin
![]() |
(26)
Leyse liddünya
bekâtin fihi ruhi ve irtibah İnha siccine alâ ehli selâ lâ
yezah
Dünyanın bekası yoktur. Ve onda rahat yoktur, zira dünya müminlere açılmaz bir
hapishanedir. Hadisi şerifte: Eddünya siccinel mü’minin ve cennetül
kâfirin / dünya kâfirlere cennet,
müminlere zindandır, buyuruldu. Çünkü mü’minler burada hapiste ise de,
kezalik/fakat âlemi berzahta
ve gerek âlemi ahirette rahat edecekler.
Kâfir ise o âlemlerde azap
görecek. Anın için mü’minlere dünya zindan, kâfirlere cennettir.
Küllü akli salik bizzühdü
anha yehtedi Külli kalbi salim bil ad anha yestterah
Herbir akîl salik/akıllı bir
salik dünyaya kendini vermez, hidayet bulur. Ve her bir kalbi salim olan kul, dünyadan tebaut/uzaklaşma
ile istirahat/rahatlık,
huzur bulur.
Nefrehal eşrar
lil-elvani min lezzatiha Tec’al eyyame leylen
vahiden hattassabah
Eşrar (şerliler, kötüler) ise,
yani sarhoşlar dünyanın lezzeti ve elvanı/renkleri
ile ferehlanırlar. İşretle (dünya
içkisinin sarhoşluğuyla) dünyayı
bir gecede ele geçirmek
isterler.
Tahzenül
ahbarı mihistirah zül heva Tec’al illa ferahüma
birriyazatil vessalah
Ahbar ve eşrarın istirahati ile mahzun olur. Vay nice bununla ferehnak
olur diyerek, ferahı riyazat ve salah ile olur (Şerlilerle/kötülerle
birlikte olup, dünya sarhoşluğuyla rahatlamak isteyen üzüntülü olur. Ki bu üzüntüden kurtulup ferahlamak, ancak
dünya perhiziyle, yani dünyayı terk etmekle mümkündür).
Ya enisel
zil lâ tensi bi ehlil
ihtizan Kul ilahi baid ehlil izzina
bissabah
Ey zelil olan, yani nisilzil bulunan ehli izzet ile (dünya sarhoşluğuyla kendini üstün zanneden
zelil alçaklarla), yani nefsini
aziz tutan ve nefsini büyük tutan ile ünsiyet/dostluk etme.
Ve dua et: Ya ilahi, nefsini/kendini büyük
tutanları bizden ırak/uzak et
diye çağırıp niyaz et.
Lâ yeshal
akli ila bilhayri
nehüm beynehüm Lem yahlis kalbe mer’i
mihnüm ila bilcinah
Onların arasında aklın zay olmaz. Tehayyürde kalır Ve kimsenin kalbi
kaçmadıkça onlardan halâs bulmaz. (Eğer
onların, yani ehli dünyanın arasında kalır da onlara karışırsan, aklındaki
nedenler niçinler çözülmez hâllolmaz, aklın şaşar öylece kalırsın. Ve bir
kimsenin kalbi onlardan kaçıp uzaklaşmazsa kurtuluşu olmaz).
Ma ricani
minke ya rahman
illa hazretike Ya
visallallahil mısri ya hayrel felah
Benim ricam senden ya rahman hazretindir. Hazret nedir? Hazreti ilahiye
3 kısımdır. Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat ki: Bismillahirrahmanirrahim’in sırrı budur.
![]() |
(27)
Ey karındaş bir sözüm var tut sımâh Zikre meşgul ol sakın olma ırâh
Zikir kurulu saat gibidir. Bir kere kuruldu mu dünya ve ahiret durmaz.
Ve bir dahi kurulmak icap
etmez. Bu zikir de nice/nasıl bir zikirdir?
Zikri hafi/gizli zikir olandır.
Her nefeste ALLAH ALLAH ALLAH
Zikri daimi; cehri (Dil ile yapılan
zikir’le) olurmu? Olmaz.
Hz. peygamber buyurmuştur; Cenabı Hakkın iki nimeti var. Kuluna bi kere
verdimi bir daha geriye almaz. O nimetlerin biri zikir, bir adamın
bir kere zikri
kuruldumu bir
dahi durmaz. Biri de cenabı Hak gözünden perdeyi kaldırdı mı bir daha gözüne perde
koymaz.
Velâkin sair / diğer, başka nimetleri böyle değildir. Mesela yüce Allah mal verir, şükrünü bilmez
isen yine geri alır.
Kim ki zikre gece gündüz sa’y eder
Nûru gönlünde ediser irtisâh
Şol gönülde
kim devama ire ol
İrmez onun sirretine infisâh
Aşka düşüp rahatı mihnet
olur Derd-i yâr ile eder daim surâh
Ey Niyazi
akıbet ol yâr ile Vahdet eder varlık olur insilâh
----------------------------------------------------------------------
(28)
Vücudu kadeydi
fi küllü mevcud Nakuş kadeydi min ayni meşhud
Hakkın vücudu her bir mevcutta zahir/apaçık
oldu. Bu nukuş/nakışlar
yani suretlerde ayni meşhuda/görünerek
zahir oldu. Yani parmağı şöyle kaldırsan Hakka vaki/rastlamış olur. Çünkü Hakk’ın vücudundan gayri vücut
yoktur.
Fi küllü bi
i’tibar ayni halk Vefittahkik zatı aynı mabut
Velâkin Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, nebat, hayvan
itibariyle gözükenler halktır, onlara halk denilir. Tahkikte/hakikatta
ise ayni mabuttur/ibadet
edilendir.
Vema fil kevni gayrel hak asla Vema fizzahir illa asıl maksut
Kevneyinde (Dünya ve ahiret iki âlemde) yani mümkünatta
Hak’tan gayri asla yoktur. Zahirde de Hak’tan gayri yoktur. İlla asıl
maksutta (amaçlanan ulaşılmak istenen
de) o dur.
Beri bahri lehül
elfe mevç
Hüvel mevcüd velemvaç maksut
Deniz de görülür nice bin dalga, halbûki hava sakin olunca yalnız yine
deniz kalır. Cümle dalgalar kaybolur. Çünkü dalgalar denizden fazla birşey
değildir.
Feya insan vema insanı
hak
Lefi küllül avalem ente Mahmut
Ey insan; insan Hak değildir. Çünkü insan mukayyettir (kayıtlıdır, sınırlıdır). Mukayyet
olana Hak demek küfürdür. Velâkin her bir âlemlerdeki Muhammet kulluğu
de haktır/gerçektir. Hak
ve Rap isminin manaları/anlamları sabittir (bunlar değişmeyen, doğrulardır) demektir.
Lefennus’el mezahir
ente şem’i Liküllil varidat
ente mevrut
Bu mazharlar fenerlerinin ışığını
veren mumu sensin. Her bir varidat/varlık ki bu âleme gelir, gelen dahi
sensin
Lekelkafe
lekelanka cemia Lekelkahre lekellutfe lekelcud
Kafdağı senindir. Ankakuşu senindir. Kahr senindir. Lûtuf senindir.
Cud/cömertlik senindir.
Kafdağı, bahri muhitten/Büyük
Denizden öteyedir. Zebercetten/kıymetli
taştan bir dağdır. İrtifai/yüksekliği
yedi bin senelik yoldur. Birinci kat gök, onun üstünde kuruludur. Hatta
göğün böyle mai/mavi renginde olması güneş vurup o dağın
akis etmesidir. Oraya kimse gitmez. Ehlullah gider. Hatta ehlullahtan iki zat
oraya gitti. Orada gezerken dağda bir yılan var ki bahri muhiti kuşatmıştır. O
yılan bu zatlara sual etti. Ebumedyen Mağrıbiyi gördünüz mü? Bunlar dedilerki;
sen onu nerden bilirsin? Yılan dedi ki; niçin bilmeyeyim? Sen falan sen de
falan değilmisiniz? Bir adam Hakkı sevdiği vakit göklerin meleklerine ve bize tembih gelir ki falan adam
Hakkı sevdi, Hak
dahi onu sever. Siz dahi onu sevin
diye bize tembih ederler. Anın için
biz onları biliriz ve onu sorarız.
Ve fi davake
maruzal emanete Ve fi manake
marufe vemescud
Felâ esmae leyseti ayn asla Müsemma likülli
ayn gayre madut
Esma/isim için asla ayın yoktur/aynıyet olmaz. Yani Hasan Hüseyin, nebat hayvan secer için ayn yoktur (aynı olmazlar farklıdırlar). Fakat Bunların küllisinin/tümünün,
hepsinin müsemması/zatı) aynıdır.
Velâkin bu aynı olmak ta’datsız/adetlenmeksizindir. Zira ta’dat
ederse/adetlenir sayılır ise halk
olur. Çünkü makamı cem de ta’dat/adetlenme
çokluk yoktur. Makamı Hazreül Cemde ki Makamı şeriattır. Orada ta’dat/adetlenme çokluk vardır.
Velhasıl
ta’dat görülmediği halde,
yani insan hayvan
nebat görüldüğü vakit
o görülenler halktır. Onlara Hak demek küfürdür. Yani insana vesair şeye Hak deyen kâfir olur. neuzubillah.
Vemel mısrî biitibar
Ve inni küllü mevcud ve mahut
--------------------------------------------------------------------------------
(29)
Yine dil na’tını
söyler Muhammed
Dil ü can mülkünü
toylar Muhammed
Vücudu Muhammed 3 kısımdır: 1-Vücudu nurani 2-Vücudu misali 3- Vücudu
unsuri.
Vücudu nurani; evvela mehalakâllahü nuri ve evvela ma
halakâllahü ruhi / Allah evvela nurumu yarattı ve Allah evvela
ruhumu yarattı (Hadisi şerif)) ki; evvel ma halakallahtır (evvel
yaratılıştır).
Her şeyin ve her bir âlemin halkıyeti nuri Muhammediyedendir.
Vücudu misâli;
âlemi rüyada görülen
vücudu misaliyesidir.
Bir de vücudu unsuru ki: bu âlemde iken görülen beşeri suret
vücududur.
Kalp ve can mülkü, Hz.Muhammedin vücudu nuraniyesinden
halkolunmuştur.
Ne kadirem seni methedmiye ben Kemâhi methi Hak söyler Muhammed
Yani; benim seni methetmekliğe kudretim yoktur.
Kemahi/gerektiğince seni ya
resulallah Haktaala meth eyler.
Sen ol sultan-ı kevneynsin ki mahlûk Senin
medhinde acizler Muhammed
Çünkü Hz. Muhammedin vechi/yüzü saadetlerine bakmağa hiç kimsenin
kudreti yoktur. Hz.Ali Efendimiz buyurmuştur: Kim ki Hz.peygamberin gözü şöyle kaşı böyledir derse yalan söyler. Ben
damadı olduğum halde hiç yüzüne bakamamışımdır. Kitaplarda münderiç/yazılmış olan şemaili (Resulullahın kaşı, gözü, teni davranışı
gibi dış görünüşü) beni ebu revahanın rivayet iledir ki Ebu revaha
Hz.Peygamberin üvey oğludur. Yani Hz.Haticetül Kübranın evvelki kocasından idi. küçük olmak
münasebetiyle Hz.Peygamberin kucağında ve yatağında iken dikkat edip yazarlar idi. İşte hılyei şerif (Resulullah efendimizin güzel vasıflarının kitabı) onun rivayeti ile
yazılmışır.
Boyuna hil’at-i levlâki
giyip
Düşüptür saye serviler Muhammed
Boyuna levlak elbisesi giydirildi. Yani Hadisi kutsi; levlake
levlak lema halektül eflak / sen olmasaydın sen olmasaydın felekleri
yaratmazdım. Öyle ya eflak/felekler
nuri Muhammediden olunmadımı/yaratılmadımı,
nuri Muhammedi olmayaydı eflak olurmuydu?
Olmazdı.
Alır şems u
kamer nuru yüzünden Saçın velleyli yeldalar
Muhammed
Şems ve kamerin nurları dahi nuri
Muhammedidendir. Hz.peygamberin saçı gayet siyah idi. Hani ya lihhayı/sakalı saadeti beyazlanmıştır derler. Halbûki o yalandır. Çünkü
Hz.resulullah 63 yaşında iken âlemi ahirete teşrif bulundular. Sakalı
saadetlerinde hiç ak yok idi. Yalnız dudağında olan telleri biraz sararmıştı.
Nice/nasıl ki bir adam güneşte
gezerse saçı biraz sararır. İşte öyle sararmış idi.
Kaşındır ‘‘kabe kavseyni
ev edna’’ Derinden açılır
güller Muhammed
Kaşı kabe kavseyn idi demek, iki kaşı arasında pek fasıla/ara yoktu. Yalnız bir hat ayırır idi. Terinden güller
hâsıl olur idi. Çünkü gül Hz.Resulullahın terine âşık idi. Cenabı
Hak Muhammedin kokusu ile güle tecelli etti. Onun için gülün kokusu
gayet lâtiftir. Ve gülü koklamak
sünneti seniyedir.
Boyun
eğmişdürür çeşmine hayran Çemen sahnınde sünbüller Muhammed
Boynu aşağıya eğer idi. Güya yüksekten
aşağı iner gibi. Bunun için kimse
Hz.Resulullahın mübarek yüzüne bakamazdı ve göremezdi.
Lebin la’l ü dehanın mâdenidir
Lisanın vahy-i
Hak söyler Muhammed
Dudağı lale gibi kırmızı
idi. Hatta dudağında olan tükürüğünden alıp, yürek ağrısına vesair ağrılara ilaç
ederler idi.
Şu vaktin kim
çıkıp gezdin semayı Bulup Hazrette rif’atler Muhammed
Miracı nebinin
hakkında 3 kavil vardır. İbni Abbas; hazreti
resulullah Haktealayı baş gözü ile gördü der. Diğeri basiretle gördü, yani kalp gözü ile gördü der. Ayşetül Kübra validemiz
ise; herkim resulullah baş gözü ile veya kalp gözü ile
gördü derse o yalan söyler, demiştir. Müfessirin (kuran
yorumcuları); baş gözü ile de görür, Kalp gözü ile gören baş gözü ile de görür.
Hz.Ayşenin kelamına da, kendi içtihadı (kendi görüşü anlayışı) ile söylemiştir, deyip keserler.
Halbûki Hakkı yine Hak
görür, gayri görmez. Bu itibarla Hz.
Ayşenin sözü mercihtir/tercih edilir.
Çünkü Hak kendi rubibiyeti ile rububiyetini görür. Hatta ahirette Hak gürülecek
denildiği budur. Avam müminine ise, itikat
ettiği zannettiği suretle ahirette
ayda bir kere görülecektir.
Hz.Ayşe bizzat resulullahtan seyrisuluk görmüştür. Hüneyn gazasında
kendisine olunan isnadın
aslı yok olduğuna
dört ayeti kerime
varit oldu. Sonra
Hz.Resulullah Hz. Ayşenin
pederi Ebubekir Hz.lerine dört ayeti verdi. Hz. Ebubekir de haremi saadete
giderek Hz.Ayşeye ayeti kerimeleri verdi. Okuyunca
Hz.Ebubekir; Resulullaha şükür et buyurdu.
Hz. Ayşe dedi ki vallahi ben Allahtan
gayriye teşekkür etmem. Sonra Hz.Ebubekir keyfiyeti Resulullaha arz etti.
Resulullah buyurdu onun makamı oradadır.
Yani makamı cemdedir. Sonra buyurdu; Hadis men lem yeşkürennasi lem yeşkürellah / insana şükür Allaha şükürdürdür. Ebubekir Hz.leri Hz.Ayşeye
gelip bu hadisi okudu. Ve hazretül cemi telkin etti. Badehu/sonra Hz.Ayşe Resulullaha şükür etti.
Şimdi; Hz.Ayşenin ‘‘ben
Allahtan gayriye teşekkür etmem’’ sözü
kendi içtihadına (görüşüne, anlayışına) haml/isnad olunurmu?
Olunmaz. Çünkü nasa/insanlara şükür
etmek Hakka şükür etmek değilmlidir.
Kamu ervah-ı peygamber
hem emlâk Seni iclâle geldiler
Muhammed
Seni şah-ı
âlem kılıp ol anda Kamusu ümmet oldular
Muhammed
Niçin olmayalar ümmet ki Hakk’ın Rızasın sen de buldular
Muhammed
Ne noksan ire
cahına kılırsan Niyazi’ye şefaatler Muhammed
Meleklerin ümmet olması, mahaza bir teşrifi içindir (şereflendirme, onurlandırma içindir).
Yoksa melek mükellef değildir. İptida/ilk
defa namaz farz olunduğu vakit Hz. Cebrailin resulullaha imamet ettiğini
söylerler, yalandır. Çünkü gayri mükellefinin mükellefe imameti sahih olmaz (Mükellef olmayanın mükellef olana imamlık
yapması doğru olmaz). Ol vakit Cebrail gelip namazın rükû ve sücudunu Resulullah efendimize talim ederdi/öğretirdi. Ve vakitlerini bildirir idi.
![]() |
(30)
Künna zevat
errüştü lena hayatel ebet Lima yedi min Ahmedi envari sırrı Samet
Resulüne Muhammed habibina
Muhammed Şefiana Muhammed kadcaena bil medet
Hz.Cebrail, Hz.Mikail, Hz.israfil, Hz.Azrail ve enbiya ve veresei
resulullah dairesindedir. Velâkin bittabi o daire blisale/bizzat Hz. Resulullaha mahsustur.
Sırrı samed envari, yani Hak sırrının envarı/nuru Hz.Resulden zahir olduğu vakit,
biz hayatı ebediyeye nail olduk/ebedi
hayata, ölümsüzlüğe ulaştık.
Mısri efendi buyurur ki, Resulullahın nuru halk
olunduğu zaman ben de o dairede rüşt/kemâl sahibi idim. Yani ben de o dairede
bulundum.
Şehri siyam kadatı
bilcudi minbahril ata
Ehlen ve sehlen merhaba envarı sırrı essamed Resulüne Muhammed
nebiyina Muhammed Şefiina
Muhammed kadcaena bil medet
Şehri siyam, yani şehri ramazan bahri atadan (Ramazan ayı Hak deryasından hediye) geldi. O da sırrı
samed envarıdır/nurudur. Çünkü
Ramazanı şerif esmai ilahiyedendir/Allah’ın
isimlerindendir. Hatta esmayihüsna da vardır. Şehri ramazan Şehrullah/Allah’ın ayı demektir.
![]() |
(31)
Zulmet-i hicrinde bidar olmuşum ya Rab meded İntizar-ı subh-ı didar olmuşam ya
Rab meded
Gülşen-i
vaslın nesimin ir görüp bad-ı sabâ Andalib-i
bağ-ı gülzar olmuşam
ya Rab meded
Kalmışım
zindan-ı cism içre bugün tenhâ garib Bu kafesde ruz u şep zâr olmuşm
ya Rab meded
Şol şarabı kim anı sundun bana ruz-ı elest
Ol zamandan mest-i huşyar
olmuşum ya Rab meded
Ruzi elest; vadi arafatta Hz.Ademe melaike secde
ettikten sonra zürriyeti süveri latife ile zehrinden ihraç edüp (Hz. Âdeme melekler secde ettikten sonra Âdem nesli/zürriyeti lâtif suretler ile Hz.
Âdem’in Arkasından çıkarılıp) dört
saf oldu. Birinci safta enbiya, ikinci safta evliya, üçüncü safta mümin,
dördüncü safta eşkıya durdu. Badehu/sonra
birinci saftan, elestübirabbiküm yani
rabbiniz değimliyim (Araf-172)
nidası sultanı enbiyadan zuhur etti. İkinci saftaki gavstan
dahi elestübirabbiküm / rabbiniz değimliyim. (Araf-172) Hitabı
irad edildi. Mümin işitip eşkiya safı işitmedi. Fakat üç saf
birden bela/evet dediler.
Eşkıya, mümini takliden bela dedi.
Beyazidi bestami hazretleri dedi: O
hitap hala kulağımdadır. Ehlullahtan bazıları dediler; elyevm/halen hitap olunmaktadır. Çünkü ahd/sözleşme altı defa olur. İkisi efalde zahir ve batın,
ikisi sıfatta zahir ve batın, ikisi zatta zahir ve batın. Velhasıl bu suretle
altı defa olur. efali zahir efali batına, sıfatı zahire sıfatı batına, zatı
zahire zatı batına altı olur.
Her nereye
varsam yakar bu canımı aşk ateşi Yana yana külli pür nâr olmuşum ya Rab meded
Vahdet ilinde
seninle yâr idim n’oldu bana Kesret içre bend-i
ağyar olmuşum ya Rab meded
Bu Niyazi düştü varlık çahına
Yusuf gibi
Al elim kurtar ki nâçâr olmuşum
ya Rab meded
Yusufun varlığından murad, hüsnüdür/güzelliğidir.
Çünkü bu dünyada hüsnü/güzelliği Yusufa muadil (eşdeğerde)
hiçbir hüsün/güzellik
olmadı ve olmayacaktır.
Velâkin Hakkın hüsnü/güzelliği cemi mahlükata taksim
olsa ve Yusuf aleyhisselam birini görse, Hakk’ın hüsnüne
gıpta eder idi. Yani Yusuf aleyhisselamın hüsnü anun hüsnünün yanında hiçbir
şey kalırdı.
![]() |
(32)
Müşkülüm var size ey Hak dostları eylen reşad
Kim cevabın vire olsun Hak katında bermurad
Ol ne kesrettir ki anın haddi yok pâyânı
yok Kesret içinde ne vahdettir ki ona yok adât
Nihayetsiz olan kesret/çokluk nedir? Ve kesret içinde olan
adatsız vahdet nedir (Sonu sınırı
olmayan çokluk nedir? Ve çokluk içinde adet’lenemeyen/sayılamayan ‘‘Bir’’
nedir)?
Vahdet, vücudu Hak, kasret Hakkın şuuantı/keyfiyeti ve ahvalidir. Ahval, ilimde olan yani ilmi
zatta olan malûmatın suretleridir. Yani bu suver/suretler
suveri malûmattır. (külli yevmin
hüvefi şenin / O her an yeni bir şan’dadır/tecellidedir.
(Rahman-29) Cenabı Hak, her
anda bir şan ve bir tecellidedir/görüntüdedir.
Bir tecellisi iki anda bulunmaz. Zira hâsıl tecessül (tekraren suretlenme) lâzım gelir. Bir anda iki tecelli olmaz, zira kayıt
lazım gelir.
Velâkin yalnız insanda değil, zerreden kıla kadar her birinde Hakkın bir tecellisi vardır. Çünkü
her zerrede sıfatı Hak bikemali mevcuttur. Bazı şeyde Hakk’ın sıfatlarının zuhuru/açığa çıkması daha ziyade/fazla,
bazı butunu/gizliliği daha ziyade, her şeyin vücudu
vücudu Hak’tır. taadatsız ve adatsız (sayılamayan adet’lenemeyen) vahdet
bu demektir.
Eğer tadat
ederse (sayılır, adet’lenir ise) insan,
hayvan, nebat gibi o kesret olur. Ve Ona
da halk tabir olunur.
Çoktur envaı halkın biri insan üç bölük
Biri ehl-i hayme bir kurâ biri bilâd
İnsan üç bölük olup birisi çadır nein, Kürtler ve
aşiretler gibi. İkincisi kuravi, yani köylerde sakin olan gibi. Üçüncü ehli
bilat ki kasabalarda/şehirlerde sakin olup mesken olanlardır (oturanlardır).
Üç bölükten
üç bölük dahi bölünmüş ey hoca
Biri kâfir biri mü’min biri ehl-i inkıyâd
Bunlardan (bu
üç yerleşimde) üç bölük insan bulunur ki biri kâfir, biri biri mü’min, biri
ehli inkıyâttır (boyun eğendir).
Ki bunlar enbiya ve evliyadır.
Hangisi Hak’dan
irağ olmuş bunların
söyle gel Hangisi kadir ki
Hak emrine eyleye inâd
Bunların hangisi kadir ki Hakkın emrine inat eylesin, hiçbiri kadir
değildir, çünkü efal sıfat zat Hakkındır. İnat etmeğe (Kulun inat edebilmesi için)
bunlar kulun kendinin
olmaklığı iktiza eder/gerekir. Mesela köle mavlâsıyla yani
efendisi ile inat edebilir mi? Edemez.
Hakk’ın iken her tasarruf bu abes sözler
nedir. Nefs ü şeytan dediğin kimlerdir eylerler fesâd
Yani mademki her tasarruf Hakkın’dır, bu abes/boş sözler
nedir. Nefis ve şeytan dediğin kimlerdir. Ey fesat/bozuk bir
adam ki kaderde şakidir, şeytan ona musallat olur. Bir adam ki saittir/iyidir şeytan
ona ne yapabilir. Bir şey yapamaz, onu kimse ifsat edemez (bozamaz) ve ona bir fert mani olamaz.
Ve onu Hakka giden yolundan
alıkoyamaz.
Burada kâfir Hakk’a der
ki; beni niçin kâfir halkettin. Bu senin elinde idi. Dileyeydin beni mü’min halkederdin/yaratırdın. Bu ne gibidir; Bir adamın bir ormanı olsa tutar o ormandan
bir ağaç keser. 0 ağacın bazı uzun dallarından sırık yapılır. Kalınca olan
dallarından ise kiriş ve dikme yapar. Sonra o sırık der ki niçin beni de kiriş yapmadın. Cevap
olur ki: sen incesin kiriş olmaklığa kabiliyet ve istidatın yoktur.
Kara Halil hocasının tasnif etmiş olduğu kitapta bir misal temsil
etmiştir. Kayısı ki usturumcada zerdali tabir olunur. Der ki niçin beni de elma
gibi yaratmadın. Böyle toparlak ve sarı yarattın, ona Cevap verilir ki, sen zerdalisin zerdali ise böyle
toparlak ve sarı olur. Halbûki o elmadır.
Dünya vü ukba dahi hem haşr u neşr olmak nedir? Bunları bildir bana hem nedürür
mebde meâd
Haşır neşir, işte biz üç yerde
cem oluruz/toplanırız. Biri ahdı misak için vadii arafatta (arifler vadisinde/meclisinde) cem olduk. Biri âlemi
berzahta cem oluruz. Biri âlemi ahirette cem oluruz. Arif haşır ve neşiri (toplanmayı ve dağılmayı) bu alemde
görür. Bak (mutu kalbe ente mutu/ölmeden evvel ölünüz) hadis hükmünce
tevhidi efalde efali Hakka verir. Tevhidi sıfatta sıfatı Hakka verir, tevhidi
zatta zatı Hakka verir. Cemde zatı
giyer, Hz. cemde sıfatı giyer, cemülcemde efali giyer. Hak’tan geldiğimiz
cihetle mebdeimiz/başlangıcımız Hak’tır.
Hakka gideceğimiz cihetle de miadımız/sonumuz
Hak’tır.
Ahirette cennet
ü niran u berzah kim denür
Bunların aslı nedendir oliser yevmittenâd
Dünyada insan üç bölük idi. Biri ehli hayme/çadır ehli, biri ehli kariye/köylü, biri ehli bilat/şehirli. Velâkin üç bölükten
üç nevi/çeşit
insan var idi biri kâfir, biri
mü’min, biri ehli inkıyat/boyun eğen.
Ahirette adaleti ilahiye icra olunacağında kâfir cehenneme, mü’min ile ehli
inkıyat cennete konulacak. Çünkü:
Âlemi dünyada bunlar türlü meskende tenevvü etmiş (çeşitlenmiş)
idi. Âlemi ahirette dahi meskenleri başka başka olacak.
Kahr u lutfun
illeti bir demenin
aslı nedir? Bu ikinin vahdeti
midir acep rah-ı Sedâd
Doğru yol, kahr ve lütfu bir bilmektir. Çünkü kahır
ve lütuf mizaca göredir. Senin mizacına kahır olan ötekinin mizacına lütuftur.
Mesela ehli bilada/şehirliye göre
köylünün köyde oturması kahırdır. Halbûki ehli karyeye/köylüye göre lütuftur. Kahrı kasabada/şehirde oturmasıdır ki; o gene ehli
bilada/şehirliye göre lütuftur.
Yani rahat ayn-ı mihnet mihneti rahatmıdır Cümleden razı mıdır Hak ber-tarik-i ıttırâd
Mesela ameliyat/Ameller,
işler nimettir, ancak bir ameleyi/işçiyi
işinden çekmek, işle ülfet ettiği/işe
alıştığı için ona aylaklık/işsizlik
mihnet/sıkıntı olur,
çalışmak ise rahat olur, rahatı
mihnet mihneti rahat budur. Yani bu demektir ki,
(innellahe la yerdil ibadiil küfür
/ Allah kulunun küfre düşmesini
irade etmez. Bu ne gibidir.
Mesela kadı’nın/hâkimin oğlu
bir şey sirkat/hırsızlık etse
bu hususta şer’i de ispat edilirse kadı, oğlunun elinin kesilmesine hüküm eder.
Halbûki oğlunun elinin kesilmesine razı değildir. Kezalik/bunun gibi Hakteala küfrün kazasına razıdır
Hüküm ve kaza eder, velâkin muktedisine yani küfür edilmesine razı değildir. (Cenabı Hak küfrün yargılanıp
cezalandırılmasından razıdır, fakat küfür edilmesinden küfrün işlenmesinden
razı değildir).
Hak teâlâdan
yakın insana bir şey yok denür
Lik bildir kimdir Allah ya kimdir ibâd
Hak tealadan insana yakın hiçbirşey yoktur. Yani
boynunun damarlarından yakındır. Bu halde Allah kimdir? Kullar kimdir? İşte
mutlak olan sınırlanamayan,
kayıtlanamayan Allah’tır, mukayyet/sınırlı
kayıtlı olan ise kuldur.
Men aref’le
ma remeyte iz remeyte remzini Fark idegör mümkün ise ber sebil-i infirâd
(Men arefe nefse
fakat arefe rabbeh / kendini
bilen rabbini bilir) hadisi şerifini muhaddisin/hadisçiler telakki etmedi/anlayamadılar.
Çünkü hadisi şerif, Hz.Resulullahın vefatından sonra nakil edilmiştir.
Hz.Ömer efendimiz bir defa Resulullah ile mülâki olup/buluşup bu
hadisi şerifi rivayet eyledi. Bunun sıhatine kuran da bir delil bir ayet
varmıdır? Hay hay vardır.
Kalellahuteala esteuzübillah (Femenyergabü an millete ibrahime illamen
sefihe nefseu velakad istafeynau fiddünya ve innehu fil ahreti leminessalihin /
Nefsini/Kendini bilmeyenden başka
İbrahimin dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahimi bu dünyada seçkin
kıldık. Şüphesiz o ahirette de Salihlerdendir/iyilerdendir. (Bakara-130) Yani milleti İbrahim olan
tevhitten kimse iraz eylemez/yüz
çevirmez. İlla men sefiyye nefse demek men cehele nefse, yani nefsini
bilmeyen cahil kimse tevhitten
iraz idi/yüz çevirirdi. İşte bu ayeti kerime bu hadisi
şerifin sıhhatine delildir.
Bir defa Hz.Resulullah
Kur’anı azimin sureleri adedince yani üçyüzyirmi sahabe ile muharebeye gitti.
Aleti harpten yanlarında bir iki ok ve birkaç kılınç ve onüç deve var idi.
Düşman onyedibin leşker/asker ile belirdi. Ol vakit Cebrail nazil oldu. Ve dedi.
Ya Muhammed bir avuç toprak alıp küffarın gözüne saç.
Hz.Resulullah dahi bir avuç toprak alıp düşman tarafına saçtı. Küffarın
gözlerine girdi. Küffar dahi gözleriyle meşgul oldular. Badehu/sonra
ashap hücum
ederek pek çoğunu katlettiler. Sonra gaziler bir halka olup Resulullah dahi
içlerinde olduğu halde Hz.Ali der ki ben bu kadar, yani yüzotuz kâfir
katlettim. Hz.Ebubekir derki ben bu kadar katlettim. Hemen Cebrail nazil olup
bu ayeti kerimeyi getirdi. (felem
tektuluhum velâkin nellahe katelehü… Yani küffarı siz katletmediniz ancak Allah katleti. (Enfal-17) Ashap makamı cemde
oldukları için Hz.Peygambere izremeyte denildiği
gibi iz kateltemuhum denildi.
Hz.peygamberin makamı ehadiyet olduğundan ve maremeyte izremeyte velakinnallahe rema… Buyurdu. Yani ya Muhammed sen düşmana toprak attığın
vakitte sen atmadın Ancak Allahü azimüşşan attı (Enfal-17) demektir.
Müşkülü çoktur Niyazi’nin veli biri de bu Zahid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd
Zahit Hakkı anlasa arif olur. Ol vakit namazı kıl, Kur’an oku, hayır
işle diye zühde dair olan şeyleri, Kulluğun yüce amacı zannederek halkı âleme teklif
etmez, zühdü kalmaz. Çünkü fail mevsuf mevcut Hak olduğunu bilir.
![]() |
(33)
Ya ilahi sana
senden el’ıyâz Sensiz ahir cümlemize
müsteâz
Hz. Resulun duasında varit olmuştur. Euzübikeminke, ya ilahi senden sana
sığınıyorum. Yani rububiyetinden ki mezahirdir/apaçık alenidir, Uluhiyetine sığınıyorum. Cümlemize
ahir/son sığınılacak mahâl
sensin Allah’ım.
Derd senin derman senindir
şüphe yok Dertli kullara yine
sensin melâz
Cem’u farkı
eyle gel meşhudumuz Cem’ü cem’inden bize ver
iltizâz
Makamı cem ki cemiyeti ilahiye, farktan murad farkı sanidir/ikinci farktır. Çünkü cemden evvel
olan fark, farkı evveldir ki makamı tabiattır. O fark hayvanatta dahi bulunur.
Farkı sani/ikinci fark hazreti
cemdir ki cemiyeti Muhammediyedir. Cem’ül cem ki, gerek cemiyeti ilahiye ve
gerek cemiyeti Muhammediyeyi cem eder/toplar.
İşte bu cem’ül ceminle bizi lezzetlendir demektir.
Zevk-i külli padişahım
oldürür Bize tevhidin ola daim meâz
Bu Niyazi
bendeni etme garip Eyle gel tevhid-i
sırfta onu şâz
Garip mahçup/perdeli demektir.
Çünkü ehli hicap vatanı asliyeden (Çünkü
Hak’tan perdeli olanlar asıl vatandan), yani Allah’tan mahçup olduğu
cihetle gariptir/gurbetedir.
Arif ise hiç bir vakit garip/gurbette olmaz.
Çünkü kendisinde hicap/perde yoktur.
Tevhidi sırf, makamı ahadiyettir,
çünkü sair/diğer makamlarda ikilik eseri vardır.
Velâkin
makamı ahadiyette ikilik asla yoktur.
![]() |
(34)
Ya seyyiden
fasla fi finnasi kelbahır Ve neşrehu Tayyip
min nismetes sihr
Seyit, esmai hüsnadandır. Her ne kadar tadat olunan (sayılan) doksan dokuz esmai hünsada yok ise de, esmai madudede ümmühattır.
Furuunda seyit ismi vardır. (Seyit
Allah’ın doksan dokuz güzel isimleri arasında yok ise de Seyit, isimler içinde
asıl/ana isimlerdendir. Ayrıntıda Seyit ismi vardır). Meselâ, Ya seyit,
senin vaslın/kavuşman cemi
mahlükata deniz gibidir. Ve ihsanın badı sabadan/sabah
yelinden daha ziyade
güzeldir. Yani her biri hayat verir.
Veman zehahide Hüsna
lehü velehü Kad ezamas yuhkil
fasri fiddar
Vemen ezma
yedi fennur min cevhi Duve mineşşemsi ahfa talatil kamer
Onun yani Hz.Resulullahın halka nisbetle kadri
ve mertebesi, yıldızlara ayın ondördünün faik/üstün olduğu
gibidir. Yani Resulullah ayın ondördü gibidir. Sair/diğer halk
ise yıldızlar gibidir.
Ente ibni şems essevi
lemyekün bevahit Fi asri
mislehü fil bedri velhasr
Sen şemsin oğlusun,
çünkü kamer/ay şemsin/güneşin halifesidir (temsil
edenidir). Kamer nuri/aydınlığını şemsten alır. Kezalik/bunun gibi Resulullah dahi şemsi
zatın halifesidir/temsilcisidir ki,
onun misli/benzeri ne şuhutta bulunur, ne
badiyelerde/çöllerde, kırlarda bulunur,
demektir.
Feente ankut
zalikel kerim ya seyit Navel lena kadhan
minzalikel hamır
Sen güzel bahçenin meyvesisin, o şarabdan yani şarabı aşktan bir kadeh
ihsan buyur.
Sekir/sarhoşluk üç
kısımdır: Sekr evvel/birinci
sarhoşluk, sekr sani/ikinci
sarhoşluk, sekr salis/üçüncü
sarhoşluk). Sekr evvel; tevhidi efal, sekr sani tevhidi sıfat, sekr
salis tevhidi zat.
Ehli işrete sekrat (aşk
meyhanesindekilere sarhoşlukları) üç hâl verir. Evvel hali biraz sarhoş
olunca âlemi afakı gayip eder. Sekr evvelde olan salik dahi efali Hakk’a
takviz/nisbet edince, bu âlemi
afakı gaip eder.
İkinci hali; o ehli işret daha biraz daha nuş edince/içince gözü
görmez, kulağı duymaz, söz söyleyemez, birşey yapmağa kudreti olamaz. O sekr
sanide/ikinci hâl ile sarhoş olan salik dahi sıfatı Hakk’a
taviz/nisbet edince, görüşü
işidişi söyleyişi ve bilişi kalmaz.
Üçüncü sarhoşluk hali;
o ehli işret pek ziyade nuş eyler ise/çokça
içerse kendinden geçer. Kezalik Buna
göre sekr saliste olan salik zatı Hakk’a takviz/nisbet edince kendinden geçer ve kendinin ve âlemi halkın hiç bir şeyi nisbet
vücudu varlığı kalmaz.
Eşedde şevki ila lendüman
ma keseküm Vennahli demi ala
haddi kelmatar
Mahbube/sevgiliye
şevkatım ziyade/fazla oldu.
Gözyaşım yanağıma yağmur gibi aktı demektir.
Enşedet fi hubbiküm zinnazmi
muteden Lal yekbal nazmi cai bil üzür
Onun muhabbetinde bu methiyeyi
yaptım. Memul/ümid ederim ki, mazur (özürlü olarak) yaptığım bu nazmımı/şiirimi kabul eder. Çünkü anın methinden acizim
Ya Rab zu fadli finnasi ma Talat
Şemsü ma secat vereka aleşşecer
Yarabbi sen anın fadlını/faziletini
ziyade (çok, bol) eyle.
Şems tuluğ ettiği ve ağaç üzerinde yaprak intizam eylediği yerde/Güneşin doğmasını ve ağaç üzerindeki
yaprakları yerli yerinde intizam edip düzenledğin gibi.
Methi senai lehü min halisel
kalbe
Veleyse bil methil mısri min hatır
Anın methi hulus/halis kalb iledir. Anın methinden
ötürü Mısri efendiye kabahat olmaz.
![]() |
(35)
Ey Allahım
seni sevmek Ne güzeldir ne güzeldir Yolunda baş u can vermek Ne güzeldir ne güzeldir
Bu mısramızda yoluna başu can feda etmekden murad, fenafillâh olmak demektir.
Şol ism-i zâtını sürmek Visalin gülünü dirmek Cemâl-i pâkini görmek
Ne güzeldir ne güzeldir
Hakkın cemali pakini görmek mümkün değildir, kul onu görmez. Nakşiye/Nakşibendilerin Hakkı gördüklerini
ifade etmeleri şöyledir; zikir
ziyadesiyle/fazlaca müdavemet/devamlı zikir ederler
Allah Allah diyerek, sonra zikrin galebesinden zakire/zikir edene mezkur/zikredilen
galip olur. Fakat bu hâl kabilindendir. Aynı Mecnunun Leyla benim dediği gibi. Leylayı
ziyadesiyle tefekkür ettiğinden ve vücudunda Leyla galip gelip, mecnun Leyla
benim davasında bulunmuştur. Halbûki Leyla omudur? Hayır, O mecnundur. Bu bir
hâldir ve Makam ehline bu hâl gelmez, çünkü Hakkı gören yine
Hak’tır. Zira bu göz ile Hakkı görmek mukabele/karşılıklı
olmayı iktiza/icab eder.
Gözüne pek uzak olmamak pek te yakın olmamalı. Halbûki
bu mukabele karşılıklı olmak kayıttır. Hak mukayyet olurmu?
Hak mutlaktır, Mukayyet olan abıttır/kuldur.
Hak rububiyetiyle rububiyetini görür. Âlemi ahirette mahcupların/perdelilerin Hakkı görmeleri yine
mezayir (zanlarının zuhuru) yüzündendir.
Sürüp dergâhına yüzler Döküp yaşı yere gözler Bir olsa gece gündüzler Ne güzeldir
ne güzeldir.
Dergâhtan murad beyti şeriftir,
çünkü mazharı zattır.
Aşık geceyi sever,
ister aşkı mecâzi olsun ister aşkı ilahi olsun.
Bağdatta
bir aşık mecâzi vardı. Akşam olup sokağa çıkıp maşukasının hanesinin/sevdiğinin evinin önüne gider, maşukası dahi pencereye gelir. İşte bunlar lakırdı muhabbet ede ede bir de bakarlar
müezzin minarede ezanı Muhamediyeyi okumaya başlayınca maşukası,
aşıka der ki, işte te yatsı namazının ezanı okunuyor. Şimdi babam namaz kılmak
için camiye gidecek. O seni şayet burada göürse fena bir hâl olur, derdi.
Halbûki o anda hemen şafak söker. Ve O
okunan ezani Muhammediye sabah namazının ezanı olduğu anlaşılır. Bütün gece
bunlara bir saat kadar geldi.
Visalin
derdine düşmek Yanıp aşk oduna pişmek
Sonunda sana erişmek Ne güzeldir ne güzeldir
Niyazi yârini
bulmak Yanında ağlenip kalmak Varup bir ile bir olmak Ne güzeldir
ne güzeldir.
------------------------------------------------------------------------------
(36)
Ariflere
esrar-ı Hüda’dan habrim var Aşıklara dildar-ı bekadan
haberim var
Ey firkat oduna yanuben bağrı
göyünen
Gel kim yarana türlü devadan haberim
var
Gel ölü isen sözlerime
tut kulğın kim
Can bahşedici nefh-i Hüda’adan
haberim var
Âdem yüzü ol
yâre mukabil dedi Ahmed Bu sözde olan remz u imâdan haberim
var
Evet, Âdem mazharı zattır. Zahir ve batın cemi avalem/açık ve gizli olan tüm âlemler Hz.Muhammedin
tafsilatı değimlidir. Hz.Muhammed Metin (asıl
özet) gibi olup, avalem/âlemler
onun şerhi ve tafsilatıdır/açılımı
ve detaylanmasıdır. Çünkü Resulullah Nuru ilahiden halkolundu. Avalem/âlemler de Nuru Muhammediden halk
olundu.
Gir mekteb-i
irfana oku Âdem’in ilmin Âlimlere bu ilmi künnadan haberim
var
Âdem allemel esmadır. Ve alemle
ademel esmae küllüha / Ve Ademe
tüm alemlerin/varlıkların isimlerini
öğretti… (Bakara-31) Mektebi irfanı sabıkta/daha önce beyan ettik. Mekatip (mektebler, okullar) üç kısımdır: Biri mektebi sibyan,
Elif ba dan tutup hatim ederler. (Biri
çocuk mektebi/okulu dur ki, burada harfleri tanırlar ve kuranı hatim ederler) Sonra
kitap okumağa gelince ikinci mektebe/okula naklolunur. Orada ilmi sarf ve
nahu ve meani ve beyan, hadisi tefsir okuyup icazet alır (Orada dilbilgisi, manâ, belâgat, hadis,
ayet yorumu vb. ilimleri tahsil edip diploma alır). Badehu üçüncü
mektebe nakleder ki, ol mektebi irfana girer. Cemi okuduklarının hakayıkını öğrenir/Daha
sonra mekteblerin üçüncüsüne yani irfan mektebine naklolur ki, orada tüm
okuduklarının, harflerin ve eşyanın hakikatını öğrenir). Mesela elifin
hakikati nedir? B anın hakikati nedir? Ş anın hakikati nedir? O mektepte
mürşidi kâmilden bunları okuyup öğrenir.
Vechinde yedi Fatiha
âyâtı yazılmış
Âdemdeki âyât-ı
hüda’dan haberim var
Fatihayı şerif yedi ayettir.
Fatihayı şerifin nısfı/yarısı, Hak lisanından, nısfı abıd/kul
lisanındandır.
Çünkü iyyakenağbüdü ve iyyakenestain.
ihdinassıratelmüstakim. Sıratellezine en amte aleyhim gayril mağdubi aleyhim
veleddallin. Yani ‘‘yarabbi sana
ibadet ederiz ve senden yardım talep ederiz. Bize tevhid yoluna hidayet
veresin. Biz Yahudiler gibi değiliz. Dalalette olan Nasara gibi dahi değiliz’’.
(Fatiha-5, 6, 7) Bu kelam Hak’tır, Halbûki abıd/kul lisanından değilmdir?
Bak lisanı Hak’tan olan ‘‘Elhamdülillahi
rabbil alemin’’.(Fatiha-2) Uluhiyyet ile rububiyetini beyan etti. ‘‘Errahmanirrahim’’(Fatiha-3)
Rahmaniyet ile
Rahimiyetini beyan etti. ‘‘Malikiyevmiddin’’.(Fatiha-4) Malikiyetini beyan etti.
Demek olur ki fatihayı şerif, Hak ile abıd/kul beyninde/arasında
müşterektir. Yani nısfi/yarısı cemiyeti Muhammediye ile söylenmiştir. Çünkü
cemiyeti muhammediye tafsilattır (ayrıntıdır).
Âdemde bulup vasf-ı ilâhiyi
Niyazi
Ol mecma-ı evsaf-ı amâdan
haberim var
Sıfatı ilahiye Âdem’de dir. Bak daha sibyan/çocuk mektebi hocası ilmihalde okutur. Hakkın sıfatı selbiyesi (zatına ait sıfatları) altıdır.
1- Vücut
2-Kıdem 3-Beka
4-Muhaleftün lil havadis
5-Kıyambinefsii
6-Vahdaniyet
Sıfatı subutiyesi sekizdir. 1-Hayat
2- İlim 3-Semi
4-Basar 5-İradet
6-Kudret 7-Kelam 8-Tekvin
Ve sıfatı
zatıyesi dahi sekizdir:
1-İlimun 2-Semiun 3-Basir
4-Murid 5-Kadir 6-Hay
7-Mütekellim 8- Mütekevvin
İlmihâlde olan bu beyanlar doğrudur.
Velâkin hocaya Hakk’ın sıfatları nerededir demiş olsan, cahil hoca Hak
makuldür, diyerek vechi âdemde ve cemi mahlükatta zahir olan sıfatı ilahiyeyi
bırakıp istidlal/deliller ile
Hakkın sıfatlarını aramaya kalkar. İşte Mısri Efendi sıfatı ilahiye âdemde
olduğunu bu beyit ile beyan etmiştir.
![]() |
(37)
Her neye baksa gözün bil sırr-ı
Sübhan andadır Her ne işitse
kulağın mağz-ı Kur’an andadır
Her şeye
mahlük gözüyle baksan o mahlük olur
Hak gözüyle bak ki bi şek nur-ı Yezdân andadır
Kesret-i emvace bakma cümle derya
birdürür
Her ne mevci kim görürsün bahr-ı
umman andadır
Vahdeti kesrette
bulmak kesreti vahdette
hem Bir ilimdir ol ki cümle ilm u irfan andadır
İbret ile şeş cihetten görünen
eşyaya bak
Cümle bir âyinedir kim vech-i Rahman andadır
Söyleyen ol söylenen ol görünen ol gören ol Her ne var âlâ ve esfel cümle yeksan
andadır
Mazharı tam veli Âdem yüzüdür şüphesiz Künhüzatı hem sıfatı bilki cânan
andadır
Haşr-u neşr ile sırat duzeh u mâlik azab
Hem dahi rıdvan u cennet
hur u gılman andadır
Görünen sanma
Niyazinin heman siz mülkünü Gönlü bir viranedir kim genc-i pünhan
andadır
---------------------------------------------------------------------------
(38)
Ey tarikat erleri Ey
hakikat pirleri
Bir haber verin bana Ol
bi-nişan kandedir
Kandedir
dostun ili Kande açılır gülü Dost bahçesi bülbülü
Gül-i handan kandedir
Aradım bahr u
berri Bulmadım ben bu sırrı
Cism u candan içeri Gizli sultan kandedir
Mademki can tendedir
Ten can ile zindedir
Amma nidem bilmedim Cânâ cânan kandedir
Niyazi’ye cân
olan Sırrında sultan olan Din u hem iman olan
Ol bi-mekân kandedir
-------------------------------------- (39)
Ey gönül gel ağlama Zâri zâri inleme Pirden aldım haberi
Ol bi-nişan sendedir
Sendedir dostun ili
Sende açılır gülü
Söyler bu can
bülbülü Gül-i handan sendedir
Gezme gel bahr u berri Kendinden iste bu sırrı Cism u câna hükmeden Gizli sultan sendedir
Anladınsa sen seni Bildinse canla teni Gayri ne var ey gönül
Can u cânan sendedir
Ten tahtıdır
bu canın Can tahtıdır cânanın Ey Niyazi şüphesiz Ol bi-mekân sendedir
-------------------------------------------------------------------------
(40)
Hakk-ı seven âşıkların
Eğlencesi tevhid olur Aşk oduna yanıkların Eğlencesi tevhid olur
Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat, Hakk’ın olduğuna
vakıf olmak demektir.
Durmaz isim
sürer dili Sorar müdam doğru yolu
Gerçek ere diyen beli Eğlencesi tevhid olur.
Bu mısrada durmaz isim sürer dili demek, yani zikri daim demektir. Çünkü Cenabı Hak Hazretleri kuluna bir kere
zikri daimi ihsan ettimi bir daha geri almaz. Ve kulu ile arasındaki perdeyi kaldırdı mı bir daha
perdelemez.
İzinden ayırmaz
gözünü Can ile tutar sözünü Görmeğe iver yüzünü Eğlencesi tevhid olur
Halkın arasından
çıkar Tevhidi görse can atar Bülbül gibi daim öter Eğlencesi tevhid olur
Halk arasından çıkmak fenayı efal, fenayı sıfat,
fenayı zat ile çıkılır. Yani fenafillâh olur. Yoksa öğle halktan uzlet ile (tenhaya çekilip yalnızlaşmak) demek değildir. Belki Hak’ta fani
olmaktır.
Mal u menâlin terkeder Ehl u iyâlin terkeder Hâl ile
kalin terkeder Eğlencesi tevhid olur.
Malumenal/mal, mülk ehli iyal/Aile
efradı, yakınlar kılükal/dedikodu,
bunların cümlesini terk etmekten maksat tevhittir. Yani bunlar kendinin
olmadığını bilmektir. Yoksa cümlesini terk etmek bunlardan
uzaklaşmak demek değildir.
Dünya ve ukbâ perdesin Ardına atar cümlesin Kor mâsiva
eğlencesin Eğlencesi tevhid olur
Mısri’ye uyan kişinin
Gider çürüğü işinin
İçindeki can kuşunun Eğlencesi tevhid olur.
Bu beyitte mısri efendinin söylediği
içindeki can kuşunun,
yani can kuşundan murad/maksat Ruh’tur.
![]() |
(41)
Ey garip bülbül diyarın kandedir Bir haber ver gül’izârın kandedir Sen bu ilde kimseye yâr olmadın
Var senin elbette yârin kandedir
Arttı günden güne feryadın senin Ah u efgan oldu mütadın senin Aşk
içinde kimdir üstadın senin Bu senin sabr u kararın
kandedir
Bir enisin yok
acep hasrettesin Rahatı terkeyleyüp mihnettesin Gice gündüz bilmeyüp hayrettesin Ya senin leyl u neharın
kandedir
Ne göründü güle karşı gözüne Ne
büründü baktığınca özüne
Kimse mahrem
olmadı hiç râzına Bilmediler şehsüvarın kandedir
Gökte uçarken
seni indirdiler Çâr anasır bentlerine urdular Nur iken adın Niyazi virdiler Şol ezelki itibarın
kandedir
----------------------------------------------------------------------
(42)
Çıkıp hüccac
ile gitmek Ne güzeldir ne güzeldir Yolunda canı terk etmek
Ne güzeldir ne güzeldir
Bir adam haccı şerife niyetle hanesinden çıkıp yola
giderken vefat etse, kıyamete kadar mahrem
olduğu halde durur.
Kıyamette bu yeryüzü cehennem
olacağından, beyti şerifi cennete ithali/girmesi için emri ilahi sadır olup
açıklandıktan sonra melekler, dört
tarafından bağlayıp beytullahı yukarı
çekmek istedikleri vakit yürü ey mübarek derler. Ol vakit beyti şerifin; beni
ziyaret etmek üzere benim yolumda vefat edenler ile etrafımda bulunanlar benim
ile beraber olmayınca ben cennete dâhil olmam, cevabını verip, sonra emri ilahi
ile beyti şerif bunlar ile beraber cennete dâhil olsalar gerektir.
Bu yolların riyazatı Arıtır hep hatiatı Visalin haccı lezzatı
Ne güzeldir ne güzeldir
O yolların
muğeylânı Aşıkların gülistanı
Hicazın yolu
kârbanı Ne güzeldir ne güzeldir
Muğeylan dedikleri Mekkeyi mükerremin görülen çalı dikenleridir. O yolları bazı aç ve bazı dahi susuz ve bazı
dahi uykusuz kalarak zahmet ve meşakkat çekmek, o adamın hatalarına karşılık kefarettir/ödenen bedeldir.
Medine şehrine
varsam Habibin ravzasın görsem Eşiğine yüzüm sürsem Ne güzeldir ne
güzeldir
Geçip ol yüce
belleri Çıkarsak başa yolları Görünse Kâbe illeri
Ne güzeldir ne güzeldir
Nebilerin
nazargâhı Velilerin karargâhı Görürsem Kâbetullahı
Ne güzeldir ne güzeldir.
Enbiyalar her biri beyti şerifi ziyaret etmiştir. Velilerin dahi
ekserisi ziyaret eder. Ve orada bulunur.
Hatta Abdülkadir geylani
hazretleri babüzzeyyadda olan kırmızı direk dibinde yedi sene
oturmuştur.
Niyazi’ye
nasib olsa Varıp maksudunu bulsa
Safa vü zevk ile dolsa Ne güzeldir ne güzeldir
Velâkin Mısri Efendi Hazretleri haccı şerife gitmemiştir. Onun için Niyaziye nasip olsa buyurmuştur.
![]() |
(43)
Şunlar ki görüp yüzünü bu dâra gelirler
Ol ahde vefa eyleyüp ikrara gelirler
Hz.Muhammed Sallahu taala aleyhi vesellemin sureti nuraniyesinin
yüzünü görenler, elestü
bezminin ahdına vefa ederek (Elestü
bezminin yani ‘Rabbiniz
değimliyim’(Araf-172) anlaşmasına riayet
ederek) ikrar ettiler.
Ve her anda elestü bi rabbaküm / rabbiniz değimliyim (Araf-172) hitabını
işitip bela/evet rabbimizsin... (Araf-172) derler.
Anlar ki ezel
gözleri saçında kalupdur Bunda seni hiç bilmeyüp inkâra gelirler
Bu beyitte mezkür olan gözleri saçında kaluptur ifadesinden Murat, ancak siyah saçını gören küfür ve
inkâr etti demektir.
Çeşmin kadehin nûş eden abdâl-ı
ilâhi Ol aşk ile bu âlem-i devvare gelirler
Yani çeşmi mübarekeni gören abdal ilahi/Yani
mübarek gözlerini gören Allah yolundaki derviş, yani o aşk ile bu âleme
geldi demektir.
Zülfün teline anda kimin gönlü dolaştı Mansur gibi meydana girip dâra gelirler
Yani zülfün telini gören, Mansur gibi berdar/idam oldu.
Ene/ben demek şeran memnundur/yasaktır.
Mansur ise enel Hak/ben Hakk’ım dedi. Ehli şeriat ve gerek ehli
tarikat ve gerek ehli hakikat, yani ehlullahın metrudi/kovulmuşu olup katlolundu.
Şol daneleri
gör biter eşcar olur ol
Sırr ile içinden yine esmâre gelirler
Her tohumu
neden aldın ise eksen anı bil
Her cinsi yine bittiği eşcara gelirler
Hiç biri izinden çıkıp âhar yola gitmez
Her birisi bir yol ile bâzâra gelirler
Yani her neyi ekersen onu biçersin. Mesela buğday ekersen yine büyür
buğday verir. Velhasıl, herkes bir yol almış o yol ile bu âleme gelir. Eğer
sait/iyilerden ise, saadet
yolunu tutup saadet yolu ile gider. Eğer şaki/kötülerden ise, şakavate yolu ile gider. Sait
şakavet/kötülük yoluna gitmez. Şaki dahi saadet yoluna gitmez.
Hadisi şerif, küllü mevlüdün yüvellidu alâ fıtretin islam.
Sümme ebevau yahudane ve yensurane / bütün
doğanlar İslam fıtratıyla doğar, sonra Yahudi veya hırıstiyan olur. Buyurulduğu,
hani ya her bir çocukta ilmi fıtri/doğuşla
verilen ilim vardır. Baksana doğduğu gibi meme arar. Çünkü cenabı Hak
hıfzi sıhhatini ve selahiyetini öğretir. Çocuk o ilimi fıtri ile dünyaya gelir.
O ilim ta ana babası ile kelam etmeğe başladımı alınır. Ondan sonra çocuğun
valideyni (anası babası) yahudi
ise Yahudi olur. Nasara ise Nasrani/hırıstiyan olur. İslam ise İslam olur, o yolu
tutar. Cemal mazharı olan Cemâl yolunu tutar. Celâl mazharı olan Celâl yolunu
tutar.
Ehli Cemâl, Cemâl yolunun davetçilerine ve o yolun davetine icabet
eder. Cemâl yolunun davetçileri ülâma ve meşahihlerdir/âlimler ve mürşidi kâmil olan şeyhlerdir. Celal yolunun
davetçisi despot (baskıcı devlet
adamı/Ortodoks hırıstiyanların din büyüğü) ve papazlardır. Bunlarda,
yani ülema ve meşahih resulullahın vekilleridir. Despot ve papazlar şeytanın vekilleridir. Çünkü baş Hadi isminin
mazharı resulullah sallallahu taalla vessellemdir. Ve baş mudil isminin mazharı
şeytandır.
Yolları ne var
ayrı ise hep sana âşık Cümle seni ister
sana didara gelirler
Bunların cümlesinin yolları her ne kadar ayrı ise de, yine cümlesi Hakka âşıktır. Yani
kâfirler tuttukları yolun hak/doğru olmadığını
bilse o yolda dururmu? Durmaz. Haktır/doğrudur zanneder de o yolda durur.
Elbette bu bağ içine kim girse
Niyazi
Hârın gezüp
evvel sonu gülzara
gelirler
--------------------------------------------------------------------------------------
(44)
Aşkın kime yâr
olur daim işi zâr olur Dinmez gözünün yaşı yanar içi nâr olur
Aşkın üç mertebesi vardır: Muhabbet, istigrar ve her
bir kuvva ve cevarihle ve hatta her bir kılı maşukuna teveccüh ederse aşk
denilir (Sevgiyle ve kararlılıkla,
kılına varıncaya kadar her bir aza ve organlarıyla ilâhi sevgiliye yönelirse,
ona âşk denilir).
Ve minval meşruh
teveccüh kâmile ile müteveccih olup da kendisini gayıp
ederse vale
denilir (Ve bu tarz açıklanmış kemâl
bir yönelişle yönelir de kendini kaybederse, ona vale denilir).
Kezalik kemal ile müteveccih olarak kendisini mahu
bir’le ayni maşukunu kendinde müşahade eylerse heyman denir. (Böyle
bir kemâl yönelişle bir olan ilâhi sevgiliyi kendinde müşahede eylerse, ona
heyman denir). Melaikeyi
müheymiyun gibi.
Hatta Âdem aleyhisselam melaikenin secdesi ile emrolunduğu vakit melaike
müheymiyun hitabi ilahiyeyi işitmeyerek secde etmediler. Bu mertebe, yani
mertebeyi heyman İbrahim aleyhisselamın makamıdır.
Nardan murad bu bildiğimiz ateş değildir. İptida halkolunan/evvela yaratılan Nuri Muhammedidir. Ki
Ruhu Muhammedi ve aklı kül
ve kalemi âlâ ve sair/başka isimleri
dahi vardır.
Ruh rihten müştaktır (Ruh
rihten türer, gelir). Ve Rih
rüzgâr demektir, yani hava. İşte havayı teneffüs ile içeriye alındığı vakit ona nefes dahi tabir olunur. İşte Mayeyi hayatta
o dur. Nefes dahil har dır mayeyi hayattır (nefesin içeri alınması har’dır ve hayatın da mayasıdır).
Nefesi hariç (nefesi dışarı vermek) bardır/serinliktir. Rutubet/ıslaklık
ve buyuset/katılık, kuraklık bunların feridir/parıltısıdır. Ve kürsü ve Arş ve
feleki atlas ve sair cemi mahlûkat bu ruhi Muhammediden halkolundu/yaratıldı.
Hararet galip gelirse ona nar denilir.
Burudet galip gelirse ona
yel denilir. Buyuset/katılık, kuraklık galip gelirse toprak denilir. Rutubet/ıslaklık galip gelirse su denilir.
İşte insana dâhil olup da ihraç edemezse derununda o nefes dâhil kesbi hararet ederek
o adam vefat eder (İşte insanın
içine
aldığı nefesi eğer dışarı veremezse,
içindeki o nefes sıcaklık verir ve o adam vefat eder).
Sevda-yı
zülfün kimin takılsa gerdanına Mansur gibi âkıbet
yolunda berdâr olur.
Berdarın manası darağacına çekmek (idam
sehpasında idam olmaktır). Mansur kaddesallahu sırrehum katli hakkında esah
kavul (gerçek görüş), Seyfi/kılıç ile katledildiğidir.
Çünkü Mansur
aşkın galebesinden enel Hak dedi. Sonra hapis ettiler. Tövbe teklif ettiler ve
hazreti resulullah bunu şehit ettiğini kendisine anlattılar (Mansur aşkın galebesinden enel Hak dedi,
onu hapsettiler, ona tövbe et dediler o etmedi Hz. Resulullah’ın bu halden tövbe
edilmesinin şahidi olduğunu kendisine anlattılar). Naip badehu (Sonra yardımcısı ve zamanın kâmili olan) dayısı Cüneydi bağdadi ve Suphi,
hazreti şibli şeran ve hakikaten katli (öldürülmesi)
lazım geldiğine fetva verdiler. Meliki abbasiye zamanında melikin emri
ile ebul haris Seyfi/Arslan kılıcı ile katledildi.
Çünkü berdar/idam olmak
kuttai tarikin/yol kesen eşkiyanın cezasıdır.
O zamanki kanunlara göre Kutta/eşkiya katleder
ise ha berdar/idam edilir. Eğer
katlettiğinin parasını dahi alır ise,
eşkiyanın hem eli kesilir hem
dahi berdar/idam edilir. Yalnız parasını alır ise eşkiyanın sadece eli kesilir,
katledilmez. Ve parasını dahi almaz da
yalnız kokutur ise, eşkıya tağrip
olunur/sürgün edilir.
Mansur ise kuttai tarik/yol
kesici eşkıya değil idi ki, şeran berdar/idam olmak cezasına müstehak/lâyık olsun.
Leylâ-yı aşkın senin her kimi Mecnun eder Fİrkat oduna yanub her gice bimar
olur
Varlık cibalin
kesip dost iline yol eder Ferhadleyin gözünün yaşları
pınar olur
Şol İbrahim
Edhem’i derviş eden aşkındır
Derdine düşen şahın tahtı tarümar olur
Ben de ârı terkedüp
girdim bu dervişliğe Her kim senin aşkına düştüyse
biar olur
Bu beyitte zikir olunan ar’dan murad, tekebbürlüktür/kibirlrnmektir, büyüklenmektir. Kişi
kibri terketmeden hiçbir vakit derviş olamaz.
Bu yolda canın
veren canan alır yerine Aşk dükkânında anın can ile bâzâr olur
Bu yolda can vermek şöyledir ki, kul
efali fena eder, sıfatı fena eder, vücudu fena eder. İşte canını vermiş
olur. Çünkü hiçbirşeyi kalmaz. Sonra efaline mukabil/karşılık efali ilahi, sıfatına
mükabil sıfatı ilahi, vücuduna mükabil vücudu ilahi gelir, demek olur. Canan
alır yerine; mahbub ki murad Hak’tır.
Ki, O nu alır/Canan alır yerine; Yani gönül verilen ilâhi sevgili, aşığın
terk ettiği nisbet varlığının yerini alır).
Ey dilber-i ruhani al koma işbu cânı Sevdana düşeliden
dünya bana dâr olur
Terket Niyazi
seni bul anda ol sultanı Her kim canından geçer ol vasıl-ı
yâr olur
------------------------------------------------------------------------------------------
(45)
Ey sanem n’oldun
cana kasdin var Bağrımı deldin kana kasdin var
Sanem put demektir. Sanemden murad Dünya’dır. Putperestlik daha
Âdemoğullarından kalmadır. Çünkü ol vakit, Hz. Âdemin oğullarından Vedi, Siva,
Yemuz, Nasır bu dördünün suretlerini ve bir de kuş suretini yapıp ve
gerdanlarına birer çan asıp kiliselere/ibadethanelerine
koydular. Kapu yanında dahi bir büyük çan astılar. Bir kimse bunlara
ibadet ve dua etmek için kiliseye gittiği vakit iptida/önce kapı
yanında olan büyük çanı çalar. Güya ki uykuda
iseler uyandırır idi. Sonra evladı
vedin yanına gidip gerdanında olan çanı
sllayarak dua ve bu minval üzere daha üçünün yanına
giderek dua ederler
idi. En evvelki bidad/Din’e
yapılan ilave budur. Badehu/daha
sonra vakti cahiliyette evsan/putlar
ittihaz/kabul olundu.
Evsan suret değildir. Evsan bir taşdır. Mezar taşı gibi başlıdır.
Beyti şerifin etrafındaki şimdi onların yerlerinde direkler var. Kandiller
asılır. Orada dikili idiler. Her bir kavim beyti şerifi tavaf ederek mensup
olduğu taşın yanına geldiği vakit o
taşa secde ederlerdi.
Başım önünde
çevkân elinde Çalmada gayri yane kasdin var
Çevkan dedikleri, Arabistan da bekçiler küheylan atlara suvar olup/binip ve eline bir top alıp ve topu
küheylan koşarken yere vurup, yerden sıçradığı gibi elinde tas gibi bir şey
içine kondurur. Yani onun ile topu tutarsa işte o tas gibi olan şeye çevkan
tabir olunur.
Tığ-ı gamzenle
doğradın bağrım Cism u canı
kurbana kasdin var
Onmadık başım kavgaya saldın Padişahım seyrana kasdin var
Beni gör
n’oldum sararıp soldum Vaslın umarken hicrana
kasdin var
Bu vücudumu
odlara yaktın
Ben de bildim büryana
kasdin var
Bu Niyazi’yi
ağlattığından Anlanur kim ihsana kasdin var
--------------------------------------------------------------------------------------
(46)
Hakkın kullarını
bazı kul eyler Anı kul eylemez yine ol eyler
Kul/Köle olmanın
şeraiti/şartları beştir.
Evvelkisi; sultan ile muherebede olmalı.
Çünkü sultanın emri fetva iledir. Yani şer’an/şeriatça
fetva verilmeyince sultan muharebeye emir vermez. İkincisi; ganimet
malından hisse Olarak beytülmale
verilmelidir. Üçüncüsü; ganimet malını gazilere taksim
etmelidir/Üçüncüsü, ganimet malı
olarak gazilere verilmiş olmalıdır). Dördüncüsü; kul/köle olacak kişi
kâfir olmalıdır. Beşincisi; kul olarak darı darptan (harpten esir olarak) çıkmalıdır. İşte köle olmak şer’an (şeriata
göre) böyledir.
Hatta bir vakit bu
meseleyi Üsküp de söyledim. Selim paşa orada idi. çerkez cariyesini ahdi nikâh etti(Çerkez ve müslüman olan cariyesini/kadın
kölesini nikâhladı). Biraz sonra hafız paşa oraya geldi. Selim paşa da
ona da bunu söyler. Bunun üzerine Hafız paşa, ben bunu İstanulda bu
kadar hoca var şeyhülislam var işitmedim diyerek kani/ikna olmaz. Ol vaktin şeyhülislamına bittarirat (bir yazı) ile sual eder. Öyle olduğuna
cevap gelince, onun dahi haremi cariyesi
(evinde Müslüman cariyesi/kadın
kölesi) olduğundan o da nikâh
etti.
Alan veren
odur bâzâr içinde Kimin bay u kimini yoksul eyler
Kiminin
bakırını eder altun Kiminin altunun kara pul eyler
Kimini güldürür
daim cihanda Kiminin ah-u efganın bol eyler
Kiminin sevdiğin
alır elinden Kimini erini
alır dul eyler
Kimine istemezken verir evlat Kimi
ister ana yâd oğul eyler
Kimi bulmaz
giye çuldan abayı Kiminin atına atlas çul eyler
Kiminin tatlı
balın eder acı Kiminin acısın tatlı bal eyler
Kimin bülbül
ider güle kılur zâr Kimin pervaneveş yakıp
kül eyler
Pervane âşık olduğu için kendini ateşe vurur dedikleri yalandır.
Pervane, kelebek vb. gibi
hayvanların gözlerinde kirpik yoktur. Görüşünde galat/yanılma olur.
Gözünde kirpik olanın ise, görüşünde galat/yanılma
olmaz. Pervanede gözün nuruna alışır.
Ve gece oldukta kara zulmet/karanlık basınca, eğer ki bir şavk/ışık görürse, mesela
pervane mum görse mumun
nurunu/ışığını kapu/kapı zanneder. Geçmek üzere oraya vurur ve o ışığa gider de ateşte kül olur,
kavrulur.
Eder ak güneşi geh kara balçık Kara balçığı açar gâh gül eyler
Kimi isa nefestir
eder ihya
Kimi deccal
olup sağa öl eyler
Hz.İsa’nın mucizesi ihyayı mevtadır/ölüyü
diriltmektir. Bir kız ile iki erkek ihya etmiştir/diriltmiştir. Bir kere bir kız vefat
etmiş cenazesini götürürlerken rast geldi.
Ana ve babası cenaze ardınca büka ederler/ağlarlar. Hz. İsa’yı gördükleri gibi ricaya düştüler
evladımız yalnız bir kız idi. Bu dahi vefat
etti. Rica ederiz
dua et. Hz.İsa dehi dua etti. Kız tabut içinde kalkıp oturdu söylemeye/konuşmaya başladı.
Bir dahi taze ölmüş erkek mezarına götürdüler. Dua etti o dahi kalktı. Sonra
dediler ki bunlar taze idi. eski meyyiti ihya et. Hz.İsa da kimi istersiniz
beyan edin dedi. Onlar da Nuhun oğlu Han
alehisselamın ihyasını istediler.
Şam’ın nevahisinde bir nahiye vardır. Orada metfun idi. Badehu/sonra birkaç
kişi ile kabrine gittiler. Hz.İsa dahi dua etti. Kum biiznillahi / Allah’ın izni ile kalk dedi. Heman Han mezarından
doğruldu. Sakalı beyaz olmuş idi. Sonra Hz. İsa dedi niçin sakalın beyaz olmuş
sizin zamanınızda sakal ağarmaz idi. Çünkü sakalın ağarması Hz. İbrahim’den
beridir. İbrahim A.S sakalı ağardı.
Ona ikramen ol vakitten beri sakal ağarmasını cenabı Hak tecelli etti. Hz.
Han kum sedası kulağıma geldiğinde,
zannettim ki kıyamet koptu, onun için sakalım ağardı dedi. Daha sonra
Hz. İsa yat dedi.
Hz. Han dahi mezarına
yattı.
Sağ a yalancı demektir. Çünkü
Deccal yalancıdır. Maiyetinde cinler bulunur. Görür
birini gel ana babanı ihya edeceğim/dirilteceğim
der. Ve cinnileri onun
babasının kıyafetine/şekil
suretine kor. Böylece yalancılıkla
âlemi
aldatır. Ki tevhit görmeyen âlemi halkı dahi aldanır.
Çürüğü sağ edüp sağı çürük hem Solu sağ ve sağı gâhı sol eyler
Çürüğü sağ, işte Hz.Nuh’un oğlu çürümüşken sağ etti/diriltti. Cenabı Hak çürüyüp toprak olsa ve madene karışıp
demir olsa da yevmi kıyamette, her azasını toplayıp ihya eder/diriltir.
Sağı çürük, işte sağ iken vefat
eder.
Solu sağ, sağı sol, işte padişah birisi sol
kolağası iken sağ kolağası yapar mertebesini
yükseltir. Bazen gadap eder. Sağ kolağası iken sol kolağalığına tenzil
eder mertebesini düşürür. Demek
meratibi veren dahi Hak’tır.
Ayağı baş başı
eder gâh ayak Dili kulak kulağı
hem dil eyler
Ayağı baş başı ayak demek; Fakiri sultan, sultanı da fakir
eder demektir. İşte İbrahim
Edhem hikâyesi mürur etti/evvelce
anlatıldı ki, Sultan iken İbrahim edhem fakir oldu.
Bir dahi Hz.Musa zamanında Musa AS. Turi Sinaya Hak ile mukalemeye/konuşmaya
giderken bir taş
üstünde bir fakir gördü. Ki Daima orada oturur ve yatar idi.
Her vakit Ya Musa mukamelede (Hak’la
konuşmanda) beni hatırla Hakka rica et bana mal versin derdi. Sonra Hz. Musa cenabı Hakka
rica eder. Cenabı Hak onun hakkında fakirlik hayırlıdır demiş ise de Hz. Musa
kemali merhametinden naşı aman yarab buna mal ver deyince hitabı ilahi olur ki:
Ya Musa o fakirin yattığı taş altında bir define vardır, taşı kaldırıp alsın. Hz. Musa bu defineyi fakire
söyleyip de taşı kaldırırlar, defineyi
bulur. Fakir definenin cümlesini alır ve şehre gider. Sonra şehirde konak
yapar, falan eder. Nihayet orası padişahsız kalır. Şehrin ahalisi düşünürler ki
padişah koyalım. Haydi o fakir zengini padişah yaparlar.
Bir gün Hz. Musa konağının önünden geçerken o fakir hatırına
geldi, nice maldar/ne kadar malı olduğunu
haydi gidip bakayım, ne yapar diyerek saraya gider. O fakir dahi vükelası/vekilleri
ile divan kurmuş merdivenden Hz. Musa’nın bindiğini görünce; bir
sail/bir dilenci geldi onu
oradan kovun diye emretti. Bunun üzerine Hademesi/hizmetlileri Hz. Musa’yı hakaretle
kovarlar. Sonra Hz. Musa Yarab, o fakir bana şöyle şöyle yaptı diyerek Onun malını al diye rica etti.
Sonra cenabı Hak memleket ahalisine igva/azgınlık verir. Padişahı azlederler,
malını dahi yağma ederler. Ve o kişi yine
fakir kalıp evvelki taşın üstüne gelip yattı.
Hz. Musa geçerken
onu görür. Ve der ki,
Ha Allah evvelce buyurmuştur ki, fakirlik sana hayırlıdır.
İşte ayağı baş başı ayak eyler. Mısri Efendinin
buyurduğu budur.
Fili gâhı
karınca kursağına Koyup karıncayı gâhı fil eyler
Hz. Süleyman ayeti kerimede varit olduğu vechile mukaleme ettiği/konuştuğu
karınca hakkında ihtilaf vardır. Kimi o karınca koyun kadar idi
dediler. Bazıları fil kadar dediler.
Çıkarır gâhi yoldan nice yolcu Gehi yolcuyu
göstermez yol eyler
Biri, cenabı Hak bir adamın rızkı nerede ise gönderir
buyrmuştur. Hatta bir adam
buna mütevekkilen/inanarak yola
çıkıp hüccac/hac kafilesi ile
Mekkeye gelir. Ve Kendi kendine
der ki, ben hüccac/hacılarla
ile geldim Onun için ekmek falan buldum, bu böyle olmaz. Bir yaya yoldan vurayım/gideyim deyüp
herhangi bi tarafa alır başını
gider. Giderken Açlıktan
tabtuvanı/takati kesilip yatır
bayılır kalır. Bir müddet sonra
bir kervan yolunu şaşırır. Sonra delil (kervana
yol gösteren kişi) yolunu şaşırdığını anlar ise de, haydi buradan
çıkarız diyerek giderlerken bakarlar ki
bir adam yatar. Yanına gelirler bayılmış. Bunlar der ki; bu adam da
bizim gibi yolunu şaşırıp açlıktan bayılmıştır diyerek enerler ağzını açmağa
çalışırlar açamazlar, hele bıçak ile açarlar. Biraz yemek akıtırlar ve o kişi kalkar.
Badehu/sonra bundan sergüzeştinin/macerasını sual ederler. Bu dahi vuku hali niyetini
bitamamuha (hangi inanç ile buraya
geldiğini tamamen) bunlara
anlatır. Sonra kervan ehli buna der ki; işte şüphesiz sana rızkını vermek için
cenabı Hak bu kervanı gideceği yoldan
çıkardı.
Gehi ııssız
harabı şenlik edip Gehi şenliği dağıtıp çöl eyler
Bir iklimin halkı Hakk’a asi oldu. Cenabı Hak o iklimi (bölgeyi) harab etti. Elyevm/halen öyle harap
durur. Mekke ile Medine mabeyni/arası harabtır, yani şenliği yoktur.
Kıyamet yakın olduğu vakit
mekkei mükerremden ta medinei münevvereye kadar birbirine
muttasıl köy yapılacak. Ve bu kadar bağ
bahçeler ithaz edilecek.
Ve sular cereyan
edecektir diyerek Hz. Resulullah buyurmuştur. Hatta
şimdi bile suların şenlikleri peyda olmağa başlamıştır.
Anasır ipliğin
tab iğnesinden Geçirip onu bu bunu ol
eyler
Tabiat dört şey üzere halkolunmuştur. 1- hararet/sıcaklık, ısılık 2- burudet/soğukluk 3-
buygüset/kuraklık, katılık 4- rutubet/ıslaklık, yaşlık). Yani ısılık soğukluk ki, bunlar
asıldır. Katılık yaşlık ki bunlar feridir/ayrıntısıdır. Eğer her ikisinin bir yere cemi/toplanması ile bir şey hâsıl olursa.
Mesela hararet ile buyguset cem olursa (bir
araya gelir toplanırsa) ateş olur. burudet ile rutubet cem oldukta (bir araya geldiğinde) su olur.
burudet ile buyguset cem olursa toprak olur. Hararet ile rutubet cem olursa
hava olur.
Yeli gâhı
letafetle eder od Odu gâhı kesafetle
yel eyler
Suyu dondurup
eder taş ve toprak
Taşı toprağı akıdup sel eyler
Anasır dörttür. 1-ateş 2- su 3- toprak 4- yel. İşte tabiatın hakikati aslı olan
hararet, burudet, buyguset, rutubet. Bu dörtten her ikisinin birleşmesi ile
anasırı Erbaa tevellüt eder.(Dört
anasır doğar/oluşur)
1-Ebcet 2-Hevves 3-Hutti 4-Kelemen 5-Saas 6-Karaşet 7-Sahaz
8-Zazıgılan. Bu sekiz isim Beni İsrail vaktinde her biri birer melik/padişah idi. Yani sekizi dahi birer vaktin melüki idi. Hatta
kelemen Hz.Şuayip vaktinde melik idi. Hz.Şuayip’in davetine icabet etmediği
için sam yeli esti.
Bunlar baktılar öyle
kendilerini vekkaye edecek/katlolacklar, hemen bir serin yer
aradılar fakat bulamadılar.
Nihayet kelemen kavmi ile bir mağaraya kaçtı. Mağaraya
Girerken emri rabbani ile havanın harareti galebe ederek alevlendi. Ve
Kelemen, mağara içinde kavmi ile birlikte ihrak etti/yandı.
Hatta kürrei kameriye gayet barit/soğuk olduğundan bu göğden yukarı
cenabı Hak kürrei havayı muhrek/yakıcı halketti. Eğer ki halk etmemiş
olsa, kürrei kameriyenin buridetinden/soğukluğundan
yeryüzünde hiçbir mahlükat yaşamazdı.
Şap denizine şap denildiğinin sebebi, içinde taşlar teşeuut ettiğinden (taşlaştığından) ötürüdür. Çünkü su
taş olur. Bu sene sefine/gemi bir
yerden geçer ise gelecek sene başka bir yer arayıp bulur ve oradan geçer. Evvelki geçtiği yer keskin taş olur.
Huruf-ı carre gibi cümle eşya Birbirine uzanıp el eyler
Eder akilleri her işde aciz
Eder öyle bir iş san akil eyler
Eşya, Hurufi carre gibi birbirine merbuttur/Eşya arab alfabesindeki bazı harfler gibi birbirine bağlıdır.
Her iş’te akıldane olanları aciz eder. Çünkü iş, akıl ve tedbir ile bozulmaz.
Hakk’ın tesiri ile olur. Hakk’ın tesiri olmadıkça akıl ve metanet ve tedbir
hiçbir fayda vermez. Akıl dahi aciz kalır. Cenabı Hak bir işi öyle eder. Zira sanırsın ki akıl
etti. Halbûki tesir Hakkın’dır. Akıl hiçbir iş eyleyemez.
Bu sözün Yunusi Mısri değildir Lûgaz bunda muammasın ol eyler
Lugas; kelamı zahir manasından bir şey fehm olunamıyacak/anlaşılmayacak derecede söylemektir. Mesela fıkıhayı izam demiştir.
Tuzu çok yer isen oruç bozulur, kefaret/ceza lazım gelmez. Az yer isen oruç
bozulur kefaret/ceza lazım gelir. Bunun gibi.
Çünkü kefarette telezzüz/lezzetlenmek şarttır. Oda
Azı ile olur, ağzına az tuz alırsan
lezzetlenirsin. Binaenaleyh/bundan
ötürü kefaret lazım gelir.
![]() |
(47)
Kös-ı rihlet çaldı
mevt amma henüz can bihaber Asker-i âzaya lerze düştü sultan
bihaber
Kös dedikleri tabülden büyük, kasnağı bakırdan mamul bir çalgı olup,
bir vakit paşalar bir yola gittikleri vakit önlerince kös çaldırırlardı. İşte
sultandan murad ruhdur.
Günde bir taşı bina-yı ömrümün
düştü yere Can yatur gafil
binası oldu viran bihaber
Dil bekasın
dost fenasın istedi
mülk-i tenin
Bir devasız derde düştüm
ah ki Lokman bihaber
Bir ticaret
kılmadım ben nakd-i
ömr oldu hebâ Yola geldim lik göçmüş cümle kervan
bihaber
Çün gel oldu yalnız girdim yola tenhâ garip Dide giryan
sine büryan akıl hayran bihaber
Azığım yok yazığım çok yolda türlü korku var Yolum alırsa n’ola div u şeytan
bihaber
Yol eri yolda
gerek çağ ve çıplak aç ve tok Mısriya gel dedi sana çünkü cânan bihaber
Ehli sülük sülükte
gerek tevhitte gerek, salikte
açlık, tokluk, çıplaklık
gailesi olmamalı. Mal ve gınayı/zenginliği veren cenabı Hak’tır, nafakayı da
veren Hak’tır.
![]() |
(48)
Katre katre dökülenler dür müdür bârân
mıdır Zerre zerre görülenler hatmıdır reyhanmıdır
Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim
geldi divanında durasım
geldi
Taze taze
açılan gül mü cemalin mi senin Yana yana inleyen
bülbül mü yahut
can’mıdır
Karar etmez bu
canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım
geldi
Birinci beytin ikinci mısrasında Mısri efendinin dediği zerre zerre, yani zerrede dahi zahir olan Haktaalâdır.
Halka halka salınan kâkül
mü ya hablü’l-metin Sûre sûre yazılanlar hatmıdır Kur’an’mıdır
Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim
geldi divanında durasım
geldi
Pâre pâre
eyleyip bağrım kızıl kan edeli Kana kana içtiğim
sahbâ mıdır ya kanmıdır
Karar etmez bu
canım kalmadı hiç dermanım Cemalin göresim geldi divanında durasım
geldi
Dâne dâne görünen hal mi ya vahdet sırrımı Lâle lâle kızaran haddin
mi ya mercan mıdır
Karar etmez bu
canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım
geldi
Bu beyitte mısrayı
evvelde Mısri efendinin
dediği halmi, yani hal demek mahbubunun/sevgilinin yüzünde
olan ben’e derler.
Döne döne yanmadan derman
umarım derdime Gûne gûne
mihnetin derd mi ya derman mıdır
Karar etmez bu
canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım
geldi
Ata ata kirpik
okun bu Niyazi’nin dilin Şerha şerha eyleyen
can mı ya cânanmı dır
Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim
geldi divanında durasım
geldi
-------------------------------------------------------------------------------------
(49)
Kandedir cehl ile zulmet
nefs-i sûbanındadır Kandedir
ilm ile hikmet bil anı cânındadır
Yani cehlile zulmette olan kimse nerede, ilmi ile
hikmette olan kimse nerede, bunların beyinlerinde/aralarında ne kadar fark vardır.
Zulmet-i cehli bırak sen iste nur-ı hikmeti Cennetin zevkin dilersen cümle irfanındadır
Zulmeti cehil, bu suveri/suretleri
görüp hakikati bilmeyen adamdır.
Nuru hikmetten murad tevhiddir,
yani tevhit talep
et. Tevhidi efal, tevhidi
sıfat, tevhidi zata arif
olursan, cennetül efal, cennetül sıfat, cennetül zatta tenaum edersin/nimetlenirsin..
Suretâ bu harman-ı âlemde sen bir dânesin Mâna yüzünde
ne kim var cümle harmânındadır
Yani kâmil bu harmanı âlemde bir danedir/tohum, çekirdektir. Lâkin manada her ne ki var kâmilin
harmanındadır. Çünkü bu âlemin mamuriyeti/şenliği
kâmil iledir. Kamil bu âlemi dünyadan âlemi ahirete intikal
ettimi, âlemin mamuriyeti dahi onunla
beraber gider. Yani âlemi
ahirete intikal eder.
Zahirâ ahkâm-ı eflâkın veli mahkûmusun Batınâ ay gün felekler
cümle fermanındadır
Yani kâmil; zahiren
eflâkın/feleklerin mahkûmudur.
Lâkin batında ay, gün, felekler onun emri
ile devran ederler.
Al ele cevkân-ı
zikri hem süvar ol nefsine
Kapa gör tevhid topunu
çünkü meydanındadır.
Yani çevkan Arabistanda güheylan atlara binip o
çevkanı eline alırlar. Çevkan dedikleri kepçe gibi bir şeydir. Topu yere vurur,
atı koşturur, eğer ki yetişip o topu kepçe ile tutabilirse o kimse gayet marifetli
sayılır. İşte sen dahi onun gibi o zikir çevkanını eline al, nefs güheylanına
bin, şeytan aleyhillane o zaman sana yakin
olamaz.
Saykal ur mir’at-ı kalbe
taşraya bakmağı ko Sen
sana bak cümle âlem halkı divanındadır
Kalbinin yüzü pas tuttuğu vakit saykal ederler.
Yani cilâ, o pasları düşürür. İşte sen dahi kâlbin aynasına saykal/cilâ vur, pas olan kesreti görmekten
vazgeç. Ki o zaman görürsün cümle
âlem halkı senin divanındadır/huzurundadır.
Belki vech-i Hakka mir’attır özün bir hoş gözet
Men aref sırrındaki mâden senin kânındadır.
Yani taşraya (kendinden başka
yere) bakma, gayri görme. Senin hakikatın vechi Hakka/Hakk’ın yüzüne aynadır. Men aref / kendini bilmek sırrındaki maden, senin kânındadır/menbaındadır demek, bu (men arefe nefse fakat arefe rabbeh / kendini bilen rabbini bilir hadisi
şerifine işarettir. Bu hadisi şerife türlü türlü mana vermişlerdir. Kimi men
arefe nefse bil aczi fakat arefe rabbehu bil kudreti ve kişi men arefe nefsehu
bil fakrı fakat arefe rabbehu bil gınai demiş. Fakat bu hadisi şerifin hakkında
büyük bir risalesi var. Nefsin iki cihetle tarifi vardır. Biri icmâli/toptan ve biri tafsili/ayrıntılı. İcmâliyesi; İşte bu suveri/suretleri Hakk’ın gayrı
görmemektir. Ki
Nefis budur.
Kema gaalellahutaala fi kelami ayet; Vemen
yergabü an millete ibrahime illa men sefihe nefsehü ila ahıre ayeh / nefsini/kendini
bilmeyenden başka kim İbrahim milletinden yüz çevirir. (Bakara-130)
Milleti İbrahimden murad ehli tevhit’tir, anın için Hz.Resullulah S.A.V. milletimiz
milleti ibrahimdir buyurdu. İbrahim
aleyhisselam tevhit babası intihab olundu (seçildi). Hatta
ahirette ehli cennet bir rivayette yirmiyedi yaşında bir rivayette otuz yaşında
dâhili cennet olur. Yani gerek enbiya ve gerek evliya ve gerek mümin bir minval
muharrer şab emret (bir tarz üzere
delikanlı) olarak cennette zuhur
ederler. İlla İbrahim
aleyhisselam beyaz sakallı olur. Herkes ona kemali ile tazim eder. Çünkü ehli
cennatin babası olur.
Küntü kenz’in
remzini buldunsa sende Mısriyâ
Küllü yevmin hu’yu anla kim senin şanındadır.
Küntü kenzen
mahfiyyen fe ahbebtü en urefe
fehalektül halka li urefe
/ Ben
gizli bir hazineydim, bilinmekliğimi sevdim/Âşık oldum ve halkı
yarattım. (Kutsi hadis) Remzini anladınsa külliyevmin hüve fi şe-nin / O her an yeni bir
şan’dadır/tecellidedir. (Rahman-29) ayeti kerimesi senin şanında
olduğunu bilirsin. Çünkü bak kalbin her anda bir takallüb edendir/dönendir. O kalbi takallüp eden (döndüren)
kimdir?
Hak’tır. İşte kâlp, her anda bir şe-in dedir. Onu men edebilirmisin? Yok
edemezsin. Çünkü anbe an Hakk’ın mahâl tecellisidir. Zira tecelliyi Haktaala
kat eylemez (Zira Hakk’ın tecellisi kesilmez).
![]() |
(50)
İnile ey derdli gönül inile
Ehl-i derdin inleyecek çağıdır. Gel timar et yarene sen aşk ile Yarelerın onulacak çağıdır
Yani cahil olan kimse marizdir/hastadır. Muvahit olan zat ise sağlamdır. Marizi cehle/cehalet hastalığına ilaç
nedir? Aşktır. Anın için Mısri Efendi Hazretleri gel ey yareni aşk ile ilaç et
deyüp buyurdu.
Şol ki gafletle
yatıp etmez tarep
Gövdesinde yok mu ola can aceb
İşte vahdet gülleri açıldı heb
Bülbülün efgan edecek
çağıdır
Şol kimse ki gafletle yatup hiç dert etmez ve merak eylemez. Acaba
onun gövdesinde canı yokmudur diyerek taaccup olunur. (şaşılır, hayret
edilir) Çünkü (Ve in min şeyin illa yüsebbihu ve bihamdi /
her şey onu tesbih eder onu hamd
ile tesbih etmeyen yoktur Isra-44) yani her şey Hakkı tesbih eder. Gerek
cemadat ve gerek hayvanat ve gerek sair/diğerleri, bak vücudun bile tespih eder.
Nefesin Allah Allah Allah der. Zikri zat’i her şeyin zikri zatiyesi var. Nice/nasıl insandır ol insan ki vücudunun zikrinden haberi yok. İşte öyle olan insana taaccup olunur (şaşılır hayret edilir).
Sen nedim idin ezel ol şah ile İmtihan için gelüpsün bu ile İnlemek sana yaraşır derd ile
Hem gözün kan ağlayacak çağıdır
Nedim dost sadık demektir. İki dost bir vücut olursa nedim denilir.
İbni kemâl paşa ile Yavuz Sultan Selim gibi. İşte sen ezelde cenabı Hak ile bir
vücut idin.
İman üç kısımdır. Bir kısmı lafzı (imanın
sözü) ki, la ilahe illallah
muhammedünresulullah demektir. Bu ehli zahirin imanıdır, yani ehli şeraitin
imanıdır. Bir kısmı imanı huzuru, daima Allah Allah zikretmektir, gerek
cehri gerek hafi bir an gaflet etmemektir,
bu ehli tarikin imanıdır. Çünkü zakir olan/zikreden ehli tariktir. Ve bir kısmı imanı
hakiki, yani ehli hakikat ki onlar zakir
değildir.
Suluki hakikatta zikir talim ettirdiklerinin
sebebi, maaza her gördüğü şeye
Allah Allah diye zikir etsin. Bir parça tevhidi istidadı/kabiliyeti
hâsıl olsun. Çünkü ehli zikir, yirmi dört saatte yüz yirmi dört
bin kere Allah der. Hazreti Peygamberin zani
zina halinde imanı nez olunur, buyurduğu bu imanı huzur hakkındadır. Çünkü imanı lafzı sahibinin imanı lafzıdır/sözündedir ve onun imanı nez
olunmaz. İmanı hakiki ashabı ise öyle şeye yakın olmaz.
İmanı hakiki ve imanı zevki sahibi ne gibidir.
Mesela Mekkeye giderler
ve
Mekkeyi bir türlü
vasfederler ki anda hazır olmuş gibi kişi de malûmat peyda
eder/hâsıl olur. İmanı hakiki sahibi ise
Mekkeyi Mükerremeyi gidip ve orasını gezmiş ve her tarafını güzelce anlamış
gibidir. İmanı lafzı (imanın sözünde
kalan) ise, yalnız Mekkeyi Mükerremenin ismini anar.
Yok kararı
gönlümün bilmem neden Kasdeder bin pâre ola bu beden
Var ise gitmek diler bu areden Aslına azmeyleyecek çağıdır
Ey Niyazi
dünyada eyle huzur Şol kişi kim olmaya ehl-i
gurur
Hakk’ı anla etmeden bundan
ubur Mevtin elçisi gelecek çağıdır
Bu beyitte mısrai sani deki mevtin/ölümün elçisi, hastalıktır demektir.
![]() |
(51)
Derviş olan kişinin sözleri ümran olur Salik-i Hak olanın rahına
bürhan olur
Saliki Hak olanın sözü Hak yoluna delildir.
Çünkü tevhit üzere söylenen
kelâm, dört kitaba muvafıktır/uygundur.
Kur’an’ın haricinde değildir.
İlmi ledun dersini
arif olan kişiler
Hasta dil olanların derdine
derman olur.
İlmi ledun sahipleri, cahiller
yanına gittiği gibi onların derdine ilaç eder.
İrfanları ile marızı
cehillerine/cehalet hastalıklarına ilaç olurlar.
Her seher efgan
edüp bülbülü hayrân
eder Dideyi giryan edip sinesi büryan olur
Beyt-i dili pak olur zikr-i Hakk’ı
işiden Sabr u kararı gider işleri devran olur
Şem-i cemale döner pervanedir âşıkun Zanneder ol câhilün devr ile isyan olur
Cemali ilahi
şemine (ışığına) devran eden âşıkları, cahiller
zannederler ki bunların devranları isyandır. Halbûki isyan olmaz. Devranı aşkı ile olanın
devranı belki
de maksudu aşk ile olmaz ise ol vakit leip (günahlı
eğlence) olur. Öyle olana devran haramdır. Ve bak Hazreti Peygamber
Hadisi şerifinde buyurmuştur.’’İstimau
melahi haramun vel culusi fiha fıskun vettelezzüzü biha küfrün’’/ Çalgıları dinlemek günahtır, başında oturmak
fısktır Ondan zevk almak ise küfürdür.) Halbûki bu muvahide göre
değildir. Zira ehli tevhidin çalgı
müzik istimai/dinlemesi ve o
ortamda cului/oturması
ve telezzüzü/lezzetlenmesi,
aşkı ilahi iledir. Ve Ona
hiçbir zarar vermez, ne haramdır, ne fasıktır, ne küfürdür.
Aşkı ilahi ile olmayana göre çalgı,
müzik istima/dinlemek haram
olduğu gibi o ortamlarda cülus/oturması dahi fısık/günah ve telezzüzü/lezzetlenmesi dahi küfür olur. İşte devranda bunun gibidir.
Münkürleri dahl eder kim ki sözümüz
demez Yine işi anlara lutf ile ihsân olur
Sanma Niyazi özün derviş
olubdur senin Derviş olan
kişiler şöylece sultan olur
Yani demek
olur, Ey Niyazi sanma senin özün, yani sanma senin hakikatin derviştir. Senin
özün sultandır.
------------------------------------------------------------------------------------------------
(52)
Esmâ-i ilâhiyede bihad hünerim var
Her demde semâvât-ı hurufa
seferim var
İsim üç kısımdır: Biri ehli sarf nahu ve meani indinde (dil bilgisi tarifinde) olan isim ki, Tarifi okullardaki kitaplarda mesturdur/yazılıdır. Ve biri Ahmet Mehmet, Hasan, Hüseyin, bu gibi isimlerdendir. Ve biri, yani
ehli hakikat indinde ismi taayyün (Ve
biri de hakikat ehline göre olan isimdir ki, beliren, aşikâr olan) demektir.
Yani insanın görülen vücuduna taayyün
(ismin belirmesi) derler. Yani
buradan esmai ilahiyeden murad taayyunattır (belirip
aşikâr olanlardır).
Ve huruf/harfler üç kısımdır: Biri hurufi resmiye (resmi harfler) ki Elif, Be gibi. Ve biri Hurufi suveriye (suret herfleri) ki, bu görülen kâinat ve cevahir gibi. Ve biri Hurufi
hakikiye ki, meratibi ilahiyedir.
1-Nuru Muhammedi 2-Nefsikül
3-Tabiat
4-Heyyula 5-Arş
6-
Kürsü
7- Feleki atlas
8- Feleki kevkeb
il ahire.
Bu meratibi ilahiyenin her biri bir ismin mazharıdır.
1- Nuru Muhammedi ismi yedimin
mazharı
2- Nefsikül ismi baisin
3- Tabiat ismi batını
4- Heyyula ismi ahırın
5- Cismikül ismi evvelin
6- Şekil ismi zahirin
7- Arş ismi muhitin
8- Kürsü ismi kerimin
9- Felekiburç ismi ganinin
10-
Feleki menazil ismi takdirin
11-
Feleki Zuhal ismi rabbin
12- Feleki müşteri
ismi âlimin
13- Feleki Merih ismi kahirin
14- Feleki şems ismi nurun
15-
Feleki Zühre ismi musavvirin
16- Feleki Utarit
ismi mahzın
17-
Feleki kamer ismi suverin
18-
Feleki nar ismi kabzın
19- Feleki hava ismi hayatın
20- Feleki ma ismi muhibbinin
21- Feleki turab ismi mümitin
22- Feleki maden ismi azizin
23- Nebat ismi rezzakın
24- Hayvan ismi mudil
25- Melek ismi kuvvanın
26-
Cin ismi latifin
27-
insan ismi camiin mazharıdır.
(28) Mertebei insan refiudderecat.
Velhasıl işbu meratibi
ilahiyenin bu esmai
ilahiye mezahirleridir (Velhasıl Allah’ın bu mertebelerinin,
Allah’ın bu isimleri ile açığa çıkmasıdır).
Gönlüm göğünün yıldızının hiç adedi yok
Her burçta
benim bin güneş u bin kamerim var
Gönül göğüden murad kâlptir. Yıldızlardan murad havatırdır (kalbe gelen tecellilerdir). Ve
havatırın hiç nihayeti/sonu yoktur. Bin güneş ve bin kamerden
maksat işte o havatırlardan
açılan ezvakı ilahiye/ilahi zevkler demektir.
Âlimlere ebced hocası olmak olur âr Alçak görünen
ebcede âli nazarım
var
Yani âlimler ebcet hocası olmağa ar ederler. Halbûki Mısri Efendi
diyorki: Ebcete âli nazarım var. Zira ebced beni İsrail zamanında büyük bir
melik idi. onun mazharında bu kadar âlem nizam intizam verilmiş ve o zamanın
nebisi tarafından davet olunmuş. Ve nice vakayı zuhura gelmiş. Eğer bunları anladın ise koca bir
ders olur.
Arş u semâvâtı ulûmun
budur elhak
Hem dahi zemininde tükenmez
güherim var
Kamil oturduğu yeri okutsa bu kadar vakit okudur. Bir nice nebadatı
inbat eder/Bitkiler nasıl ekilir,
nasıl büyütülür. Ve nice/nasıl mahsül verir. Velhasıl kâmil
oturduğu yerden nice vakıtlar ders okutur.
Bununla bir
oldu dem-i İsa ile Mısri Gönlüme dahi ne gelür ü ne giderim
var
-----------------------------------------------------------------------------------------
(53)
Vallahi deccal
senin emeklerin hebâdır Çalıştığın sihr ile hâ bir kuru
anâdır
Muhittir Allah
senin her işin ol halk eder Mekr-i Huda’dan sakın bal sandığın
belâdır
Müstedricin
keydini keydin içinde gözet Kazma derin kuyuyu
boyunca var kazadır
Kuyuyu derin kazma, boyunca kaz. Zira kuyuya
düşer isen bari kendin çıkarsın. Vakti saadette
sanadit/ileri gelen kureyşliler bir yerde cem olup,
bu Muhammedi
nice/ne yapalım da, Koruyucusu
olan amcasının yanından ayıralım dediler.
Haydi yoluna çalı atalım. Usansın da
buradan kendisi kaçsın diye Ebu lehebin karısı ile kızkardeşi
Süfyanın karısı Hinde, her vakit çalı taşıyıp Hazreti Peygamberin yoluna
atarlardı. Sonra bir gün Ebu lehebin karısı çalıyı çok yüklenmiş ve yorulmuş,
dinlenmek için bir yere bırakırken bir çukura rasgelmiş ve devrilmiş. İp dahi
boğazına geçmiş ölmüş. Hinde dahi ol vakit korkup bir daha gitmemiş.
Sonra başka tedbir ederler. Haydi Muhammedi davet edelim, bir kuyu
kazalım üstünü hafifçe örtelim, sanadit kureyşi basmamak için gizlice haber
verelim. Sonra sanadit/ileri gelen kureyşlililer
geldiler ve karşıdan
Hazreti Peygamber göründü. Ebucehil lâin istikbal etmek/karşılamak üzere
koştu ve aşağıdaki kuyuyu
unuttu. Ve Doğruca kuyunun
içine düştü. Düşünce aman ya Muhammed gel beni buradan çıkar diye rica etti.
Hazreti Resulullah yeddi mübarekesini/mübarek
elini uzatıp Ebucehil lâini kuyudan çıkardı.
Bir kere de, Resulullaha yolda birinin oğlu
kelp/köpek dedi. Resulullah ona seni kelpler yiyecek diyerek ona buyurdu. Sonra o oğlan
hanesine gidip ana ve babasına bunu söyledi.
Onlar da, vallahi mademki
Muhammed öyle demiş seni kelpler yiyecektir dediler.
Çünkü Resulullahın sözü çıktığını bilirler idi. Sonra oğlan bir mesire/gezinti yerine gitmiş idi. Orada bir kurt geldi bunu tutup
başını kopardı.
İşte ol vakit müşrikin daha inada düşüp bu kuyuyu
tertip ettiler. Resulullah Ebucehil lâini kuyudan çıkardığı vakit, yine iman
teklif etti. Ebucehil; ah nice/nasıl bizim çocuklara iman ederiz dedi.
Hasmını da bir gözet var mı sana bir hilesi
Bihod olandan sakın kim sahibi Huda’dır
Yaprağı yer dûdu’l-kazz güle güle dut ağlar
Yaprağını dut bulur dûtun sonu fenadır
Dûdu’l-kazz’ın askeri her ne kadar çok ise
Beyzâya girince ol asker ana gıdadır
Çamurda sen Mısri’yi çok gördükçe basma kim
Mazluma sen kıyarsın Allah sana kıyadır
----------------------------------------------------------------------------------
(54)
Bu halvete
bakma güzaf Zevk u sefa
halvettedir Halvetle kıl içini saf Nur
u ziya halvettedir.
Halvet üç kısımdır: Şeriat
ta halvet, Tarikat
ta halvet, Hakikat
te halvet. Şeriat te halvet; Ramazanı
şerif ayının son on gününde
yapılan itikâftır.
(camide
çadır içinde on gün durmaktır) Buna
şart,
cami olmak ve ol camide cemaat bulunmaktır. Ve özürsüz dışarıya
çıkmamak şarttır. Özrü ne gibidir mesela; bir cenaze gelir veya ekmek almak için, böyle özürler vukuunda
çadırın dışına çıkması cazidir. Ve o camide oturacağı yeri sarmak Çadıra dönüştürmek lazımdır. Hatta Hazreti
Resulullah hasır sarmış
idi. Camiye gelen erkek veya
kadına hasır arasından elini uzatıp Resulullah dahi elini verip öperler idi. Ol
vakit Resulullah erkek ile kadını fark etmek için, yani elini öpmek isteyen
erkek yahut kadın olduğunu bilmek için kadınların tırnaklarına kına yakmak için emir buyurmuştur. Sonra bir kadın
bileğine kadar kına koydu.
Resulullahın elini öpmek için Resulullah hasırdan elini uzatınca bu yırtıcı
hayvanın pançasıdır. Yani aslan ve kaplan denilen hayvanın pançası böyledir,
diyerek yasak etmiştir.
Tarikatta
halvet, dört duvar içine girip yalnız
kalarak inziva etmektir, bu camiye mahsus değildir. Camide olur tekkede
olur kendi hanesinde/evinde olur. Her yerde olur.
Ve erbaine/kırk güne de mahsus
değildir. Sair/diğer vakitte de olur.
Hazreti Peygamber, zati zahiresini (kendi
azığını yiyeceğini) alıp hira dağında bir mağara içinde onbeşgün,
onyedigün ve daha ziyade (fazla gün) halvet
ederdi. Hatta ehli tarikin halvete senetleri (delilleri)
de budur.
Hakikatte halvet
ise; fenayi efal, fenayi sıfat, fenayi vücut etmektir. Ol vakit Hak’tan
gayri kalır mı, kalmaz. Bu mevcudatın vücudu
Hakkın vücududur. Bu âlemde
Hak’tan gayri mevcut yoktur. İsmail Hakkı Kaddesallahu sırre
Muhemmediyeyi şerifte bizim halvetimiz cilvettedir, demiş. Sonra bize şıh sofu Abdullah Efendi sual etti. İsmail
Hakkı Muhammediyeyi şerifte bizim
halvetimiz
cilvettedir demiş. Bu nasıl olur. Biz dahi cevap verdik, evet asıl halvet cilvette
(görünenler varlıklar içinde) olur. Yoksa
dört duvar içinde tenhada
olmaz. İşte zevk ve sefa halvette böyle olur.
Ve bu halvete hakaret
ile bakma. Halvetle
içini kıl saf. Yani kalbini
halvet eyle.
Şirkten tasfiye eyle (arındır). Ol vakit kalbinde
nuru Hüda tulüğ eder/doğar.
Nefsini sana
bildirir Ölmezden evvel öldürür Yokluk yolunu duygurur Fakr u fena halvettedir
Mutu kalble ente mutu / ölmeden evel ölün hadisi şerifine işarettir. Öyle ya halvet fakru fenayı
müstelzimdir/gerektirir. Çünkü ehli
halvetin efali ve sıfatı ve zatı, efal sıfat ve zat Hak’ta faniyedir. Ve ehli
hakikatin riyazatı/perhizi,
Ramazanı şerifte 30 gün saim olmaktır. Yani oruçlu olmaktır.
Derya olup durmaz coşar Talazlanıp baştan aşar Kendüzünü
bilmez şaşar Aşk-ı Hüda halvettedir
Hakk’ın esması 3 kısımdır; Zevahir, halukun, bariun,
musavvirun, azizun, cebbar/Allah’ın
güzel isimleri gibi. Ve biri kinayet,
vellezi/o kimse gibi. Ve biri de
mezmurat hüve/O, ente/sen, ene/ben gibi. Bunların kâffesi/hepsi esmai
ilahiyedendir/Allah’ın
isimlerindendir.
Ulemai zahir, hüve’ye
isme işarettir derler.
Halbûki hüve esmai ilahiyedendir.
Ve gaybi mutlakaya delalet eder. Ve makamı gaybı
mutlak hüviyet, makamı ehadiyetten daha ziyade alâ dır.
Encüm ile şems
ü kamer Ateşlere düşmüş yanar Yer oturup
gökler döner Arz u sema
halvettedir.
Nücum/yıldızlar ve şems/güneş ve
kamer/ay ateşlere düşmüş yanar demek, devran eder demektir. Mısri
efendi yer oturup demiş, yerin devranı görülmediği itibariyledir. Yoksa yer de
hareket eder. Velâkin yerin hareketi devriyedir. Göklerin hareketi hareketi ufkiyedir. Arz ve sema
halvettedir. Çünkü onlar dahi Hak’tır.
Aç gözün
ibretle bak Birdir kamu yakın
ırak
Deprenmez olup dil ve dudak
Vasl-ı lika halvettedir
Yakında
da olanın,
ırakta/uzakta da olanın vücudu Hak değimlidir?
Evet, her şey vücudu
Hak’tır.
Firkatte vuslat isteyen Mihnette rahat isteyen Vuslatta işret isteyen
İyş-i beka halvettedir
Terket Niyazi
sen seni Bir eyle gel can u teni Duyam diyen Hak sırrını
Sırr-ı Hüda halvettedir
Ruh dört kısımdır; Evvelki ruh-u cemadi/toprak
ruhudur ki, ruhu leş olan bedeni
vücuda derler. İşte cemadatın vücudu onların olduğu gibi duruşma
yani durmasıdır (İşte
cemadatın/toprağın vücudu durağandır).
İkinci ruh-u nebati/bitki de ruh-u cemadi dahi var. Ruh-u
nebat büyür, büyümesi var fakat o nebatı kesmiş olsan ruhu nebatiyesi gider.
Çünkü neşvu neması (büyümesi
gelişmesi) kalmaz. Ancak ruhu cemadiyesi kalır. Demek olur ki nebadat da
iki ruh var. Biri ruhu nebati, biri ruhu cemadi.
Üçüncü: Ruhu hayvani ki, cismi tam hissas (Cisminde Hisleri/duyuları vardır). Yani ruh-u hayvani
de üç ruh var. Biri ruhu cemadiyesi ki cismidir. Biri ruhu nebatiyesi ki hayvan
da büyür. Biri ruhu hayvaniyesi ki hissi/duyuları
var.
Dördüncüsü: Ruh-u insani ki, cismi tam hissas
mütaharrik bil irade (Cismi, yani
Bedeni Hislerin/duyuların hepsiyle isteyerek hareket eder). Yani ruhu insani de dört ruh var.
Biri ruhu cemadiyesi, biri ruhu nebatiyesi, biri ruhu hayvaniyesi, biri ruhu
insaniyesi ki bu kuvveyi zihniyesidir. Bu ruhların kâffesi/tümü Hakkın’dır.
İşte Mısri efendinin terk et Niyazi
sen seni, bir eyle can ve teni dediği
budur. Çünkü
insan öldüğü vakit ruhu insani ruhu hayvani ve ruhu nebatiyesi çıkar. Ruhu
cemadisi kalır. O kalıptır. Amma ha
taş ha o ruhu cemadi. Çünkü müsavidir. İşte ruhu insaninin meskeni olduğuna
ikramen ve tekrimen ve tazimen teçhiz ve tekvin ederler. (Çünkü İnsan öldüğü vakit insani ruhu,
hayvani ruhu, nebati ruhu bedenden çıkar. Bir ruhu cemadi olan cesedi kalır ki, o da aynı bir taş veya
toprak gibidir. Ruhu insan orada
barındığı için, ruhu insana hürmeten o cesedi yıkarlar kefenlerler) Ve
namazını kılıp defnederler. İşte sırrı hüda halvettedir demek tevhittedir
demektir.
![]() |
(55)
Oldu yüzün Subhu
senin ey nigâr İnfecere yenfeceru inficâr
Kalmadı bu dilde seni göreli
İstabere yestaberu istibar
Lûtfedip etme beni bin cevr ile
İhtebere yehteberu ihtibar
Sana atâlar yaraşur bendene İftekare yeftekaru iftikar
Mısri’nin her şeyi yolunda
olur İhteşere yenteşeru intişar
Sende çü cem oldu hüsün şivesi İktesere yekteseru iktisar
Yetmiş sekize
vardı yaş eyledin İhtiyare yehteyeru ihtiyar
Etme Niyazi
gedai medet İntezere yentezeru intizar
Mısri efendi yetmişsekiz yaşında iken vefat etti. Rahmetullahitaala
aleyhi demek, şeyhül ekber kaddesallahu sırrehül ezher hazretleri de yetmişsekiz yaşında iken vefat
etmiştir.
![]() |
(56)
Ya Rab bize ihsan et
Vuslat yolunu göster Surette koma can et Uzlet yolunu göster
Eyledi heva
garet Oldu işimiz âdet Dergâhın ulu gayet
Kudret yolunu
göster
Nefsimi hevadan kes Kalbimi
riyadan kes Meylimi sivadan kes Halvet yolunu göster
Candan sana
tâlip kıl Her taata râgıp kıl Bir
pire musâhib kıl Hizmet yolunu gösterr
Yani pirden murad mürşidi kâmildir. Hakkı bulman pek kolaydır. Velâkin
Hakkı bulduran mürşidi kâmili bulmak muhaldir/zordur. Çünkü o Kimya gibidir. Bulması
belki kimyadan daha güçtür.
Talim edip
esmâyı Bildir bize eşyâyı Duymaya ev ednâyı Hikmet yolunu göster.
Esmadan murad taayunattır (belirenler,
aşikâr olanlardır). Sureyi nücumda (Sümmedena
fetedella kabe kavseyni evedna / sonra
iyice yaklaştı sarktı o kadar ki iki yay arası kadar hatta daha yakın oldu.
Necm-8,9) ayetine işarettir.
‘Dena’ seyri illallaha işarettir.
Yani fenayı efal fenayı sıfat fenayı zat uruç
makamatı. ‘Tedella’ nüzul yani rücu
makamatı. Cem, Hazretül Cem. ‘Kabe
kavseyn’, Cemmülcem. ‘Ev edna’ ehadiyet
makamıdır.
Çünkü fenayı
efal fenayı sıfat fenayı vücut, bunlar
fena makamatı. Bekayı zat
bekayı sıfat bekayı efal, beka makamatıdır.
Fena ile beka iki kavistir, Cemmülcem de birleşir. Ev edna ise ehadiyet makamıdır.
Hâr içre biter Gülzâr Zâr içre doğar envâr Her şeyde tecellin var Rüyet yolunu göster
Şu kim ola vuslette Halvet bula cilvette Bu Mısri’ye kesrette
Vahdet yolunu göster.
------------------------------------------------------------------------------------
(57)
Bilenler vech-i
cananı bu cism u canı neylerler
Görünse şemsin envârı meh-i tâbânı neylerler
Bugünkü cennet-i irfane dâhil olsalar uşşak Yarın ki va’d olan hûri veya gılmanı neylerler
Surei rahmanda mezkûr dört cennet, cennetül amal/amel cenneti olup avamı müminine mahsustur. Orada huri gılman/hizmetliler, esmar/meyveler yiyecekler, aksar/kasırlar köşkler ile telezzüz ederler/lezzetlenirler.
Cennetler sekizdir.
İşte dördü cennetül amal ki avamı müminine mahsustur. Dördü de irfan cenneti olup ehli tevhide
mahsustur. Orada öyle huri gılman yemiş kasır/köşk vesair ile telezzüz/lezzetlenme yoktur. Telezzüzü
nefsiye/nefsin lezzetlenmesini istedikleri
vakit cennetül amala tenezzül ederler/inerler.
Zira anların telezzüzü/lezzetlenmeleri
cemali ilahiledir. Resulullah S.A.V.ın makamı da oradadır ki, o cennetül vesiledir.
Ve bir rivayette ehli tevhit
dahi cennetül amala/amel cennetine dâhil olurlar. Velâkin cemali
ilahi ile orada dahi telezzüz ederler/lezzetlenirler.
Meskenleri cennetül amalde de olabilir. Velâkin rivayeti evveliye/önceki rivayet, meskenleri yukarı
cennetler olup telezzüzü nefsiyeleri için istek ettikleri vakit tenezzül
ederler/inerler. Ve yine makamlarına
uruç ederler/yükselirler. Şimdi
bugün cenetül irfana dâhil olan bir âşık, cinanı suveriyeye/suret cennetlerine, oradaki huri gılmana kulak asarmı, asmazlar.
Bugün âmâ olan yarın
dahi âmâ olur elbet
Aça gör can gözün kim bi-basar dânâyı neylerler
Bugün âmâ/kör olan yarın dahi âmâ olur ve âmâdan
beter olur. Çünkü âmâ (gözü görmeyen)
şemsin/güneşin hararetinden/sıcaklığından şemsin tuluunu/Doğmasını) hisseder. Velâkin, didei batını âmâ/mânâ
gözü kör olan, şemsi zatı hiçbir
vechile hissedemez.
Süluk ehline insan sohbetin bulmakdürür maksut O sohbet kim bulunsa sohbet-i hayvanı neyler
Süluk ehline, insan
yani mürşidi kâmil sohbetini bulmaktır maksut/amaç. O sohbeti bulduktan sonra, hayvan gibi olanın
sohbetini neylerler. Ve ne fayda görür, belki
zarar görür.
Gönül duymazsa
vicdan ile Allah’ı
hakikatçe Mücerret dildeki ilmi veya irfanı neylerler
Mürşidi
Kâmilden seyri süluk görmemiş ve gönül vicdanı ile Hakkı duymamış
olanın, kitaplarda gördüğü, dil ile söylediği ilim veyahut irfanın ne faydası
vardır.
Ne hâsıl şol ibadetten riya ve ucup ola anda
Gider şirki
gönülden Hakka kim tuğyanı neylerler
Salat-ı ehli
irfan kıblesidir seme vechullah O veche kul olanlar tâat-ı noksanı neylerler
Ehli irfan salâtının/namazının
kıblesi ‘semmevechullahtır’ / orası Allah
yüzüdür. Bakara-115) Çünkü
arifibillâh nereye teveccüh
ederse/dönerse Hakkı müşahade
eder. Bu âlemde Hak’tan gayrı var mı, yoktur. Zahiren beyti şerif/Kâbe semtine teveccüh ettiğimiz/dönmemiz
bir emri ilahiden ötürüdür. Velâkin secde orayamıdır, değildir. Ehli irfan, Kalbini Hakka secdeden
ebediyen baş kaldırmaz. Çünkü
iş kalbin secde etmesidir. Kalp bir kere secde
ettimi bir daha secdeden başını kaldırmaz.
Kalıbın secdesi gibi değildir.
Niyazi küntü
kenz’in sırrını kendinde
duydunsa Süleyman tahtını ya hikmet-i lokman’ı
neylerler
-------------------------------------------------------------------------------------------
(58)
Erimiz erdir
Pirimiz pirdir Karemiz nurdur Yerimiz Tûrdur
Çünkü Hz.Musa tur dağında Haktaala hazretleri ile mukaleme ettiği gibi
(kelâm edip konuştuğu gibi),
muvahit olan bir kul her yerde
cenabı Haktaala hazretleri ile mukaleme eder demektir. Her bir ehli tevhit, tur’dur.
İsteyen yâri
İzlesin piri Pirden ayrılan Hak’dan ayrudur
Pirdir envârım
Hak’tır etvârım Düşmanım bi-şek Hak’dan ol dûrdur
Şol ki süfyani Arttı tuğyani Oldu şeytani
Bir gözü kördür
Burada işaret var ki süfyanın
oğlu yezid, ehli beyti şehit etti. Zamanı saltanatında yezid ferman
yazdı. Fermanında Karındaşı kız
karındaşını almak caizdir/Oğlan kerdeşin kız kardeşiyle evlanmesi
uygundur, dedi. Hangi ülema caiz/uygun
değildir derse katleder/öldürür.
Ve ehli beyte kim muhabbet ederse onu dahi katledin/öldürün derdi.
İşte Mısri Efendi onu söyler.
Azdırır halkı
Bezdirir Hakkı Kizbi çok Sıtkı Binde bir yoktur.
Hakk’a kul ol kul Olasın makbul Dil müslümanı Şahid-i
zordur.
Mısri’nin
dinde İzzeti zinde Cümle milletten
Hamzevi hordur.
Hamzevi; bu zat ehli tevhittir,
hatta kendisi Bosnalı Hamza ağadır. Füsus şarihinin (Muhiddin arabi Hz.nin
Füsüsul hikem adlı kitabını açıklayanın) müritlerinden idi. Bunun
İstanbulda epeyce müritleri vardı. Velâkin ol vakit İstanbul üleması gayet
mutassıp (Bağnaz, tutucu) idi ve Bunları hor görürler idi. Mısri
efendi ona göre söylemiştir. Hatta bir takımı
hamzevilerden gizlenir idi. Hamzevilerden idrisi
muhtevi var idi ki muhtevi denildiğine sebep, Ali beynami ile
dersaadette/İstanbulda oturduğundan
ötürüdür.
![]() |
(59)
Hazret-i İsâ inip gökten tamam
etti zuhûr
Ger sen idrâk eylemezsen bil ki sendedir
kusûr
Hz. İsa teşbiheye davet eder idi. Yani makamı cem’e. Hz. Musa tenzihe
davet eder idi. Yani makamı Hazretül Cem’e. Çünkü kavmi ehli teşbihe idi. İşte
her vakitte her nebinin meşrep ve meşhedinde adam vardır. İşte hazreti İsa’dan
murad, makamı cem sahibidir demektir.
Dirilip acb-i zeneb
hem cümle mevtâ serteser
Na’ra-i İsrafil oldu cümleye çalındı sûr
Acb-ı zeneb; kuyruk kemiği demektir. Çünkü kıyametten
sonra kırk gün mai hayat/hayat suyu nuzül
edip/yağıp, kuyruk kemiğinden insanlar
nebat/bitki gibi kabrinden doğrulsa gerektir.
Bir kabirden
bin Muhammed her birisi yüz bin
Baş olup gitti önünce zalike yevmü’n nüşûr)
Yani bir kabirden bin Muhammed demek, Muhammed yüzünden bin kişi zahir
olur. Çünkü dedik ya İsa meşrebinde olana İseviyun derler. Hz. Musa meşrebinde
olana Museviyun derler. Muhammedin meşrebinde olana Muhammediyun derler. İşte
bir kabirden bin Muhammediyun çıkar.
Enbiyanın
âsuman-ı Hak gibidir sözleri Evliyanın sözleri tezyindürür etme gurûr
Mısri’yâ her sözünü Hak’dan işit hak söyle kim
Ric’at ile baksalar da görmeye kimse fütûr
Enbiyanın sözlerini evliya
tezyin eder/süsler. Futur; noksansız demektir.
Yani katma değil tamam demektir.
![]() |
(60)
Nice bir mekr ü hiyel nekbeti
Deccal nice bir Nice
bir ey dini yok mezhabi yok dâl nice bir
Nice bir adli katil, fitneyi
ihya edesin
Beni öldür sunayım boynumu
gel çal nice bir
Hâkim-i şer-i
dahi kendine uydurdun ise Hâkimin hükmü yeter fitne ile âl nice bir
Hâzırım ben
hünerin var ise gel görüşelim Ledün ilmi okuyan
gönlünü gel sal nice bir
Şerr-i Deccal’ı
defi mümkün ola mı söz ile
Mısriyâ var ise halin o yeter kal nice bir
Kaalallahutaala
(surei Maide Ayet- 32 Min eclizalike
ketebna ala beni israile ennehu men
katele nefse bigayri nefsin ev fesadin fil ardi feke ennema katelennese cemia
vemen ahyaha fekennema ahyennase cemia velekad caethüm rusülüna bilbeyyinatı
sümme inne kesiren minhüm bade zalike fil ardi lemüsrifun. Manayı şerifi:
yani ‘biz beni israile tevratta yazdık’. Çünkü
Tevrat öyle kuran gibi ayet ayet nazil olmadı. Bütün zeberceden dokuz lev
üzerine yazılı idi işte, ‘tevratta yazdık
ki herkim birini bigayri hakkın / haksız yere katleder ise keenne cemi nası
/ tüm
insanları katletmiş gibi günahkâr olur. Ve her kim birbirini ihya ederse keenne
cemi nası ihya etmiş / tüm insanları diriltmiş gibi sevapkar
olur’.
Kaatil iki türlüdür: Biri katli süveri (suret
katili) olur. Biri de katli
manevi (manevi
katil) olur. Katli süveri, sureta katl olunan gibidir. Katli
manevi ise; bir adam Hak
yolunda giderken bir dale (doğruluktan
saptırana) rasgelir. O dale
bu adama der ki, gel buraya nedir bu ibadet ve nedir bu namaz ve nedir bu oruç
vesaire. Vazgeç bunları bırak der ve onu kandırır. Ve işte böylelikle
onun kalbini öldürür. O dale ki keenne cemi nası/tüm insaları katletmiş gibi günahkâr olur.
Ve biri de sofu adam görür ki,
bir dalle/sapık dalalet/sapkınlık yoluna gider. Ve O sofu
adam dalleye der, gel buraya niçin böyle yaparsın. Cenabı Hak böyle
buyurmuş. Resulullah efendimiz şöyle buyurmuş. Böyle yap şöyle ibadet kıl der.
O dalle/sapık dahi bu tembiheten Hak yolunu tutar. İşte
o sofu adam keenne cemi nası
ihya etmiş/tüm insanları diriltmiş kadar
sevaba nail olur. Hatta Şeyhülekber füsusta der ki, bir adam bir adamı dine müteallik (Dine ait) bir mesele talim etse/öğretse, cemi nası ihya etmiş/tüm insanlığı diriltmiş gibi
sevaba nail olur.
![]() |
(61)
Ateş-i
hicrinle can durmaz figana başlar Kaynayıp akar ol ateşle gözümden
yaşlar
Zerresi zahir olaydı
ger beni yakan odun
Âlemi uctan uca yaka idi hep ateşler
Harfa savte
dokunaydı bu iniltim
şemmesi İnler idi yer ve gök dağlar ile hep taşlar
Ateşim yasım iniltim
can içinde gizlidir Zahirimde yok içimde hâsıl oldu yaşlar
Bikesim bu
âlem içre sırrıma yok mahremim Bilmedi derdim benim
ne kavm u ne kardaşlar
Halime haldaş olup hem sırrıma
sırdaş olan Cümle dağıldı
başımdan kalmadı haldaşlar
Mahv-ı sırfe düştü çün dil bunda
ben oldum garip Yalnız kaldım tükendi kalmadı
yoldaşlar
Vech-i mutlak günde yüzbin çehreden
yüz gösterir Yerde göğde anı
yazar cümle-i nakkaşlar
Nicesi tâkat getirsin
ona karşı Mısri kim
Adın işitmekle düştü halka bu savaşlar
Bu bahri; Niyazi Efendi
Üsküdarda otururken Üsküdar
halkının ekserisi hüdayi Mahmut efendi dergâhı nın dervişleri olduğundan, Mısri efendiyi
onamazlar idi (tasvib etmezlerdi). Ve yanına
gitmezlerdi. Nihayet Niyazi Mısri Hz. sarf
ve nahv (dilbilgisi) okutmağa
başladı. Çünkü Hüdayi Efendi Dergâhının şeyhi
ile araları zıt idi. Münakaşaları pek çok idi, onu beyan
eder.
![]() |
(62)
Sıyup bin pare
eden şişe-i kalbi celâlindir Yine her paresinden görüne ruy-ı cemâlindir
Yani kalbe tecelliyat celaliyen lâyenkatidir/Kalbe gelen celâl tecelliler kesilmeksizin, aralıksızdır. Fakat yine her bir tecellisinde ruyi cemalin/cemâl yüzün
görünür
Anın çün tiğini çeşmin demâdem eksik etmez kim Yorulup yolda kalmaya o kim azm-i
visalindir
Nicesi baksın etrafa
ya ahkafa yahut kafa
Şu Anka kim anın gönlü nazargâh-ı hayâlindir
Etraf taraflar, dağ tepeler kaf, kaf dağı demektir. Şimdi ehli zâhir
indinde bu âlemin vücudu başka, Hakk’ın vücudu başkadır. Yani âlemin de Hakk’ın vücudundan gayri vücudu müstakilesi vardır. Ehli tarik indinde
ise yoktur. Bu âlemin vücudu, vücudu zilli ve
hayâlidir. Bu halkın
vücudu Hakk’ın vücudunun
zıllidir/gölgesidir. Meselâ bir adamın şemsin nurundan/güneşin
aaydınlğından gölgesi yere akseder. İşte
zilden/gölgeden o adamın sarıklımı feslimi sakallımı olduğu anlaşılır.
İşte bu âlemde Hakkın öyle vücudunun zıllidir/gölgesidir. Âlemin vücudu müstakilesi yoktur. Mısri Efendinin hayalindir demesi bu
kavle/inanca göredir.
Amma ehli
hakikat indinde vücut vücudu ilahidir. Vücudu ilahiden gayri vücut yoktur.
Onun için Resulullah makamı ehadiyetin bil isale/bizzat sahibi
olduğundan zılli/gölgesi yok
idi. Yani gölgesi yere düşmezdi.
Bulunmaz lamekânidir bilinmez binişanidir Hemin ancak sana kuldur
senin ehl ü ıyâlindir
Hakkın mekânı
yoktur. Nişanı dahi yoktur ki nişanından bulasın ve mekânında göresin.
Hemin ancak sana bir kuldur
senin ehlü ayalindir demek;
cenabı
Hak kendi kendine söyler, yani rububiyetinden rububiyetine hizmet eder, demektir. Çünkü
cenabı Hak gaybi mutlak rubibiyetinle zahir oldu Yani hicabı rububiyetinle zahirdir. (cenabı
Hakkın sınırlanamayan hüviyeti/kimliği rububiyetinle açığa çıktığı gibi,
Kullarından perdelenmesi de rububiyetinle açığa çıkar.
Dağıldı mim sad ve ra bozuldu nispet-i
suğra
Benim bu nisbetim şimdi
ne mâhındır ne
sâlindir
Mısrinin vücudu dağıldı, yani vücudu vücudu Hak’tır. Mısrilik
kalktı.
Şimdi o Mısrilik ne ay’ın dır, ne sene’nin
dir. (Mısri Hz.leri fenafillâh olup Bekabillâha eriştiğinden,
Mısrinin ne ay ile ne de sene/yıl ile ölçülmekle yaşı bilnir.)
![]() |
(63)
Kim ki aşkın dârına
berdâr olur Cümle uşşak içre
ol serdâr olur
Yani herkim ki senin yolunda
can verir ise, o kimse
cümle âşıkların içinde serdar/baş tacı, önder olur.
Bunda uşşakı yakan od
akıbet Nâr-ı İbrahim gibi gülzâr olur
Bunda âşıkları yakan ateş, İbrahim aleyhisselamın ateşi gibi akıbet/nihayetinde
gülistan/gülbahçesi olur. Çünkü nemrut aleyhillane İbrahim aleyhisselam için o
kadar büyük ateş yaktı ki, bir mil, yani 4000
adım mesafeden ziyade o ateşe tekarrup olunamazdı/yaklaşılamazdı.
Sonra şeytanın
talimi üzere mancınık
ile Hz. İbrahimi
ateşe attı. Dürbünle
baktı.
Hz. İbrahim ateş içinde biri ile oturmuş
muhabbet eder gördü.
Çünkü Hz.
İbrahimi sandık
içine koymuş idi. Sandık yanmış
Hz. İbrahim yanmamış. İşte aşıkı dahi yakan ateş gülzâr/gülbahçesi olur.
Bak ahirette sırat,
cehennem üstünde kurulacak. Ya mümin üstüne
bindiği
gibi cehennem
nida edecek; Çabucak geç ya mümin, zira senin nurun benim narımı/ateşimi söndürecek,
der.
Bunda ağyar kesretinden kurtulan Vahdet illerinde vasl-ı yâr olur
Korkma tâmudan
eğer âşık isen Bülbül olanın yeri Gülizâr olur
Cennet-i
irfana dahil olanın Kande baksa gördüğü
didâr olur
Gözsüz olanlar
o yüzü göremez Anı gören hep ulü’l-ebsâr olur
Hakkın yüzünü
gözsüz olanlar göremez. Yani kâlp gözü kör olanlar
göremez. Onu basiret sahipleri görür.
Dünyanın lezzâtına aldanma kim Bir gün ola cümle
zehr-i mâr olur
Yani ey kişi, sen bu dünyanın lezzetine aldanma. Zira birgün olur ki o
dünyanın lezzeti sana yılan zehiri olur. Zira ehli dünya olan, gerek kabirde ve
gerek âlemi ahirette yılan suretleriyle muazzap olacaktır/azab görecektir.
Sen gerekse ol
cihanda padişah Bir beş on günde o tarümâr olur
Tac u ve tahtı kulluğuna ol şehin
Verir isen devletin tekrâr olur
Ger kabul oldunsa şah oldun ebed Kande böyle assılı bâzâr olur
İbrahim ibni Ethem,
tac ve tahtını terkedüp ebedi devlete vasıl oldu.
Çünkü batın devletliğinin zahir devleti bir şemmesidir/kokusudur. Yani onun yanında hiç bir şey değildir.
İlla tac u tahta olmaz vasl-ı
yâr Adet oldur ana can isâr olur
Kim ki kendin yoğ ederse Mısriyâ Yokluğun tâ gayetinde var olur
---------------------------------------------------------------------------------------------
(64)
Rumuz-ı enbiyâyı vakıf-ı
esrar olandan sor
Ene’l Hak sırrını candan
geçüp berdâr olandan
sor
Enbiyanın rumuzunu vakıfı
esrar olandan sor demek: Çünkü Hz.Ömer radıyallahu taala anha buyurmuştur k; Resulullah Ebubekir Sıddık Hazretleri
ile muhabbet ederlerken bulunmuştur, Arapça
söz söylerler iken güya ki arap lisanından aşina değilim gibi anlamaz idim. Hz.
Ebubekirin makamı sıdkiyet. Hz. Ömer
vesair ashap Hz. Resulullahın vefatından sonra o makama vasıl oldular. Hz.
Ebubekir makamı sıtkıyete Medinei Münevvereye hicret etmek üzere Resulullah ile Mekkeden
hafiyen/gizlice çıkıp kırda bir mağarada ihtifa ettiler/gizlendiler. Ebubekirin çobanı akşam sabah oraya koyunları
getirir sağar tenavül buyurulmak (beslenmek) üzere onlara süt verirdi. Ol vakit
beklenüp hecinler (develerle müşrikler) geldiğinde Ebubekirin
kalbine havf/korku geldiğinde Resulullah keşfetti. Kalallahutaala; ela tenzuruu fekad nasara ullahu iz
ahrecehüllezine keferü saniyesneyni izhüma filgari izyegulu lisahibihi lar
tahzen innellahe meane fe enzelallahü sekinetehü aleyhi ve
eyyedeubicünudin lem teravha cevveala kelimetellzine
keferrussufia ve kelimatullahi hiyel ulya vallahu azizünhakim / Eğer siz
ona yardım etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım
etmişti. Hani küfredenler onu
iki kişinin ikincisi olarak yurdundan
çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir sırada
arkadaşına şöyle
diyordu: "Tasalanma, Allah bizimle." Bunun üzerine Allah ona sükûnet indirmiş
ve kendisini sizin
görmediğiniz ordularla desteklemişti de küfre
sapanların sözünü
sefil kılıp alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise yüce olanın ta kendisidir. Allah
Azîz'dir, Hakîm'dir.
Tevbe-40)
İşte ol zaman Ebubekir sıdık Hz.lerine makamı
sıtkıyet telkin olundu.
Makamı velayet;
halk ile olduğu
vakit halk ile Hak
ile olduğu vakit Hak ile olmaktır.
Makamı sıtkıyet; yalnız
Hak ile olmak,
halk ile olmamaktır.
Makamı karabet; ki makamı
sıtkıyeden âlâdır, hem Hak ile hem halk ile olmaktır.
Beyazidi Bestaminin otuz sene Hak ile tekellüm ettim/konuştum, halk
zannederlerdi onlar ile mukalame ederdim/konuşurum. Buyurduğu makamı sıtkıyyettendir. Hz.Ebubekir karabete hilafeti zamanında
nail oldu.
İşte Mısri Efendinin Rumuzu enbiyayı vakıfı esrar olandan sor demesi
budur. Bak iki ehli tevhit,
tevhit muhabbeti ederken
avamdan bir kimse gelse
muhabbetlerine vakıf olabilirmi
ve anlayabilirmi? Velev âlim olsun bir şey anlayamaz. Mansur enelHak dedi deyü
kitaplarda mesturdur/yazılıdır.
Halbûki Mansur kayıt ile enelHak
diyebilirmi. Mansurun mazharından enel Hak diyen Hak
değimlidir. Bu sözün mansura isnadı küfürdür. İşte Mansur sağ olsa sorarsın Enel Hak
kim dedi o bilir, ondan sor demektir.
Yürü var ehl-i tecridi alâik
ehline sorma
Anı can u cihanı
terk edip deyyâr
olandan sor
Gehi kahr u
gehi lütfun kemalin bilmek istersen Fenâ ender fenâda yoğ olup hem var olandan sor.
Ehli tecridi alaik ehline
sorma, Alaik ehli bilirmi, bilemez. Onu yine ehli tecrit bilir
(Nisbet varlıklarından soyunmuş olanın
ahvalini, varlığı kendine nisbet edenlere sorma, onların ahvalini nisbet
varlığından soyunanlar bilir). Yani
Can ve cihanı terk etmeyi, can ve
cihanı terketmiş
olanlar bilir. Yani onlardan sor demektir. Fenayı da bilen, fena olup beka
bulan bilir.
Dilâ bu Mantıku’t-Tayr’ı fesahat ehli anlamaz Anı ancak ya Attar
u yahut tayyar olandan sor
Kuşdilini
fesahat ehli anlamaz. (kuşdili olan tavhid sözü, düzgün kibar
konuşmayla anlaşılmaz) Onu şıh/şeyh attardan, yani şıh attarın
mantıkkuttayr namında tevhide
dair bir kitabı
var. İşte o kitabı
şıh/şeyh attardan sor demektir.
Bu kinayeli bir kelamdır. Bir de mantıkuttayr kuş lisanı itibar olunur ise onu
uçandan, yani kuş olandan sor demektir. Çünkü kuş lisanıdır onu yine kuş olan
bilir ((tevhid lisanıdır ve onu yine
ehli tevhid olanlar bilir).
Anadan doğma gözsüzler
kemâhı görmez eşyayı Niyazi vech-i dildârı ulü’l ebsâr olandan
sor
Bu ne gibidir; Anadan gözsüz olan eşyayı görürmü.
Mesela kırmızı veya
karadır. Bu filan renktedir, bilirmi? Hayır bilmez. Onu gözlü
olan ve gören
bilir. Kezalik/buna göre didei batını (Manâ gözü) kör olan vechi
mahbubu/sevgilinin
yüzünü görürmü, göremez.
Yine onu basiret
sahibi olandan sor.
![]() |
(65)
Halk içre bir ayineyim herkes
bakar bir an görür
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür
Şol cahil ü
nâdanı gör örter Hakk’ı inkâr edüp Kâmil olan kâmillerin her bir sözün bürhan görür
Cahilin Hakkı
örtüp inkâr etmesi şunun gibidir ki, mesela, padişah tebdili kıyafet ederek/değişik kıyafet
giyerek çarşı ve pazarda gezer. Onu herkes görür velâkin padişah olduğunu
kimse bilmez. Amma padişahı yakınen tanıyanlar bilir.
Tanımayan görür velâkin bilmez. İşte Hak’da böyledir. Hakkı tanıyan Hakkı hem
görür hem de bilir. Velâkin tanımayan cahil Hakk’ı
görür amma bilmez. Şimdi o tebdil kıyafet edip görülen padişah olduğunu
bilmeyen cahile padişahı nasıl
anlatabilirsin. Böyle bu kılık
kıyafette padişah olur mu? Bu
padişah değildir diyerek inkâr eder.
Medh ile zemmi
âlemin kıymette bir hardaldürür Hâr odürur harmanda
ol buğdayı kor saman görür
Yani merkep/eşek bir harmana
girse buğdaya bakmaz. Her nerede daha büyük
yakın saman görürse oraya koşar.
Tuttu rikâbın
arifin nice salâtin-i evvel Kâmil olan sultanı
gör dervişi ol sultan görür
Şeyhül ekber Muhiddin Arabi Hz.leri zamanında
bulunan Bağdat, Konya ve Endülüs ve sairenin/diğerlerinin padişahları onun müritleri idi. Onlara gidip ders
okutur idi. Ve hep bu padişahlar rikabında yürür idi (onun makamına saygı ve hürmetle huzuruna giderlerdi).
Ve bu padişahlar tarafından ona her
an atiyeler/hediyeler gelir
idi. Ve hatta Şam padişahı Şeyhül ekbere
ol vaktin parasıyla
yüzbin kuruşa bir konak aldı ve ona hediye etti. Bir gün bir fakir geldi şey’enillah (yardım et) ya şıh dedi, şeyhül
ekberin ona verecek Akçası/parası bulunmadı ve çıkardı o konağın hüccetin verdi/konağın tapusunu o fakire verdi.
Dervişi Hak
yakmış iken anı yakan sultana bak Hammam içinde dilberi
görmez gözü külhan görür
Dedi ulular
levn-i mâ levn-i ma’dır şüphesiz Kana boyanmış
göz hemin Nil ü Fırat’ı
kan görür
Cünydi
Bağdadiye Hak nicedir/nasıldır sual etmişler. Ve
o da buyurmuş; ‘Levnil ma e levnil
ene’. Yani, suyun nefsül emirde
rengi yoktur. ‘Suyun rengi kabın
rengidir’. Mesela bardak mavi ise suyun rengi de mavi görünür. Yeşil ise yeşil,
kara ise kara,
sarı ise sarı,
kırmızı ise kırmızı
görünür. Hatta şeyhül ekber bu cevabı gayet beğenip füsusa bile derc/kayıt etmiştir.
Kana boyanmış göz hemin nil fırat
nehirlerini kan görür. Halbûki nil Fırat dedikleri nehirler kan mıdır?
Yok, hayır kan değildir. Ancak onun gözünde
olan kan, o nehirleri kan
gösterir.
Ol dilberin
Mehdi adı sükkerdürür halka tadı Mısri çeker bu mihneti ol rahatı Rahman
görür
--------------------------------------------------------------------------------------------
(66)
Esicek bâd-ı sabâ aklıma
san şane değer Zira ol esrar-ı dil zülf-ü perişane
değer
Yani, badı saba dedikleri doğu rüzgârı, bundan
murad/maksat mezahirden/mazharlardan zatı aliyyenin
zuhurudur/açığa çıkmasıdır.
Zülfü müşkiyle muattar
olup ol demde dimağ
Geçer andan gönüle hem yetişir câna değer
Leb ü dendanı
hevasiyle akan gözyaşının Birisi mânada bin lü’lü vü mercana değer
Gam-ı hicri ile âhı ana âşık olanın Çıkar eflake iner tâ yedi nirana
değer
Yüzünün mihrine
karşu dolaşan dürlerinin Birinin nuru nice mihr-i
dırahşana değer
Eşiğinde baş urup sıdk ayağın berk basanın
Başı Arş’a ayağı Kürsi-i Rahman’a değer
Yani ehli tevhid ki, fenai tam olup kendisinde nisbet varlıktan eser kalmazsa, onun başı arşa ayağı kürsi-i Rahmana
değer. Zira kürsten
arşa beş bin senelik yoldur.
Limenil-mülki nidâsın işiten
can kulağı Anı canından işitir
yine canana değer
Arifi billâh
olan her anda o nidayı,
yani ‘limenilmülk / Mülk kimindir’ (Mümin-16) nidasını
işidir. Yevmi ilahi an gayri münkasim her anda ‘limenilmülk’ yani ‘mülk
kimindir’? Nidasını işidir. Canından yine cananına değer. Çünkü muvahidin vücudu sıfatı efali varmı? Yok. O nidayı
yine cananına değer. Canandan nida alınır canan istima eder. (Arifi billâh olan hergün her an kesintisiz
olarak; ‘Bu gün mülk kimindir’ çağrısını/sesini işitir. Ehli tevhidin efali
sıfatı ve vücudu olmadığından, ilâhi sevgiliden gelen o çağrıyı/sesi yine
ilâhi sevgili
işitip dinler).
O nidayı işitir
men arefe vâkıf olan
Lik ol marifeti sanma her insana
değer
Bu beyitte mısrai
sanide marifet dediği,
velâkin bu marifet
sanma ki her insanda var olur, her
insanda yoktur, olmaz.
Sanma bir cezbe Niyazi ki ol dosttan yetişe Dügeli ins ile cinne olan ihsana
değer
Yani süluk
makamatı fenayı efal,
fenayı sıfat, fenayı
zat. Cezbe makamatı cem, hazretül cem, cemmül cem ki,
bu makamlara tedelli (iniş)
makamatı dahi denilir.
![]() |
(67)
Nazar kıldıkça insana gönül hayrana
dolanır Acepdir kimi Hak ister kim butlana dolanır
Nazar kıldıkça
insana gönül hayret
eder. Çünkü kimi hak/doğruluk ister ve kimi batıl/boş yalan
ister. Zira mazharı cemâl var, mazharı celâl var.
Mazharı cemâl olan hak ister. Mazharı
celâl olan batıl
ister. Cenabı Hak yalnız
cemâli ile tecelli etmiş olsa herkes mümin olur. Ol
vakit Hakkın yalnız cemâl ile mukayyet/kayıtlı olması
lâzım gelir. Ve yalnız celâli ile tecelli etse herkes kâfir olup Hakk’ın yalnız celâl ile kayıtlı olması
iktiza/icab eder.
Halbûki Hak mutlaktır
(bir tecelliyle sınırlanamaz).
Mukayyetten/kayıtlanmaktan münezzih/arınmış olmaklığı ile
cenabı Hak, kimine cemâl ve kimine celâl ile tecelli
edip, kimi mümin ve
kimi kâfir olur. Bazısı iman yolunu, bazısı kâfir
yolunu tutar.
Gel ey dertsiz kişi dervişliğe sây eyle gel bunda
Bu hal ile olursan bil işin hüsrana dolanır
Bu beyitte mısrai evvelde Mısri efendinin dediği gibi ey dertsiz kişi,
dervişliğe say eyle/Derviş olmak için çalış
emek ver. Dervişlikden murad/maksat tevhit yoludur.
Nedendir kani olmuşsun murad-ı
nefse dalmışsın İçine hırsı
almışsın işin şeytana dolanır
Yeter çalındın
ey hâce fena mülkün metâına Çok uzatma ki Azrail gelür bu cana dolanır
Gönül verme bu dünyaya başını
verme kavgaya Kazandığın amel
bir gün gelir mizana dolanır
Amel, manâda
nasıl veznolunur/ölçülüp tartılır?
Ha bu âlemde ha manâ âleminde, manâ olan ameller/işler âlemi ahirette suret bulacaktır. Mesela ameli salih (iyi doğru
işler) huri gılman,
meyve, ırmak vesair türlü namücennet/cennet nimetleri sureti ile suretlenip, ehli cennet anın
ile tenaum edecektir/nimetlenecektir. Ameli seyyie/çirkin, günah işler hayye/yılan, akrep, nâr/ateş,
vesair türlü suretlerle suretlenip ehli cehennem anın ile azap olunacak. Yeni
herkesin, bu âlemde manâ olan
ameli, o âlemde suret bulup anın ile tenaum edecek/nimetlenecek veyahut azap olunacaktır.
Binaenaleyh/bu nedenle amel veznolunur/tartılır. Çünkü âlemi
ahirette gerek ameli Salih/iyi ameller
ve gerek ameli seyyie/kötü
ameller surete girecektir/suretlenecektir.
Başu devletlü
kul oldur Hakkı’
bulmuş ola seri Gözü gönlü dil ü canı kamu subhan’a
dolanır
Cenabı Hak turisina
kenarında vadi tuvada
Hazreti Musa’ya nâr/ateş sureti ile tecelli etti. Kaalellahutaala, (Fahla na leyk inneke
bil vadil mukaddesi tuva / hemen iki nalınlarını çıkar muhakkak ki sen
mukaddes tuva vadisindesin-Taha-12) veme
dehule yani Ya Musa beni
nâr/ateş sureti ile kaydetme. Çünkü Haktaala nâr sureti ile kayıt olunur
mu? Olmaz. Sonra Hazreti Musa süphanallah dedi. Yani Yarab sen mutlaksın
mukayyet olandan münezzehsin/arınmışsın
dedi.
Niyazi kulunun ya Rab vücudu
zenbini mahv et Mülazımdır kapında ol sana ihsana
dolanır
Yani zamanı
saadette İbni Abbas
çocuk idi. Ve Hazreti Resulullah onu gayet severdi.
Hatta yanından hiç ayırmaz idi. Bir kere dayesiyle Ümreye gitti.
İbniAbbası
dahi ardına aldı. Gelirken; ya çocuk sen
vücudunu kayırma buyurudu. İbni Abbas
dahi Ya resullallah vücudum
bana kabahatmidir dedi. Ol vakit Hazreti Resulullah bu hadisi
şerifi buyurdu (vücudüke zenbün la vukasi
aleyhi zenbun ahır / vücut günahı diğer
günahlarla mukayase olunmayan bir günahtır)
İşte Mısri Efendi onu rica ederdi.
Yarab nisbeti vücudumu mahvet,
yani senin vücudunu izhar/apaçık et.
Vücut senin vücudun olduğunu bileyeim.
![]() |
(68)
Sırf içirdü
bize vahdet câmını
cânânımız Anın içün bir nefes ayılmadı
mestanımız
İşte Mısri Efendi burada
diyor, bize vahdet câmını/içkisini içirdi.
Yani vahdet câmını içtikten murad/içmektan
maksat ehadiyettir. Sair/diğer makamat sırf vahdet değildir. Cem; halk batın
Hak zahir, hem halk var hem Hak var. Hazretülcem; Hak batın halk
zahir ki makamı şeriye, burada hem Hak var hem
halk var. Cemmülcem, vahdet velâkin vahdet taksim iki kısma. Zahir batın. Yani (HÜVEL EVVEL
VEL AHİR VEZZAHİR VELBATIN (Hadid-
3) Yani
‘evvel odur ahir odur zahir de odur batın da odur’. Lakin
zahir batın lafzı/sözü var.
Ehadiyet, orda bir şey yok. Vahdet sırf, orada ikilik eseri yok.
Küfr ü iman gussasından kurtulup
yârin bugün Şol ruh ü
zülfünde bulduk küfr ile imanımız
Lutf ile dün gece geldi bize teşrif
etti yâr Adın işitirken il
oldu şükür mihmanımız
Dün gece
geldi bize demek; ol vakit öyle bir tecelli etmiş Mısri efendi hazretlerine ki, hazreti
Musaya vadi tuvada
nâr sureti ile tecelli ettiği gibi,
demektir.
Nice geldi
cânı teslim eyledik kurbanlığa Hamdü-lillah
kim kabul oldu bugün kurbanımız
Halk-ı âlem her dem okur küllü şey’in hâlikin Kendi okur daima illâ veche
subhanımız
Halkı âlem her anda okur ‘her şey helâktır’. Yani
her anda
fanidir/yokluktadır ki her bir tecelli de
fanidir. Hak subhaneütaala yine ‘illa
veche’ buyurur. Yani ‘her şey helaktır. İlla vechi sübhan
bakidir’( Kasas-88).
Bir acip hatlardürür geh yazılur geh silinir
Vech-i bâki levhi üzre dâima âyânımız
Yani hatlardan murat bu mahlükattır/yaratılanlardır. Her anda vücuda gelir, münadim/yok olur. Velâkin vechi baki’de/ebediyet yüzün’de suretlerimiz yok olmaz, daimdir demektir.
Aşinâlık arttığınca ey Niyazi dost ile
Arttı bizim vahdet içre günbegün seyrânımız
Kişinin Hakkı ile marifeti
terakki/yükseliş buldukça, bezmi vahdette/tevhid
meclisi seyranında terakki bulur. Ki,
bu terakki/ilerleme, yükseliş dünya ve ahirette kesilmez.
![]() |
(69)
Şeriatin
sözleri hakikatsiz bilinmez Hakikatın sözleri tarikatsız bulunmaz
Şeriatın
sözleri hakikatsiz bilinmez. Anın için cem, hazretülcemden mukaddemdir/öncedir. Çünkü cem makamı hakikat, hazretülcem makamı şeriat.
Hazreti Resulullah buyurmuştur. ‘la
salatlimen lime bikurae fatihatül kitab’. Hadis sahihdir, yani ‘fatihayı şerifi okumayan
için namaz yoktur’.
Hadisi sahihdir/gerçektir. Halbûki
imam ile namaz kılındığı vakit imamı azam
hazretlerinin mezhebince surei fatihayı yalnız imam okur cemaat okumaz.
Halbûki cemaatin namazları sahih/geçerli olmaması lazım gelir. İmamı
azam hakikata aşina olduğuna binaen/dolayı buyurdu. İmam ve cemaatin vücudu
vücudu vahittir/bir vücuttur.
Makamı cem, orada çünkü Hakkın vücudundan gayri vücut varmı, yoktur. İmamın
okuması cemaatin okumasıdır. Onun
için imam okur, cemaat sükût eder. Şimdi imamı azam hakikati bilmeseydi şeriatı
anlarmıydı, anlamazdı.
İmamı
Şafii, imamı azamın sözü doğrudur velâkin
hazretül cem makamı üzere cemaatin
dahi okuması lazım gelir demiştir.
Çünkü Hak batın halk zahir, anın için eimmeyi şafiye/şafi imamalar
imam okuduktan sonra
bir sekte kadar sükût eder, cemaatte okur. Sonra zammı sureyi kıraat
eder, rükûa varır.
Hakikatin
sözleri tarikatsız bulunmaz. İlim üç kısımdır; ilmel yakin, aynel yakin, Hakkel yakin. İlmel
yakin avamın ve ehli zahirin
ilmi, işte halkın
vücudu Hakkın vücuduna delildir, çünkü sanii/sanatkâr sanatından bilinir. Deve
tezeğinden adam izinden bulunur.
Yani bir adamın izini görür isen o izle gider
o adamı bulursun. Velhâsıl eserin vücudunu müessirin/eser sahibinin vücuduna delil
yaparsın. Halbûki cenabı Hak gaip/kayıp değil ki delil ile bilesin ve
bulasın. Bu ilim avam ve ehli zahire
göre güzeldir.
Aynel
yakin; bu halk Hakkın mazharlarıdır, vücudu müstakileleri yoktur.
Bu görüş ve işidişi söyleyişi
Hakkın’dır der.
Velâkin vücudu Hakka
vermez, vücudunu kıymetli tutar, bu vücut Hakkın sıfatına
mazhardır der. Bu ilim ehli tarikin ilmidir. Şimdi aynel
yakine nispetle ilmel
yakin güzelmi? Hayır,
güzel değildir.
Hakkel
yakine gelelim; Hakkel yakin ki ehli hakikatin ilmidir, vücud vücudu Hak’tır. Vücudu Hak’tan gayri vücud
yoktur. (la mevcude illa hu / Hu’dan gayrı mevcut
yoktur). Şimdi buna nispetle ilmel yakin ve aynel
yakin güzelmi hayır güzel değildir. Bir salik aynel yakine varmadan Hakkel
yakine varır mı varamaz. Yani ehli tarik ilmini görmeden ehli Hak ilmini bilir
mi, bilemez.
İşte hakikatin sözleri tarikatsız bulunmaz dediği Mısri efendinin, kişi aynel yakine
varmadan Hakkel yakine varabilirmi? Varamaz demektir.
Savm u salât u zekât günah kibrin
mahv eder Darb-ı zikir olmasa
gönül pası silinmez
Yani darbı zikir, zikri daimi
gönül pasını siler,
velev ki Şuhut ile olmasa.
Zakir/zikreden her nereye teveccüh eder/döner ise ve her ne görür ise Allah
der. Taşı görür Allah, ağaç görür Allah, insan görür Allah, hayvan görür Allah
der. Velhasıl gözü her nereye nazar ederse
ve kalbine her ne gelirse
Allah der ve
gönül pası silinir. Her ne kadar Şuhut ile zikir değilse de. Bak mevlüt
sahibi ‘allah ile olur her iş tamam’ der.
Sil gözünü
dön andan bak göresin kend’özün Hakikatin güneşi doğmuşdürür
dolanmaz
Çünkü zatı Hak doğmuştur dolanmaz.
Velâkin sen gözünü
silmediğin için göremezsin.
Hele sen bir kere gözünü sil de, ondan sonra bak görürsün.
Kavseyn’e erişince varır gelir gemiler
Ev ednâ’nın
bahrine hergiz gemi
salınmaz
O deryaya
dalmağa can terkin
urmak gerek Cânına kıymayınca
o deryâya dalınmaz
Kavseynden murad cemül cem makamıdır, oraya kadar isneyniyet/ikilik vardır. Evedna ehadiyet makamıdır, oraya can terkin
urmadan ve cana kıymadan
o deryaya gemi salınmaz. Ve o deryaya dalınmaz demektir.
Bu suretin
libasın ver gayriye Niyazi O bahre dalar
isen şayet geri gelinmez
Sende Niyazi o deryaya dalar isen, bu suret libasın/elbisesini gayriye ver, yani terk et demektir.
![]() |
(70)
Bulan özünü
Gören yüzünü Bir yüzü dahi
Görmek dilemez
Hakkın yüzünü
gören kimse, artık
başka bir yüzü görmek
dilemez. Öyle başka yüz yok
ya, yani başka yüz yok ki görsün.
Vuslatta olan
Hayrette kalan Aklın diremez Kendin bulamaz
Her şam’u seher
Odlara yanar Hem benzi solar Ağlar gülemez
Âşık ola gör
Sâdık olagör Cehd eylemeyen Menzil
alamaz
Meftun olalı
Mecnun olalı Bu Mısri dahi Akla gelemez
-----------------------------------------------------------------------------------------
(71)
Tâ ezelden biz
bu aşk içinde rüsvâ olmuşuz İsmimizdir söylenen mânada
Anka olmuşuz
Söylediğimiz tevhit sözlerini mahcuplar
(Hak’tan perdeli olanlar)
duyar fakat anlamadıklarından,
bizi tan ve teşfi (bizi ayıplayarak
çirkinlik) ederler demektir.
İsim üç
kısımdır: Evvelki isim müsemmaya delalet eder (görünen
varlığa ismi delil olur) Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin vs. gibi.
İkinci
isim; müsemmaya delalet etmez, yani delil olmaz (ismi
var fakat varlığı görünmez). Allah’ın isimleri gibidir ki, oda iki kısımdır;
Biri esmayı hakikiye (Hakk’a ait
isimler), biri esmayı halkiye (Halka
ait isimler).
Üçüncüsünün
de ismi var söylenir, velâkin müsemması yani hakikati bilinmez görünmez
(Anka kuşu gibi, ismi söylenir fakat varlığı
bilinmez). İşte biz o Anka olmuşuz, ismimiz var velâkin hakikatimiz
nedir kimse bilmez.
Gerçi sûret âleminde sandılar
kesretteyiz
Kesret içre bilmediler ferd-i
tenhâ olmuşuz
Gerek
dünya gerek ahiret suret âlemidir. İşte suret âlemlerindekiler zannettiler ki kesretteyiz. Velâkin,
biz kesret içinde vahdetteyiz (Dünya ve ahiret suret âlemi olup, bu suretleri
görenler zannettiler ki suret çokluğunun nisbet vücudları var. Velâkin, biz
çokluk içinde Bir’le bir olmuşuz).
Şol izafat u
taayyün sofların giysek ne var Çünkü andan soyunup
mânen muarrâ olmuşuz
Mantıku’t-Tayr’ın lûgat-ı
muğlakından söyleriz Herkez
anlamaz bizi bizler muamma olmuşuz.
Evvelki
beyitte soflardan murat suretlerdir demek. Ve ikinci beyitte ifade edilen mantıkkuttayr, Şıh Attarın hakayik/hakikat üzere
yaptığı bir kitaptır. Veyahut kuş lisanı demektir. Eğer murat/maksat Şıh Attarın
kitabını anlamak ise, onun beyanı açıklamasını Şıh atara sor. Kuş lisanını
öğrenmek ister isen,
uçanlara sor. Anı kuşlardan gayrısı bilmez. Çünkü cenabı Hak lügatı
mutade (kelâm
edip konuşmayı) üç şeye vermiştir.
Biri insan,
biri cinn’e ve biri melâkeye. Diğer kalanların lugatı mutadesi
(konuşması) yoktur, ancak Esvattır (ses çıkarırlar). Savtlarından/seslerinden
kuşlar vb. hayvanlar ilham tariki ile
birbirlerinin meramını anlarlar.
Lavz u sûret
cism ile anlamak isterler bizi Biz ne ilfazız
ne sûret cümle
mâna olmuşuz
Katreler ırmağa
ırmak erdi bahre cem olup Karışup birbirine hâlâ o deryâ
olmuşuz
Katreler yani suretler ırmağı ki nevi ki nevie, neviler bahre yani cinse
erdi. Yani birbirine karıştı
derya oldu (suretler ırmağı
çeşit çeşit isimlerle isimlenerek çeşitlendi, ırmağın
deryaya karışıp ta derya
olması gibi, tüm suret çeşitleri Hak deryasına karışıp
derya oldu).
Ki o deryayı ehadiyet
ve zati âliyedir. İşte biz o ehadiyet
deryasına karışıp derya olmuşuz demektir.
Zerreler şemse güneş irişti vahdet kânına Kalmadı asla taaddüt ferd-i
yektâ olmuşuz
Zerreler şemse
şems vahdete erdi,
bu temsil olunmaz.
Çünkü Hakka temsil olmaz. Zira la misaledir/Böyle misâl olmaz Zira güneş başkadır zerre başkadır.
İşte biz taadatsız olan ferd-i yekda olmışız (biz adetlenemeyen, sayılamayan benzersiz tek’e
ermişiz) demektir.
Her kesafet kim izafet gösterir âyinede Ol küdûret
tozunu silip mücellâ
olmuşuz
Yani her bir ayinede/aynada pas yani kir olur ise güzel
gösterirmi?
Göstermez. Pas olmaz
ise o aynaya nazar ettiğin/baktığın gibi içindeki suret güzel görünür. İşte biz öyle
mücellâ/cilâlı ayna olmuşuz demektir.
Zahidin zikrettiği şol harf u savtın resmidir. Zâkr u mezkûr u zikre biz müsemma olmuşuz
Zakirin
zikrettiği zikri lafzıdır/zikrin
sözüdür. Yani huruf ve
savttır/Harf ve sestir. İşte biz zakiri
mezkûr ve zikre
müsemma/biz ananda, anmakta,
anılan olmuşuzdur.
Sofunun şol
hûy u hâyı nârasından almazız Vasl-ı deryayız biz sesten müberrâ
olmuşuz
Derlerki
bir adam üç kere hu derse hu olur, fakat bu lafzı (sözle olacak iş) değildir. Çünkü hu, her bir mertebeden
âlâdır/yücedir, ulûhiyetten de
ehadiyetten de. Zira hu, hüviyeti gaybi mutlaka
delalet eder. İşte bu mecsusata (cesedlenmiş
bedenlenmiş suretlere) bir
kere hu, malûmata/bilinenelere dahi bir kere hu, ikisine dahi
birden hu der ise o adam hu olur. Çünkü mecsusat/cesedlenme ve malumat/bilmekliğin
içinde kendisi dahi dâhil
değimlidir? Dâhildir. Mecsusat
ve malümat mahf
olunca, gaybı mutlak hüviyet olan
Hu kalır.
Alleme’l esmâ’ya
mazhar ister isen gel berü Âdem u hem ana talim olan esmâ
olmuşuz.
Kalellahütaala (ve iz kalerabbükelil melaiketi inni cailün
fil ardı halifeten kalu etec alu fihamen yüfsidü fia ve yesfikud dimae ve nahnu
nusebbihu bihamdike ve nukaddisuleke kale inni alem uma la tatlemun. Ve allemel
ademel esmae külleha sümme
aradahüm alel melaiketi fekale enbiüni biesmai hau lai in küntüm
sadikın. Kalu sübhaneke le ilmelena illa me-a allemtena inneke entel alimül
hakim. Kale ya ademe enbiü hüm biesmai him felemma enbeehüm biiesmai him kale
elem ekulleküm inni alemü gaybessemavati velardi ve alemü ma tübdüne ve ma küntüm tektumune. / Hani,
Rabbin meleklere,
"Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar,
"Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi
yaratacaksın?
Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis
ediyoruz." demişler. Allah da, "Ben
sizin bilmediğinizi bilirim" demişti. Allah, Âdem'e bütün
varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere
göstererek,
"Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi.
Melekler, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin
bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi
hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler. Allah, şöyle
dedi: "Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle." Âdem, meleklere
onların isimlerini bildirince
Allah, "Size, göklerin ve yerin gaybını
şüphesiz ki ben
bilirim,
yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim
mi?" dedi. Hani meleklere, "Âdem için saygı ile eğilin/secde
edin" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile
eğilmişler/secde etmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.(Bakara-30, 31, 32, 33)
Burada
müfessirler (Kuran yorumcuları) ihtilaf etmişlerdir. Kimi daha âdem
hâlkolunmadan yeryüzünde fesat edeceklerini melaike nerden bildi? Ve kimi dedi, Âdemden evvel nardan
halkolunan canın iptida/önceki
oğlu iblis aleyhillane kâfir olduğundan, yani canın oğulları küfür ettiğinden
küffar olduklarından Âdemoğlunun fesat
edeceğini oradan anladılar. Bazıları dediler ki hayır Âdem
aleyhisselamın kalıbını Cebrail Mikail İsrafil Azrail Mekke ile taif beyninde/arasında kokmuş çamurdan yaptılar. Ve Melaike ise rahiai keriyeden/çirkin
kokudan haz etmediklerinden bildi
dediler.
Cenabı Hak,
ben bunu yeryüzünde halife kılacağım dedi. Ol vakit melaike dahi sen yeryüzünde
fesat eden ve kan dökenleri mi halife kılacaksın. Biz ise sana takdis ve tesbih
ederiz dediler. Sonra cenabı Hak melaikeye esmamı/isimlerimi haber verin dedi. Melaike
haber veremedi. Âdeme esmai
cemian talim etti/Âdeme tüm isimlerini
öğretti. Ve Melaikeye isimlerimden haber ver deyip emir
etti. Âdem aleyhisselam dahi meleklere
haber verince ol vakit melaike; (Kalu
subhaneke la ilme lena illa ma allemtena inneke entel alimül hakim / "Seni bütün eksikliklerden uzak
tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.
Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin"
dediler.( Bakara-32) Dediler.
Âdem aleyhisselamın melaikeye talim ettiği esmayı cemi/tüm esma değildi. Çünkü melekler
insandan noksandır. Cemi esmayı hamil olamaz (tüm isimleri bilemeyi yüklenemez). Yalnız kendilerinin
mazhar oldukları ismi kuvvayı Âdem as.
Onlara haber verdi. Çünkü melaike yalnız ismi kuvva mazharlarıdır. Ve
hatta arş ve kürsi yer ve göğü tutan Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail bu dört
melektir. Çünkü mezahir/mazhariyetleri
ismi kuvvadırlar. Âdem aleyhisselamın
kemalatı ise, cemi esmayı
muhittir/tüm isimleri kuşatır.
İptida nuri
Muhammedi ve esmayı âdem sureti ile zahir oldu (nuru
Muhammedi ve isimlerin sırrı mahiyeti, evvela Âdem sureti ile açığa çıktı)
Muhammed Sallallahu taala Aleyhi vesellam mazharı zattır, Âdem aleyhisselam mazharı esmadır. Ve nuru Muhammedinin bu âleme iptida/evvel ki zuhuru, hazreti Âdem
aleyhisselam sureti iledir.
Ten göziyle
Mısri’yi sûrette görsem deme kim
Zira biz ol Kaf-ı sûret içre Anka olmuşuz
Kaf dan murad suretlerdir. Anka dan murad,
bu suretlerin hakikati
olan zatı âliyedir (Hakk’ın yüce zatı’dır).
![]() |
(72)
Eyâ Deccal
Hakk’ın takdiri bil hergiz bozulmaz Ezel levhindeki yazı silinmez
hem yuyulmaz
‘’El mukaddere la yugayyir’’/ Kaderde yazılan değişmez. Takdir
şudur ki, her fiilin icadına talluk eden kudretullahtır. Ezel levhi, kaza
demektir. Yani zatı âliyenin en evvel malûmatla olan
tecellisine kaza denilir. Sonra bu âlemde herkes için kazada olan efalin icadına taalluk
eden/ilgili olan
kudreti ilahiyeye kader denilir.
İşte bu kaza ve kader ne bozulur
ne silinir ve ne yuyulur.
Ne denlü sây edersen
et sonunda hep hebâdır
Çamurdur havzının içi bulandıkça durulmaz
Yani ne denlü say edersen et cümlesi hebadır. Çünkü kaza ve kader
hakkında senin havuzun
bulanıktır, kaza ve kaderi bilemezsin. Ve kimse dahi bilemez. Ve belki say edenleri (bu kaza ve kader konusunda çalışmayı) dahi cenabı Hak men etmiştir/yasaklamıştır.
Gönül durulmadıkca âlem-i gaybın şemusu İçini eylemez aydın karagusu
sürülmez
Ne denlü
gayrıyı ağlatsa bir kimse anı da Mukallib ağlatır sonunda
aslâ yüzü gülmez
Durur kendisi
yok gibi işin işler hafâda Alan veren odur kendisi mahfidir
görülmez
Birinci
beyitteki evvelki mısrada Mısri Efendinin dediği
gibi, gaybın şemusu işte orada şemusundan murad tecelliyattır.
Üçüncü beyitteki işin işler hafada dediği, yani Haktaala
görülmez amma bu baş gözü ile görülmez. Yani didei batın gözü/manâ gözü
kör olan görmez. Ve illâ Haktaala
zahirdir/apaçıktır,
mahfi/gizli değildir. Didei basireti/basiret gözü açık olan arifler Haktaaladan
gayrı bir şey görmezler. Çünkü vücud vücudu Hak değilmlidir. Bu makamda ibni
faris hazretleri kaside-i teiyesinde buyurmuştur.
Büdai bil ihticap ve ihtifai bi zahir;
yani hicapla/örtüyle zahir oldu mazharı
ile gözlendi. Anın
için mahcup/perdeli olan Hakkı göremez ve hicabı/perdesi
ref/kalkmış olan Hakkı görür.
Neam zahirdürür gözlülere âmâya mahfi Anı zâhir gören işini bozmağa
yorulmaz
Yani Hakkı zahir gören arifler,
anın işini bozmağa
her ne kadar çabalayıp
bozulmaz. (Hakkı gören Arifler, Hakkın
işi her ne kadar
bozulmaya
çalışılsa da bozulamayacağını bilirler)
Zarafetle bu Mısri’den haber alsam deme hiç Hakk’ın sırrı
emin olmayana bil kim denilmez
Zarafetle nezaketle memul/umut etme. Mısriden haber alınır mı?
Alınmaz. Çünkü kaalallahütaala (innellahe
ye’ mürüküm en tüeddül emaneti illa ehleha /
Muhakkak Allah Teâlâ size emrediyor ki, emanetleri
ehline veriniz…
(Nisa-58 ) bir de resulullah buyurmuştur. Emaneti
ehlinden gayrıya verirsen emanete zulüm etmiş olursun. Ehline vermez isen
ehline zulüm etmiş olursun. Çünkü emaneti na ehline/ehil
olmayana vermek
emanete zulümdür, zira o kader ve kıymetini bilmez. İşte bu ayeti kerimenin
nuzülü, Resulullah beytişşerifin miftahını/anahtarını ibni
şeybeden alıp ibni abbasa
verdi. Fakat emanetle ilgili
Ayeti kerime nazil olunca ibni abbastan alıp ibni
şeybeye geri verdi. Ayeti
kerimenin sebebi nüzulu hastır/iniş
sebebebi özeldir). Velâkin manası aamdır/geneldir,
umumidir. Emanet yalnız beytişşerifin miftahı/anahtarı değildir.
Sair/diğer emanetler her
ne olursa olsun aamdır (genelini
kapsar). Bu hususta tevhid kadar kıymetli emanet olabilirmi? Olamaz.
İşte tevhid ki Hakkın
sırrı, emin olmayana denilmez.
![]() |
(73)
Vasl-ı Hak olmağa eylersen
heves Aşka ulaş gayriden gönlünü kes
Gayri nesne
sanma aşkı zâhidâ Kendi cennetten oluptur
muktebes
Kârıbândır bu halâyık daima Ehl-i aşk içinde olmuşlar
cerez
Kerban, kafile demektir.
Yani hac yolunda
olan kafilelere kerban
denir.
Çerez, hani ya develerin boynuna çan asarlar.
Onun sebebi o çan çaldıkça
deve neşeye gelir. Hatta onun için kafilelerde her türlü çalgı çalmak
için ruhsat verildi. Haram değildir. İşte deve kısmı açlığa ve susuzluğa
mütehammil/dayanıklı bir hayvandır ve âşıktır. Yolda üzerinde çan ve çalgı urup deveciler dahi güzel sada ile ilahi
vesaire yapmağa başlayınca, develer dahi aşka gelip sade yürürler. İşte mahlükat/yaratılanlar arasında ehli aşk’ta,
çan gibidir.
Cism ü canın ko yükün yinilde
gör Râh-ı aşka gidemez merkeb feres
On sekiz bin
âlemi tutup duran Kaf u nun’un
terkibiyle yek nefes
Avalem/âlemler yirmi sekizdir. Çünkü meratibi
ilahiye yirmi sekiz
mertebedir. Burada
niçin öyle Mısri Efendi söyledi,
şunun için ki; bak meratibin, en evveli nuru Muhammedi,
nefsi kül, tabiat, heyyüla, arş, kürs. Bu altısı manevidir. Çıkarıldıktan sonra
yirmiiki kalır. Şimdi arş bütün âlemi ihata etmiş bir kubbedir. Muhaddebine arş
denir. Makassirine feleki atlas ve felekil buruç denilir. Mukassirinde hiçbir
şey yoktur. Sadedir. Düzdür. Bu iki kürenin dahi muhaddebi var, mukassiri var.
Buda iki, dört, yirmi ikiden dördünü çıkar, onsekiz kalır. Onun için Mısri
Efendi on sekiz bin âlem dedi. Kürsün
mukassirine feleki
menazil ve feleki
mükebkeb denilir. Feleki menazil, menazili kamer orada olduğundan. Feleki
mükevkeb, bu görülen yıldızların kaffesi o
felekte bulunduğundan denilir.
Sebayı seyyareden başka bütün yıldızlar kürsün mukasirinde yani feleki mukebkebdedir. Bir dahi yirmisekiz mertebeden 1- nuru Muhammed 2-nefsi kül 3-tabiat 4-heyyüla 5-arş 6-feleki atlas 7-kürsi
8-feleki menazil. Bunlar sekiz,
bir de mevalidi selase dokuz,
bir de anasırı Erbaa
on olur. Yirmi sekizden onu
çıkar on sekiz kalır. Şimdi bu onsekiz onzekizbin olur.
Tenevvül cihatiyle
bu onsekiz asıldır,
onsekiz bin âlem ki meratibi
ilahiyedir.
Bütün
bunları tutan
nedir? vücüdu Hak’tır. Her bir mertebeden zahir olan Hak değilmidir? Pek âlâ Kaf-ı -nun ile mi? Evet. (innema enrühü iza erade şeyen en yekule lehu kün fe
yekün / O bir şeyi istediğinde,
buyruğu sadece şunu söylemektir: Ol Artık o,
oluverir. (Yasin-82) Çünkü bu âlemi dört melek
mazharında tutar. Cebrail,
Mikail, İsrafil, arzail. Zira ne dedik, melek ismi kuvva mazharıdır. Bu
melaik,
mazharları ile bu âlemi
tutar. Bu melaik,
avalemin erkânıdır, Evtadidir Amma bu mezahirden zahir olan kendisidir. Mazhar olunca demek
kaf ve nun iledir. (Çünkü bu âlemi
Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail isimli dört melek mazharında tutar. Çünkü
melek kuvva
mazharıdır. Bu melekler mazhariyeti ile âlemlerin düzeni zinde/ayakta durur. Amma bu melekler mazharlarından zahir
olan/açığa çıkan Hakk’ın kendisidir. Ki, bu
mazhariyetler hep kaf ve nun, yani ‘Ol’ emriyledir).
Tarfetü’l- ayn içre yakar
cümlesin Ger dokuns nâr-ı
aşktan bir kabes
Bağ-ı cennet
de olursa oda yak Ey Niyazi koma dilde hâr u hes
![]() |
(74)
Derman arardım
derdime derdim bana derman imiş Bürhan arardım aslıma aslım bana
bürhan imiş
Bu aşıka göredir. Çünkü aşıka derman
nedir, derddir. Dertli olmayınca âşık olabilir mi? olamaz.
Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem
deyu Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş
Öyle sanırdım
ayrıyım dost gayridir
ben gayriyim Benden görüp
işideni bildim ki ol canan imiş
Savm u salât u hac ile sanma biter zâhid işin İnsan-ı kâmil olmağa lâzım olan
irfan imiş
Savmu salât
ve hac, faraizi ilahiyedendir, bunlar ile ey zahid işin bitmez/Oruç, namaz ve hac Allah’ın farzlarındandır.
Ey dinin şekli/dışı ile kulluk
etmeyi yeterli gören
zahid kişi, bu farzları
yerine getirmekle işin bitmez). İnsan-ı kâmil olmağa irfan lazımdır.
Kanden gelir
yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş
Mürşid gerektir
bildire Hakk’ı sana hakke’l -yakin Mürşidi olmayanların bildikleri
güman imiş
Mürşidi kâmil
gerektir ki sana Hakk’ı hakkel yakin bildire. Çünkü ilmel yakin ehli şeriatin ilmidir.
Aynel yakin ehli tarikatin ilmidir.
Hakkel yakin ehli hakikatin ilmidir. İşte Hakkı
hakkelyakin bildiren hakikat mürşididir. Yani mürşidi kâmildir. Mürşidi
olmayanın mütaalâsından ve muhabbetlerinden anladığı bildiği boştur. Yani
tevhit süluksuz olmaz (Mürşidi kâmile
intisab ederek Hak yola girmeyince olmaz).
Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa
uğradır. Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş
Mürşidi kâmil neden anlaşılır ve alameti nedir. Alameti şudur ki kalbinde
dünya gailesi olduğu halde yanına gidersin, eğer ki gailen eksilir ve ref olur/gider ise
o mürşidi kâmildir, yok eğer
eksilmeyip de daha ziyade bir gailene gaile/dertlerine
dert katılır ise, o kâmil
değildir, yalancıdır ondan kaç. Zira yolunu
sarpa uğratır/zorlaştırır. Mürşidi kâmilin yolu ise kolaydır.
Anla hemen bir sözdürür
yokuş değildir düzdürür Âlem kamu bir yüzdürür gören anı
hâyran imiş
İşit
Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün Hak’dan ayan bir nesne yok gözsüzlere pünhan imiş
![]() |
(75)
Her yeri hüsnün gülistan
eylemiş Her tarafta bağ u bostân
eylemiş
Ziynet etmiş zirâ bes evsaf ile Her
sıfattan zâtın ilân eylemiş
Yani Hakkın zatının
zineti/süsü sıfatlarıdır. Yani her sıfattan zatını
ilan eder demektir.
Bunca evsaftan
görünen bir cemâl Bir cemâli bunca elvân eylemiş
Bu sıfatlardan görünen bir Cemâl ki, Cemâli Hak’tır,
bu bir cemali bunca elvân/çeşit eylemiş.
Yani bir olan cemâl türlü suretler
ile görülür ki, mezahir/mazharlar ile
görülür.
Hep kitab-ı
Hak’dır eşya sandığın Ol okur kim seyr-i evtân eylemiş
Bu eşya sandığın hep kitabı Hak’tır.
Bak kuranı azimüşşanda cenabı Hak
buyurmuştur. (vetturi ve kitabi mestur fi
rekkinmenşur / yemin olsun o
tur’a, yazılmış bir kitaba ve yayılmış bir verakta/sayfalarda (Tur-1, 2, 3. ) Tur
cümle dağların yücesidir. “Kitabı mestur”
dan murad bu suver bu malûmat/Bu
suretler ve bilinenlerdir. “fi rekkin menşur” demek bu kâinat bütün
bir kitaptır, o kitabı tevhit makamatını seyir ve
keşf eden okur, başkası okuyamaz.
Hüsnünü izhar eder bunca sıfat Zâtına insanı bürhân eylemiş
Ne demektir, yani Hakk’ın zatına
insan delildir. Yani Hakk’ın zatına
insan delalet eder.
Hakk’ı istersen
yürü insana bak
Şems-i zât yüzünde rahşân
eylemiş
Hakkı görmek istersen
insana bak, zira şemsi zatı insanın yüzünde
leman eder/parıldar. Melaike ve saire nakıstır/eksiktir. Mesela melaike yalnız ismi kuvveye
mazhardır, insan ise cemi esmaya camidir/tüm
isimleri toplayandır.
Hak yüzü insan yüzünden görünür Zat-ı Rahman şeklin insân eylemiş
Anın için Hak yüzü insan
yüzünden görülür. Zira insan zatı Rahmanın şeklidir. Bir kere hazreti
Resulullah sahabi ile haremi şerifte otururlar idi; üzeyfetül yemani dahi
hazırı bilmeclis/mecliste hazır idi. Hazreti resulullah buyurdu; (inile cidü rihel rahman min cihetil yemen. Yani rahmanın
kokusu yemen tarafından bana gelir). Sonra üzeyfetül yemani tebessüm etti.
Çünkü Rahmandan murad gavsül azamdır.
Üzeyfenin tebessüm etmesi ol vakit
Veysel karaninin amcası gavs idi,
ismi Aliyyül karani idi. Üzeyfe de gavsın sahibüşşimali (kuzey yardımcısı) ve
âlemi suflide/düşük aşağı
âlemlerde mutesarrıftır. Üzeyfe
sahibülşimal olmakla ol vakit yeryüzünde mütasarrıf idi. Bak şimdi
gavsülazam surette insan şeklinde ufacık bir adam. Velâkin avucunda cemi âlem
bir hardal danesi kadar olamaz. Ne kadar büyüktür. Hazreti Bedrettin Simavi varidatında (errahmanu alelarşisteva / rahman arşı istiva etti (Taha-5) ayetinin tefsirinde dahi böyle
buyurmuştur. Çünkü rahmandan murad gavsı azamdır. Arşı müstevi/kapsayıcı olan gavsı azamdır.
Nice görsün şems-i
vechin çün anın Zâhid-i âmâ ki tuğyân eylemiş
Zahid nice görsün şemsi
vechini ki (Tevhidin
sadece kelimesiyle
meşguliyeti kemalat bilip, tevhidin hakikatından mahrum olan zahidler, rabbin
güneş gibi yüzünü nasıl görsün ki, onlar) tuğyan (azgınlık sapkınlık) edüp
ehlullahı tan ederler/ayıplarlar.
Şemsi vechini gören ise yine ariftir.
İçini almış
anın zevk u riya Gönlünü şeytan perişan
eylemiş
Her nazarda
gördüğü Hak ârifin Her görüşte nice ihsan eylemiş
Hakk’ı anlamak
değil âsân ola Adetâ Hak böyle
erkân eylemiş
Salik erince
kemale şöyle bil Yüreğin baş bağrını
kan eylemiş
Anlayınca zât-ı Hakk’ı zevk ile
Bu Niyazi nice seyrân eylemiş
-----------------------------------------------
(76)
Gözet sun-i
kadimi kim kimin halkın azim etmiş Tamam halka elin fi’lin dilin gönlün kerim etmiş
Ey tevhidi
efal saliki; gözet sun-i kadimi/ezeli sanatı
gör. Ki Halaka
nuri Muhammed evvela ma halakallahtır/nuru
Muhammed evvel
yaratılıştır. Çünkü
Hazreti
resulullah buyurmuştur. (evvela ma
halakallahu nuri ve evvel ma halakallahu ruhi ve evvel
ma halakallahu akli / Allah önce
nur’umu, Allah önce ruh’umu, Allah önce aklı yarattı). Bu
mahlükat ve mevcudat Nuri Muhammedinin şerhi/açıklaması ve tafsilidir/ayrıntısıdır. Kiminin tevhidi efalin
sırrını gönlüne kerim/ikram etmiş. Çünkü
o mazharı cemal ve muvahidül
efal olmuştur.
Kimin bed nefs u bed ef’al u bed huyu zamir etmiş
Kahır evsafını mazhar kılup anı leim etmiş
Kiminin nefsini
efalini huyunu bed/çirkin etmiş. Çünkü o mazharı celâl olup, muvahidül efal olmamıştır. Anı
leim (alçak, kötü) etmiştir.
Ne kim takdir edüpdür
Hak olur elbette
ol zâhir Ne tedbir ederiz ona
ki takdiri hakim etmiş
Hakkın takdiri ne ise elbette ol zahir olur. O takdir tedbir ile
bozulmaz. Zira anı hâkim takdir
etmiştir. Takdir dünkü dersimizde geçmişti. Fiilin icadına talluk eden kudreti ilahiyedir. ‘Tedbir et kadere bühtan etmiyesin’ bir
sohbet/söz var ki, O cahil kelamıdır.
Sultan abdülmecid han efendimiz hazretleri tahta teşrif ettikleri
vakit der
saadete/İstanbula gittim. Selanik
müftüsü bi takım fetva kitapları
sipariş etmiş idi, aldım getirdim. Otururuz biraz dedim ve bana ruhsat verin memelekete
gideceğim. Nedir acelen dedi. Dedim, familyayı/ailemi
koçanadan üskübe nakledeceğim.
Niçün dedi. Üsküpte oturacağım ya. Üsküpte müderris buldular mı dedi.
Hayır bulmadılar dedim. Ya nice/nasıl koçanadaki müderrisliği terk edeceksin, oranın bunca
vakfı geliri var, sonra kadere bühtan etmiyesin dedi. Ben dedim ki, kadere bühtan küfürdür
ben etmem.
Müftü elini sakalına
koydu. Vidinli hoca da orada
idi. öyle ikisi
de bu
kelamın küfür olduğuna
vakıf değillermiş. Ol vakit vukuf hâsıl ettiler.
Hiç takdir tedbir ile bozulur
mu, bozulmaz.
Veli ârif olan lutfe sevinmez
kahre incinmez. İyü kem
cümleten halka atâsın amim etmiş
İksin bir bilip doğru
hakikatle görür kim Hak
Celâli perdesin çekmiş cemâline harim etmiş
Arif olan lütfa sevinmez kahra incinmez.
Hakikat halde lütf ile kahr birdir. Hak cemâlini
celâli ile ihata
etmiştir/kuşatmıştır. Celâline
uğramadan kul cemâlini
göremez.
Bu bapta kadiyel
kadat bir temsil
etmiştir. Sultan etrafında, yani sarayı
civarında karakol var ve
tenbih eder ki, her kim gelüp sizi tanımaz ve yanıma girmek isterse
kovun. Mukabele ederse/karşılık verirse
vurun. Bu taraftan da nedimasına (cariyesine) der
ki beni tenhada görün. Artık nedimesi ne yapar eder, Karakolun uykuya varmasını veyahut
bir işle meşgul olmasını bekler. Ve o sırada içeriye girer, didârı/vechi padişah ile müşerref olur.
Kezalik/bunun gibi Hakk’ın cemâli celâli ile muhittir/kuşatılmıştır.
Âlemi ahirette mahşer
var, sorgu sual, mizan (kulun yaptıklarının
ölçülüp tartılması), sırat köprüsü var.
Bunlar hep celâldir. Mümin bunlara uğramadan cennete girebilir mi giremez.
İkisinden de lâzımdır kemâl-i
hüsn zâtına
Anınçün birini
kahhar edüp birin halim etmiş
Hakkın hüsnü/güzel zatının kemaline celâl de
lazımdır, cemâl de. Anın için kişinin istidatı celâl
ise kahreder, cemâl
ise halim (iyi huylu)
eder.
Ne hâsıl ey
Niyazi cennet-i irfana irmezsen Tutalım Hak yerin anda senin
dârü’n-naim etmiş
Ey Niyazi
istersen yerin darın naim olsun, cenneti irfana giremezsen ne hâsıl. Darın
naim, cenneti mecâzi, âlemi ahiretteki
amel cenneti olup oraya ahirette girilir. Oysa
bir kul bu günde cenneti irfana girmelidir, yani cennetül zat’a girmelidir. Asıl cennet odur. Ehli tevhit nice/nasıl ki âlemi dünyada cenneti
irfanda ise, âlemi ahirette dahi öylece cenneti irfanda olacaktır. Tevhid ehli için hiç bir farkı
yoktur. Cenneti mecâzi (amel cenneti), amaller mukabilinde/karşılığında verilir. Ki
o cennetin
ehli yine hicaptan
hali/perdesi kalkmış
değildir, mahcuptur (Hak’tan perdelidir).
![]() |
(77)
Bu tabiat
zulmetinden bulmak istersen
halâs Gel riyazetle arıt bu cism ü canı çün rasâs
Tabiat var,
nefs var, kalp var, ruh var, sinir var, safi, var hafi var. Bu yedi makamdır. Tabiat
ehli şudur ki, ehli şeriat bilmez,
haram bilmez, helal
bilmez, zarar bilmez, faide bilmez. İşte makamı tabiatte olan bunlardır ki hayvan
gibidirler, belki hayvandan
bile aşağıdır. Hayvan yine bir dereceye kadar zarar ve faydayı hisseder. Bir kişi nebi veya resule taalluk ettiği
yani tabi olduğu vakit, makamı tabiatten makamı nefse terakki eder/yükselir.
Nice mecruh
eylediyse ruhunu emmare
nefis Sen de gürz ü zikr ile dön başına eyle kısâs
Nefste, 1-nefsi emare, 2-nefsi levvame, 3-nefsi mutmaine, 4-nefsi
mülheme, 5-nefsi raziye, 6-nefsi marziye, 7- nefsi safiye mertebeleri vardır ki, bu dahi yedidir. Eğer ki nefsin emri ile hareket eder ve nefsin
istediğini yaparsa, o kişi nefsi
emmare sahibidir. Yok, nefsin istediğini
yapıp ta sonradan pişman
olarak kendi kendini
levm ederse/kınarsa, nefsi levvame
sahibidir. Nefs ile ruhun farkı şudur ki,
kişi Hak ile olur ise ruh denilir.
Hak ile olmaz ise nefs denilir, farkı bu kadardır.
Riyazat/perhiz iki kısımdır, biri yemez içmez bu şeriatta yoktur/bu
şeriata aykırıdır. Ki bu riyazatı kâfirler de yaparlarlar.
Keşişler/rahipler
cebellerde/dağlarda tenhalarda gıdalarını riyazatla
bir hurmaya kadar indirirler. Riyazat, perhiz demektir. Hazreti resulullah (la rahbiniyeti fiddin / Din de ruhbanlık yoktur) buyurmuştur. Öyle arpa ekmeği ile
filanla riyazat olmaz. Asıl riyazat, yani şeriatta riyazat
siyam/oruçtur, müminin senede
bir ay ki ramazanı şerif ayında oruçlu
olur. İşte müminin bu riyazatı/perhizi vardır.
Her ne vakit galib olsa kes gıdasın kâfirin Gice gündüz
cünne i tevhidi kıl sana menâs
Uzlet-i halk ihtiyar et sen sana gel ey
gönül
Tâ bulasın
uzletle Hak katında
ihtisâs
Ya seyri süluk ile tevhidi zat makamına varanın
nazarında/bakışında, şuhudunda halk
var mıdır? Yoktur. Tabii ki o uzlettedir
(Yalnız
Hak’ladır).
Ey Niyazi bu riyazet yoluna
kim gittiyse
Buldular şol zevki kim buldu anı ancak havâs
Burada Mısri efendinin dediği
havas beş makamdır:
Birincisi havas, ikincisi havasül havas, üçüncüsü hülasatün
havasün havas, dördüncüsü nihayet havasül havasül havas, beşinci reknihayet
hülasatül havasül havasül havas. Bunlar beş makamdır, zira havas cem makamıdır.
Havasül havas hazretül cem makamıdır. Havasül havasül havas cemmülcem
makamıdır. Nihayet hülasatül havasül havasül havas ehadiyet makamıdır. Sonra
makamı velaye, makamı sıdkıye, makamı kurbiyye vardır.
![]() |
(78)
Sen seni
bilmektir ancak pire ülfetten garaz Noktayı fehmeylemektir ilm ü hikmetten garaz
Mürşidden
garaz/Mürşide gitmekten maksat sen seni bilmektir, çünkü şeytan
seni kendi yoluna tergip
eder/isteklendirir, anın için mürşit lazımdır
mürşitsiz olmaz. İlmü irfandan garaz/maksat noktayı fehmeylemektir.
Bir kere ashap hazreti Ali
keremallahü veche ye dediler ki; ya emir
el müminin ilim nedir. Hz.
Ali buyurdu; kütübü ilahide olan kuranda var, kuranda olan fatihada var, fatihada olan besmelede var, besmelede olan ba da var. ba da olan noktada var, ene
noktatün elleti fi tahtül ba. Yani ba’nın
altındaki olan nokta benim, dedi.
Öyle ya el ilmü noktatün kesserü el
cahilün / İlim bir nokta
idi cahiller çoğalttı. Ya ilim bir noktadır. Bu tafsilat/ayrıntılı
çokluk hep o noktai fehm ettirmek
içindir.
Halkı bunca
enbiya kim geldi dâvet eyledi Vahdetin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz
Bu kadar
resul/elçi ve bu kadar kitap,
bu kadar peygamber veresesi geldi hep anın içindir. Yani vahdetin sırrını
fehm etmek/anlamak
içindir.
Sanii gör günde yüzbin türlü san’at gösterir Kendüyü göstermek
çündür o san’attan garaz
Ey tevhidi
efal saliki; sanii/sanatkârı gör
her günde yüzbin sanat gösterir, o sanattan
garaz/maksat kendini göstermektir. Hadisi kutsi:
Küntü
kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en urefe fe halektel halka li
urefe. Yani ben suveri malûmatla zahir idim, diledim ki
bilineyim, mahlükatı ve mevcudatı halkettim/yarattım
ki, bilineyim içindir.
Hep celâlin
perdesidir küfr ü isyandan murad Bahr-ı cûdun katresidir fazl u rahmetten garaz
Nefsini bilen
irermiş bir tükenmez devlete Fakr-ı fahri’dir Niyazi
bil o devletten garaz
Hakkın
celali batın hicabı zahirdir. (Hakkın
cemâli batın, hicabı/örtüsü apaçıktır). Nas/İnsanlar fakirdir, çünkü bak cenabı Hak buyurmuştur; kaalellahutaala: ya eyyühannas entümül fukara vallahu
ganıyyun hamid / Ey insanlar, siz
Allah'a yönelmiş fakirlersiniz/yoksullarsınız! Allah ise mutlak Ganî/zengin, mutlak
Hamîd'dir/övülendir. Fatır-15)
Efal Hakkın, sıfat Hakkın,
vücut Hakkın olunca
nas fakirdir. İşte mısri
efendinin fakru fahridir o davetten garaz buyurduğu budur demektir.
![]() |
(79)
Her deninin
sözüne aldanıp etme ihtilât
Her leimi sırra mahrem
sanma eyle ihtiyât
Şol ki söz kadrin
bilir cânın ana eyle nisâr Ayağının altına döşe yüzünü çün
bisât
Arifin kadrin yine ol ârif olanlar bilür Ehl-i ulûvvun
rütbesin bilmez ehl-i inhitât
Güç getirme
kendine geldikçe a’da tâ’nesi
Sükkeri helvadır andan hâsıl olur inbisat
Ey Niyazi
fariğ u âzâde ol var çekme gam Kahrı lütfu bir bilirsen gam olur sana neşât
![]() |
(80)
Bugün bir meclise vardım oturmuş pend eder vâiz Okur açmış kitabını bu halkı ağladır
vâiz
İki bölmüş
cihan halkın birini cennete salmış Eliyle kürsüden birini tamuya
sarkıdır vâiz
Çıkar ağzından
ateşler yakar şeytan-ı
mel’unu Sanasın yedi tamunun azâbı kendidir vâiz
Tamu’ya şöyle doldurmuş içinde yok duracak
yer Ana yerleştirir halkı acep hizmettedir vâiz
Yaraşır va’z ana Hakka ki yanar yıkılır
her dem Niyazi’nin hemen ancak
cihanda adıdır vâiz
-----------------------------------------------------
(81)
Sıdk ile
girdinse yola ey şücâ Bir kati gerekli
söz var kıl semâ
Cümleden evvel sana lâzım olan
Cümle yârânına eyle gel vedâ
Mal u mülk ü kavmi ihvanın
ayar Terk et anları sana verir suda
Bir gönül kalır arada ânı da
Şeyhe tapşur ana eyle ittiba
Böyle etsen bil hakikat
sırrına Az zamanda hâsıl olur itilâ
Sırr-ı tevhidin Niyazi hâsılı Hak ile ortada kalmaya
nizâ
Yani malı mülkü
ve kavm/akraba ve ihvan/kardeş ve
yârânın/arkadaşların cümlesinin terk edilmesinden murad/amaç, bunlara kendini hasretme/vakfetme, gönlünü bağlama. Zira bunlar baş ağrısı verir. Yani fenai tam da ol ki, o zaman Hakk ile ortada niza/uyuşmazlık
kalmaz.
![]() |
(82)
Her kimin kim derd-i
Hak’dan yüreğinde olsa dâğ
Akıbet dermana erip can u gönlü ola sağ
Lik derdi
olmayanın derdine hiç çare yok Gönlü olmuştur anın yanından ol daim ırağ
Hapsedip şahbaz-ı
ruhu zâğ-ı nefsin besler ol Cifeden gayri ne sayd eder havâya ağsa
zâğ
Şol esir-i
nefs olan dâim muazzeb tâmuda Nefs elinden
kurtulana cennet olmuştur
durağ
Nefs odur kim cehil karagusu
kaplar gönlünü Ruh odur ki
ilmi nuru gönlüne yakar çerağ
Tûtiyâ-yı
mârifetle rûşen et cânın gözün Göresin canânı her yüzden ola dağ üstü bağ
Cân u gönlün
şad olup her gussadan âzâd ola
Bir ola dâim Niyazi gözüne yakın ırağ
-----------------------------------------------------
(83)
Gel ey sofi çıkar sofu kıl insâf
Ko sûret düzmeği kıl içini sâf
Sofu kelimesi, softan müştaktir/türemiştir. Bu sofu kişiler Hırka yaparlar
giyerler, başlarına takke
takar tac yaparlar. İnsaf et ey sofu bu suret düzmeyi bırak.
Riyâ ile bu
ömr-i nâzenini Nice bir sarf edip edersin
isrâf
Yani ey böyle cübbeyle takkeyle uğraşmayı dindarlık
zanneden kimse, bu ömrü nazanini
şekil suret riyası/gösterişi ile sarf ederek israf edersin/gereksiz
yere harcarsın, demektir.
Kuru dâva mı sandın
sen bu ilmi Bu yola böyle mi gittiler eşrâf
Bu ilmi tevhidi sen bir kuru dava mı sandın, ya niçün nafile (boş
yararsız şeylerle) ömrünü israf edersin/harcarsın? Eşraf
(ileri gelen ehlullahın şereflileri)
bu yola böyle mi gittiler?
Dahi kâmilliğin bu mu nişanı Sana derviş ola etraf u eknâf
İnsanı Kamilliğin nişanı bu mu dur? Ki sana şıh/şeyh denilsin, yoksa etraf eknaf/esnaf sana biat edip derviş
olsun.
Değil vallahi
mürşitlik bu resme Kemal ehline yakışmaz bu evsaf
Vallahi, mürşitlik böyle resmi suret, kılık kıyafet,
saç sakal
düzmek ile değildir. Ancak bu sıfatlar senin gibi sofuların olup, kemal
ehline şekil suret düzmek yakışmaz.
Arıt pâk eyle
kalbin eyle hâlis Beğenmez böyle kalbi anla sarrâf
Yani sen kendi kalbini pak eyle, Halis
eyle, Hakk’ı anla arif ol, zira böyle bir kalbi
sarraf beğenmez.
Hakikat kârbânına uyagör Kati ruşen yola gider ol esnâf
Hakikat ehillerinin
kerbanına/kafilesine katılıp
onlara uy. Zira o
esnaf yani ehli hakikat, açık yola giderler. Onların
öyle gizli saklı yolu yoktur.
Fena Kaf’ından aşar yolları hep Beka Anka’sına olurlar ezyâf
Yani fena Kafından
murad fenafillâh olmaktır.
Çünkü fena zordur.
Anın içün yüksek olan Kafdağı ile fanayı
teşbiye ediyor/benzetiyor.
Beka Ankası ile yani fenafillâh olan bekâbillah da misafir olur.
Bu yolu cümleden
âlâ tutarlar Saray-ı vahdete
erişen eslâf
Hurufa bakma andan içeru
bak Nefestir cân değildir
nun ile kâf
Hurufa/harflere
bakma, yani bu süveri/suretler
mevcudatına bakma, demektir. Çünkü bu mevcudat hurufu
süveriyedir (harflerin sureti gibidir),
içeru bak ki hakikata bak. Bu mevcudat şunun gibidir ki; bir hamam kubbesi
altında biri söyler, kubbede daha güya birileri söyler. Halbûki kubbede başka söyleyen var mı? Yoktur. Sanki bir
kaç kişi söyler ise gibi orada sesler
tekessür eder/çoğalır.
Ancak söyleyen birdir.
Nefes bahrinde
lâl olmuş Niyazi Sadâ vü harf içinde olan urur lâf
---------------------------------------------------------------------------------------------
(84)
Bulan cemiyyet-i kübrâ olur sâf Vücudu olur anın ha ile kaf
Yani demektir
ki, cemiyeti Kübra/büyük cemiyeti bulan bir zat/kul,
saf olup arınır, onun vücudu varlığı
hep Hak olur.
Diliyle
eylemez dâva-yı merdi Gönlünde himmetidir nun ile kaf
Yani o zat/kul lisanı/sözle, laf ile mertlik davasında bulunmaz. O Her ne dilerse gönlünden kün/ol der ve o
şey olur. Kâmil
bir memlekette olup ta
o memlekete celal ile muamele etse halkını perişan eder. O memleket boş
kalır, tekrar dolar ise yine boşaltır. Kâmilin himmeti kün/ol demektir. O, Kün/ol dedi
mi her ne dilerse o olur.
Olur zâtı bu mevcudâtın ol cân Olupdur kevn
ana âzâ vü efsâf
Yani ne demektir ki; onun zatı bu mevcudatın zatıdır. Ekvan/âlemler, evren ise aza ve
sıfatlarıdır.
Netekim can olur mahfi bedenden
Gerektir ola mahfi kutb-ı etrâf
Ve o zat,
yani kutuptan murat kavsü azamdır. Ki
Can bedenden mahfi/gizli olduğu gibi o da halk içinde mahfidir/gizlidir.
Tavaifi evliyadan yediler var, kırklar var, üç yüzler var.
Yedilerden biri gavs ki; bütün avalem/âlemler anın avucunun içinde bir hardal
danesi kadardır. İkisi imaman, bunların
biri gavsın sahibü yemini (Güney
yardımcısı) ki, âlemi ulvide mütesarrıftır (yüce âlemlerde tasarruf eder). Bu felekiyat
ve yıldızlar anın emri ile devran eder ve göğler anın emri ile durur. Eğer ki;
sahibül yemin olmasa göğler bir an durmaz bozulur. Birisi de sahibü şimali (kuzey yardımcısı) ki, âlemi süflide
mutasarrıftır (aşağı düşük âlemde
tasarruf eder). Erzak vesaire anın eliyle verilir. Dördü dahi evtaddır. Yani evtadı Erbaa/dört seçkin er denilir. Bunlar bu âlemin dört tarafından
muhafazasından memurdurlar. Velâkin bunların hiç birisi gavsı bilmez. Gavs her
birinden mahfidir/gizlidir.
İllâ sahibü şimal gavsı bilir.
Çünkü gavsın vefatında sahibü
şimal/kuzey yardımcısı onun yerine
gavslığa geçerek gavs olur. Sahibül yemin sahibül şimal/güney
yardımcısı
kuzey yardımcısı olur. Evtat-i erbaadan biri sahibül yemin olur. Kırklardan biri evtat, olur.
Üçyüzlerden biri kırklara alınır. Üçyüzlere de ehli tevhitden istidadı yakin
olan biri bulunur.
Fena meydanın merdi olan er
Niyazi gibi etmez ol kuru lâf
(85)
Zâhidâ sûret gözetme
içeru gel câna bak
Vechi üzre gör ne yazmış defter-i
Rahman’a bak
Yani defteri Rahman’dan murad; kâmildir. Çünkü
Kâmil Rahman sıfatıyle muttasftır/vasıflıdır.
Mushaf-ı
hüsnünde yazmış kulhüvallah âyeti Ger inanmazsan gir ü var mekteb-i irfâna
bak
Asrısaadetten evvel Halk Hz. İsmailin
şeriatı üzerine giderler
idi. Sonra biri çıkıp halkı abdei evsan (putperest) etti. Asrısaadetten dört
yüz sene evvel evsan (put) mezar
taşı gibi olup, beyti şerif etrafında dikilüp ve boyunlarına deve kuşu
yumurtası ve taşlar asup tezyin ederler/süslerler.
Ve beyti şerifi tavaf ederek
evsanların/putların yanına
geldikleri vakit secde ederler idi.
Sonra Hz. Resulullaha sordular; senin rabbın
altundanmıdır,
gümüştenmidir? Nedendir/nasıl
bir şeydir? Şu kulhüvellah ayetinin (suresinin)
sebebi nüzülü budur. Çünkü kulhüvellah ayeti kuranın en cemiyetli bir
ayetidir/suresidir. Cebrail
aleyhisselam bu ayeti kerimeyi indirdi. ‘Kulhüvallahü
ehad’, yani vücuda gelmeyen malûmat ve vücuda gelen mevcudat ehad’tır/tekdir. Çünkü ehad hüviyeti gaybı mutlaka delalet eder. ‘Uluhiyyet’ise, dünya ve
ahiret mevcudata delalet eder. Esmai camiadandır (isimleri toplayandır). Yani ahadiyet hüviyetine gaybı
mutlakın ahadiyeti, vahidiyet hüviyetine mevcudatın ehadiyeti o dur.
(Yani ehadiyet, gaybı mutlakın hüviyetidir, vahidiyet ise, mevcûdatın
hüviyetidir ki, bunlar iki değer olarak ifade edilse de, O dur, yani ehad’tır).
‘Allah’, yani mevcudattır. ‘Essamed’ ise, ona arzı ihtiyaç ederler. Samedin
manası odur ki, cümle mevcudat dünyevi ve uhrevi, ona (samedaniyete) ihtiyaçlarını arz ederler. Yani her bir şeyin
ihtiyaçları
ona’dır. ‘Lemyelid’, doğurmadı. ‘Velemyuled’, doğmadı, eba/babası ve ecdadı/dedeleri yoktur. ‘Velemyekünlehü küfüvven
ehad’, yani ahad’tır/tek’tir, ana/ona hiçbir şey
akran (O’nun dengi) olmadı.
Çeşmini
gösterdiğince âşıkın cânın alır Leblerin açtıkça can nef eyleyen
cânâna bak
Çeşminden murad,
vücudu Hak’tır. Yani vücudu Hakkı görenin kendi vücudu kalırmı? Kalmaz.
Zülfünun her bir teline bağlı bir Mecnun’u
gör Hattının ilindeki yüzbin meh-i tâbâna bak
Zülfünden murad,
Hakkın zuhuratıdır/açığa çıkmasıdır. Yani her bir zuhuratında/açığa çıkışında birer
mecnun bağlıdır.
Mecnun Leylâya âşık idi ve Leylânın
zülfünde bağlı idi. Yani maşuku (sevgilisi)
olan Leyla ile bir vücut idi. Âşık ta Hak’tır, maşukta Hak’tır. Âşıklığı ile tecelli ve zuhur eder. Âşıka maşuka
dahi lazım olur ve Maşukluğu ile de zuhur eder. Velhasıl
zahir olan âşıkta odur, maşukta odur.
Âteş-i ruhsâr
ile yanmış kararmış çehresi Harf libasından soyunan
nokta-i üryâna bak
Yani harf libâsından murad/amaç, suret libası/giysisi demektir. Nokta-i üryandan murad, vücudu Hak’tır.
Hep mülazım
kulluğunda bu cihânın
şehleri Kapusunda pâdişehler kul olan sultâna
bak
Âlem anın hüsnünün şerhinde
olmuş bir kitab Metnin istersen Niyazi sûret-i
insâna bak
Bu avalem/âlemler, nuru Muhammedin, yani
Hazreti Muhammed S.A.V.min sureti nuraniyesinin şerhinde/açıklaması olan bir kitaptır.
(Vetturi ve kitabi mestur fi
rekkin menşur / Yemin
olsun Tûra, Satır satır yazılmış Kitap.
Ki açılıp yayılmış
ince deri üzerine
yazılmıştır. (Tur-1, 2, 3) varit oldu. Yani tur dağının hakkı
için ve bu avalem/âlemler ki nuru Muhammedinin şerhinde/açıklaması olan bir kitaptır. Anın hakkı içün işte cenabı Hak kasem/yemin etmiştir.
Hazreti Resulullah ise bu âlemler
kitabının metnidir/özüdür. İşte bu kitap
olan avalemin/âlemlerin metnini/özünü bulmak istersen, sureti insana bak.
Bir salik sadık
olduğu vakit makamı cem’de hazreti Resulullah sureti
nuraniyesiyle veyahut sureti unsuriyesiyle yakaza (uyku ve
uyanıklık
arası) halinde ana gelir. Behemahâl/mutlaka gelir, tevhidi
efalı tevlidi sıfatı ve tevhidi zatı ana telkin eder.
![]() |
(86)
Hak ilminde bu âlem bir nüsha imiş ancak Ol nüshada bu âdem bir nokta
imiş ancak
Ol noktanın içinde gizli nice bin deryâ
Bu âlem o deryâdan bir katre imiş ancak
Bir derviş demiş
ki, şeyhimle yüz bin âlem gezdim her bir âlem bu
kadar sayıh/gerçek
demiştir.
Âdemliğini her kim buldu ise odur âdem Yoksa görünen sûret bir gölge imiş
ancak
Âdemliğini her kim bildi ise, âdem
odur. Yoksa bu suret âdemde olup ta içi hayvan olursa o, bir gölge gibidir.
Hani ya bir adam güneşe karşı durursa gölgesi yere vurur ve o adamın sarığı,
sakalı o gölgede beyandır/belirir. İşte onun gibidir.
Bu zevke yeler herkes bulmaz veli
her nakes İren ana âdemde bir fırka imiş ancak
Kim ol deme buldu yol vasloldu Niyazi ol Naci denilen fırka bu zümre imiş
ancak
Hazreti peygamber buyurmuştur. ‘Yahudi bu kadar fıkradır.
Kâffesi/tümü ehli nar, Nasara/hırıstiyanlar bu kadar fırkadır kâffesi/tümü ehli nar. Muhammedi bu kadar fırkadır
kâffesi ehli nar, illa bir fırkası ehli cennettir. Yani
fırka-i vahide/Ehli tevhid gurubu. Ve hüve fırkatü naciye’Bu guruptur Kurtuluşa erenler buyurmuştur.
Mef’ûlü mefâilün mef’ûlü mefâilün Âdemdeki olan esrar bu demde imiş ancak
![]() |
(87)
Ey gönül gel olmagıl Hak’dan ırak Tende cânın var iken eyle yerak
Bu avalem/âlemler nuru Muhammedinin
tafsilidir/ayrıntısıdır. Ruhu Muhammed
metnidir/özüdür. Nuru Muhammedi dörde taksim olundu. Birine ruhu cemadi/toprak denildi. Birine ruhu nebati/bitki denildi. Birine ruhu hayvani denildi. Birine ruhu insani
denildi. Bunların hepsi ruhu Muhammedinin tafsilidir/ayrıntısıdır.
Dünyeden ölmezden evvel et sefer Hiç edinme bir makamda sen durak
Yani dünyada sefer/yolculuk; mutu kable ente mutu /
ölmeden evvel
ölünüz (Hadisi şerif)
sırrına mazhar
olmaktır. Âşık olan bir kul hiç bir makamda
durmaz. Dünya ve ahiret terakki eder/ilerler yükselir. Çünkü terakkinin
nihayeti/sonu yoktur
demektir.
Yoksa bu fırsat bize bâki değil Menzil al düşmezden ortaya firak
Gel bu ırz u nâmusu kıl târumar
Ger yola girdinse var ârın bırak
Halkın uslu demesinden sana ne
Akil isen adını mecnûna tak
İlmine mağrur olursan
olma hiç Issı verınez sana ne
kara ne ak
Gir sakın çıkma izinden
mürşidin Her ne emir ederse sakın olma âk
Bir eline gözyaşından al âsâ
Bir eline derd odundan yak çerak
Ey Niyazi
tutar isen pendimi Diye sana istediğin işte bak
(88)
Hak yolunun rehberi Nefsidürür kâmilin Dil tahtının
serveri Nefsidürür kâmilin
Kâmilin nefsi, yani ruhu tevhit yoluna
delildir/yol göstericidir.
Ruhu kâmil; mazharı
ahadiyet ve mazharı
zattır.
Nefsini mât eyleyen
Def’-i memât eyleyen Nefh-i hayât eyleyen Nefsidürür
kâmilin
Kamil ölmez. Bir dardan bir dara/bir yurttan
bir yurda intikâl eder. Hatta cesedi bile kırk günden ziyade kabrinde yatmaz, yani durmaz. Biz müşir paşa ile
Kosovaya gittiğimizde, orada şura reisi/meclis başkanı Rıfat paşa
var idi. Sonra
Kosovada vefat etti. Ve Sultan Murat han hazretlerinin türbesinin kapusu önünde
defn ederler. Badehu/daha sonra familyası/ailesi İstanbuldan müzeyyen/süslü taşlar gönderir. Kabrini yapmak üzere açarken
bakarlar ki, cesedi yok. Sonra İsmail paşa merak etmiş,
bu konuyu bir mektup ile bizden sual etti. Bende sordum? Bunun halleri nice idi, muvahitmi idi?. (vefat eden Rıfat paşanın halleri
nasıldı tevhid ehlimiydi) Cevap
verdiler ki gaayet musalli/namaz kılardı ve hüsnü hali/iyi güzel hâlleri var idi ki, paşalar içinde anın gibisi hiç
yoktur dediler.
Sonra ben dahi cevap
verdim. O takım
zatlar kırk günden
fazla kabrında durmaz. Hatta Mısır da Şıh Bakkal
vefat ettiği vakit,
İbni Faris hazretlerine vasiyet
etti ki, benim cenazemi
sen kıldıracaksın dedi. Sonra gasil ettiler (cenazeyi yıkadılar). Mısırdan Babül vezirden çıkınca bir musalla
taşı var, cenazeyi
o musalla taşı üzerine koydular. İbni Faris imam oldu. Selam
verince gökyüzünden büyük
bir beyaz kuş iner,
cenazeyi yudar ve uçar gider. Orada bulunan
cemaat,
bunu görüp mütehayyer olup (şaşırmış bir halde) İbni Faris
Hazretlerine müracaat ettiler. İbni Faris buyurdu. Hazreti Resulullahın hadisi şerifinde
varit olmuştur. Ervahüşşüheda fil havsilittayr, yani
şehitlerin ruhları kuş kursağındadır. İşte Şıh Bakkalın ruhu,
kuş suretinde tecessüd etti/cesetlendi ve gelüp cesedini yudarak
kendisine ruh etti.
Evliyanın ruhu cesed ve cesedi ruhtur. Çünkü kendisi tevhit şehidi idi. Zira tevhit şehidi kılınç şehidinden
evlâdır/daha üstündür.
İsteyü git âdemi Âdemde bul âdemi Sırr-ı nefahtü demi Nefsidürür kâmilin
Âdemi âdemde
bul, yani âdem suretinde her gördüğün âdem değildir. Velâkin âdem yine de âdemler içindedir. Âdem
aleyhisselam, cesedini (İz kale rabbüke lil melaiketi inni halikun.
Beşeren min tin feiza sevveytühu ve nefahtü fihi min ruhi feka u lehu
sacidin / Hani rabbin meleklere şöyle demişti: muhakkak ben çamurdan bir beşer/insan
yaratacağım onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye
kapanın/saygıyla
eğilin. (Sad-71, 72) ayeti kerimesi mucibince
kalıbı cesedinin tesviyesi/düzlenmesi kemal
bulunca/tamamlanınca
ruh oldu. Çünkü istidadı tam oldu. Yani istidadı tam olunca ruh tecelli olunur demektir.
Sûre-i Necm’i oku Anlagil vahyi Hakkı Bilesin ol mantıkı Nefsidürür
kâmilin
Vahi dört kısımdır: Bir Cebrail vasıtasıyla enbiyaya vahi olunur.
Ve bu vahi enbiyaya
mahsustur.
Ve biri de vahi ilhami,
bu vahi ile cenabı Hak ehli tevhidin
kalbini münevver eder/nurlandırır, aydınlatır. Ana her şeyi ilham tarikiyle vahi eder.
Ve biri dahi vahi müşafeha/konuşmayla
ki, ehli tevhit bu suverden/suretlerden cenabı Hak ile şifaen/söz söyleyerek
tekellüm eder/konuşur). Aynı Bayazidi Bestaminin buyurduğu gibi, ‘Ben Hak ile otuz sene mükeleme ettim/0konuştum,
nas/İnsanlar zannederdi anlar ile tekellüm ederim/konuşurum’.
Biri dahi vahi
tebliğ ki, Hakkın
resule inzâl buyurduğu kitabın ahkâmını verese-i resul ümmete tebliğ eder.
İşte vahyin bu üç kısmı dahi evliyada
ve ehli tevhitte bulunur. Ancak cebrail vasıtası ile olan vahi, enbiyaya
mahsustur. Yani evliyada bulunmaz.
Rûhulkudüs demini Âdemde iste anı
Ol imiş gönlün cânı
Nefsidürür kâmilin
Ruhu kuddus denilen, cebrail
aleyhisselamdır. Deminden murad, inzâl
ettiği/indirdiği vahi
ilahidir.
Mâye-i zât denilen Feyz-i necât denilen Ab-ı hayât denilen Nefsidürür
kâmilin
Yani hızır aleyhisselamın abı hayat/ölümsüz hayatın
suyu
rivayeti bütün bütün yalandır. Abı hayat abı tevhittir.
Diri kılan tenleri Zinde eden canları Kaldıran ölenleri Nefsidürür kâmilın
Hazreti Resulullah, Uhud gazasında iken Abdullahın oğlu Şehit
oldu. Resulullah dua etti, hayat buldu/dirilip Kalktı. Hazreti İsa dahi bir kız ile iki erkek ihya etti/diriltti. Bu ümmeten mevtayı ihya eden/ölüyü dirilten üç kişidir. Birisi Abdurrahman İbni Mollacami, biri Abdulkadir Geylani
ve biri Bayazidi
Bestami.
Molla cami
hazretleri, Belhi de melikin saray
hocası idi. Melikin gayet güzel bir oğlu var idi, Onu okutur idi. Sonra
melikin etrafı molla camii kıskandı. Melike
dediler ki, Hoca oğlunuza taaşşuk
etmiştir/oğlunuza âşık olmuştur, Çocuğu bed/kötü huy edecektir. Melik ise Molla Camii tecrübe etmiş ise
de,
vükelası/vekilleri, yardımcıları dahi anlamak
üzere bir daha tecrübeye kıyam etti/kalkıştı
ve bir davet yaptı. Melikin Vekili/yardımcısı hocaya tenbih etti ki, bir gebermiş tavuk bulun. Onu temiz yapın ve pişirin
sofrada Molla Caminin önüne
koyun.
Çünkü Belhi de dahi adet Mısırın
âdeti gibidir. Her ne kadar
yemek sahanı/çanağı varsa
hepsini birden
sofraya korlar, sonra sofraya oturdular. Molla Cami el sürmeyince melik,
efendim niçin tenavül
buyurmazsın/yemeği yemezsin, dedi. Hemen Molla cami de bir kerre ellerini kakarak ış ış edince tavuk sahandan/çanaktan kalktı
gitti. Odanın içinde
gezerek ötmeğe başladı.
Çünkü ehli tevhidin
haram
şey önüne geldiği
vakit, zikri daimi ve kalbiyesi
sakin olur/durur. Molla Camiin dahi zikri kalbiyesi sakin olunca, tavuğun
ölü olduğunu anladı. Ber vechi takrir
ihya etti (Allah’ın izniyle diriltti).
Bunun üzerine Melikin
vükelası/vekilleri behod
oldu (utandılar
mahcub oldular).
Abdülkadir Geylani dahi oturduğu hanenin/evinin komşuları
ondan
haz etmezler idi. Ona hep eziyet ve cefa etmek isterler idi.
Abdülkadirin dürre namında bir kedisi var idi ve gayet sever idi. Onu
tuttular öldürdüler. Abdülkadir hazretlerinin geçeceği yol üstünde bir muzip attı. Taki Abdülkadir hazretleri geçerken kediyi görüpte teellüm
ede (üzülsün acı duysun diye), bir de Abdülkadir Geylani
hazretleri o yoldan
geçerken bakar. Kendi
kedisi, Ya dürre,
deyince kedi dahi kalkıp başladı ayaklarına sürünrneğe.
Bayazidi Bestami
hazretleri de, bir takım nasara
keşişleriyle (hırıstiyan papazlarla) denizde gemiye) bindi. Muhabbet ederlerken keşişlere hazreti İsanın
uluhiyyetine kail olduklarına sebep (Hz. İsa’yı Allah kabul etmenizin sebebi) ne olduğunu sual etti. Keşişler dahi hazreti İsa mevtayı ihya eder/öleni diriltir dediler. Sonra Hazreti
Bayazit, bir günde keşişlere uğraşup
bir fayda belletti ki, delil var, medlül var delil bulunca
Medlüle İman etmek
lazım. Yani Hazreti İsa nın Uluhiyetine/Allahlığına mevtayı ihya ettiğinden ötürü kail oldunuz. Ya bende mevtayı ihya edersem/ölüyü
diriltirsem benim dahi Hazreti İsa olduğuma kail olmanız lazım gelir dedi. Keşişler evet dediler.
Hemen orada bir karınca dolaşırdı.
Hazreti Bayazit dahi karincayı tutup,
başını kopardı. Sonra
yine başını yerine koyup üfürdü. Karınca
kemafissabık/daha öncesi gibi
dolaşmağa başladı.
İşte bu ümmetten ve bu üçünden başka hiç bir kimse mevtayı
ihya etmiş yoktur. Ancak her bir veli bir kâmil mevtayı
ihyaya muktedirdir. Ancak kerameti kevniye olduğundan ona
iltifat etmez. Yani kerameti kevniye izharina/göstermeye heves ve rağbet buyurmazlar.
Mevtâya etse
nefes Her yanından gele ses
Haşreden ey hakşinas Nefsidürür kâmilin
Niyaziyi cân eden Zerresini kân eden Katresin ummân eden
Nefsidürür kâmilin
(89)
Ey bülbül-ü
şeydâ yine efgana mı geldin Azm-i gül edip zâr ile giryânamı
geldin
Pervâne gibi ateşe dâim can atarsın
Evvelde bu aşk oduna
sen yana mı
geldin
Yağmur gibi yağarsa belâ baş açarsın
Cân vermeğe
dost yoluna kurbâna
mı geldin
Her şey çalışır bir sıfatı eyleye
mâmur Sen cümle sıfat ilini virâna mı geldin
Vech-i ahadiyet
ki şu eşyada görünmüş Bu kesrete
ancak anı seyrâna
mı geldin
Evet; Bu âlemi kesrete vechi ahadiyeti/benzersiz tek yüzü seyrane geldik. (Kün tükenzen
mahfiyyen fe ahbebtü
en urefe fe halektül halka li urefe. Yani ben ilmi zatiye de malûmatla tecelli idim. İstedik ki bilineyim. Halkı halk ettim.(Hadisi kutsi) Yani
Halk, mahzı/sadece Hakkı bilmek vechi ahadiyeti
seyretmek içün bu âleme geldik.
Bir kimse senin olmadı hiç râzına mahrem Bilmem bu cihân içine yek dâne mi
geldin
Bu hasta Niyazi’ye şifâ remzin edersin
Derde düşenin derdine
dermâna mı geldin
-----------------------------------------------------
(90)
Derd-i Hakk’a tâlip ol Dermâna irem dersen Mihnetlere râgıp ol
Asâne irem dersen
Aşk yolu belâlıdır
Her kârı cefâlıdır
Cânından ümidin
kes
Cânâna irem dersen
Od yak sineni
çâk et Su gibi özün pâk et Yüzün yere sür hâk et Ummâna irem dersen
Bu yolu bil
andan gel Deryâyı bul andan dal
Ka’rına irüp el sal
Dürr-i kâna irem dersen
Pirinle olan ahdi güt Nen var ise ko git Bildiklerini terk
et İrfâna irem dersen
Sabretmede
eyyub ol Gam çekmede yakup ol
Yusuf gibi mahbub ol Ken’âna irem dersen
Sabır, Hakk’a
şikâyet etmemek manasına değildir. O mukavemedir/direnmedir. O demektir ki sen ne kadar musibet
verirsen ver ben tahammül ederim. Halbûki kul
acizdir.
Eyüp aleyhisselam, humma tabir olunur bir nevi sıtma
illetine/hastalığına müptelâ
oldu. Hani ya âlemin söylediği Eyüp’ün vücudunda yaralar var idi. Nihayet
kurtlandı, hatta kurtlar yere dökülüp yine toplayup yaralarının üstüne kor idi.
Âlemin böyle dedikleri külliyen yalandır. Hiç olurmu? Resul böyle istikran/tiksinme olunacak illetlerden masum
ve mahfuzdur/korunmuştur. Çünkü sahibi
davettir. Eğer ki bu derece illete mübtela olmuş olsa ümmet ondan
ikrah eder/tiksinir, sonra cenabı Hak onlara
zulüm etmiş olur. Çünkü. Nebi’nin yanına gitmeden ikrah ederler.
İşte bu itibarla
Hz. Eyyüb’ün hastalığı sıtma illeti idi. Velâkin Cenabı Hakka şikâyet etmedi. Sonra vahi
ilahi gelüp, Ya Eyyüp, bana şikâyet etmen mani sabır/sabretmene mani değildir
denildi. Badehu/sonra Hazreti
Eyüp dahi defini tedarru etti (o anda
pişman olarak Hakk’a
yalvardı). Sonra vahi ilahi geldi ki, Ya Eyüp oturduğun yere ayağını vur, bir
su çıkar o su ile vücudunu yıka bir şeyin
kalmaz. Eyüp dahi ayağını yere vurup
bir su çıktı. O su ile yıkandı sıhhat
buldu. Halka şikâyet sabra manidir. Yoksa Hakka
şikâyet etmek sabra mani değildir.
Hatta.
Hazreti Yakup’un on iki evladı var idi. On evladı bir anadan iki evladı bir
anadan. Yusuf Aleyhisselamla bir küçük karındaşı bir anadan idi. Sonra Hazreti
Yakup, Yusuf’u daha ziyade sever idi Karındaşları babalarının teveccühlerini
kendilerine hasretmek (yöneltmk)
için Yusufu kırda tuttular bir kuyuya
attılar. Ol vakit Hazreti Yusuf yedi
yaşında idi. Ve kimisi katledelim dedi. Yehuza razı olmadı Velhasıl kuyuya
attılar. Sonra bir kafile oraya uğradı. Kafilenin sakası/sucusu su almak için kuyuya kovayı
saldı. Baktı ki kovayı asılmış bir mahbub/sevimli çocuk çıktı. Aldı kafileye
getirdi. Sonra kardeşleri koştu. Dediler ki bu çocuk,
bizim kölemizdir. Firar etmiş idi. Gayet bed/kötü
huyludur. Ancak size
satalım. Nihayet altı kuruşa sattılar. Sonra kafile dahi
Mısırda Melike,
ağırlığı kadar altuna
sattılar.
Yakup Aleyhisselam bir rüya gördü,
keyfiyeti (bu durumu) anladı.
Ve yine oğlu ile kavuşacağını, yani mülaki olacağını/buluşacağını bildi. Yusuf Aleyhisselam da kezalik/böyle bir rüya ile pederine
kavuşacağını anladı.
İkisi dahi gamnak/gamlı, tasalı olmadılar.
Kenan, Şam nahiyelerinden bir nahiyenin ismidir.
Terk et kuru
dâvayı Hem ucb ile riyâyı Mısri ko o sevdâyı Sübhan’a irem dersen
-----------------------------------------------------------------------------------------------
(91)
Gözlerini n’oldu
bidâr eyledin Ah u efgânı
sana yâr eyledin Aşk odıyla içini nâr eyledin
N’oldu biilbül
işini zâr eyledin Ne sebepden
azm-i gülzâr eyledin
N’oldu ağlarsın ne eylersin taleb Bu
tükenmez derdi n’oldu
sebeb Güldeki didâr mı gördün aceb
N’oldu bülbül işini zâr eyledin Ne sebepten azm-i gülizâr eyledin
Bu fena gülzâre
tâlibsen eğer
Hiç bekası yoktur anın tez geçer Bu
fena içre beka duydun meğer
N’oldu bülbül işini zâr eyledin Ne sebepten
azm-i gülzâr eyledin
Ber karar olup biraz eğlenmedin
Daim ağlarsın biraz dilenmedin Kimse bilmez hâlini anlatmadın
N’oldu bülbül işini zar eyledin Ne sebepten
azm-i gülzâr eyledin
Bunca hasretten di cânın ne sezer
Fırkatin günden güne artıp gider Lütfedüp ver gel Niyaziye haber
N’oldu bülbül işini zâr eyledin Ne sebepten azm-i gülzâr eyledin
---------------------------------------------------
(92)
Salikin mürşidine hizmeti şahâne gerek Eşiğine koya başın diye şahane gerek
Salik; bunun üç mertebesi
vardır 1 -Muhip,
2 - Mürid, 3 – Salik.
Muhip demek; yalnız ehli tevhit
ile muhabbet eder. Mürid ise; hem muhabbet eder hem de biad etmek ister.
Salik; biad eder ve dahi süluk eder (yola girer).
Burada murad budur, yani süluk edenin mürşidine hizmeti vükelanın (vekillerin/vezirlerin) padişaha olan hizmeti gibidir.
Belki de daha ziyade/fazla olması lâzımdır.
Yani vükela padişahı nice/nasıl kıymetli tutarsa, hürmet ve itaat eyler
ise, salik dahi mürşidine öyle itaat ve hürmet
etmesi ve kıymetli tutması
lazımdır. Ve padişahtan ziyade/dahafazla bile olması lâzımdır. Çünkü
padişaha itaat ve hürmet edilmesi maişeti dünyeviye
cihetinden dolayıdır. Eğer ki vükela hizmetinde kusur etmiş olsa o cihetten
taış (geçimi maişeti) olmaz. Velâkin sair cihetten/başka biryerden yine taaş (geçim maaş elde) edilebilir. Ancak
mürşide hizmeti Hak cihetindendir ve mürşidin emri Hakk’ın emridir.
Eğer ki salik, ınürşidin emrine itaat etmemiş olursa,
başka taraftan mürşitten
kazanacağını kazanamaz.
Mürşidin
hizmeti nedir? Mürşidin hizmeti Hak yoluna Hakk’ın ettiği emirlerden ibarettir. Binaenaleyh/bu sebeple, mürşidin emrini tutmamak Hakk’ın emrini tutmamak ve
Hakk’ın emrine itaat etmemektir.
Geçe dünya ile ukbâyı dahi etmeye âr
Bu yolun mihnetine ol kati merdâne
gerek
Bu yolun
mihneti, şudur. Ahbab ve yâran bulunmaz. Çünkü ehli tevhit nadirdir/ender bulunur. Buradan
kalkıp Mısıra gidersin
muhabbet etmek için, orada ya
bir ahbab bulursun veyahut hiç bulamazsın. Zira bulunmaz bir şeydir. Bulunur
ise de gizlenir. İşte buna merdanelik ister ki tahammül edesin.
Namurad olmağa
tâlib ola kim ınenzil ala Dahi halk içre adı âkıl u divâne gerek
Aklın üç
mertebesi vardır. Biri akli maaş ki, dünyada taayyuş (dünyevi maaş geçim temin)
etmeğe dair olan şeylere mütealliktir/ilgilidir. Yani
dünya umuruna/önemine aklı erer. Ve biri de akli miad ki ahiret umuruna/ahiretin önemine aklı keser. Ve biri
de aklı kâmil ki, mearifi ilahiyeye taakkûl eder (Hakkı
tanıyıp Hakk’a arif olmaya akıl eder). Bu aklı kâmil ashabı, ehli tevhit
ve Melamiyyedir. Bunlara ukalai meczubin (bilgiç,
kendini kaptırmış cezbeli kimseler) tabir olunur. Çünkü aklı maaş ve
aklı miad ashabı, bunları meczup ve divane/deli
görürler.
Zira Melamiler, cüppe takke vb. kıyafetler giymezler, onlar içinde bulundukları
toplumun aydınlarının
ahlâka uygun kıyafeti
olan güzel elbise
giyerler ve güzel
yemek
yerler ve beş vakit namazı kılarlar.
Ve ramazanı şerifte
oruç tutarlar. Yani feraizi
ilahiyeden/Allah’ın farzlarından gayrı fazla ibadet
etmezler. Bundan dolayı Melamiler hakkında böyle dervişlik mi olur? Derler.
Hani ya inzavi (tenhaya,
mağaraya, hücreye vb. yerlere çekilmek), hani ya riyazat/perhiz,
yirmi dört saatte bir hurma ile geçinsinler. Ehli tevhidin buralarına nazaran (Ehli tevhid olan Melâmileri, bu gibi
hallerle mukayese ederek onlara) divanedir
derler. Halbûki enbiya ve Resul öyle riyazat etmedi. Ve münzevi olmadı (tenhaya mağara vb. yerlere çekilerek
yaşamadı). Ve Hakkın farz
ettiği şeyden
maada/başka bir iş işlemedi. Ehli tevhit olan melamiler
dahi öyledir.
Fazla ibadet
etmek ubbadın (kulluğunu zahiri
ibadetlerle kayıtlayanların) halidir.
Ubbad ise mahcuptur (Hak’tan
perdelidir). Halbûki ehli tevhit olan
Melamiler Hak’tan mahcup/perdeli değildir.
Enbiya ve Resulde
olan zevk ve irfan, ehli tevhitte olan zevk ve irfandan
gayrı değildir. Yani hiç bir farkı yoktur. Velâkin rütbede farkları vardır.
Mesela, enbiya mertebesi var,
gavs mertebesi var. Sair/diğer buna
mümasil/emsâl meratip/mertebeler
var. Bi hasbel/Bu
nedenle meratip/makam yönüyle birbirlerinden efdaliyeti/üstünlüğü vardır. Ancak irfanda
aralarında hiç bir farkı yoktur.
İşte ubbat/cahil abidler
bunu anlamadığından muvahidlere ve
Melamilere meczup/deli cezbeli der.
Ehli tarik
te, ubbaddan maduttur (tarikat ehli de
cahil abidlerden sayılırlar). Halbûki ehli tevhit muvahide
kâmil akil dır, bu cihetle Hz. Mısri, adı akil ve divane
gerek buyurdu (aklı maaş ve aklı maad
olanlara göre tevhid ehli akılsız, deli, divane
görülmesi gerek buyurdu).
Dahi Musa gibi Hızr’a
gemisin deldire ol Eski
divarı yıkıp hem katl-ı oğlane gerek
Gemi sağ olsa anı gasb eder emmar-i nefs Yeni divar beğim eskiye virâne gerek
Eğer öldürmese oğlanı
sonu fâsid olur
Bu bağın bülbülü aşk oduna pervâne
gerek
Bir gün
Hazreti Musa, beni İsrail/İsrail
oğulları ile oturur iken beni
İsrail dediler ki, Ya Musa, senden âlim kimse varmıdır? Halbûki resulden daha âlim kimse yoktur ve hem de Hazreti Musa zamanı saadetinde başka nebi de
yok idi. Hz.Musa cevaben Buyurdu
ki,
yoktur. Ol vakit Cenabı Hak hitabetti; Ya Musa, mecmual
bahreyinde (iki denizin birleştiği
yerde) İlmüledün bilir, benim bir kulum vardır, onun ile görüş buyurdu.
İlmüledün demek, kerameti kevniye
ilmi demektir. Çünkü Hazreti Musanın
üç müşkülü var idi.
Birinci müşkülü: Doğduğu vakit
Firavunun müneccimleri/falcıları keşfedüp firavına
haber verdiler ki, bu vakitta
bir erkek cocuk doğacaktır. Senin mülkün onun yüzünden tarumar
olacaktır. Sonra firavun, ebelik eden Ebdan kadınlara eınir verdi. Ki o emir gereğince bunlar o zaman erkek doğan
çocuğu boğardılar. İşte Hazreti Musa, ol vakit dünyaya geldi. Hz.Musa’nın
Validesi ebeye dedi göz görmeyen,
kulak işitmeyen şeyden hüzün/sıkıntı gelmez. Haydi
şu çocuğu öldürmeyelim de beşiğe koyup Nil mübareye
atalım, dedi. Ebe de Muvafakat/kabul etti. Ve Hazreti Musa yı sardı beşiğe
koydu ve Nil nehrine salıverdi. Nehrin akıntısıyla Beşik, gidip
firavının sarayına
dayandı. Firavın onu görüp aldırdı.
Ve katline emir verdirdi.
Bunun üzerine Firavunun karısı Hazreti
Asiye firavuna dedi ki; Senin erkek çocuğun yok, bunu
Allah bize gönderdi. Firavının başka karısından yalnız bir kızı var idi. Bunu
büyütelim, terbiye edelim. Çünkü bizim terbiyemizde büyür ise sana bir hiyanetlik etmez dedi. Velhasıl firavını kandırdı
Nazarı taraf ettirdi (başka tarafa
yönlendirdi). Sonra Hazreti Musanın teyzesi olacak kadın Asiyeye, sütana olması için Musanın validesini/annesini
tavsiye etti. Nihayet Hazreti Musa yine kendi validesinin
sütü ile büyüdü.
Bu mevzuda Hz.Musanın muşkülü bu idi ki; beşik nice/nasıl nehrin suyuna gark olmadı batmadı
da)? Ben sağlam çıktım.
İkinci
müşkül ise; bir kerre Hazreti Musa yolda gezerken beni İsrailden
birini firavunun adamı katarlamış/koşarak öldürmek üzere kovalar ve adam,
Hazreti Musayı görünce aman ya Musa, beni halas eyle/kurtar dedi. Hazreti Musa dahi, firavunun adamını
itince, o da düşüp öldü. Bu da bir müşkülü idi. Acaba ben bunu öldürdüm,
günahı varmıdır yokmudur?
Üçüncü müşkülü ise; yani firavunun adamını öldürünce
Şuayp
aleyhisselamın memleketine
firar etti. Orada Şuayp aleyhisselamın kızları koyunlarını sulamak içün kuyunun
ağzında olan taşı bila ücret kaldırıp (ücret
almadan kaldırması). İşte bu üçü de Hazreti
Musaya müşkül idi ki, halli kerameti kevniyeye mütevakkıftır (Bu
üç müşkülün halli/çözümü olağanüstü harkûlade işlerle
olması gerekirdi). Bunun için Hz.
Musa, kerameti kevniye (olağanüstü
harkûlade keramet) ashabından olan Hızır aleyhisselama Hak tarafından
gönderildi. Ta ki müşkülleri hallola/çözülebilsin.
Sonra zenbil/sepet içinde
pişik olan balığın hayat bularak gaip/kayıp
olduğu yer ki, elyevm/halen reşit iskelesi
tabir olunur. Orada Hazreti Musa
Hazreti Hızıra mülaki oldu/buluşup kavuştu. Ve birlikte bir gemiye bindiler.
Hazreti Hızır tuttu gemiyi deldi, Hazreti Musa buna itiraz etti. Ve burada bu kadar İbadullah/Allah’ın kulları var, suya gark
olacaktır dedi. Sonra Hızır
dedi ki; Ya seni nice/nasıl beşik içinde validen/annen Nil'e bıraktığı vakit gark olmadın/boğulmadın
da cenabı Hak tarafından muhafaza olundun. İşte bu gemide öylece muhafaza
olunur.
Badehu/daha sonra
Gemiden çıktılar, bir memleket içinde gezerken Hızır bir çocuğu tutup başını kopardı.
Hazreti Musa yine itiraz etti. Bu bi
günah/günahsız çocuğu niçin
öldürdün dedi. Sonra Hızır aleyhisselam çocuğun küreğini
çıkardı Hazreti Musaya
verdi. Çünkü Hazreti
Musa kürek ilminden anlardı.
Baktı ki, çocuğun
sonu fasit/kötü olduğunu anladı.
Hızır aleyhisselam da dedi
ki,
böylelerinin idamına beis/engel yoktur, senin
firavının adamını öldürdüğün gibi.
Sonra bir şehre vardılar. Onlara burada ekmek
vermeyip, hakaretle kovdular. O şehirde bir viran duvara rasgeldiler, yıkılmağa yüz tutmuş
idi. Hazreti hızır tuttu o duvarı düzeltti/tamir etti. Hazreti Musa yine itiraz
etti. Niçin bila
ücret/ücretsiz olarak bu işi gördün
bari ücret alaydın da, o
ücretle ekmek alırdık, halbûki
bu şehrin halkı bize ekmek bile vermedi dedi. Bunun
üzerine Hazreti Hızır Hazreti Musaya dedi ki;
Ya sen Niçün Şuayp
aleyhisselamın kızlarına
kuyunun ağzında olan taşı bila ücret/ücret
almadan kaldırdın. İşte Hazreti Musanın
üç müşkülü böylece
hallolundu.
Resul mucize isarını ihtiyar
etmez/Resul mucize göstermek istemez. Hatta mucize izharı/göstermeleri ile emrolundukları vakit,
güya ki üzerlerine büyük bir
dağ kopmuş gibi ağır gelip teellüm ederler (elem
acı duyarlar). Çünki, resuller gayet
şevkatlidirler. Eğer ki Hakkın emri ile mazharlarında zahir olacak mucizeye
halk kanaat etmez ise, başlarına bir beliye/belâ
geleceğini bildiklerinden ötürü peygamberler, mucize
izharını/göstermeyi istemezler.
İşte bu beyitler
de Mısri efendinin dediği
gemiden murad, kişinin nisbet variyetidir.
Yani insan variyet gemisini
delmeli harap etmeli, nisbet variyeti terk etmelidir.
Eski duvardan murad, vücuttur. Yani eskiden
vücut senindir benimdir
deyüp, kendinin veya âlemin
zannederdin. Sonra düzeltip vücut
Hakkın olduğunu anladın.
Oğlandan murad ise,
nefsiemmaredir.
Ey Niyazi
bu yola kim gire kurban
ede cân İyd-i ekberdir ana
vuslât-ı cânâne gerek
Can, yani ruh, makamı
cemdir. Bir kesreti
tabiye/tabiat çokluğu
var.
Kişi süluk edince kesreti
tabiyeden halas olur (Kişi Mürşidi kâmile intisab edip tevhid yoluna girince,
tabiat çokluğuna varlık nisbet etmekten halâs olur, kurtulur). Çünkü
efal, Hakkın olduğuna, sıfat Hakkın olduğuna vücutta Hakkın olduğuna vakıf
oldumu, kesreti tabiyenin nisbet
varlığı kalmaz.
Sonra
makamı Cem ki, makamı ruhtur. Orada
kesret batın olur. Vahdet zahir olur. Yani Hak zahir, halk batın. Badehu/sonra Hazretül
cemde ki makamı nefs ve makamı
şeriattır. Kesret zahir vahdet batın,
yani halk zahir Hak batın.
İşte canını kurban etmek demektir
ki, makamı ruhtan makamı nefse geçmektir. Bu iyd-i ekber ve haccül
ekber/Bu büyük bayram ve büyük hac demektir.
![]() |
(93)
Derviş olan
âşık gerek Yolunda hem sâdık
gerek Bağrı anın yanık gerek Can gözleri açık gerek
Alçaktan alçak yürüye Toprak içinde çürüye Aşk ateşinden eriye Altın gibi sızmak gerek
Maden yedidir. Biri altın, biri gümüş, biri bakır, biri
kurşun, biri kalay biri demir, biri civa, bunların asliyesi
altındır. Altın, nice bin yıldan sonra bir illete uğradığı vakit, demir olur.
Demir de nice seneler geçince kezalik bir illete (sebepe) uğrayıp gümüş olur. Gümüşte kezalik nice seneler
sonra illetle bakır olur. Bakır da, nice minval
üzere illetle kurşun
olur. Kurşun da kezalik bir illete
uğrayıp kalay olur. Kalay da illIetle cıva olur. Kamil olan kimyevi bu
illetleri bilir. Bu illetlerin ne gibi Ecza/ilaç ile zail/yok olduğunu dahi
fark eder.
İşte ecza ile madeni aslı olan altına
irca eder/dönüştürür. Çünkü altın,
zatında pak ve halistir.
Ve her şey pas tutar altın
kir tutmaz. Çünkü zatı halistir. Fakat mürür zaman/zaman aşımı
ile birer illet dari olarak gümüş, Bakır, demir vs. olmuştur.
İşte kâmil olan kimyevi ecza ile dari olan/bulaşan
illetleri izale/yok ederek aslına irca eder/döndürür. İşte ilmi kimya budur.
Kezalik/bunun gibi ruhun dahi aslı pak ve halistir. Fakat sonradan dari olan/bulaşan illetler sebebiyle hali asliyesini
zay etmiş/kaybetmiş ise de,
kezalik mürşidi kâmil o illetlere
tevhid ile müdavemet ederek hali asliyesine irca eder (Mürşidi
kâmil devamlı tevhid irşadıyla
aydınlatarak, saliki asılolan ruh’a döndürür).
Zikr-i Hakk’a
meşgul ola Yana yana tâ kül
ola
Her kim diler makbul ola
Tevhide boyanmak gerek
Çünkü zikri
daimi haccül Ekberdir/Büyük hac’tır.
Mesela gönül her nereye giderse Ayet, feeynema
tüvellü fesemme veçhullah / Nereye
dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır…(Bakara-115) mucibince/gereğince
zikri daimi ardınca
allah, allah, allah diyerek gönül
bağa gider, bahçeye gider, hana gider, haneye gider. Zikri daimi her
nereye giderse veçhullah/Allah’ın yüzü olduğunu gönül ardınca tastik
eder. Anın için
zikri daimi haccül ekberdir ve cihadı ekberdir/daim zikir büyük hac ve
büyük cihattır.
Tevhide boyananlar dünya ve ahiret
makbûl olur. Kale resulullah sallalahu taala aleyhi vesellem ila
ashabı Hadis; (Ene recana minel cihadil
esgar ila cihadil ekber / küçük cihattan/harpten büyük harbe
yöneldik. Ve kalu ashap melcihadil ekber, / sahabeler
dediler ki
nedir o büyük cihat/harp
ya resulullah. kale A.S. Hadis (El cihad mean nefsehu / resulullah as. Dedi; o cihat/harb nefisle yapılandır.) Zikri daim, cihada alattir
(daim zikir bu harbin
silahıdır).
Eyven kişi yol
alamaz Maksudunu tez bulamaz
Yoğ olmayan var olamaz
Varını dağıtmak gerek
Eyven dedikleri o bir binadır
ki; dünyada onun kadar büyük bina yoktur. İşte bunun için mütekebbir olan kişi, yani büyük ve balaban bulunan
adam, o binaya teşbiye olunur/benzetilir.
Dervişlerin en
alçağı Buğday içinde burçağı Bu Mısri gibi balçığı
Her bir ayak basmak gerek
Dervişlerin en alçağı tevhidi efal salikidir. Ve zikri daimi sahibidir.
Buğday içinde burçak, nice ki buğdayla beraber
buğday pahasına satılıyor, buğday ile beraber tahin
ediliyor Dekik olur. (Nasıl ki ucuz
olan burçak, pahalı olan buğday içine karıştığında buğday
olarak satılıp
buğday olarak değerlenmesi gibi). Tevhidi efal sahibi ve zikri daimi sahibi de, gerek burada ve gerek kabirde ve gerek ahirette behamahal/mutlaka kemâl
bulur. Yani tekmili makam ettirilir ve insanı kâmil olur.
![]() |
(94)
Arifin mutlak kelâmın
duymağa irfân gerek
Sırr-ı muğlaktır gönülde zevk ile vicdân gerek
Arifin kelamını
yine arif olan kimse bilir.
Çünkü irfan gönülde
kapalı bir sırdır. Zevk ile
vijdan ile bilinir. Kişi arif olmayınca vijdan sahibi olamaz.
Bir hazinedir tasavvuf mâlik olmaz her hasis Bulmağa anı dü âlemde beğim sultân
gerek
Dürr-i yektâ
kânını âlemde bulmak isteyen Bulmaz anı nehr içinde bahr-i
bipâyân gerek
Dürrü
yekta kânını bahri bipayandır (eşi
benzeri olmayan incinin menba-ı, sınırı hududu olmayan büyük denizdir). Nehir içinde dürü yekta/eşsiz inci bulunmaz. Yani tevhit mürşidi
kâmil ister, öyle mürşidlerin herbirinde tevhit
bulunmaz.
Hüdayi Mahmut Ef. angazi namında bir kitabında bir hikâye yazar: Dervişin
biri şeyhine gelip evlenmek için ruhsat/izin talep eder, Şıh dahi pekalâ der. Derviş der ki: amma ben padişahın
kızını talep edeceğim.
Şıh dahi olur der, dervişe sarfı himmet/yardım eder.
Badehu/sonra o derviş sokağa
çıkıp sual eder ki, Padişahın kızını talep ettikleri vakit usulü
nasıldır,
kimden talep ederler?
Şıh islamdan/şeyhül İslamdan derler. O fakir derviş kalkıp Şıh İslama gider. Esselamunaleyküm der.
Şıh islam dahi
aleykümselâm demiş. Badehu
derviş efendim, ben Allah’ın emriyle ve resulullahın sünneti şerifi ile padişahın kerimesini/kızını helallığa isterim. Şıh İslam
tefekkür eder Allah’ın emri ve resulullahın sünneti
şerifi dedi. Şıh islam pekâlâ padişaha arzedeyim der. Fakir derviş dahi arz et dedi. Sonra Şıh İslam
huzuru padişahta iken, der ki efendim bu gün garaipten bir şey başıma
geldi. Dünkü gün bir fakir derviş bendenize gelip selam verdi.
Ve ettiği ise,
efendim Allah’ın
emri ile resulullahın şeriatiyle ben padişahın
kerimesini/kızını helallığa
isterim dedi. Sonra padişahta şeyhül
İslama buyurdu ki, biz kureyşliler gibi değiliz
ki neslen küfev arayalım. Çünkü
küfev, nesillen ve gınaen
aranır (Çünkü Küfev, soyca ve zenginlikte denklik, eşitlik aramaktır).
Biz Neslen/soyca o
fakirle beraberiz.
Eğer ki o fakir,
kızıma bir nişanlık
olarak bir dürü yekda/eşsiz inci getirirse
kızımı ona veririm dedi. Sonra şıh islam padişahın emrini fakir dervişe tebliğ etti.
Derviş pekâlâ
dedi. Badehu/sonra fakir derviş
çarşıya cevahir bezistanına (mücevher satılan çarşıya) gitti. Cevahircilere sual
etti. Dürrüyekta sizde bulunur mu'? Dediler ki işidiriz. Acem şahının hazinesinde bir tane varmış. Badehu derviş oradan kalkıp,
Acemistana gider. Orada hazinedar ile buluşup sual eder? Der ki sizin
hazinenizde bir dürrüyekda varmış o nereden geldi, Hazinedar eevap verdi; Basra
tarafından Bahri Ahzer vardır. Orada bulunur ve oradan geldi. Badehu/sonra oradan
derviş kalkıp Bahri Ahzere gider. Soyunup deryaya dalar çıkar, dalar çıkar
balıkların suyunu bulandırır. Artık tabu tuvani/gücü
kuvveti de kesilir. Badehu/sonra derya
kenarına çıkar.
Açlıktan ve
kudretsizlikten artık bayılır, yatıp uyur. Velâkin ahd eder ve der
ki, yarab Ya dürrüyektayı bulurum yahut bu derya kenarında ölürüm. Artık açlıktan bayılırcasına bunu bir uyku kaplar. Hakkın
emri ile bir dalga ve bir fırtına
kopar. Şöyle ki Deryayı karıştırmış hiç vasfa gelmez, bir de derviş
uyanır bakar ki yanında beş altı tane dürrüyekta var.
Hemen derviş Hakkın kudretine teşekkür edüp koynuna koltuğuna incileri doldurur ve oradan kalkıp doğru Şıh İslam efendinin
yanına gelüp ve önüne Dürrüyektaları döker. Badehu sonra padişahın kerimesini/kızını alır
ve muradına nail olur. İşte sarfı himmet/yardım etmek böyledir.
Kezalik/bunu gibi bir kimse tevhide sarfı himmet
edince behamahal/mutlaka vasıl
olur ve mürşidi kâmili öğrenir. Çünkü tevhidin kânı/kaynağı menba-ı mürşidi kâmildir. Eğer ki derviş dürrüyekdayı
dereler içinde arasa idi, bulabilirmi idi? Bulamazdı. Velâkin
kânını/menbaını öğrendi
ve sarfı himmet edüp oraya gitti. Cenabı Hak da muradını verdi.
Ben fakirde bir Dürrü yekda gördüm. Bir paşaya gitmiş
idim, Yazı tablası içinde iki yumruğum kadar büyük
bir şey. Sonradan paşaya sual ettim? Bunlar nedir? Dedim. O paşa dahi cevap etti ve işte Dürrü
yekda dedikleri budur dedi.
Mârifet dâvasın eden müddei bilmez mi kim Dildeki dâvaya elde lıüccet ü bürhan
gerek
Arif oldur
halkı başına üşürmek isteınez Gönlü cümle halk içinde hâk ile yeksân
gerek
Kibr u ucbun
illetinden kurtulup sağ olmağa Bil tabibin mânide
şeyhin senin lokman
gerek
Şöhret ıssı mârifet kenzini
bulmaktır muhâl Zira anın
varlığı baştanbaşa viran gerek
Ölmeden evvel
ölüp kabre girüp haşra çıkıp Malikü’l-Mülk’ün
şuhûdunda gönül hayrân
gerek
Mutu kable ente mutu / ölmeden
evvel ölün (Hadisi şerif) sırrına mazhar olup, yani mevti tabiyye ile
meyyit olmadan ölüp Ve kabre girip ve haşra çıkıp (tabiat âleminden beden ile ölmeden
evvel ölüp, kıyamet
mahşerine/toplanmasına erişerek, malikel mülk /
‘mülk kimindir’
(Mümin-16) şuhudunda, yani Cenabı Hakkın şuhudunda/müşahedesinde gönül hayran olmalıdır.
Nefsi tâmusun sırat-ı
şer ile bunda geçip
Kalp evi hep hûr u gılmanı
cennet ü rıdvan
gerek
Söyleyip işittiği dahi görüp fikrettiği
Üstüva-yı arş-ı sırda hazret-i
Rahman gerek
Hazreti
Rahman’dan murad, gavsülazamdır. Çünkü gavsülazam ismi Rahman’ın mazharıdır. Ve
cemi avaleme/âlemlere mütesarrıf olan gavstır. (Errahmanu alel arşisteva / Rahman arşı istiva etti/kuşattı. (Taha-5) Ayet beyanındaki Rahman’dan murad, gavsülazamdır. Yani gavsü azam arş üstüne müstevi oldu/kuşattı. Zira gavsüazamın azameti/büyüklüğü
şu kadardır ki, bu avalem/âlemler anın avucunun
içinde bir hardal danesi
kadardır. Anın sahibüşimal/kuzey yardımcısı ve sahibüyemin/güney
yardımcısı tabir olunur
vezirleri/yardımcıları vardır.
Her kaçan
tûtilere feth-i dehân ettikte ol Lezzetinden
tûtiler sözlerine nidman
gerek
Geh hamûş olup dilinden
kimse almaya cevap Geh açılıp şâd olup güller gibi
hândan gerek
Hadis <<(Men arefe rabbehu talelisanehü, vemen arefe rabbehü
külli lisanehü) Hadisi şeriflerin sırlarına işarettir.
Gâh üns gâh haşyet gâh rüyet geh sücûd Gâh sahv gâh mahv geh vücud geh cân gerek
Mahv-u sahv-u
ehli işretin sekri,
tam ve sahv ile teşbiye
buyurdu (Vücut varlığından
soyunup nisbetlerin mahv/fena olmasını, aşk meyhanesi içkisiyle tam sarhoş
olmaya benzetti). Ki bunun
tafsilatını/detaylarını yukarı sahifede bahsedip
yazdık.
Terk edüp cümle kuyudatı
erişe sırfe ol
Sırfe erse bir gönül içi anın ummân gerek
Aradan iskat
edip cümle izâfâtı hemân Hak vücudu aşikâre
gayrisi pünhan gerek
Çünkü âridir
izâfattan vücudu dilberin Zevk-i külli isteyen
âşık dahi üryan gerek
Mısriyâ terk-i izâfât etmeye lâyık
olan Kümmel-i insan içinde
binde bir insân
gerek
(95)
Köstebektir köstebektir, köstebek Ol münâfıklar vezir olsun ya bek
Mısri efendinin üç kere köstebektir buyurması, çünkü köstebek
kördür. Yer altında taup
eder/yeraltında olduğundan duymaz
sağırdır.
Solucan ve kurt yer. O nuru/ aydınlığı
görmez. Yani faili hakikiyi görmez. Efal kimin olduğunu bilmez. Sıfat
kimin olduğunu bilmez. Vücut kimin olduğunu bilmez. İşte üç kere köstebek
buyurmasından murat, münafık mahcuptur/Hak’tan
perdelidir. Münafık Efal,
sıfat, zat Hakkın olduğuna vakıf değildir.
Kâfirin yeri
cehennemdir veli Derk-i esfelde münafık
oldu sek
Hem sırat üzre
geçen müminleri Şaşırandan dağdaki hınzırda
yek
Nushuna çi faide
diyenlere
Ger nasihat
eylesen tâ haşre dek
Eylemez deccal’a
tesir eylemez Kıl feragat
anlara çekme emek
Ebu Talibe oğlu imamı Ali R.A. on yaşında iken gel baba Hz. Muhammede iman et, dini Hak dindir dedi. Ebu Talip der idi ki; bilirim
oğul bilirim, lâkin bu dinde ihtiyarladık. İhtiyarların dinini nasıl terk edeyim der idi.
Menn ü selvâyı yahudi istemez
İstediği ya basal ya mercimek
Hz. Musa emri ilahi ile amalika kavmi ile muharebe etmek üzere kıyam
etti/kalkıştı. Sonra Beni
İsrail Hz.Musa’ya cevap verdi.
Amalika büyük adamlardır, biz onlar ile harbetmeye kadir olamayız (Amelika kavmi güçlüdür bizim onlarla harb
etmeye gücümüz yetmez diyerek Hz.Musa’yı dinlemediler, isyan ettiler). Bunun
üzerine Cenabı Hak onları,
altmışbin beni İsrail
mevcut olduğu halde vadi'i
tiyede ukubet etti/cezalandırdı.
Vadii Tiye turdan halili rahmana kadar dokuz fersah yerdir. Bir kumluktur.
Orada onları hapsetti.
Taışları/beslenmeleri için gökten selva gelirdi, Yani selva tarla serçesi bıldırcından ufaktır.
Ve orada köfeke taşı halkettiği/yarattı ki kömür gibi tutuşturdu. Onunla selvayı pişirip yerler idi. Sonra
midelerinde hararet peyda oldu. Hz. Musaya söylediler dua tti ve Men
yağdı, yani bal, onu şerbet yapıp içerlerdi ve onunla hararetlerini teskin
ederlerdi.
Sonra Beni İsrail Ayet (Ve
izkultum ya Musa len tesbir ala taamin vahidin fedu lena rabbeke yahriç
lena mimma tünbitül
ardu, min bakliha
ve kissai ha ve
fumiha ve ade. Siha ve bassaliha / "Ey Musa! Biz bir çeşit yemeğe
asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine
yalvar
da, o bize yerden
biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan
versin" demiştiniz. O da size, "İyi olanı
düşük olanla değiştirmek mi
istiyorsunuz? (Bakara-61) Ayeti
kerimesi
mucibince memleketlerinde yedikleri soğan ve mercimek
ve sarımsak istediler. Bunun üzerine Cenabı Hak gadap etti Mutu/ölün dedi. Herbirleri, yani altmışbin kişi nefsi vahit gibi (hepsi birden) vefat etti. Yedi gün cenazeleri öylece
durdu. Sonra Hz. Musa Cenabı Hakka niyaz etti. Cenabı Hak’ta yine cümlesini ihya etti/diriltti. Anın için o sülaleden olan
Yahudilerin elyevm/bu gün dahi bedenleri
kokar.
Sükkeri olan gıdayı neylesin Aklı fikri Bekrinin tuzlu
semek
Üstüvâ-yı
arş-ı şer'i istemez Çingân’â çuldan kara çadır gerek
Hz. Peygamber buyurmuştur; Hadis (Şerri tüva buyuteküm vela teşerritüva
mesacidüküm. Yani evlerinizi mürtefi/yüksek
yapıp şereflendirin zira ruhlarınız onunla ferağyap olur. Ve mescitlerinizi şerefli ve mürtefi
yapmayın. Zira orada Hakka ibadet olunacak mahaldir).
İşte çingene
böyle şerefli ve mürtefi yeri sevmez. Ve geniş yüksek
ferah binayı istemez. Onun hemen istediği kara çadırdır.
Çenginin çengi ana Kur’an yeter
Canına kelp urduğu nân u nemek
Doğru yoldan taşra gitme Mısriyâ
Enbiya çekti bu derdi sende çek
Çün kitabullahdürür hablü’l metin Pek yapış bu urvetü’l-vüskaya pek
(96)
İster isen
bulasın cânânı sen Gayre bakma sende iste sende
bul Kendi mir'atında gözle anı sen Gayre bakma sende iste sende bul
Cananı; yani Hakkı bulmak istersen gayre bakma sende bul. Kendi
mir'atında/aynanda gözle, çünkü sen Hakka bir mir'atsın/aynasın.
Her sıfat kim
sende var izle anı Gör ne sırdan feyiz alır gözle anı Erişince zâtına özle anı
Gayre bakma sende iste sende bul
Çünkü Hakkın efal, sıfat, zatı seninle zahir,
ef’al sıfata. Sıfat zata delildir.
Şimdi bir fiil sıfatsız zahir olurmu? Mesela ilimsiz fiil
zahir olurmu? Kezalik/bunun gibi iradesiz kudretsiz sem'isiz ve
basarsızve kelamsız ve hayatsız fiil zahir olurmu? Olmaz,
demek olur ki efal sıfatın
vücuduna delildir. Kezalik sıfat mevsufsuz olur mu? Her sıfata bir
mevsuf lazımdır. Mesela irade
müridsiz, kudret kadirsiz olurmu? Olmaz. Bu halde sıfatta vücudu Hakka delil
olmuş olur. Her şahıs kendinde zahir olan ef'al, sıfat ile vücudu Haktaalaya
istidlal/delil edebilir.
Kenz-i mahfi
âşıkar hep sendedir Yaz u kış leyl ü nehar hep sendedir.
İki âlemde ne var hep sendedir.
Gayre bakma sende iste sende
bul
Kenzi
mahfi/gizli hazine yani esrarı ilahiye ki: ef'al,
sıfat zat sende aşikârdır. Yaz ve kış leylü nehar ve iki
âlemde, yani dünya ve ahirette
her ne ki var ise hep sendedir. Çünkü insan nushai camiadır/İnsan tüm varlığı cami/toplayan bir sayfadır.
Vücudu, vücudu vahit değilmidir.
Bunların Hakkın
vücudundan gayri vücudu
müstakileleri varmıdır? Yoktur.
Yaz
ve kış gece ve gündüz dünya
ve ahiret ve senin vücudun,
vücudu Hak’tır. Başka vücut
yoktur.
Men aref
sırrına er ko gafleti Gör ne remz eyler
bu insan sûreti Haşr u neşr ile tâmuyu cenneti
Gayre bakma sende iste sende
bul
Hz. Ömer efendimize;
Resulullah Sallallahu taala Aleyhi vesellem buyurmuştur. (Men arefe
nefsehu fekad arefe rabbehu
Yani nefsine arif olan tahkik rabbına arif oldu).
Cenabıhak buyurmuştur; Ayet (Vettebu
millete
İbrahime hanifen vema küne minel müşrikine. Yani milleti İbrahim olan tevhide tabi olun Hz. İbrahim müşrikinden olmadı (Ali İmran-95). İşte cenabı Hak bizi aslab/sülbiyet aba/babalar
ve erham
ümmühat/analar rahmi vasıtası ile bu âleme getirdi ki; ef'al, sıfat, zat,
kendisinin olduğuna vakıf Arif olmaklığımız için. İşte men aref sırrı budur. İnsan sureti nushai
camiadır
(İnsan sureti,
her şeyi toplayan
bir sayfadır). Evvelki
derste söyledik. İnsan sırrı hilafet, yani Hakk’ın ismi cami’inin mazharıdır.
Melaike ismi kuvva mazharıdır. İnsan ise, hem kuvva hem sair/diğer cem'i/tüm esmai ilahinin mazharıdır.
Haşr-ı sûri hâlin inkâr eyIeme Gülşen iken yerini hâr eyleme Enfus
u âfâkı bil âr eyleme
Gayre bakma sende iste sende bul.
Haşır/toplanma
iki kısımdır; Bir kısmı buradadır,
ki cümlemiz Hakkı arif olmak için yeryüzü olan bu imtihan âleminde haşır olduk/toplandık. Ve biri de âlemi ahirettedir ki,
o haşır ekberdir/büyük toplanmadır.
O da haşrı cismanidır. Mahşerde haşır oluruz. İns ve cin melaike ve sair cem olup/toplanıp,
sırat köprüsü
ve mizan/terazi, tartı
kurulup ehli cennet cennete, ehli cehennem cehenneme gönderilir. Bunu
inkâr edipte yerin gülistan/gülbahçesi iken haristan/dikenlik eyleme.
Enfus kendi nefsin,
afak bu âlem. Yani;
tafsilatı Muhammediye. Çünkü
cenabı Hak iptida/evvela nuri Muhammediyi halk etti ve bu avalem/âlemler nuru
Muhammedinin tafsili ve şerhidir/ayrıntısı
ve açıklamasıdır.
Zât-ı Hakk’ı
anla zâtındır senin Hem sıfatı hep sıfatındır senin Sen seni bilmek necâtındır
senin Gayre bakma sende iste sende
bul
Hakkın sıfatı subutuye ve sıfatı maneviyesi yedidir. 1 - Hayat, 2 - İlim, 3 - Sem'i 4- Basar,
5 - İradet, 6 - Kudret, 7 - Kelam. Bunların
üçü batın dördü zahirdir.
Ki Batın olan Hayat, İlim,
iradettir. Zahir olan ise semi, basar, kudret, kelâmdır. Anın için hacılar tavafta üç
kerre beyti şerifi pehlivan gibi kollarını öyle kurula kurula tavaf eder. Yani
batın olan sıfatı selasenin/üç sıfatın
zahir olması için. Öyle kurularak bir hayat sıfatı için, bir kerre ilim
sıfatı için, bir kere de, iradet sıfatı için tavaf ederler.
Dört şartta zahir
olan sıfatı Erbaa/dört sıfat için tavaf ederler. Ancak bu sıfatlar zahir
olduğundan öyle teenni ve adeta (yavaş
yavaş düşünerek) dört kerre tavaf ederler.
Çünkü beyti şerif mazharı
zattır. İnsan ise mazharı sıfattır.
Bu sıfat, Hakka nisbet
olununca kadimdir. Çünkü Hak kadimdir/öncesi
evveli yoktur.
Sıfatı da kadimdir. Şahsa
nisbet olduğu vakit hadistir/sonradandır).
Zira şahıs hadis değilmidir? Yani sonradan olmadı
mı? Sonradan oldu. Mukayyettir,
yani o sıfat şahsi ile mukayyettir/kayıtlıdır).
Ve sıfatı cüz'iye denildiği kulun şahsiyle
mukayyet/kayıtlı olduğundan ötürüdür. Ki Hakkın sıfatı küllüyedir (her şeyi kapsayan ve kayıtlanamayandır).
İnsandaki Sıfatı
cüz'iye Hakk’ın sıfatı külliyesinin
mazharıdır. Mesela iradei cüz'iye iradeyi
Külliyenin, kudreti cüz'iye
kudreti külliyenin mezahiridir. Sıfatı Hak bu sıfatı cüz'iye
ile zahirdir/Hakkın sıfatları Kuldaki
cüz sıfatlar ile apaçıktır.
Sûreti terk
eyle mâna bulagör Ko sıfatı bahr-i zâta dalagör Ey Niyazi şark u garba dolagör
Gayre bakma sende iste sende bul
İlmin mertebesi üçtür: 1- İlmel yakin,
2 - Aynel yalan,3 - Hakkal yakin.
İlmel yakin; avamın ilmi ve hocaların ve softaların ilmi ki, beni yaratıp icat eden Hak’tır. Peder ve
valide/babam ve annem beni icat
etmiş/yaratmış olaydı peder ve validemi
kim icat etti?
Behamehal/mutlaka
müeccedim var.
Müeccedim/beni icad edip yaratan Hak’tır deyip, böylelikle Hakkın
vücuduna kendini isditlal/delil ederler. Bu ilmel yakin mertebesidir.
İkinci aynel yakin dır ki; bu ehli tarikin
ilmidir. Benim
müeccedim/yaratanım
Hak’tır. Ve bende zahir olan sıfatlar Hakkın’dır der. Velâkin
Vücudu Hakka vermez, güya vücudu Hakka vermiş olsa hulül veyahut ittihat iktiza
eder/Allah bir şeye girer veya bir şeyle
birleşir imiş diye korkar. Bu
aynel yakin mertebesidir.
Üçüncü Hakkel yakin mertebesi ki: gerek ef'al, gerek sıfat ve gerek zat
Hakkın’dır. (La mevcudu illa hu dur / Hu’dan gayrı mevcut yoktur). Bu
ehli tahkikin / hakikatın
ilmidir. Bunlara zatiyun
tabir olunur. Ehli tarik
amma ehli tarikin evliya ve kâmillerine ise,
sıfatıyun tabir olunur. İşte bu Hakkal yakın mertebesidir. Ve Mısri ef.
ko sıfatı bahri zata dala gör dediği zatiyun ol. Yani ehli tahkiki/hakikat ehli ol demektir.
![]() |
(97)
Aşina-yı aşk
olandan âhu zâr eksik değil Keşti-i bahre demadem
rüzigâr eksikdeğil
Rüzigar esince bahır
temuç edip kesret
ve tadat envaç
bahri setrettiği gibi, bu tadat ve kesreti suver dahi hakkı
mesturdur. (rüzgâr esince deniz
dalgalanır ve dalgaların çokluğu
denizi perdelemesi gibi, bu görünen eşyanın ve sayısız
varlıkların çokluğu da Hakkı perdeleyip örter).
Ol cemâl-i
mutlakın aşkında arttıkça
niyaz Ol kadar nâz artrrır bir gülizâr eksik değil
Yeri cennet
baktığı didâr olursa âşıkın
Vechi ııurundan anı yakmağa
nâr eksik değil
Bu nişanı
âşıkın rahat ölür gam dirilir Hayret ender hayreti
leyl ü nehâr eksik değil
Şem'-i aşka Mısriyâ
yandır özün yoğ ol müdam Âşıka her yokluğun üstünde var
eksik değil
------------------------------------------------------
(98)
Ey gönül gel Hakk’a giden
râhı bul Ehl-i derd olup
deruni âhı bul
Cânın ilindeki şems ü mâhı bul Âdemisen semme vechullahu bul Kande baksan
ol güzel Allah’ı
bul
Âdem isen semme veçhullahı bul demek, ayet (…Feeynema tüvellü fe semme vechullah / nereye dönerseniz Allah’ın yüzü ordadır... Bakara-115) ayetine işarettir. Yani gerek ilmin ve gerek hayalin ve zihnin
ve fikrin ve kalbin ile her nereye teveccüh edersen/dönersen Hakkın
yüzü olduğuna Arif vakıf
olacaksın. Çünkü Hak’tan gayri mevcut varmı? Yani Hakkın vücudundan gayri vücut
varmıdır? Yoktur. Vücut vücudu Hak’tır. Her ne tarafa tevcccüh edersen Hakka
teveccüh etmiş/dönmüş olursun.
Devlet-i dünyaya
mağrur olma sen Lezzet-i câhına mesrur oIma sen
İzzetim buldum deyu hor olma sen
Âdemisen semme
vechullahı bul Kande baksan ol güzcl Allah’ı
bul
Gerçi Allaha
ibadctte güzel Zühdü takvâ vü kanaâtta güzel Halvet ehline keramette güzel
Âdem isen
semme vechullahı bul Kande baksan ol güzcl Allah’ı
bul
İbadette üç
kısımdır. Haniya hadisi şerifte (Hasenatün
ebrar seyyetül mukarrebin / Ebrarın sevabı mukarriblere günahtır) varit olmuştur. İşte avamın
ibadeti nefsi içindir. Yani nefsin halâsı/kurtuluşu
içindir. Mesela dünyada
takdiri şer’i de nefsini
halâs eder, ahirette
cehennem
azabından nefsini halâs eder (Mesela dünyada şeriata itaat etmekle
nefsini/kendini kurtarır, ahirette
de cehennem azabından nefsini kurtarır).
Velhasıl avamın ibadeti li nefsidir/nefsi/kendi
içindir. Velâkin avama göre bu ibadet güzeldir.
Ehli tarikin ibadeti
rizayı Hak/Hakk’ın rızası içindir. Lâkin şuhudunda abıt/ibadet eden
başka, mabut/ibadet
edilen başkadır. Ehli tarika
göre bu ibadette güzeldir.
Velâkin ehli tahkike/hakikat ehline göre bu ibadet seyyiedir
(çirkindir/günahtır). Çünkü
ehli tahkiki indinde
abıtta mabutta Hak’tır. Kaydıyle abıt, itlak ile
mabut. Yani mukayyet (kayıtlı olması) yüzünden abıt/kul, mutlak (kayıtlanamaması) yüzünden mabuttur/ibadet edilendir. Şimdi ehli tahkike
ehli tarikin hasen ithaz ettiği ibadet seyyie değimlidir? Evet seyyiedir/Şimdi tarikat ehlinin güzel saydığı ibadet,
hakikat ehline çirkin günah değimlidir? Evet günahtır).
Halvet ehline keramette güzel; evet halvet ehli taklili
taam ve taklili mezam ile halvet
ederek, kendisinden harkûlade zuhur eder/Evet, yemeyi içmeyi azaltarak perhiz edip tenhaya
çekilen halvet ehlinden
harkûlade/olağanüstü
haller zuhur eder. Fakat bu haller sadece ehli imana mahsus değildir. Kâfirden de
zuhur eder. Ruhbanlar da bayırda mağaralarda taş deliklerinde riyazat/perhiz ederek
kendilerinden harkûlade zuhur eder. Velâkin ona istidraç tabir olunur. Yani
Harkulade eğer ehli imandan zahir olursa, ona keramet itibar olunur. Yok eğer
ehli küfürden harkûlade zahir olursa ona da istidraç tabir olunur. Velâkin
ikisi dahi aynı bir
şeydir.
Ol sana açmışdürür daim gözün Sen yitürmüşsün ha ararsın izin Bicihet göstermiş eşyâda yüzün
Âdemisen semme vechullahı bul Kande baksan
ol güzel Allah’ı
bul
Arife eşyâda esmâ
görünür
Cümle esmâda
müsemmâ görünür Bu Niyazi’den
de Mevlâ görünür
Âdemisen semme vechullahı bul Kande baksan ol güzel Allahu bul
Kuranı kerim
dört ilim üzere nazil olmuştur. Bunlar
İlmi şeriat, ilmi tarikat, ilmi hakikat,
ilmi marifet tir.
Amale dair olana ilmi şeriat,
denir. Ahlâka dair olana ilmi
tarikat tabir olunur. Esma ve Sıfatına dair olana ilmi marifet denilir.
Hakayıka/hakikata dair olana ilmi hakikat tabir
olunur. İşte arifte
sıfat oyundur.
Yani arif olan esma görür, müsemmayı göremez.
Ehli Hak olan ise müsemmadan
gayri görmez. Yani esma ve sıfat bilmez.
![]() |
(99)
Hevâ ise yeter
gönül Gel Allah’a dönelim
gel Siva ise yeter ey dil
Gel Alah’a dönelim gel
Nice bir
sevelim gayrı Nice bir olalım ayrı Analım vuslat-ı yâri Gel Allaha
dönelim gel
Bize Hak’dan
gel olmadan Ecel kösü
çalınmadan Cânın Azrail almadan
Gel Allah’a dönelim
gel
Özenmez misin ol yâre
Aldanmışsın ağyâre
Seni azdırmuş
emmâre Gel Allaha dönelim
gel
Taleb kıl her
sehergâhı Yürekten eyle gel âhı Sevenler buldu Allah’ı Gel Allah’a
dönelim gel
Soralım gel
bilenlere Gülü bûyun direnlere Visâline erenlere
Gel Allah’a dönelim
gel
Niyazi’ye olup
haldaş Olursun yoluna ol yoldaş
Döküp gözlerimizden yaş Gel Allaha dönelim gel
---------------------------------------------
(100)
Bu fenânın izz
u câhı iyş u nûşu bir hayâl Görmedim bir izzetin
ki bulmaya âhır zevâl
Yani cah, mansıp/makam demektir, beylik
Paşalık Müderrislik gibi.
Ay şu nuş ise, yemek
içmektir ki bunların kâffesi/tümü
bir hayâldir. Yani
karagöz perdesinde çıkan kadın, cariye, köle vesaire söylerler, gülerler.
Bunları perde arkasında olan bir adam
yapar, buna vakıf olmayan kimse zanneder ki o suretler
konuşurlar söylerler. Halbûki hepsinden
tekellüm eden/konuşan perde arkasındaki bir
adamdır.
İşte bu
fenanın izzeti ve mansıbı ay şu nuş'u bu suretlerin hareket ve sekanatı ve
tekellümü gibidir. (İşte bu fena
âlemindeki mevki, makam ve yemek
içmek, durmak ve konuşmak, karagöz perdesindekileri bir adamın
oynatması ve konuşması gibidir. Ki cümle varlıktan bir olan Allah zuhur edip açığa çıkar.
Günbegün eksilmede
her ehl-i fazl-u ehl-i hâl Gitmede zevki cihanın gelmede dâim
melâl
Nice erbâb-ı
ulûmu kıldı bizden
mevt ırağ Her birinin iftirâkı
kıldı bizi kel-hilâl
Şairin kelamında vaki olduğu gibi, beyti hamsetün
hilal ve hamsetin
kamer ve hamsetün bedir ve hamsetün sümer ve hamsetün ubus ve hamsetün
keder.
Yani Hicri takvime göre Ay’ın hareket
ve görüntüsü
değerlendirildiğinde ayının beşine kadar hilâl, onuna
kadar kamer, on beşine kadar bedir, yirmisine kadar
sümer, yirmi beşine ubus, otuzuna kader, denilir.
Gerçi insana
kalır bin hasret ü derd ile gam Gittiğince dünyeden her ehl-i fazl-ı zül-kemâl
Lik gittikte
azizim şeyh Muhammed
dünyeden Kalbimizı yaktı derdi kaddimizi kıldı dâl
Ruh idi cism içre güyâ şehr-i
Uşşak’da o pir Âlemi ervaha uçtu eyleyüp azm-i visâl
Şıh Muhammed, Mısri efendinin şeyhi ki, Muhammedi
Sinan Ümmidir.
Mısri efendiden
evvel vefat etti. Anı beyan eder.
Ah u âh firkat-ı hicrana yanmakta dilim, Gözlerim kan ile doldu bir yanağım
üstü al
Nidelimçün
‘‘küllü şey’in hâlikin’’ dedi Hüda Diyelim ‘‘El-hükmü lillalhi’l kebirü’l müteâl’’
(Nidelim cenabı Hak; …küllişey'in halikün illa cevhe / Onun
vechinden/yüzünden başka her şey helâktadır. Kasas-88) buyurmuştur. Yani herşey helak ve fanidir.
Vücudu mustakilleri yoktur.
Vücud, vücudu Hak’tır.
İşte bizde arıttır
(İşte bizdeki ruhu) Cenabı Hak hazretleri dilediği
vakit çeküp alır, suret toprak olur. Vücudu
Hak ruhtan hiç ayrılmaz.
Hüsn-ü hatmine
Niyazi dedi tarihin
anın Allah Allah dedi ve kıldı bekaya irtihâl
İşte Sinanı Ümmü hazretlerinin tarihi vefatı, bin altmış dokuz idi. Sultan
ikinci Ahmet zamanında idi. Allah Allah
dedi ve gitti.
![]() |
(101)
Varlığın mahfeyleyip meydâne
gel Lâ vü illâ’dan geçüp merdâne gel
Gel hakikat ilmini sen de oku
Bir kadem bas mekteb-i
irfane gel
Zulmete hızır
ile gir gevher çıkar Ab-ı hayvandan içüp hem kane gel
Şer’i başına tac edüp İskender ol Geç otur taht-ı dile şahâne gel
Hızır aleyhisselamla İskender, Zül karneyn ve Eflatun İlahi bahri
zulmete/karanlık denize
kadar gitti. Ol vakit İbrahim
aleyhisselam zamanı saadeti
idi. Bahri zulmetten/karanlık denizden inci, yakut, zümrüt
çıkardılar ve orada
İskenderden gizli olarak, Hızır ile Eflatun abu hayat/ebedi hayat, ölümsüzlük suyu menbaından/kaynağından içtiler. Sonra oradan avdetle/dönüşle İskender,
Mekkeye geldi. İbrahim
aleyhisselama orada mülaki oldu/kavuştu. Yani
mülakatlarında/buluşmalarında müanaka ettiler/sarıldılar. Hatta şimdi bayram
günleri muanaka etmek yani sarmaşmak, İbrahim aleyhisselamla İskenderin
sünnetlerindendir. Elyevm/bu gün halen,
gerek Hızır ve gerek Eflatun ilahi berhayattır/hayattadırlar.
Hızır
şabiemrettir/delikanlıdır. Eflatun da Hindistan dağlarından birinde sakindir. Hazreti Resulullah, EfIatun ilahi hakkında
buyurmuştur. (Kennehu eflatuni
ilahi nebiyyen velâkin
cehle kavmi. Yani
Eflatunilahi nebi idi.
Velâkin kavmi anı bilmedi.)
Hızır
aleyhisselamı mesideccal şehit edecektir. Çünkü deccala muarız eyleyecetir/karşı koyacaktır. Halbûki deccalın
fitnesi, kaderi ilahiledir. Lâkin şahadeti deccalın
elinden olacağından muarız/karşı olacaktır ve Hızır deccal tarafından şehit
edilecektir.
Küntü kenz’in
sırrını duydunsa ger Sakla sırrı deme her nâdâna gel
Yani cenabı
Hak, hadisi kutside
(Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebte en urefe fe halaletel halka li urefe / Ben gizli bir hazineydim
bilinmekliğime muhabbet
ettim, (sevdim, âşık oldum)
halkı yarattım buyurmuştur.
İşte sen bunun sırrını anladınsa nadâna/cahile fahşetme. Yani tevhidin kıymetini
bilmiyene sır verme demektir.
Vahdetin
meydanı sırrı var iken Kesret içre girme
sen zindâne gel
Ey Niyazi baş açık divânesin
Nice bir divânesin uslane gel
----------------------------------------------------------------------------------------------
(102)
Padişahâ aşkını
hemhâne kıl Masivâ-yı aşkını
bigâne kıl
Zikr ü fikrinle beni pürnur edip Mest-i medlıuş
eyleyip divâne kıl
Benliğimdir senden
ayıran beni
Varlığım şehrini
yık virâne kıl
Murg-i ruhun meylini kes gayridcn
Şol cemallin şem’ine pervâne kıl
Gönlümü mir’at-ı
vech-i zât edip Ol tecelliyle beni mestâne kıl
Cezbe-i feyzin
şerabın doldurup Bu Niyazi
bendeni meyhâne kıl
----------------------------------------- (103)
Ya camiel esrarı vel fedail
Ya kaşifel estar lil avamil
Ey esrarı ilahiye ve fedaile rabbaniyeni cami olan. Ve ey amilinin
(emeli Hak olup Hakk’ı taleb
edenlerin) hicaplarını/perdelerini
açan zat. Ki, zattan
murad mürşidi kâmildir.
Feher reeyte bahrı ev semi-te
Yerama dürrü bi ilesevahil
Yani sen gördünmü yahut işittinmi bir derya/deniz ki, cevahirini yani içinde olan dürrüyakut ve zümrütü derya
kenarına atsın. Hiç bir derya kendisinin içinde olan cevahirini/mücevherini
sevahiline (sahiline,
kenarına) atmaz.
Lakin hü la bimen-il
gavase men İhraceha miktare
keffesail
Lâkin o cavahiri keffessail/isteyenleri miktarınca çıkarmaktan dahi gavvas/dalgıç
men etmez.
Burada gavastan murad,
nekibdir/yardımcı kefildir. Nekib, Şudur ki zamanı saadette dahi Hazreti Resulün
oniki nekibi var idi. Hatta Hazreti Said,
Radiyallahutaala anha, Reisi Nukaba
idi. Ve katibi vahi idi. Nekibin hizmeti şudur ki, mesela ashabtan biri bir makam
görmek talep ettiği vakit doğru nekibe müracaat edip ifade eder.
Niyaz ederim Resulullaha rica et, bana bir
makam ihsan buyursun, o dahi resululüaha gelip der ki; Ya resulullah, falan kişi
gelmiştir, şöyle,
şöyle ihsanını ister.
Diye arzeder. Onun üzere Hazreti Resulullah, onun mekadırına/miktarına
göre makam gösterir idi.
Kün keennema
esrarı şer-il Mustafa Lakin veliyyen hadil kavafil
Sen şer-i/şeriatı
Mustafa sallallahütaala aleyhivessellemin esrarı gibi ol ki, kafilelere/Hak yolcularına yol gösterici olasın. Yoksa hangi Mürşit gördün ki,
yolda ve çarşı pazarda gezenlere gel sana tevhidi göstereyim diye söylesin. Mürşidi kâmil, bir deryadır cevahirini kendisi kenara atmaz.
Velâkin Gavas/dalgıç dahi men etmez. O deryanın
gavasına yani Mürşidi kâmilin nekibine müracaat ettiği vakit, o nekib
deryayı kâmilden miktarına kadar cevahir/mücevher çıkarıp verir. Miktarından ziyade
vermez ve vermekte olmaz.
Vela teceb
anha li külli sail Bel kün zemana
sailel mesail
Her bir sual edene cevap verme, sende bazı zaman mesail
sorucu ol. Yani bazı vakit sende bilmez gibi, mesele
sor.
Ve hazere
anid-dava biha feinnelıu Ledil kırame inde davai batıl
Yani benlik davadan
hazer et, zira ashabı kiram indinde davayı
kazibe batıl olur (Yani benlik enaniyet davasından kaç, zira bu
dava sahabenin ulularına göre yalandır, geçersizdir).
Vahleke bi fakrü ihtiyaç
fittarik Vebil fena anil vücudul hail
Tarik de/girdiğin Allah yolunda, fakrü ihtiyaçla kendini helâk et,
yani kendinin ve âlemin
nisbet varlığını mahf et. Ve hail/perde olan nisbeti vücudundan
fenafillâh keşfi irfanı ile kendini/nefsini helâk et, yokluğa eriştir.
Haza minel
Mısri tufetiil Iekum Huzha fete--min Cümletel
kavail
İşte bu size Mısri
efendiden bir hediyedir. Bunu ahaz edip/alıp kabul et ve cümle
gailelerden/dert ve kederlerden emin ol.
![]() |
(104)
Scvteterannur kablel e kul Yehzem İsa bihi icnadi gavl
Yakında görürsün nuru şeriatı Muhammediye ye
kavuşmağa yaklaşmış. Çünkü Hz. Resulullah S.A.V. buyurmuştur. Salihler zamanı bir gün, fasitler zamanı
yarım gün, yevıni alihinin bir günü bin senedir. Yarım günü beşyüz senedir. Bu
hadisi şerif söylendiğinde hicret zamanı idi. Salihler zamanı şüphesiz asrısaadet idi. Şimdiye
kadar hicreti nebeviden bin iki yüz doksan dokuz senedir. Demek, kıyamete daha
iki yüz sene kalmıştır.
Hazreti İsa da, ref olunduğu vakit (göğe kaldırıldığı zaman); iki bin sene de yine nuzül ederim (inerim), buyurmuştur. Hicreti
nebeviyeye kadar beşyüz sene idi. Hicretten sonra binbeşyüz sene tamam ikibin
ider. Bin dört yüz’den sonra artık alameti zahir olur. Mesela, İmamı mehdi
zuhur eder, mehdi elyevm/bugün zahirdir, yani dünyadadır. Mehdi,
İmamı Hasan askerinin oğlu İmamı Mehdidir. Hülafa-i Abbasiye olduğu vakit
iptida/evvela hilafete
Ebücafer geçti. Nesli Resulden
olanlara kendisine müzahim olmamak
için şehit etmiye kalkıştı/Resulullahın
neslini kendine rakib olurlar, sıkıntıya sokarlar zannı ile şehit etmeye
kalkıştı. İmamı Ali Rıza Horasan tarafına firar etti. İmamı Hasan
Askeri, Mekkede gizlendi. İmamı Mehdi, ol vakit sır oldu/gizlendi. Elyevm sırdır. Ekseri
evkatını/vaktini Medinei münevverede geçirir Cetleri/ataları
yanında, velâkin kimse
tanımaz.
İmamlardan sekizi
Medinede kalıp vefat
etmişdir. Altısı kubbei abbasiden
çıktığı vakit,
bir dar sokak var, orada
medfun/defin olmuşlardır.
İşte bin
dört yüz seneden sonra ol vaktin ehlullahı Medinei münevverede cem olup/toplanıp artık imamı mehdinin zuhurunu
niyaz edeceklerdir. İmamı mehdi, Medine de zahir Olup ve
ehlullah dahi kendisine tabi olup bilittifak/beraberce yürüyeceklerdir. Bunu Frengi/batılılar
işitince kilitli asker ile gelip İstanbulu zaptedecek. Ve Devletü
Osmaniyeden Sultan Ahmed'i Halepe kadar takip edecektir. Sonra Sultan Ahmet,
imamı mehdiye mülaki olur (buluşup
kavuşur). İmamı mehdi, Sultan Ahmet'i taliasına reis naspeder/öncü birliğine komutan tayin eder.
Birlikte gelip dokuz
ay geçmeden İstanbulu bitekrar
zapt ve tescir ederler/İstanbulu
tekrar zapt edip düşmandan geri alırlar.
Bir de
işitilir ki, Basra tarafından Mesih deccal zuhur etmiş, Sultan Ahmet talia
reisi olduğu halde mesih deccalın üzerine gönderilir. Mesih deccal firar edip Şam'a gider. Hazreti
İsa dahi ak minareden nüzul ederek/inerek Şam da Babül mendep önünde bir meydan var.
Hazreti İsa Mesih Deccalı tutup orada katletse gerektir. Sonra Hazreti İsa,
Darül hilafiye yani Medinei Münevvereye gelir. Mehdi dahi gelip mülaki olurlar/buluşurlar. Orada İmami Mehdi,
ahirete intikal eder.
Hazreti İsa zamanında Seddi İskender emri ilahiden olur. Ye-cüc ve me-cuc
kesretle/çoklukla bu taraflara
geçer. Ye-eüc ve Me-clic dedikleri cüce olduklarındandır. Onlar da beni
âdemdir/âdemoğludur. Tului
Şems'e/güneşin doğuşuna yakin olduğundan öyle cüce olmuşlardır.
Şark/doğu tarafında Çini kebir/Büyük
Çin ahalisindendirler.
Boyları bir arşın bile yoktur. Çini sagir/Küçük
Çin halkı bile küçüktür. Erkeği karısı farkolunmaz. Yalnız erkeklerinin çenesinde bir kaç kıl
var. Ondan erkek olduğu anlaşılır. Hazreti İsa, Nuru şeriatı
Muhammediye ile ol ecnadı gavli,
yani ye-cüc ve Me-cüc askerini
münazim eder (kontrol altına alır).
Yani Hakka dua edüp her birerlerinin boyunlarında birer yara olur,
ondan telef olurlar.
Hazreti
İsa nübüvvet ve risaletle gelmez. Hazreti Resulun halifesi olduğu halde gelir.
Velâkin Kur’an ve şeriat tekrar Cebraili emin Hz.İsa’ya
vahiy eder. Yani Hz.İsa Resulullahtan almaz,
sair hülefa/diğer halifeler gibi. İşte Mısri Efendi bu
gelecek beyitte deyecektir.
Sevfetera zulmetehüm tenecli Biehlakehüm aleyhim yehul
Yani o ye'cüc ve me'cücün
zulmü açılır. Yani kalkar. O mehlek/tehlikeli olan yaralar onları kaplar.
Sevfe tera mir gaffaretehüm Hıne rahi minkarisi yekul
Gafarelerden (örtenlerden setredenlerden) murat; zırh yani kurşun
ve bıçak tesir etmemek için muharebelerde iktisa olunan/giyilen demir
gömlek, onun gerek gömleğine ve gerek başına geyilen tas ki mihfer
tabir
olunur. Yani vücudu setr edecek/gizleyip örtecek
şeydir. Biri vücuda giyilecek biri de
başına giyilecek, iki parça olduğundan gaffareteyn (iki setredici örtücü) denildi.
Sevfe tera
ehli semayihi Yescüt bittav-i leh vetkabul
Yakında
görürsün ehli sema gelir. Ehli semadan murat Hz. İsadır. Ona tav'an/isteyerek
secde ederler ve kabul eylerler. Çünkü Hz. İsa zamanında hiçbir fert Kâfir kalmaz,
herbirisi iman eder. Zira Hz. Musa Hz. İsa'dan sonra ahir zaman nebisinin geleceğini
ümmetine haber vermiştir. Onlar, hâlâ Hz.
İsanın geldiğine
iman etmediklerinden Hz. Resule de inanmadılar. Şimdi: Hz. İsayı görünce Museviler dini Muhammediyeyi de kabul
ederler. İsa ümmeti olanlara Hz. İsa, halifei
resul olmakla bittav'i
(hepsi) iman ederler, böylece
hiç Kâfir kalmaz.
Hatta gerek musevi
ve gerek İsevi Hz. Resul hakkında şüphede
olduklarından ceziyeleri (gayrımüslüm vergisi vermeleri) kabul olundu. Hatta Musa ve İsa Aleyhisselam ahir zaman nebisini
ümmetlerine haber verdi. Ehli
kitap şüphededirler, binaanaleyh/bu
konuda ayet nazil oldu.
Amma ehli kitap olmayan mecusi
ve saireye/diğerlerine
iman veyahut kılıç
teklif olur idi. Teklif
böyle idi.
Hz. İsa
zamanı kırk sene böyle emin ve asayiş ile gider. Sonra İsa darülbekaya irtihal
eder. Hatta Hz. Resul'un ayakları ucunda defn olur. Hz. Resuulllah Hz. İsanın orada defnolacağını buyurmuştur.
Orada kimse defn edilmez. Ondan sonra ehli islamdan bazıları murted olur/İslam dininden çıkarlar. Ve sair/diğer kıyamet alametleride
zuhur eder. Mesela güneşin mağrıptan/batıdan doğması olur. Velâkin; Sayıhan
güneş mağrıptan tulu etmez/batıdan
doğmaz. Ve düzeni ilahi bozulmaz. Velâkin kırk gün kırk gece duhan/duman istiap
edecek/kaplayacak. Yani Cihanı
bir duman kaplıyacak ki gece, gündüz fark edilmiyecek. Resulden olvakit namaz
nasıl kılınacak sual olundu? ‘Bikkader’
buyurdu, yani öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarının vakitlerini tahminle takdir edilerek kılınacaktır. Sonra o zaman iptida/evvela mağrıp/batı tarafından
açılıp güneş görülecektir. (Tulüuşşems
min mağribiha / güneş batıdan
doğdu) denilir. Sonra bir
latif rüzgâr esip ehli iman olanlar vefaat eder. Kıyametin
şiddetini mü'minler görmiyecek. Çünkü orada yer batar.
Adeta dağ yıkılır,
bunu kâfirler görecektir.
İşte Mehdinin
zamanı yedi sene, İsanın zamanı kırk sene olur. Ve bu binbeşyüz senesinde tamam olur. Ondan
sonra için Mısri ef. diyor.
Scvfc tera türbcten Mısriyetcn 'I'enşekka anha erduha bilvasl
Yani görürsün
Mısrinin türbesi şak olup
(yarılıp açılarak) canane
vasıl olmuş. Çünkü Hz. Mısri Elmiyede/Limni
adasında metfundur/defin
olunmuştur
![]() |
(105)
Gel ey bahr-ı hakayıktan taleb kılmayan esdafı
Gel ey gevherlerinden hem haberdar olmayan
gönül
Gel ey aşk oduna pervâne gibi canın atamayan Gece gündüz işi bülbül gibi zâr olmayan gönül
Tükendi ömrün
ey gönül hebâ yerlerde gafletle Gel ey ömrü tamam olunca bidâr olmayan
gönül
Sudan bir ibret almadın niçin dâim akıp çağlar
Gel ey vahdet denizini talepkâr olmayan gönül
Erişti cümle
menzile yol ehli sen düşüp kaldın Seni nidem bu yollarda bana yâr olmayan
gönül
Kamunun derdine dermân
sen imişsin bu âlemde
Niyazi derdimendin derdine çâr olmayan gönül
-----------------------------------------------------------------------------
(106)
Evvelimde
dinmez idi ah u efgânım benim Gice gündüz bilmez
idi zâr u giryânım benim
Düştü aşk odu bu câna yaktı
kül etti beni
Kül olunca yanmaz oldu nâr-ı sûzanım
beniın
Hâr u hâşâk-ı
enâniyet yanalı aşk ile
Arş u Kürsi’den geniş açıldı meydânım
benim
Benliğim mahv olalı arşu kürsiden benim meydanım
vasidir/kapsayıcıdır. Yani arştan
vasi-im kalellahütaala fi hadisi kutsi (Ma
vesaaniardı vela sema-i velâkin
vese-ani kalbi abdil mü-min. / Yani meratip ve esmayı arz ve semaa sığmaz,
ancak mümin kulumun kalbine
sığar). Çünki, abdı mümin yani insan, cemi/tüm meratip ve
esmayı camidir/toplayandır.
Sair/diğer mahlükat ise yalnız
bir ismi camidir.
Mesela, Melaike ismi kuva
mazharı, maden; ismi aziz mazharı, insan ise cemi esmai camidir.
Mukaddem/önceleri tariki sufiyede tevhit makamatı
yalnız bir isimle
tarif ve telkin olunurdu. Yani la
ilahe illallah kelimesi ile telkin olunurdu. Sonra
İbrahim Halveti yedi isim ilave etti:
1
- La iılahe illallah.
2
– Allah.
3
– Hu.
4
– Hak.
5
– Hay.
6
– Kayyum.
7
- Kahhar.
LA İLAHE İLLALLAH ile tevhidi
efale işaret etti, yani la Halik illallah/Allahtan
gayrı halkeden/yaratan yoktur demektir.
ALLAH ile tevhidi sıfata işaret eyledi. Çünkü Allah ismi cemi esmaya camidir/tüm isimleri toplar. HU, gaybı
mutlaka-ya delalet etmekle onunla tevhidi zata işaret etti. HAK, makamı cem
yani makamı cem de halk batın Hak zahir olmakla, Hak ismi ile makamı cem'e işaret etti. HAY, makamı
hazretülcem. Çünkü Hazretül Cem de
Hak batın halk zahir olduğundan Hay ismi ile telkin
eyledi ki, bu makam makamı şeriattır. KAYYUM, Makamı Cemmül cem'e (Hüvel evvelü vel ahiru vezzahirü vel batın / O ilk’tir, son’dur,
apaçıktır,
gizli olandır… Hadid-3)
mucibince evvel ahır, zahir,
batın her şeyin vücudu, vücudu Hak olduğundan ve vücudu Hak ile kıyamı
olduğundan kayyum ismi ile makamül Cemmül Ceme işaret
etti. KAHHAR ismi ile ahadiyete işaret etti.
Ar u nâmus şişesin
yerlere çalıp kırmadan
Vech-i Hakk’ı olmadı her yüzde seyrânım
benim
Rahat ile istedim
vuslatı kahretti bana
Derde düşüp ağlayınca güldü cânânım benim
Allah’ın
gülmesi, tevilsizdir. Çünkü Cenabı Hak, bazı mahlük sıfatı ile sıfatlanır ve (…Gadiballahu aleyhim / Allah onlara gadaplandı, öfkelendi… Fetih-6)
gibi, ferahlık ta gülmekte
mahlük/yaratılış değilmidir?
Top ile çevkânı sundu bana cânân Iûtfile Bendedir amma görünmez top u çevkânım
benim
Yani top ile çevkan
bendedir demek, faris gibi/ferasetle tevhitte reisim/önderim demektir.
Hayret ender
hayrete şöyle düşürdü gönlümü Şerh olunmaz bu dil ile şimdi hayrânım
benim
Âşık mahbubu ihata edemediğinden ötürü, çünkü cânân malanehayedir (İlahi sevgilinin nihayeti sonu olmadığından
âşık, ilâhi sevgiliyi kuşatamaz, ilahi sevgilinin nihayetine sonuna erişemez). Ve âşık Hayrete düşer.
Bu hayret ise, hayreti ilmiye
ve hayreti şuhudiyedir. Bunun
ziyadesi/artışı için Hazreti Resulullah duasında
(Allahümme zedni fi-ke tahayyur
/ Allah’ım hayretimi arttır).
Buyurdu.
Âlem ol vech-i amâdır hayret
andandır bana
Bu vücudum
gaymı örttü mihr-i rahşânım benim
İbtida azmeyleyince bu cihân iklimine
Bir libasım
yoğ idi kim örte üryânım
benim
Yani demektir
ki, iptida/evvela bu cihana
geldiğim vakit, tevhit elhisesinden âri/mahrum idim.
Hep birer kaftan verildi
dostlarıma hem bana Anların dahi durur eskidi kaftânım
benim
Yani
Dostlarımla beraber bana da birer kaftan/elbise verildi. Yani tevhit makamı verildi.
Dostlarım hâlâ o makamda çünki çalışmadılar, ben ise derd olup
o makamlardan geçtim demektir.
Suya vardık anlar
ile kabların doldurdular
Ben de urdum testimi
mahvetti ummânım benim
Suya vardık demekten
murad/amaç budur ki, işte onlar az bir şey aldılar
ben bahru ummanda (vahdet okyanusunda)
mahv/yok oldum.
Derler imiş halka-i
zikre girip dönmez
niçin
Ben dönerdim
lik gözden mahfi devrânım benim
Ehli tarik
mabeyinde/arasında devran ve çalgı vardır. Mesela,
Kadiri kudum, mevlevi ney, rufai zil çalar. Bu helalmıdır? Ehli tarik evliyaları der ki, bizim aramızda mahcup/Hak’tan perdeli olmaduğundan ve o çalgı da zuhuratı ilahiye/Allah’ın zuhuru
şuhud olunur ve Haram değildir. Ehli
hicaba/Hak’tan perdelilere göre ise haramdır.
Devrandan murad, onda, bunda,
şunda, cemi mezahirde/tüm mazharlarda birer birer Hakkı şuhut
etmektir. Mısri Efendi,
benim
devranım mahfidir
demek olur/İşte tüm mazharlarda Hakk’ı Şuhud etmeyi
ifadeyle Mısri Efendi, gizlidir benim devranım diyor.
Halk bir kez dönmeden
ben nice kez devreyledim
Bilmediler devrimi yanımda yarânım benim
Yani halk bir kez dönmeden
ben ise nice kez devran ederim, velâkin dostlarım bilmediler devranımı benim.
Yâr ile ahdeyledim gâh dağalıp gâh cem olam Tâ ezel budur anınla ahd u peymânım
benim
Anın içün gâhi
cem’im geh perişan tâ ebed Döndü kaldı üstüme
cem’ü perişânım benim
Gâh dağılıp gâh cem olam demek, Hak ile
ahtım gâh cem’de ve gâh
farkta olam, Minel ezel ilel ebed demek budur. Yani,
canabı Hak’la ahtım/anlaşmam; ezelden ebediyete kadar bazen cem,
bazen fark makamı
keyfiyetiyle olmaktır.
Döndürür daim
Muid ismi tâkzâsı beni Nokta-i zâtım değil surette cevlânım
benim
Yani burada
zikir olunan Muid, esmai hüsnadandır/Allah’ın
güzel isimlerindendir. Yani Muid ismi avdet ettirici, döndürücü demektir.
Devre-i Arşiyyeden her kim haberdâr
olduysa Ol duyar ancak Niyazi ilm u irfânım benim
Devri arşiye nedir? En evvel Hakk’ın hazine i ilminden nuru Muhamınedi
halkolundu. Sureti insaniye
de halkolundu/yaratıldı. Cemi malümat; ma küne vema yekün / olmuş ve olacak her şey, dünya ve ahiret nuru
Muhammedi de mevcuttur. Ondan
sonra nuru Muhammediden nefsikül ve ondan tabiat ve ondan heyyüla ve ondan
cismikül ve ondan şekil ve ondan arş halkolundu. Şimdi Nuru Muhammedi, vasıtai
bu hamse/bu beş vasıta ile arşa ruhtur.
Yani nefsikül, tabiat,
heyyüla, cismikül, şekil vasıtasıyla arşın ruhu,
nuru Muhammedidir. Anın içün dünya ve ahirette
olmuş ve olacak her ne ki var ise arşta mevcuttur. Ve arşın
devranından hâsıl olur. Çünkü arşın devranı mevcut gelsin içindir. Sair/diğer eflâkın/feleklerin devranı
arşın devranına tabidir. Anın için (Erruhmanü alel arşisteva / Rahman
arşı istiva etti, kuşattı. Taha-5) ayeti
kerimede buyurulduğu, yani rahman isminin mazharı arşa müstevi oldu/kuşattı. Çünkü cemi avalem/âlemler, arştan tasarruf olunur.
![]() |
(107)
Âdetim budur ezelden günde bir şân olurum
Dirilip geh cem olup gâhi perişân olurum
Bu cihânın halkına
bir bir yolum uğrar benim Cem edüp bunca kumaşı bir bezistân
olurum
Geh sehab u geh matar gâhi doluyum gâhi kar
Geh nebat u gâhi hayvan gâhi insan olurum
Hz.Ademin zürriyeti, zehri Âdemden (Âdemin
arkasından/sırtından)
çıkarılıp dört saf edilip elüstü/rabbiniz
değilmiyim hitabı olundukta
ve bela/evet denildikten sonra, zürriyet bittekrar zehri Âdeme avdet
etmedi/tekrar Âdeme geri dönmedi.
Madene/toprağa ve nebadata/bitkilere
dağıldı. Sonra beni Âdem/Âdemoğlu o nebati ve hayvanı eğil edip (yediğinde), o madde'i
Ademiye/o Âdem maddesi rast geldiği vakit vücudu insanda meni olur.
Sonra rahme düşer çocuk hâsıl olur.
Eğerki; ol maddenin
miadinde veyahut nebatta
avkı ziyade olur ise, yine meyli oraya olur/Eğer ki o Âdem maddesi zaman içinde nebatta
veya hayvanda Fazla gecikmesi olursa, o kişinin meyli oraya olur.
Velhasıl bunun üzerine mahsus kitap vardır. Bu devir tenasiye (reankarnasyon vb. devir gibi)
değildir. Bu devir, devri şer'iyedir (şeriata
uygun devirdir). Malûm ola.
Geh Nasara
geh Yehudi gâhi Tersâ geh Mecus
Gâhi Şia gâh olur sünnü müselmân olurum
Gâhı âbıt gahi
zâhit gahi fiska düşerim Gâhi ârif gâhi mâruf gâhi irfan olurum
Gâh olur bakır kalay
ve gâh olur altın gümüş Gâh olur âlemde her mâdenlere kân
olurum
Gâh olur
benden hakir hiç kimse olmaz dünyede Gâhi Kaf’dan Kaf’a
hükmeden Süleyman olurum
Nal ile tırnak
arasında yerim geh dar olur Gâhi arş u Kürsi’den kin âli meydân
olurum
Gâh olur bu harmen-i
âlemde ben bir daneyim
Geh kamûyu câmi olmuş ulu harmân olurum
Gâh olur mevcud u mâdum geh vücudiyle adem Geh tecelliyle ıyan u gâhi pünhân
olurum
Gâhı dünya
gâhi ukbâ gâhi mahşer geh sırat
Gâhi berzâh gâhi cennet gâhi nirân olurum
Gâhı malik gâhı ateş gâhı zakkum geh cahim
Gâhı hûri gâhı gılman gâhı rıdvân olurum
Gâhi zerre geh
güneş gâhi kamer gâhi nücum Gâhi arz u geh semâ geh arş-ı Rahman olurum
Bunca suretler Iibasın gâh bir bir giyerim Gch soyunup cüınlesinden şöyle uryân olurum
Şimdi kesrette
olan adım Niyazi
söylenir
Âlem-i vahdet
içinde sırr-ı yezdân olurum
İşte bu bahri Haktaala
Iisanı ile Niyazi
ef. Söylemiş. Veyahut
Niyazi lisanı ile Hak söylemiştir.
![]() |
(108)
Ey kudret ıssı
padişah Lütfeyle açıver yolum Bağlandı her yanım şehâ
Lûtfeyle açıver yolum
Şol ism-i
zâtın hakkiçün Cümle sıfâtın
hakıçün İzz u sebâtın hakkıçün Lûtfeyle açıver yolun
Ol ism-i azam hakkıçün Ol
nur-ı ekrem hakıçün Ol fahr-ı âlem hakkıçün
Lûtfeyle açıver yolum
Yani ismi azam, lafzullah değildir.
Yani müsamması olan zati ilahiyedir (Yani
ismi azam, Allah ismi sözü değildir. Cümle
isimlerin
kaynağı, menba-ı olan Hakk’ın zatı’dır). Ki Anı bilenin her nekadar muradı
var ise hâsıl olur. Yoksa Allah Allah kelimesini zikir etmek, ismi azam demek değildir.
Lûtfunla insan
eyledin Vaslında handân eyledin Hicrinle hayrân eyledin Lûtfeyle
açıver yolum
Saldın şikâre çün beni Âdem olup bulam seni Bağladı dünya-yı deni Lûtfeyle açıver
yolum
Şaşırdı bizi nefs-i bed Eyledi her yolları sed
Ey lûtfu
çok senden meded Lûtfeyle açıver yolum
Bu can yine
vuslat diler Sen şah ile vahdet diler Varmağa
dil nusret diler Lûtfeyle açıver yolum
Her kande kâmil görürüz Bakıp ana imreniriz Dönüp sana
yalvarırız Lûtfeyle açıver yolum
Kulda n’ola ya Rabbenâ Kim sana doğru yol bula Sensin kamu derde devâ Lûtfeyle
açıver yolum
Zikrin enis et bu dile Erişe tâ dilden dile Yol göstere ilden ille
Lûtfeyle açıver yolum
N’itsin Niyazi
derdimend Etmiş anasır kayd u bend Bilmeın ilâhi gayrı fend Lûtfeyle
açıver yolum
--------------------------------------------------
(109)
Doğdu ol
sadr-ı risalet bastı ferş üzre kadcm Saldı ol nur-ı nübüvvet pertevin
fevka’l-ümem
Sadır göğüs demektir. Sırrı emanet insanın
göğsündedir. Padişahın
sadrıazamı var. Sadrıazam niçin tesmiye olundu/sadrıazam bu isimle
niçin isimlendi? Devletin esrarına vakıf olduğundan, yani Devletin cemi/tüm esrarı
ande olduğundan ötürüdür. Fahri enbiyaya sadrı risalet denildiği, cemi
enbiyanın esrarı ande konulduğundan dolayıdır. Yani enbiya anın Hz. resulullahın naipleridir/vekilleridir. Sultanı enbiya odur.
Ferş, yeryüzü demektir.
Çalınıp tabl-ı
beşaret geldi şah-ı enbiya Gulgule doldu cihana
kondu ol sâhib âlem
Âlem sancak manasındadır. Sahip âlem denildi. Çünkü sair
enbiya/diğer peygamberler zamanında âlem yoktu. İptida/evvela Hazreti
Resulullah sancak çekti. Sancağın
bir sırrı vardır.
Muharebelerde kullanıldığında
asker onu görüp oraya cem olurlar/toplanırlar. O dahi, yani âlem’de
tecelliyatı ilahiyeden bir tecellidir.
Nur-ı vechinden alındı encüm ü şems ü kamer
Bahr-ı ilminden bilindi hikmet-i levh u kalem
Yıldızların, güneşin, ayın hakikatı nuru Muhammedidir. Kasidei
büride de, Hz. Resule kamer
denilmiştir. Şarih de/açıklayan da burada
teşbiye/benzetme var diye kel kamer/
kamer gibi demiş.
Sonra birisi bize sual
ettiler. Dedim hayır burada
teşbiye yoktur. Kamerin hakikatı nuru
Muhammedidir. Bundan teşbiye/bu ifade de benzetilme yoktur, çünkü teşbiye/benzetilenin kendisidir. 'I'efekkür etti, sonra gitti iki üç
gün fikrederek geldi ve tasdik etti.
Lev, levhi
mahfuz yani nefsi kül, kalemi âlâ yani nuru Muhammedi, kema verede fil hadis; (Evvela ma halakallahu nuri, evvela ma
halakallahul kalem / Allah evvela
nurumu yarattı, Allah evvela kalemi yarattı. Velhasıl kalemi âlâda nuru
Muhammedi de dünya ve ahiret her ne olmuş ve her ne olacak var ise mevcuttur.
Nuru Muhammedide olan levhi mahfuzda nefsi külde, tefsilen/çoklukla
mevcuttur. Yani Nuri Muhammedide olan icmal/öz, nefsikül de tafsil/ayrıntılı
olunmuştur. İşte fahri risaletin malânihaye/uçsuz
bucaksız olan bahri
ilminden/ilim denizinden levhi mahfuzun ve kalemin hikmeti bilindi.
Merhabâ yâ Mustafa ey nur-ı ayn-ı asfiyâ Merhabâ ey sahibü’l ıni’rac-ı
fi’ddâcı’l- zulem
Asfiye, ehli
hakikatın büyüklerine derler. Sahibül miraç, yani Hazreti Resulun otuzbeş
miracı vardır. Otuzdördü ruhani, yani uykuda iken, Ruhu tayyibesi uruç ederek/güzel, tertemiz ruhu yükselerek arş ve kürsiyi seyreder
idi.
Biri de, cismanidir: Recebi
şerifin yirmiyedinci gecesi
kış idi. Amcasının
Kızı Ummühanın hanesinde/evinde misafir idi. Cebrail gelüp davet
etti ve burak getirdi. Oradan rakib olup beytilmukaddese/mescidi aksaya geldi.
Enbiya istikbal etti/karşıladı ve imam olup enbiyaye iki
rekât namaz kıldırdı. Ervahı enbiya
istikbal etti denildiği
sahi değildir. Enbiya ecsadı
ile idi (Resulullah efendimizi enbiyanın ruhu
karşıladı
denilmesi
doğru değildir, Enbiya cesetleriyle resulullahı karşıladılar). Zira
enbiyanın cesedi çürümez, oradan sidretül ınüntehaya (yaratılanların ulaşabildiği son sınıra) kadar melaikeye
bindi. Orada cebrail kaldı. Sonra Dürrü
ahdere/yeşil inci’ye bindi.
Sonra arşa refref ile gitti.
Öncelikle Hazreti Resulullahın miracında
süvar/binmiş oldukları
şeyler bunlardır.
Gelmeseydin âleme sen halk olunmazdı
cihân Dostluğuna yaratıldı ey Nebiy-yi ınuhterem
Cenabı Hak hadisi kutside, (Levlake levlak
lema halektül eflak)
buyurmuştur. Yani ya Muhammet, sen olmasaydın sen olmasaydın âlemi
felekleri halketmez idim/ yaratmazdım.
Biz günahkâr
ümmete sen şahı irsal eyledi Hamdü-lillah sana ümmet eylemiş ol zi-kerem
Ya Resulallah şefaat kıl Niyazi
bendene
Şol zaman kim baş açık yalın
ayak kan ağlarım
![]() |
(110)
Ayağı tozunu
sürme çekelden gözüme cânım Görünür oldu her gâhi gözüme
vech-i cânânım
Niçin sevmeğe can anı ki anda buldu
cânânı Yıkıldı kal’a-i fikrim
yapıldı dinim imanım.
Kalai fikrim yıkıldı.
Yani ulûmu aklım/akli ilimlerim
mahv oldu.
Zira ulamai Rusumun /şekil ve suret âlimlerinin okudukları ve okuttukları ilmi efkârdır (çeşitli fikirler
ilmidir). Mesela, ilmi mantık
ve buna mümasil/eşdeğer ve sair/diğer ilimler
hep efkarat üzerinedir. Din iman ise, efkâr/bu
tür fikirler ile bilinmez.
Akıl fikir dünyaya
müteallik/ilgili olan şeylerden bile acizdir. Herbir
şeyin anası ilmi tevhittir.
Muvahid olmayanın, aklı da fikri de kasırdır/kusurludur.
Çü bildim
vech-i cânânı kamuda sezdim Allah’ı Fenâyım Hak’da vallahi
ne bilim kaldı ne dânım
Ki bildim cümle
Hak imiş arada gayrı yok imiş
Bikülli anda gark imiş ne ben varım ne irfanım
Buluşdu bir ten ü bir cân bu mülkü ettiler seyrân Niyazi’den görünen ol ben ancak ad
ile sanım
![]() |
(111)
Aşkın meyine ben kane geldim Şevkin odına hoş yane geldim
Şem-i tevhidi gördüm
yakılmış Gitti kararım pervane geldiın
Halka-i zikri
kurmuş âşıklar Ben de sahnında
cevlâne geldim
Hazreti Resulullah
buyurmuştur (Beytilmesacit, risselati ve
lızzikri / yani mesacitler salât
ve zikir için bina olunur).
Ve hatta Medinei
münevverede bina olunan
mescidi nebeviye de ashap halka olup zikir ederler idi. Ve halkai zikri dahi
melaikeler çepçevre sarup, ashap ile beraber anlar dahi zikir ederler idi.
Mecnunum bugün leylâ derdinden N’eylcrim aklı divane geldim
Ehli tevhit,
akli maaş ve akli miadi
talep etmez. Çünkü
aklı maaş dünyaya müteallik/alâkalı olan
umurda (emirlere, işlere) erer.
Ve akli miad, ahirete müteallik/alâkalı olan
umurda erer. Ancak ehli tevhit ise
dünya ve ahiret talep etmez. Onlar Aklı
kâmil ashabıdır. Anın içün onlar cahiller
tarafından ükelayı meczubin (cezbeli,
bilgiç, divane) tabir olunur.
Derdi cânânın açtı yareler
Bağrım üstünde
dermane geldiın
Ümmi Sinan’ın
hâk-i pâyine Sürmeğe yüzüm sultana
geldim
Yaremi bildim
yârimden imiş
Bunda Niyazi Iokman’e geldim
-----------------------------------------------------------------------
(112)
Ol menem kim vâkıf-ı
esrar-ı ilm-i Âdemim Kâşif-i genc-i hakikat hem hayat-ı
âlemim
Bende mahfi oldu gaybü’l-gaybın esrarı
hemin Bendedir sırr-ı emânet ana kenz-i mübhemim
Ben cemâl-i
Hakk’ı cümle şeyde
zahir görmüşüm Bu merâyâya
anınçiin baktığımca hurremim
Her sözüm miftah-ı kıfl-ı
küntü kenz olmuşdürür Hem dem-i İsâ ile her bir
nefeste mahremim
Her sözüm (küntü kenzen mahfiyyen
fe ahbebtü en urefefe halektül
halka li urefe / Ben
gizli bir hazineyedim bilnmekliğime muhabbet ettim/âşık oldum halkı yarattım.
(Hadisi kutsi) kilidinin anahtarıdır.
Cümle mevcûdatı verdim ben vücud-ı
vâhide Zât u esmâ ve sıfatın ile hâlâ yekdemim
Ulemai zahirin okuttukları kazmirin o ahirette
gelir ki, vücut hakkında
üç mezahip/görüş vardır. Biri vücüdda müteaddid/çok sayıda vücut
vardır derler ki, bu cühela/cahiller mezhabidir. Bunlar her şeyin vücüdu müstakilesi vardır derler.
Biri de vücüdu vahid/birdir, mevcut ise müteaddid/çoktur
görüşüdür, bu hükema/akılcıların
felsefecilerin mezhebidir. Anın içün
âlem vücüdu vahittir/birdir derler. Ve
Fena bulmaz diyerek Âlemin
bekasına hüküm verirler.
Biri de vücudu vahit/birdir mevcut vahid/birdir derler. Bu üç mezhep/görüş batıldır/geçersizdir.
Ehli tahkik/hakikat mezhebi/görüşü ise,
vücut vücudu Hak’tır. Hak’tan Gayrisi için vücut yoktur. (La mevcude
illa hu -- Hu’dan gayrı mevcut yoktur) bu kesret şuunat/çokluk ve oluşlar
ve ahvali ilahidir/Hakk’ın
ahvalidir.
Yerde gökte her ne kim var bağlıdır
başı bana Aşikâre ve nihâne
ben tılsım-ı âzamım
Ben o Mısriyim vücudum
mısrına şah olmuşum Hâdisim gerçi veli mânide sırr-ı
akdemim
----------------------------------------------------------------------------------------------
(113)
Ol cihanın fahrinin
sırrına kurban olayım Hutbe-i levlâk inen şânına kurban olayım Kabı kavseyni
ev ednâsına kurban
olayım
Ben anın ilm ile irfanına kurban olayım Ben anın esrar-ı mi’racına kurban olayım
Sümmedena / sonra iyice yaklaştı. Necm-8) Seyri illallah. Fetedella
/ sarktı. Necm-8)
Seyri
anillah. (Fekane kabe kavseni / o
kadar ki iki yay arası kadar. Necm-9)
Cemül cem. Ev edna / Hatta daha yakın oldu.
Necm-9) Ahadiyet.
Hazreti İsanın bilisale/bizzat makamı, makamı cem idi ki,
makamı hakikattır. Hazreti Musanın
bilisale/bizzat makamı, makamı hazretül cemdir. Hazreti davudun makamı, makamı
cemül cem idi. Velhasıl enbiyanın bilisale/bizzat
her birinin makamı mahsusaları/özel
makamları vardır. Ancak bittabi/elbette makamı Muhammediye, yani ahadiyete vasıl olurlar. Ve sadece
resul değil, Resulullahın vereseleri dahi vasıl olurlar.
Esrarı miraç nedir?
Hazretü Muhammed arşı alâya vardığı
vakit,
‘ettehıyyatü lillahi
vessalavatü vettayibat’. Yani ‘dua Allah içindir, salâvat
Allah içindir, Tayyibat yani güzel olan nesneler Allah içindir’, dedi. Cenabı
Hak’ta mukabilinde/buna karşılık
buyurdu. Tehiyyata
karşılık ‘essalamu aleyke eyyühen nebiyyü’ salâvata karşılık
‘ve rahmetullah’ tayyibata karşılık ‘ve berakatühü, essalamu Aleyna ve alabidillahhissalihin’. Sonra
cemi melaike birden ‘eşhedü anla ilahe
illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve habibühıü veresulühü’ dedi.
Anın için İptida öğle namazı kılındığı. vakıt
her
namazın kadei ula ve saniyesinde
ettehiyat okumağa emir olundu/Onun için
vakit namazlarının en evvela kılınanı öğle namazıdır. Ve vakit namazlarındaki
ilk ve son oturuşlarda ettehiyati okunması emir olundu)
Ol Ebubekir
ü Ömer Osman Ali dört yârıdır.
Ol risalet bağının
anlar gül-i gülzârıdır. Cümle ashabı hidayet râhının
envarıdır
Ben anın âline
ashabına kurban olayım Ben anın ashabu
ahbabına kurban olayım
(Ashabı kennücumu bieyyihim
iktedeytüm ihtedeytüm) hadisi şerifi varit olmuştur. Yani ashabım yıldızlar gibidir.
Onların her hangisine rast gelirseniz
iktida edin/uyun. Size hidayet ederler.)
Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkiyâ
Hem Hüseyn
oldu susuzluktan şehid-i
kerbelâ İkisidir asl u nesli cümle âl-i Mustafa
Ben anın âline
evlâdına kurban olayım Ben anın evlâd
u ensabına kurban
olayım
İmamı Ali Radıyallahı taala anhı vefatından sonra imam Hasan büyük
olmakla, İmam Hüseyin anınla istişare ederek buyurdu; şimdi hilafeti resul
hitam/son buldu, çünkü Hz. Resul buyurmuştur; ‘benim hilafetim benden
sonra otuz sene sürer’ işte otuz sene
tamam oldu. Her nekadar hilafeti batınıyemiz var ise de hilafeti zahiremiz
bundan sonra yoktur. Haydi Medineye gidelim, badehu/sonra hilafeti
terk edelim. Küfeden kalkıp Medineye gittiler.
Orada iken Hülafai
Emeviyeden yezit ibni Muaviye/Muaviye oğlu
yezit kendi korkusundan Hz. Hasan efendimizin zevcesine/karısına haber gönderdi. Dedi ki; sen
evvel halife zevcesi idin, şimdi ise hilafet bendedir.
Eğerki; İmam Hasanı şehit edersen seni zevceliğe alırım.
Yine Halife zevcesi olursun. Karı kısmı akılsız
olduğundan aldandı. Bir elmas taşı dövüp tozetti. Badehu/sonra İmam
Hasan Radiyallahu Anhaya su ile içirdi. Müteesiren (zehirin tesiriyle Hz.Hasan) vefaat etti. Çünkü elmas
zehirdir.
İmam Hüseyin
kaldı. Sonra küfe ahalisi bunu işidip, İmam Hüseyine mektup
yazıp, gönderdiler ki, buraya gel, biz sana biat
edip, seni Halife yaparız. O da
kalkıp gitti. Bunu Yezit haber
aldı. Asker sevk etti. Şemir mel'un Serasker/askerin başı idi. İmam Hüseyin
Radiyallahu Anhayı Kerbelada karşılayıp susuzlukla şehit etti. Bir rivayette
Muaviye olvakit sağ idi. Bir
rivayette vefaat etmiş idi. Asah/gerçek olan vefaat
etmişti.
Cümle ümmetten hayırlıdır ol şâhın ümmeti Ümmetinc cümleden
artık eder Hak rahmeti
Enbiyâ anınla buldu bunca Iûtf u izzeti
Ben anın lütfuna
ihsânına kurban olayım
Ben anın enva-i eltafına
kurban olayım
Her ne denlü enbiyâ
vü mürselin kim geldiler
Ümmeti olmaklığı Hak’dan temenni kıldılar Evliyâ ana Niyazi kul u kurban
oldular
Ben anın ayağının tozuna
kurban olayım Yoluna
gidenlerin izine kurban olayım
--------------------------------------------------------------------------------------
(114)
Hüda’nın sun’una
âyine âlem Düşüptür sâniin
mir'ati âdem
Odur âdem ki
nefsin tanımıştır Oluptur Hızr u İlyas ile hemdem
Hüdanın sun'una/sanatına ayine âlemdir. Zira âlem Hakkın vücuduna alemet (belirti işaret) olduğundan âlem denildi. Sani'in/sanatkârın
mir'atı/aynası da âdemdir. Fakat
herbir Âdem değil,
nefsini tanıyandır. Yani (Men
arefe nefsehu fakat arefe rabbehu / nefsini
bilen rabbini bilir) Hadisi şerifine mazhar olandır. Ve Kur'anda dahi gelmiştir. Ayet (Femen yergabu an millete İbrahime illa men sefiyye
nefsehu. Yani tevhit olan milleti
İbrahimden kimse iraz etmez. İlla nefsini tanımayan, (Bakara-130)
Velhasıl nefsini tanımayan tevhitten kaçandır. Ve
tevhitten iraz etmeyen/kaçmayan ise nefsine arif olandır. Ve Âdem de odur.
Hızır ile
İlyas birdir. Bihasbel velaye hiçbir farkları yoktur. İlyas, İdris
Alleyhisselamdır. Yani İdris, İlyastır. Zira Hazreti Resulullah buyurmuştur (El İlyasü hüvel İdris / İlyas
İdris’tir) Bir müddet semaya
ref olundu. Sonra Balebekke karyesine İlyas
resul olarak gönderildi.
Elyevm/halen berhayattır/hayattadır. Hızır deryalarda, İlyas ise karada muhafızdır.
Ne görürse iyü
kem zir ü bâlâ Görür öz nefsini
her baktığı dem
Eğer râi eğer
mer'i ve mir'at Kamunun aslıdır âdemdeki
dem
Şerefi Âdem
her nereye baksa özünü görür, yani Hakkın rububiyetini müşahade eder. Âdem Aleyhisselamın balçığının toprağı beyti şerifin yerinden
alındı. Ve Mekke
ile Taif beyninde/arasında Vadii
Numan tabir edilen bir yer var. Orada sureti Hakkın emri ile Cebrail tarafından yapıldı. Balçığı nice bin
sene öyle yağmurda güneşte durdu. Sonra istidadı tam olunca ruh nef olundu.
Âdem hayat buldu. Melaike
secde ile emrolundu, kâffesi/hepsi secde
etti. İlla Can'ın oğlu İblis ve tevabii (iblise tabi olanlar) secde etmedi. İbliste
Hz. Nuhun büyük oğlu gibi kâfir oldu. İşte Âdem Aleyhisselama nef
olunan/üflenen nefesi ilahi,
her şeyin aslı oldu.
Nefestir bahr-ı
zât ancak hurufu Anın envacı bil ol şad u hurrem
Gör imdi bahri k’ândan
bunca emvâç Olur zâhir gider
yine kalır yem
Nefistir bahri zat, ancak huruf yani demektir ki; nefs bahri zattır, anın
hurufu envacıdır (Nefs, zat denizidir harflerin
çeşitliliği gibi, âlemler de
zat denizinin dalgalarıdır).
Bu âlem de bahirdir
hem mevâlid Anın emvâcıdır
şekk ile demem
Hezâran mevci bir anda yoğ edip Eder emsalini tecdid demadem
Bu âlemde
bahirdir/denizdir. Mevalide
selase/üç doğuş anın emvacıdır/dalgalarıdır. Mevaliden selase; maden yani altun,
gümüş ve
mücevherattır. Yani toprak;
bunlar hep maden sayılır. Nebat ise;
otlar, ağaçlar yani cismi tam gayri müteharri biliradet, yani (araştıramayan
ve iradesiz) bir cisimdir.
Velâkin iradesiyle hareket
etmez. Hayvan olsun,
natık olsun, gayri natık/konuşan
ve konuşmayan olsun hepsi dâhildir. Yani içinde insanda dâhildir.
Velhasıl bahır âlemin
dalgaları olan mevalidi selase/üç
doğuş ki maden, nebat, hayvan.
İşte bunlardan her an
nice bini gider yani yok olur, nice bini gelir tecdit eder/yenilenir.
Aceb misli demek gayri demek mi Yahut aynı mı ya cem’i mi desem
Bilen ayn u bilinen gayrı demek
Budur şâfi cevap vallahu a’lem
Yani
demektirki; acep bu tecdit olunan/yenilenen yok olunanın mislimidir/benzerimidir? Yoksa Gayrimidir? Aynimidir? Bilen yani Hakka arif olanlar bilir ki, vücudu Hak aynidir, bilinen
yani şahıs ise gayridir.
Özü evvelkidir
sûretdürür gayr Ki yâni can odur terkib
o demem
Çünkü özü vücudu Hak’tır. Yani can odur derim, lakin terkip olunan suret
odur diyemem. Kitaplarda Mansurun enel Hak dediği
yazılıdır, eğer ki ruhu ciheti ile
enel Hak denilse doğrudur. Şahıs cihetiyle denilse küfürdür. Çünkü şahıs;
mukayyettir/kayıtlıdır, sınırlıdır.
Ki zira can bir oldu çok sûret
Budur kavl-i
muhakkak hem müsellem
Yani bu beyitten maksat demektir
can bir’dir, velâkin
suret çoktur. Yani eşhas/şahıslar çoktur.
Desen niçün bilinmez
hâl-i ülâ
Çün oldur sonra niçün der ki bilmem
Tagayyürden bilinmezlik zuhuru O birliktendürür dediği bilsem
Şimdi anlaşılan budur ki; bu
âlemde gerek insan ve gerek hayvan ve gerek nebattan, nice bini vücuda gelir an
be an dem be dem, şimdi gelen giden can ciheti/yönü ile aynidir. Çünkü vücudu
Hak’tan gayri mevcut
varmıdır? Yoktur. Mevcut olan
Hak’tır. Velâkin şahıs ciheti/yönü ile gayridir. Çünkü Ahmedin şahsı
başkadır, Mehmedin şahsı başkadır. Ama canları başkamıdır? Değildir.
Niceyse neş’e-i ülâda gönlü O zevki arzular
sânide bikem
İnsanın iki neş'esi vardır.
Birinci neş'esi ervah/ruhlar
halkolunduğu/yaratıldığı vakit, ikinci neş'esi ise ecsat/cesetler
halkolunduğu vakittir. Yani ecsattan yüzbin
sene mukaddem/önce ruhlar
halkolundu/yaratıldı.
Taleb evvelki
zevki hükm-i candır Cehil terkibinin hükmü ol epseın
Kamu bir noktadır ilim ancak ey dost
Çoğaldıkça dolar kalbe hem ü gam
Niyazi taht-ı
bâ’da nokta oldu Ali’nin sırrına olalı mahrem
Kamu bir noktadır İlim;
yani İmam Ali Radiyallahu Anha; El ilmu noktatün kesseruhal cahilun, yani ilim bir noktadır cahiller cehaletleri
hasebiyle onu fen ile tekessür ettird/çoğalttı, demiştir. Çünkü Hz. Resulullah buyurmuştur: Esrarı ilahiye kütübü menzilede dir, kütübü
menzilede olan kur'andadır, kur'anda olan fatihai şeriftedir, fatihai şerifte
olan besmelededir. Hadisi şerif buraya kadardır. Besmelede olan ‘ba’ dadır, ‘ba’ da olan tahtül ba olan
noktadadır. Sözünü İmam Ali Radiyellanu Anhaya isnat ederler.
Velâkin Ebubekir Şibli Hz.lerinin sözüdür.
Hurufu heceyi
yekdiğerinden temyiz eden/harfleri
heceleri birbirinden ayıran noktadır.
Arap alfabesinde; B, T, S, N. Bu harflerin dördünün şekli birdir. Bunların
temyizleri/ayrışmaları nokta
iledir. İptida/evvela nokta ile müşerref olan (ba) dır,
surei beratta/beraada iptida/ilk önce (ba) harfi geldiğinden/Ba harfi ile başladığından
ve (ba) da besmelenin sırrı bulunduğundan surenin başına besmele
gelmedi. Bu itibarla beraa/tevbe
suresi besmelesiz okunur.
Bütün harfler Eliften terkip
olunmuştur. Yani hurufun
aslı eliftir. Bir elifte
olan malumat; B, T, S, N ve sair bu misillu harflere hurufu basita tabir
olunur.
Çünkü bir elifin iki başını büküp (be) olur; Velâkin iki elif ve üç eliften
terkip C, H, A gibi hurufu mürekkebe tabir olunur. (Bütün Arapça harfler eliftendir elif
harflerin aslıdır. B, T, S, N ve bu gibi harfler basit harflerdir. Çünkü Elifin
iki ucunu yukarı büker de altına nokta kunrsa (B) olur. Üstüne bir nokta
konursa (N), iki nokta konursa (T), Üç nokta konursa (S) olur. Velâkin iki veya
üç elifin birleşmesiyle de C, H, A
gibi diğer harfler meydana
gelir. Bu itibarla
elif tüm harflerin aslıdır).
Ashap dedilerki; Ya İmamı Ali, senin ilminden bize haber ver.
İınam Ali buyurdu; Esrarı ilahiye
kütübü menzilededir. Kütübü menzilede olan kurandadır. Kuranda olan fatihadadır. Fatihada olan besmelededir. Besmelede olan (ba)dadır. (Ba) da olan Tahtül ba/(Ba)
nın altında olan noktadadır. İşte o nokta benim. Ashap daha isteriz dediler.
![]() |
(115)
Yamen tevehhüt
bilgufrani velisem Ey gufran ve ismet ile tevehhüt eden zat
Yamen kibares zunube lideyhilemem
Ey büyük günahlarımın
katında ekmek hırdası
gibi olan zat, çünkü ekmek hırdası yenmesi kabil olmadığından
basmak dahi günah değildir.
Yamen terahüm dem'i
liayni keddim
Ey gözyaşına
merhamet eden zat;
Yamen yuhibbu ineynil
abde mennedim
Ey nedametinden abdın ahvanına muhabbet
eden zat
Yamen ledeyhi
dava eddai venneaın Ey katında azap ve derdin devası
olan zat Lem ikteder sarfe nefse min gavatiha
Ben nefsimi azgınlıktan döndürmeye yani; terbiye etmeye
iktidarım yoktur. Yani
muktedir olamam.
Vezade tuğyaneha cemha vema temha
Sert at gibi nefsin
tuğyanı artar.
İnni vakıfte ala babirricae leha
O nefsten
dolayı ben senin
baburecanda durdum.
Ezembet küllü zünübe
va'terefte biha
Ve herbir günahı işledim
ve günahlarımı itiraf
ederim.
Velâkin arefteke bittevhidi velkelem
Velâkin seni tevhidinle ve Kur'anınla bildim,
yani arif oldum.
Kad fennenil ümre veşşıhhulite nazilete Ömrüm tamam oldu. İhtiyarlık nazil oldu. Birre'si malel abdı eleyse rahilete
Yani başımda
saçım, sakalım ağardı.
Bir binecek şey yokmu?
Vennefse fi kesireten
isyane haimeten
Nefsi kesret
isyanda haimdir.
Teb'ki alel babi vesatalleyli bilkerim Gece yarısı
babu kereminde ağlarım, Saret zunube
kemucel bahri fi medet)
Günahlarım derya dalgası gibi oldu.
İddet anir rümle vennucume bil adet
Yani günahlarım kum kadar ve yıldızlar kadar yani o kadar çok günahım var.
Biizze men fil avalem hayri muktesit
Avalemde hayri muktesit olan men'in izzeti
için yani mahbubun
Hz. Muhammedin hakkı içün
La tektaanne ricai fike ya seyyit
Umduğumu kat etmem senden
yani Hz. Muhammet
Dahi benim için rica etsin
Ya gafarezzembe lirracine
bil kerim
Ya gafirez
zunup yani keremini
ümit edenlerin günahlarını mağfiret edici
Mamelte nefse
littati men kesel. Vema atet Iihesabe
haşre min amel
Benim mahşerde
hesaba utanmaktan yüzüm
yoktur.
Fealetil aynil
Mısri men recel. Erham bifadlike lütenzıru
ila zülal
Fadlınla merhamet
et. Benim zilletime bakma.
İnnel kerim yuhibbül
affe an hademe
Kerim olan hademesinin cümle kabahatını affa muhabbet eder. Yani sultan hademesinin kabahatini affetmeyi
sever.
![]() |
(116)
İbn-i vaktım
ben ebü’l vakt olmazam Abd-i mahzım ben tasarruf bilmezem
Zaman, üçe taksim olunur: Bir
zamanı mazi/geçmiş zaman, 2 - Zamanı istikbal/gelecek zaman,
3 - Zamanı hâl/şimdiki zaman. İbnil vakit/vaktin
çocuğu, zamanı maziye ve zamanı istikbale bakmaz. Yani
zamanı mazide ne olmuş ve müstakbel de ne olacak kulak
vermez. Ya şimdiki halin zuhuratına bakar ve vakti hale göre hareket eder. Ebul
vakit/vaktin babası ise, her zamana bakar. Yani
mazide/geçmişte ne olmuş ve halde/şimdi ne var, müstakbelde/gelecekte
ne olacak, bakar ve bilir.
Bunun makamı daha âlâdır. İbnilvakıt, abdımahazdır/sade kuldur. Ebulvakıt ise,
mutasarrıftır/tasarruf eder.
Yani kerameti kevniye/harkuladelikler gösterir.
Habluki ibnilvakıt böyle şeyden hazetmez. Ve ehlullah dahi keramet izharından
hoş değildir/ehlullah keramet
göstermeyi sevmezler.
Yani ehlullah, kerameti
kevniye ve enbiya
mucize izharına rağbet
eylemez.
Çünkü keramet, fiilullahtir. Halk ona isnat eder. Ve iman etmedikleri halde
fiilullaha iman etmedikleri cihetiyle kendilerine gadabı
ilahi nazil olur. Anın için enbiya mucize izharı ile emrolunduğu
vakit kendilerine gayet ağır gelir. Çünkü inanılmadığı vakit, gadabı ilahi
nazil olacağından enbiya şevkati ile
muttasıf/vasıflı
olduklarından ümmetlerine şevkaten
mucize izharı kendilerine gayet ağır gelir.
Hatta
Abdülkadir Geylani hazretleri çok kerameti kevniye izhar ederdi/gösterirdi. Derviş Ebussuud İbni Şibli hiç kerameti kevniye
izhar etmedi. Yani andan kerameti kevniye zahir almadı. Vefatlarında
Ebussud, Abdülkadir Geylaniden daha makbul oldu.
Ân-ı dâimdir hakikat
güneşi
Ol ânım ben gitmezem
ben gelmezem
Ân şudur ki, ân’ın gayrı munkasım/ân; en kısa bölünemeyen zaman dilimidir. Çünkü sene aylara, aylar haftalara, haftalar günlere, günler yirmidört saate, saatler
dakikalara, dakikalar saniyelere münkasımdır/bölünür.
Saniyeden başka varmıdır? Yoktur. İşte hakikat güneşi ân daimdir. Mısri
efendinin ben ânım demiş, ben gitmezem ben
gelmezem. Cenabı Hak, surei
kaf ta buyurmuştur. Kaalellahutaala, (…Belhüm filebsin
minhalkin cedid / Doğrusu onlar, yeniden yaratılış konusunda
şüphe içindedirler. (Kaf-15 ) Yani
halk her anda münadım yok olur ve mevcut
olur. Çünkü Hakkın her anda bir tecellisi olur. Bir anda iki veyahut iki anda
bir tecelli olmaz. Eğer bir anda iki tecelli olsa, hâsıl tahsil olunur (tekrarı icab eder).Yok eğer iki anda
bir tecelli olursa abes olur (gayesiz,
gereksiz hikmetsiz olur). Halbûki Cenabı Hak, hâsıldan tahsilden
ve abesten münezzehtir/arınmıştır
temizdir.
Allah Her anda bir tecelli
eder. Mevcudat ta her anda münadım/yok olur,
yine var olup vücuda gelir.
Velâkin bunu ehlullahtan
gayrısı görmez. Bu ne gibidir? Mesela, bir çeşme gayet hızlı akarken görülür
ki kurnadan akan su durur gibidir, güya/sanki hiç
akmaz. Halbûki gelen su bir daha avdet edermi? Etmez/geri dönermi? Dönmez.
Başkası gelir. Giden geri gelmez. İşte bu onu gibidir. İzam, akait şerhinin
haşiyesinde bu bahsi söylemiştir. Sonra kendisine bir sual varid oldu ki, halk
anbean lebsi ceditte olduğu (yenilendiğine
göre) vakit azap nedir, teklif nedir? Buna hiç cevap vermedi. Cevapmı
vermedi, yoksa cevapmı bilmedi? Velhasıl cevap şudur ki, anbe an teceddüt eden/yenilenen
ahvâl ve şuunattır/hâl
ve oluş keyfiyetidir.
İnsanın mertebesi
sabittir. Çünkü bu mevcudatın suveri/sûretleri, Hakkın ahvâl ve şuunatıdır/iş ve oluş hâlidir. Mesela,
kalp, her anda ve bir anda değilmidir. Bir anda iki halde yahut iki anda bir halde
bulunmaz. Teceddüt eden/icad olan
yenilenen ahvalidir. Kendi
tecdit edermi?
Kezalik/Bunun gibi insanın dahi mertebesi teceddüt
etmez/icad olmaz yenilenmez), ancak sureti
anbe an teceddüt eder/yenilenir.
Anın için
Mısri Efendi
buyurmuştur.' Ben anem, işte ben ol an gayrı münkasem
gitmezem Yani münadım olmazem (İşte
ben o bölünemeyen an’ olduğum için yok olmam ve gitmem). Gelmezem, yani
mevcut olmazam demektir. Çünkü mevcut
olan Allah’tır.
Meryem içre
ben duğurdum bir gulam Hem bugünde bir gülüm kim solmazam
Ben doğurdum
atasız İsâ’yı hem İttisalim var ana ayrılmazam
Zekerriyya
Aleyhisselamın ihtiyare bir kızkardeşi var idi. Kocası İmran İbni Mişi idi.
Cebrail geldi İmrana müjde etti. O da geldi zevcesine söyledi ki Cebrail
Aleyhisselam bir evladı olacağını müjde etti. Zevcesi dedi ki eğer olursa
beytilmukaddese (kudüsteki büyük mabede)
vakfederim. Sonra ne ise hamile oldu. Meryem dünyaya geldi. Bir hafta olunca
Beytil mukaddese verdi. Zekeriya Aleyhisselam Meryeme
öyle yüksek kapusuz
bir kule yaptırdı. Ve anın terbiyesinde oldu. Zekeriyya
ip merdiveniyle yemek içmek götürürdü. Her ne vakit yanına giderse
kış vakti üzüm vesair fuvaka bulurdu. Sual etti. Ya Meryem bunlar nereden? Hazreti Meryem
buyurdu; Cenabı Hak’tan gelir. Haktaala dilediğini hesapsız rızklandırır,
bundan sonra yemek içmek için bir şey getirme, yalnız görüşmek için gel dedi.
Sonra Hazreti
Meryem, baliğe olunca/doğurganlığa
erişince Şabı emret/delikanlı
suretinde Cebrail Hazreti
Meryeme göründü. Meryem
de, haşiyet (sevgiyle karışık korku)
geldi. Sen kimsin? Ve sen burada ne ararsin? Deyince. Hazreti Cebrail cenabı
Hakkın emri ile bir veledi Salih/iyi
bir oğlan çocuğu içün sana
geldim, dedi. Meryem Hak tarafından
gönderilmiş cebrail olduğunu anlayınca mümbasit
oldu (korkusu dağıldı şenlendi). Sonra cebrail Meryemin
yakasından üfürdü.
İşte cebrail Aleyhisselamın nefesinden ve Hazreti Meryemin
imbisatından
(rahatlamasından) o
anda Hazreti İsa önlerinde yuvarlandı.
Sanma kim Mehdi benim Mehdi odur Adı Yahya’dır anın yanılmazam
Niyazi Efendi,
Hazreti İsaya ittisalım/yakınlığım var
demekten benim Mehdi olduğum anlaşılmasın, Mehdi odur. Yani İmam Hasan
Askerinin oğlu İmamı Muhammed Mehdi. Çünkü dersi sabıkta/geçen derste dedik. Ancak burada biraz daha ifade edelim. İmamı
Muhammed Mehdi, Hazreti
Fatımanın evladındandır. Muttasılen İmamı Mehdiye müntehi olur (sırasıyla Hz.
Fatmanın
evlatlarının sonuncusudur). Hulefai Abbasiyenin her birerleri evladı resule kasdetti. Ve anların vaktinde
şehit oldular. İmamı Mehdi,
sır oldu. Ahır zaman zuhur eder, nihayet Medinede Hazreti İsaya mülaki olup (buluşup kavuşup) ana tabi olur ve
orada vefat eder.
Hazreti İsa İmamı Mehdiyi
cafer sadıkın ayakları
ucunda defnedecektir.
Vasfıdır esma-i
hüsnâ cümleten Bu sözü isbata
âciz kalmazam
Esmaülhüsna/Allah’ın güzel isimleri, imamı
Mehdinin vasfıdır. Çünkü Halifeyi resuldur.
Halife müstehlifin aynı olur (öncekini
temsilen sonra gelen halife, öncekinin aynıdır). Yani
müstehlifte/öncekinde
olan kemalat halifeden/sonra gelenden
zahir olur. Çünkü,
Hazreti Resulun vücudu ruhaniyesi halifesinden zahir olur. Yani halifesinde
zuhur eder. Hatta Ebubekir Şibli hazretleri bir dervişine sual etti.
Benim Resulullah olduğumu
görürmüsün? Der. Derviş evet görürüm
dedi.
Yazıcıoğlu Muhammediyesinde buyurmuştur, bu hadisi
şerifin mefhumudur (bu hadisi şerif bu mevzunun kavranmasına
delildir). Ki Hüseyin Benden Hüseyinden
ben, fakat
sade bu kadar değildir. (Elhüseyni minnı ve enel Hüseyn (Elabbasu
minni ve ene minel Abbas. El aliyyün minni ve ene minel aliyyün / Hüseyin
bendendir Hüseyinden ben. Abbas bendendir Abbas’tan ben. Ali bendendir Ali’den ben.) Böyle hadisi şerifleri yani Hüseyin benden, hüseyin benim
sülalemden gelmiştir.
Hüseyinden ben yani Hüseyin benim
halifemdir. Hüseyinden zahir
olan kemalat bendedir. Yani benim kemalatım Hüseyinden zahirdir. Çünkü
halifemdir. Halife
müstehlifin aynı olur. Yani müstehlifin/öncekinin kemalatı bitemamuha
halifeden (sonra gelende
tamamen) zahir olur. İşte halife,
cemi/tüm esmayı camidir/toplayandır.
Sırr ile bana
içimden söylenir Mısriyâ ben doğmazam
ben ölmezem
Sırr
ile bana içimden söylenir. Yani kelamı kalb ile söylenir ki, ben
doğmazem, ben ölmezem. Yani surei ihlâsta varid olmuştur. (…Lem yelid velem
yüled… Yani doğmadı ve doğurmaz)
demektir.
![]() |
(117)
Bir kimse aceb yok mu k’âna
sinemi yarem Şerh ide ana
hâlimi sinemdeki yarem
Ol vechile ki
can u dili pür taleb olsa Dese ne zaman ağıra işbu dil-i karem
Çün nefsini bilen kişi Allah’ı
bilirmiş
Bu mânaya
yok bende ilacım n’ola çarem
Terkeylese hem âr ile nâmusunu ol er
Ol vakt o yürek yaresine merhemi
sarem
Derdsizlere diken görünür gerçi Niyazi
Pervaneye od bülbüle dâim gül-i
zârem
-------------------------------------------------------
(118)
Cânâne görünür
bana cânâ neye baksam
Kâşâne görünür heme virâneye baksam
Mestolup
ayağım nire bastığımı bilmem Her-bâr ol iki gözleri mestâneye baksam
Mahbub sevişinden bizi men eyleme
vaiz İşitmez olur kulağım efsâneye baksam
Ayeti
keriınede varid olmuştur, (…Yühibbühüm ve
yuhibbunellahe) yani müminler siz
Allahı severseniz, Allah dahi sizi sever. (Maide-54) Şimdi Müminle Allah sevişir desen, vaiz meneder/reddeder. Ya ayette deniyor
ki, Mümin Allahı sever Allah dahi mümini sever. İşte bu Mümin ile Allah
sevişir demektir. Hayır, vaiz
bu sözden korkar.
Afsun öyle
koca karıların potikaları (dımışka-Urasa) senetsiz sepetsiz artık vaizin
efsanesine kulak vermem (delili dayanağı olmayan vaizin masal gibi sözlerini artık kulak verip dinlemem) Demektir.
Cüınle bu
cihan ol sanemin vechidir elhak Ger Mescid ü ya deyre
ya büthaneye baksam
Cümle bu cihan
ol mahbubun/sevgilinin yüzüdür. Yani (Feeynema tüvellu fesemme vechullah / Nereye
dönerseniz dönün Allah’ın yüzü ordadır. (Bakara-115) gerek mescid gerek kilise ve gerek puthane hep vechi ilahidir/Allah’ın yüzüdür. Abes (boş, hikmetsiz)
hiç bir şey yoktur. Zira Hakkın vücudundan gayrı birşey varmıdır?
Yoktur.
Her zerre Niyazi
heme hurşid-i münevver
Her katre hemin lücce vü deryâ neye
baksam
--------------------------------------------------------------------------------------------
(119)
Visalel
Abdullah bila beyn vela eyn Kezalikel abdı billlah
bila beyn vela eyn
Abdın/kulun Allaha vuslatı/kavuşması, mesafesiz ve mekânsızdır.
Allah’ın dahiAbda
vuslatı öyledir.
Cemali kadeydi
haka biküllil vechi itlakan
Tecelliyani tahkiken bila beyn vela eyn
Cemali ilahi, her yüzden zahir oldu.
Mutlak olarak tecellisi tahkik mesafesiz ve mekânsızdır.
Feinnel halka lem yemtakil
minel imkân la teğal
Era haka vucudül küllü bilabeyn vela eyn
Halk imkândan intikal etmez. Gafil olma imkân şudur ki, vücutla âdemi
müsavi ola. Her bir şeyin
vücudunu mesafesiz mekânsız
Hakkın vücudunu görür (Gaflet etme mümkün olan şudur ki, mevcutla yokluğu
eşit
olarak anla, her şeyin yokluğunda Hakk’ın
vücudunu mesafe ve mekân olmaksızın yine Hak görür).
Yera fi külli mirad biiskatil izafat
Vücudel vahdetüzzat bilabeyn vela eyn
Kayyudatın iskatı ile (suretler kaydının
fena olmasıyla) her bir miratda/aynadaki
vücudu vahid görür. Yani zatı aliyenin vücudunu mesafesiz ve
mekânsız olarak her bir miratda/aynada vahid/bir olan Hak görür.
Beyahil mürşideyni elzem lihazel meşhedil
azam Terama la yera illa allem bila beyn vela eyn
Bu meşhedi azam (Bu büyük şehidliğe/şahidliğe erişmek)
için mürşidin
kapusuna mülazemet et (devamlı bağlan). Ki En âlemin (el âlemin)
görmediğini sen mesafesiz
ve mekânsız göresin. Çünkü bu ilmi tevhit, zevkidir, ilmi değildir. Yani kitap
mütaâlâsı ile hâsıl olmaz. Kitap
mütâlası ile hâsıl olan ilimden kitapsız
haber verilmez. Bu ise zevkidir.
Sekani şerbeten
subha fe ahyati
bii ilmen Fesarel ilmi li
aynen bila beyn vela eyn
Yani sabah
vakti bana bir şerbet içirdi.
Yani bana bir makam gösterdi. Yani beni ilmile ihya etti. Sonra mesafesiz, mekânsız ilmim
aynı oldu.
Tecelli vechi
bizzat alel Mısri fil halat Biefnail vücudu yat bila beyn vela eyn
Mısriye her halde
vechi ilahi bizzat tecelli etti. Ki Mesafesiz ve mekânsız olarak vücudunun
fenası/yokluğu ile varid olmuştur (Hakk’a
erişip kavuşmuştur). Çünkü
cenabı Hak Tecelli bizzata ve tecelli bissıfata ve ihatai bi esmai ve
mazharı biefale. Yani zatı ile tecelli etti. Sıfatı ile
ziynetlendi. Esması ile cemi avalemi ihata
etti/kuşattı. Efali ile zahir oldu.
![]() |
(120)
Tende cânım canda cânânımdır Allah
hû deyen Dilde sırrım sırda subhanımdır Allah hû deyen
Dest-i
kudretle yazılmış yüzüne âyât-ı Hak Gönlümün
tahtında sultânımdır Allah
hû deyen
Cümle âzâdan
gelir zikr-i ene’l-Hak nâresi Cism içinde zâr u efganımdır Allah hû deyen
Cümle azadan gelir zikri
enel Hak naresi, yani cenabı Hak hadisi kutsisinde buyurmuştur. (İza
tekarrebel abde ileyye binnevafile fe ahbebtühü feiza ahbebtehü küntü semaullezi yesmeu
bihi ve besarüllezi yübsirubihi ve yedeulleti
yebtişu biha ve rucuhulleti yemşi biha ile ahır. / Kulum
bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine
kulak, konuşmasına dil, tutmasına el,
yürümesine
ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur,
benimle tutar, benimle yürür.”) Yani cemi/tüm aza ve
cevarihi/organları Hak olur. Ve cemi azasından o
zaman enel Hak zikrinin narası gelir, demektir.
Giceler tâ
subh olunca inledir bu derd beni Derdimin içinde dermânımdır Allah hû deyen
Yere göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir Katremin içinde ummanımdır
Allah hû deyen
Kısve-i tenden
muârrâ seyreder bu gönlümü Çarh uran abdâl-ı
üryânımdır Allah hû deyen
Cenabı Hak
hadisi kutsisinde buyurmuştur. (Ma
veseani ardi vela semai velâkin veseani kalbi abdil mü-min / yerlerime göklerime sığmam, mü’min kulumun
kalbine sığarım.) Çünkü arz
da/yerde ve semada/gökte cemiyet yoktur. Her biri birer ismin mazharıdır. İnsan
yani halife ise, her ismi
camidir (kendinde toplayandır).
Ebül fetihil musili
hazretleri bir anda bin yerde
zahir olurdu. Bir kerre Musul kadısı geçerdi. Ki
Ebul Fetih dahi bir mezbele de çırılçıplak oturur gördü. Kadı kendi
gönlünden dedi, böyle zındıka
sıddık derler. Sonra Hazreti Ebul Fetih dedi. Ey kadı biz her yüzden görünürüz, sen bana zındık
deme. Çünkü bu hâl benim sıddıkiyetime mani değildir.
Her kişiye kendinden akreb olan dost zâtıdır Ey Niyazi dilde mihmanımdır Allah hû deyen
------------------------------------------------------------------------------------------
(121)
Gel ey gurbet
diyarında esir olup kalan insan Gel ey dünya harabında
yatıp gafil olan insan
Gözün aç perdeyi kaldır
duracak yer mi gör dünya Kati mecnundürür buna gönül verüp
duran insan
Kafeste tutiye sükker verirler
hiç karar etmez Aceb niçün karar eder bu zindâna
giren insan
Ne müşkül hâl olur gaflette
yatıp hiç uyanmayıp Ölüm vaktinde Azrail gelince
uyanan insan
Kararmış kalbin
ey gafil nasihat
n’eylesin sana Hacerden katıdır
kalbi öğüt kâr etmeyen insan
Bu derdin çaresin bul var iken elinde fırsat Ne ıssı sonra ah u zâr edüp hayfâ diyen insan
Niyazi bu
öğüdü sen ver evvel kendi nefsine Değil gayriye andan
kim tuta her işiden insan
-----------------------------------------------------------------------------------------
(122)
Şehâ yüz döndüren senden Kime tutsa gerek yüzün Gözün yuman
cemalinden Kime açsa gerek gözün
Seni terk
eyleyen insan Bulur mu cismine ol can Yüzünde âyet-i rahman Görür her kim siler tozun
Saçınla
kirpiğin kaşın Heme evsafı nakkaşın Şehim yoktur ayakdaşın Kim ileri süre izin
Buyurdu Hak ki Kur’an’da İdeler Âdeme secde
Div ü şeytan o kim bunda Kabul etınez Hakk’ın sözün
Kaşın mihrabını
şimdi Niyazi kıble edindi Kati çalıştı süründü Yöneldince sana özün
--------------------------------------- (123)
Gönülden zikre
eyle iştigali Zikirden gayrı işgali nidersin
İbadet acısın
bu nefse tattır Amelden olmagil hâli nidersin
Amel oldur ki
anda ola ihlâs Hulûs olmayan a’mali
nidersin
Yöneldigör Hakk’a akl u hayâli
Bu halden gayri ahvali nidersin
İç ol zehri ki
bal olsun sonunda Sonunda zehr olan balı nidersin
Dirip dünyayı
cem etme önünde Seninle kalmayan malı nidersin
Ko mekri
aldayıp gezme bu halkı
Bu mekr ü fitne vü âli nidersin
Gönül ikbal-i
halka olma mağrur Gönülsüz olan ikbali nidersin
Riya ile bu
halkı gel azıtma Ko tac u hırka vü şalı nidersin
Kuru laf ile maksud
ele girmez Yürü hâl ehli ol
kali nidersin
Fcna ender fenaya
erdin ise Feragat ehli ol hâli nidersin
Ko halkı nefsin islah eyle evvel
Salâh elıli
ol idlâli nidersin
Niyazi isteyen Hakkı bulurmuş Gel imdi iste ihmali nidersin
(124)
Ey kerim Allah
ey gani sultan Derdliyiz senden umarız derman
Lütfuna had yok ihsane pâyân Derdliyiz senden umarız derman
Gerçi kullarda
mâsiyet çoktur Rahmetin Mevlâm dahi artıktur Gayriden bize hiç meded yoktur
Derdliyiz senden muarız
derman
Gel demez isen biz günahkâre Bir âdem kadir mi ki yol vare
Çare yok senden olmasa çare
Derdliyiz senden umarız
derman
Şu dem ki senden
bir hedâ geldi Feyz-i akdesden âşinâ geldi
Bir cefasına bin safâ geldi
Derdliyiz senden
umarız derman
Bu Niyazi çün
zikrine düştü Dün ü gün gönlü fikrine
düştü Zatına iren şükrüne düştü
Derdliyiz senden umarız
derman
-----------------------------------------------
(125)
Gel ey bâd-ı sabâ lûtfeyle bir dem
Haber ver bize cânân illerinden Beşaretle bizi kıl şad u hurrem Haber ver bize
cânân illerinden
Aradım nice
yıl kevn ü mekânı Bulunmadı anın nam u nişanı Acep nice bulur isteyen anı Haber ver bize cânân illerinden
Seherde açılan güllerde midir Yahut efgan eden dillerde
midir
Akan suda esen yellerde midir Haber ver bize cânân illerinden
Ol ilden
azmedince bu cihâne Tamu’ya uğrasan döner cinane Teselli ver kulûb-ı aşıkane
Haber ver bize cânân illerinden
Harim-i kuts-ı lâhûta varırsın Saray-ı hâs-ı
cânânı görürsün Yine azıneyleyip bunda
gelirsin Haber ver bize cânân illerinden
Nesimi feyz-i
akdes bahr-ı cûdun Havâdisden mukaddestir vücudun Cemâl-i zât-ı âlâdır şuhudun
Haber ver bize cânân illerinden
Eğer bir can
ise hiisnün Pahası Nice bin can olsun onun fedâsı Niyazi’nin kadimi aşinâsı
Haber ver bize cânân illerinden
------------------------------------------------
(126)
Nâdânı terk
etmeden yârânı arzularsın Hayvanı sen geçmeden
insanı arzularsın
‘‘Men arefe nefsehu fekad
arefe rabbehu’’ Nefsini sen
bilmeden Subhanı arzularsın
Sen bu evin kapusun
henüz bulup açmadın İçindeki kenz-i bipâyanı
arzularsın
Taşra üfürmek
ile yalunlanır mı ocak Yüzün Hakk’a dönmeden
ihsânı arzularsın
Dağlar gibi kuşatmış benlik
günahı seni Günahını bilmeden
gufranı arzularsın
Cevizin yeşil kabını
yemekle tat bulunmaz Zahir ile ey fakih Kur’anı
arzularsın
Şarabı sen içmeden serhoş
u mest olmadın
Nice Hakk’ın
emrine fermânı arzularsın
Gurbetliğe düşmeden
mihnete sataşmadan Kebab olup
pişıneden büryânı arzularsın
Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok
Issız dağın başında mihmânı arzularsın
Bostanı bağı
gezdim hıyârını bulmadım Sen söğüt ağacından
ruınmanı arzularsm
Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile
Yunus'leyin Niyazi İrfânı arzularsın
----------------------------------------------------
(127)
Cânını terk etmeden cânânı
arzularsın Zünnârını kesmeden imânı arzularsın
Zünnar, alameti nasara/hırıstiyanlık âlameti olmak üzere Nasrânilerin/Hırıstiyanların bellerine bağladıkları yapağı iptir. Bu ip
bektaşilerde dahi vardır. Ki bir kişi İptida/önce bektaşi
olduğu vakit
meyanına (bu arada) bir yapağı ip bağlarlar. Çünkü
onlar iptida/önce İsevi
olur. Sonra Musevi olur, badehu/sonra Muhammedi olur. Muhammedi olur
amma, İmamı Alliye Allah derler ki, bu daha fena. İşte alameti nasara
olan zünnar belinde iken kişi islam olur mu? Olmaz. Zünnardan murad şirktir. Şirki terk etmeden imanı arzularsın
demektir.
Şol uşacıklar
gibi binersin ağaç ata Çevkân ile topun
yok meydânı arzularsın
Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün Meleklerden ileri seyrânı
arzularsın
Topuğuna
çıkmadan suyu deniz sanırsın Sen katreyi geçmeden
ummânı arzularsın
Var sen Niyazi
yürü atma okun ileri Derdiyle kul olmadan
sultânı arzularsın
----------------------------------------------------
(128)
Yine firkat
nârına yandı cihan Hasretâ gitti mübarek
ramazan Nur ile bulmuştu âlem yeni
can Firkatâ gitti mübarek ramazan
İndi Kur’an
sende ey nuru güzel
Leyle i Kadrinde ey kadri güzel Gitti ey tehlil ü tekbiri güzel Elvedâ gitti
mübarek ramazan
Kuran, Ramazanı
şerifin Kadir gecesinde nazil olduğu (şehrüramazan ellezi ünzile fihil Kuran… / Ramazan
o aydır ki; insanlara
kılavuz olan, iyi-kötü
ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir…(Bakara-185) ayeti ile ve diğer (İnna enzelna-u fi leyletil kadr vema edrake ma leyletül kadr. İla
ahare / Muhakkak biz onu kadir gecesinde indirdik. Kadir
gecesini sana idrak ettiren nedir? (Kadir-1,2)
Suresi
ile sabit olmuştur.
Burada bir
sual varid olur. Çünkü Kuran Fahri kâinata Cebrail vasıtası ile ayet ayet şu kadar
(23) sene zarfında nazil olmuştur / inmiştir. Evet öyledir. Cevap
verilir ki, velâkin Kur'an ramazanın Kadir gecesi Resulullahın vücudu
nuraniyesine cümleten vahideten/Toptan
bir kere de nazil oldu/indi.
Sonra iktizasında/gerektiğinde Cebrail vasıtasıyla vakıanın
halli/olayların
çözümü için vücudu unsuriyesine/suret vücuduna
ayet ayet nazil oldu.
Hatta bir defa Hazreti
Resulullah Cebraile sordu; Kur'anı
nereden alıyorsun? Buyurdu. Cebrai1 aleyhisselam; Perde arkasından dedi. Sonra Hazreti Peygamber Buyurdu. Öyle ise perdeyi kaldır bir nazar et, kimden
alıyorsun. Cebrail nazar
edince gördü ki Resulullalun vücudu nuraniyesinden
alıp, vücudu unsuriyesine getirir. Vücudu nuraniyesi vücudu unsuriyesi gibidir. Fakat nurdandır.
Gâhi tesbih ü
senâ vü zikrile Gâhi tahmid ü Dua vü şükr ile Can bulurdu mürde diller nur ile Hasretâ gitti mübarek ramazan
Bu ay içre
bağlanır dedi resul Cin ü şeytan etmeye aslâ fuzül Hep dualar bunda olurdu kabul
Firkatâ gitti mübarek ramazan
Ramazanı şerif ayında cin ve şeytan aleyhillanenin kâfirleri bukağılarla/kösteklerle
bağlanır. Ancak müminlere
musallat olmamak için amma, fasıklar için bağlanmazlar. Bak Ramazanı şerif ayında
kıtal/birbirini öldürmeler olur vesair, bu misilli efali
zemime/bunun gibi Kötü işler vuku bulur. Bunlar hep şeytan aleyhilanenin iğvasıyle
(azdırması
baştan çıkarmasıyla) değilmidir? Evet, şeytanın iğvasiyledir.
Cem olup Hakk’a
münacât edelim Nur-ı Kur'an
ile doğru gidelim Bilmedik kadrin Niyazi nidelim Diriğa gitti mübarek ramazan
(129)
Elâ ey mürşidi
âlem Haber ver ilm-i Mevlâdan Elâ ey
mâna-yı âdem Haber ver remz-i
esmâdan
Murşidi âlem Hz. Resulullah Sallallahu taaalü aleyhi
vesellemdır. İlmi zatı âlemin aynıdır, Kudret kadirin ayni
olduğu gibi. Fakat ilim malûmun, kudret makdurun ayni değildir. Sair sıfat buna
mümasildir/diğer sıfatlarda bunun
gibidir. Manii âdem/âdemin
manâsı, Hz. Resulullah
Sallallahu taala aleyhi vesellemdir.
Ne sırdır
Âdem ü Havvâ Ne sırdır alleme’l esma Ne sırdır Sidre vü Tûbâ Haber ver
arş-ı âlâdan
Zatın biri rüyasında kendisini Hz. İbrahim
ile Hz.Âdem'in kabirleri arasında görür. Ya Âdemin veyahut İbrahim Aleyhisselamın
kabirlerinden bu zata bir nida/ses gelir ki; Esmai hünsayı/Allah’ın güzel ismlerini oku. Bu zat
(99) esmayı
okur. Çünkü esmai hüsna (99) isimdir. Şu ümmühad olan tamam kıraatı hitam bulur
(ana isim olan Allah’ın 99 güzel
isimlerinin tamamını sonuna kadar okur). Fakat
yine nida gelir ki Esmai hüsnayı oku. Bu zat dahi düşünmeye
başlar. Ve İşte okudum
der.
Tekrar Nida gelir ki; hayır okumadın. Çünkü Hüvettacir/O tüccardır,
vezzürra/ve ziraatçıdır, vel haris/ve hırslıdır. Bu isimleri okumadın. Bu zat dahi uyanıp (bilinen esmayı hüsnada böyle isimler
bulunmadığı için) buna korku gelip bidar oldu/uykusuz kaldı.
Bütün vücudu korkusundan lerzan olduğu/titrer bir
halde kalkıp camiye gelir, Mısırda Abdülgani
Nabulisi Hz.lerini bulur ve öyle titreyerek vakıayı hikâye eder. Abdülgani Hz.leri cevaben buyurur ki; Senin tevhit görmek vaktin geldi; Ve sonra ona tevhidi telkin eder.
İşte Hz. Âdem
gerek esmayı hakikiyeyi/Hakk’a ait
isimleri ki ilim, semi,
basir, kadir, kayyum gibi. Ve gerek esmayı halkiyeyi/halka ait isimler ki tacir,
zürra, haris gibi isimleri camidir/toplayandır. Amma Hak ticaret edermi? Hak çiftçilik edermi? Ya Hakkın
kudreti olmasa bir şey olurmu olmaz. Her
şey Hakkın vücudu ve Hakkın kudreti ile olur.
Sırrı allemel esma Hz.Ademe
talim olundu/öğretildi
demek, esmanın sırrı Âdem mazharında zahir oldu
demektir. Yani Âdeme ruh nef
olunca/üflenince bütün esma ondan zahir oldu.
Sidir ise, bir ağaçtır.
Dünya yüzünde ondan büyük ağaç yoktur.
Arş; İsrafilin makamıdır. Ve ismi muhitin mazharıdır. Kürsü; Mikailin
makamı ve ismi şekürün mazharıdır. Feleki Atlas
Azrailin makamı ve ismi
ganinin mazharıdır. Feleki mükevkep; yani sidir Cebrailin makamı ve ismi
kadirin mazharıdır. Bu dört melek, ruhaniyeti ile dünya ve ahirette olan
kafeyi/tüm mevcudat var
olup durur.
Nedir dillerdeki ilmeyn
Nedir hem remz-i Zülkarneyn Ne yerdir mecmau’l-bahreyn
Haber ver Hızr u Musâ’dan
Zülkarneyn nebi değil idi, veli idi. Ve İbrahim ve İsmail ve İshak AS. mın vakıtlarında
maşrıktan/doğudan mağrıba/batıya kadar hükmeden bir melik/hükümdar idi. Kalallahü taala (Hatta iza belega magribeşşemsi vecedeha tegrubu fi aynin hamihetin
vevecede indeha kavmen / Nihayet
güneşin battığı yere ulaşınca onu kara bir balçıkda batar buldu. Bunun yanında da bir kavim
buldu... Kehf- 86)
Yani
Zülkarneyn bir kere mağribi şemse/güneşin
battığı yere
gitti. Ve gördü ki güneş bir bataklık
göle gurûb eder/batar. Yani oradan
öteye balçıklık gidilmek
mümkün değil. Oranın ahalisine kalallahu taala (Kulna yazelkarneyni imrna entuazzibe ye imma entettehize fihim hüsna.
Kale emma men zaleme
fesevfe
nüazzibühü sümme yüreddü illa rabbihi feyuazzibühü azaben nukra. Ve eınma men
amene ve amilesalihan felebü cezaen nilhüsna veseneku lu lehü min emrina yüsra / "Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın" Zülkarneyn,
"Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür.
O da kendisini görülmedik bir
azaba
uğratır" dedi. Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak
daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı
söyleyeceğiz."Kehf-86, 87, 88) Ayetleri Mucibince Zülkarneyn dedi:
Ehli küfür olanları azap ederiz. Ehli iman olanların Ahsen cezası (güzel mükâfat) veririz.
Oradan
döndü, kalallahu taala (Sümme etbea
sebeben hatta iza belega matliaşşemsı vecedeha tetlüu ala kavmin lem nec'al lehtim min- duniha sitra./ Sonra
da bir sebebi takib etti. Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş
arasına örtü
koymadığımız bir halk üzerine
doğar buldu. Kehf-89,
90)
Maşriki şemse/güneşin doğduğu
yere gitti. Oranın
ahalisine hiçbir şey demedi. Zahir manası budur.
Hakikat manası ise; şemsten/güneşten murat vücudu
ilahidir,
mağripten/batıdan
murat makamı Hazretül cem ki, makamı şeriattır. Çünkü Hazretül
cemden halk zahir, Hak batın olur. Yani; Vücudu Hak orada gurup eder/batına girer. Maşrıktan/doğudan
murat; makamı cemdir. Makamı cemde; Hak zahir halk batın olur. Şems vücudu Hak, makamı cemde zahir
olur. Ki Zülkarneynin
ilmi budur, yani Makamı cem ve makamı hazretül cem
marifetidir.
Mecmualbahreyn
reşit iskelesidlr ki, zahirde hikâyesi
geçti. Hakikatta ise Nuru Muhammedi Sallallahu taala Aleyhi Vesselamdir. Çünkü bahri imkân ile
bahri vücubun mecmuudur/imkân denizi
ve vacib denizinin tümü, tamamıdır. Bahri imkân; bu mevcudat, arş,
kürs, feleki Atlas,
feleki mükevkep,
dünya, ahiret kâffesi/tümüdür. Bahri vücup ise; Zat, sıfat,
efaldir. Bunların
mecmui/tamamı nuri Muhammeddir. Çünkü bunlar
Nuri Muhammedin şerhi/açıklaması ve tafsili/ayrıntısı değilmidir? Nuri Muhammed cem’ i avalemi/tüm âlemleri müstecmidir/toplayandır.
Ne yerdir
merkez-i ednâ Nedir ya
halka-i vustâ
Biliınmez
zerre-i kübrâ Haber ver sen bu sugradan
Merkezi âlâ
nuri Muhammed, Merkezi edna, İnsanı Kâmil. Ve âlemi ayakta tutan
İnsanı Kâmil’dir. İnsanı Kâmil’in hatemi/sonuncusu
gelecek dersimizde gelir ki
o, Çin’den zuhur eder. Bir anadan tevaüm yani bir kız bir erkek doğar.
Peşin kız sonra erkek doğar.
Erkek hatemül/sonuncu insan olur. Ondan sonra artık tenasül (insan üremesi) yoktur. Kadınlar akim/kısır olur hamile olmaz. İşte O erkek Mahmut isminde insanı Kâmil olur, yetmiş yaşında vefaat
eder.
Ondan sonra bir rıh tayyibe hubup eder/güzel tatlı bir rüzgâr eser ve
Cem'i/tüm ehli iman vefaat ederler. O vakit insanı Kâmil ahirete
intikal
etmiş diyerek göğler yerler
yıkılır. Bu yeryüzü cehennem olur. Yani kıyamet kopar fakat Eşkiya üzerine. Eşkiya bu âlemi anasırda
kalıp maazzap olsa gerektir (eşkiya bu suretler
âleminde kalıp kıyamet
azabını görse gerektir ).
Her vaktin insanı Kâmili var. İşte insanı
kâmilin hatemi/sonuncusu bu Mahmut isminde olandır.
Halkayı
vustadan murat; Muhammeddir. Kalallahu taala :
(Veke zalike cealnaküm ümmeten
vusta letekünü şühedae alennas veyekünerresüle aleyküm şehiden / İşte böyle! Biz sizi, insanlar üstüne şahit
olasınız, resul de sizin üstünüze şahit olsun diye, orta yolu izleyen
bir ümmet yaptık.(Bakara-143) Mantıkınca
ifrat tefrit beynindedir/arasındadır.
Dini Muhammediyede zorluk yoktur. Zerreyi Kübra ise Hz. Resülün vücudu nuraniyesidir.
Zerreyi sugra; Hz. Resulun vücudu unsuriyesidir/beden,
suret vücududur.
Kimindir feyz
u hem ihyâ Ne sırdır hem dem-i İsâ Nedir Meryem’deki deryâ
Haber ver dürr-i yektâdan
Hz. İsa, bir erkek ile iki kadın
ihya etmiştir/diriltmiştir. Biri Hz.
Nuh’un oğlu
Ham AS.dır. Nefesi İsa’nın sırrı, çünkü Hz. İsa’nın bilisale/bizzat makamı, makamı
cemdir. Makamı cemde Hak zahir,
halk
batın. Anın için mucizatı mevtayı
ihya oldu/Onun için mucize
olarak ölüyü diriltti. Balçıktan yarasa kuşları yapıp nefes
edince hayat buldu.
Çünkü makamı cem sahibi
her şeye Kadirdir.
İşte dürrü yektadan/eşsiz
inciden murat; Hz. İsâ’dır.
Nedir Kur'anın
esrarı Nedir esrarın envârı Nedir Mehdi’nin etvârı Haber ver sırr-ı esrâ’dan
Hakkın esrarı kütübü menzilede/peygamberlere inen kitaplarda,
kütübü menzilenin/peygamberlere inen kitapların esrarı Kur'anda,
Kuranın esrarı
fatihayı şerifte, fatihayı
şerifin esrarı besmelede, ondan sonra
demişlerki; besmelenin esrarı (ba) da (ba)
nın esrarı noktada. Ki zatı ilahidir. Ve
aynı zamanda Noktayı (ba)
temyizdir/B nin noktası harfleri ayırt
edendir.
Mehdinin
edvarı; işte Mehdi dersi sabıkta/önceki
derste dahi geçti ki,
Medine-i Münevvereden zahir olur. Ve zuhurunun üç alemeti var: Evvelkisi
Basrayı Fırat Nehri bütün bütün harap eder. İkincisi; ehli tevhit tekessür
eder/çoğalır. Mehdinin
zuhurunda ehli tevhit anın askeri olur. Üçüncüsü: Müneccimin/gök bilimcilerin muhalifi olarak ay, ondördüncü ve onbeşinci geceleri
mütemadiyen/devamlı olarak tutulur. Yani hasıf (puslu, sisli bulanıklık) vaki olur. Mehdinin
kendinin dahi üç alemeti vardır: Evvelki orta boyludur. İkincisi seyrek dişlidir. Üçüncüsü sağ yanağının
üstünde büyük bir siyah beni vardır.
Sırrı esra ise; kalallahu taala : (Süphanellezi esra biabdii leylen ıninel
mescidil harami ilel mescidil aksellezi barekna havlehu linuriyehü min ayatina
innehü hüvessemiül basir.
/ Bütün varlıkların tespihi o kudretdir ki, ayetlerimizden bazılarını
kendisine
gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir cüz olarak
gösterelim
diye kulunu, gecenin birinde Mescid-i Haramdan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i
Aksa'ya yürütmüştür. Hiç
kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr. İsra-1) Ayetinin hikmeti
gereğince Resulullah Mescidi
Haramdan, Mescidi Aksaya
teşrif etti. Enbiya ecsadiyle/cesedleriyle oldukları
halde onlara İmam olup iki rekâat namaz kıldılar. Sonra
oturdular. Cebrail bir ayeti kerime getirdi. Ki, Mefhumu/kavramını Enbiyaya sual
et; benden gayri mabut varmıdır? Sonra Hz. Resulullah buyurdu: (İnni ganiyyün anissuva. Yani ben
bilirim, Haktaaladan gayri mabut yoktur). Demekle; Ben bu sualden ganiyim Enbiyaya
dedi/Peygamberlere; ben bu sualin cevabı ile doluyum dedi).
Nedir Mısri
nedir Ken'an Selim kimdir ya kimdir ân Haber verdi bunu Kur'an Haber ver seb'-i
kurradan
Mısri, Kenan, Selim, yani Sultan Selim, hepsinin vücudu Hak değilmidir? Vücudu
Hak’tır. Bunu Kur'an haber verdi. Ve Kur'anın yedi kıraatı/okunuşu nedir? Bir kerre Hz. Ömer, Ebubekir
Sıddık'ın hanesine gitti. Ebubekir imam olup namaz kıldılar.
Çünkü Resulullahın gıyabında Ebubekir
Sıddık, imamet ederdi. Her nerede bulunur
ise Ebubekir beni şeybe kabilesinden olmakla fatihayı şerifte
maliki'yi meliki olarak okudu. Hazreti Ömer beni
temime kabilesinden olduğundan maliki okurdu.
Namazdan sonra Hazreti Ömer dedi; Ya
Ebubekir, niçin meliki okudun? Ebubekir dedi; Resulullah öyle talim etti. Ömer dedi; Ya bana da Hazreti Resulullah maliki talim etti. Ne ise sabahısı
ikisi dahi huzuru saadete gittiler, sual ettiler. Ve
Resulullah
buyurdu; Kur'an yedi harf üzere nazil oldu. Yani
yedi kıraat üzere
indi. Sonra katibül
vahiy, Sayit İbni Zübeyr
hazır idi. Ona bir an şüphe geldi. Gelince resulullah göğsüne bir
kerre dörttü, şüphesi
zail oldu. İşte yedi kıraatle
namaz kılınır idi.
Seb’-i kura/Yedi kıraat Kabilenin/kabilelerin Iisanıdır, kıraat-i şazide var. Velâkin kıraatı şaze
ile namaz kılmak caiz değildir.
![]() |
(130)
Ey bu cümle kâinatın aslını bir can eden Âdem’i kudretle
ol cana sevip cânân eden
Alleme’l esmâ ile tâc-ı kerremnâ ile
Arş-ı âlâda melekler cem'ine
sultan eden
Vech-i âdemle
cihan fânûsunu tenvir edüp Künh-ü zâtına o vechi hüccet ü bürhân
eden
Evvelin Âdem
sonun Hâtem kılup bu âlemin Hatem’i Mahmud Âdem’i zübde-i insân eden
Nokta-i pergâr-ı âlem Ahmed’in zâtın
kılup
Sırrını kutb-ı hakikat mazhar-ı
Rahman eden
Enbiyâ vü
evliyâ hep mazhar-ı envârı Hak Mustafa'da her şuunun
cem edip bir şan eden
İsmi resmi
mahv iken bu âciz u biçarenin Nâmını Mısrî verüp dillerde âd u san eden
Kâinatın aslı
nuru Muhammed'dir. Bu kâinat onun tafsilidir/ayrıntısıdır.
Âdem Ebul ecsattır/ceset babamızdır,
Adeın halkolduğu vakıt cennetül
berzaha konuldu. Cennetül
Berzah denildiği dünya ile ahiret beyninde/arasında
olduğundan ötürüdür. Âdemin feleki mükevkepde cennetten
kovulduğunun aslı yoktur. Âdemin gördüğü cennet, cennetül
berzahtır.
Hatta biri
vefat eylediği vakıt hadisi şerifle sabittir ki, said/uğurlu, iyi ise, yani ehli iman ise
kabirden cennetül berzaha bir pencere açılır, kıyamete kadar cennetül
berzah ile tenaum
eder/nimetlenir. Eğer şaki/eşkıya ise ehli şirk ise, cehennemi berzaha
bir pencere açılır ve kıyamete kadar anınla muazzap olsa/azap görse gerektir.
İşte, Âdem
bu berzah cennetine
girdi, biraz uyukladı. Havayı eyesinden/Kaburga
kemiğinden Havva validemiz
halkolundu. Sonra âdem uyandı, gördü
ki hasene surette malik/güzelliğe sahip bir şey yanında oturur.
El uzatmak istedi Miğirsiz (Nikâh
bedeli olmaksızın) men edildi. Sonra Hazreti Muhammedin salâvat mihri
müeccel ile melekler Havvayı Âdeme nikâh etti (Sonra
Hz. Muhammede salâvat getirmeyi
nikâh bedeli kabul eden melekler, Havvayı Âdeme nikâhladı), Âdem o vakit Hazreti Resule Âşık oldu.
İşte nuru Muhammed onda zahir olsun diye sonra Cenabı Hak Hz. leri, fahri
Risaletin nurunu Âdemin alnında kodu.
Hüdai Mahmut Efendi,
tefsirinde bir hikâye yazar. Zatın biri haremi şerifte
oturur iken gördü ki yirmi otuz kişi gelirler.
Ki biri içlerinde namaz kılar, aklınca demiş ki
olsa olsa kırklar denilen bunlardır. Bunlar namaz kılıp kalkıp giderlerken bu
da arkalarınca gider. Bir yerde otururlar bu da oturur. İçlerinden biri der ki,
içimizde ağyar (yabancı) var.
Biri demiş ki Resulullah
buyurmuştur ki, kişi muhabbet
ettiği yani sevdiği
ile beraber bulunur,
işte bu da
bizi sevmiş beraber gelmiş, niye
ayıralım. Oradan kalkıp gide gide bir şehir müzeyyene/zinetli süslü bir şehir görülür.
Yanına giderler, öyle bir şehiri azim/büyük şehir ki, misli görülmemiş, kulesinin
bir kerpici altın bir
kerpici gümüş. Kapusundan girerler içeride daha bir kule safi altından yedi kat
cennet orada. Zevk ve sefa ederler. Ve
orada akşamlamazlar yine Medineye dönerler. Çıkarken bu zat,
hemşiresine/kızkerdeşine bir, hocasına bir, kendisine bir,
avradına üç elma almış. Hanesine avdet ettiği vakıt elmaları
çıkarır birisini
hemşiresine verir. Hemşiresi sual eder? Bu elmayı nereden
aldın? Bu ise sır olduğunu o zat söylememiş. Sonra hemşiresi demiş, sen
bu elmaları aldığın yere beni götür bir kerre der. Ve oraya gittiklerinde görürler ki Cennetül vilayede top
top elma düşer.
Velhasıl cennetül
berzahın bir ismi de cennetül vilayedir. Ehlullahdan her biri
dünyada velayet cennetine dâhil olup orada tenaum ederler/nimetlenirler.
Allemel
esma Âdeme
talim olundu/öğretildi demek doğru değildir. Cemi esma/tüm
isimler Âdemin vücudunla âlemde
zahir oldu demektir. Yani Hakkın cemi/tüm esmasına Âdem mazhar oldu
demektir. Ve cennetten hulle (cennet elbisesi) ve tac getirilerek giydirilip terkim (ikram) olundu.
Bunu beyanla; (Velekad kerremna
beni adeıne fil berri vel bahri… ile
ahır ayeh / Yemin olsun, biz,
âdemoğullarına ikram ettik/onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve
denizde
binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla
besledik. Ve onları, yarattıklarımızın
birçoğundan üstün kıldık. (İsra-70)
Buyrulur. Ki Cihan fanusu/feneri) vechi Âdemle münevver oldu/aydınlandı. Yani Âlemin evveli bir Âdem bu Âdem âlemin
değil bir âdem sonra hatemdir. Yani ruhu Âdem’dir. (Beden ve
sureti ile Âdem, âlemlerden
sonradır, âlemlerin evveli ise âdemin
ruhudur). Bu itibarla Âdem olmazsa âlem olmaz,
Âdemsiz âlem payidar/kalıcı olmaz.
Hatemül vilaye; velayet üç kısımdır;. Birisi velayeti amme/umumi velayet, velayeti amme ile
evliya olanların rütbeleri kutup, yani gavs tabir olunur. Biri de velayeti
Muhammediye ki, tevhidi
bu âlemde iken veyahut âlemi ahirete teşrif buyurduktan sonra
bizzat resulullah S.A.V.den alanlardan alır.
Cihanın yedi mağmuriyeti bunun ile olur (Cihanın,
kâinatın
imarı/mamuriyeti, bunlar ile olur).
Velhasıl bir asırda
bir gavs, bir de velayeti
Muhammediye sahibi bulunur. Birden ziyade bunlar olmaz.
Birisi de
velayeti mutlakadır: İşte Hazreti ResululIahın (Utlubul ilmü velev bissiin / yani ilmi tevhidi talep et. İsterse insanı kâmil Çin de olsun. Zira
tevhidi talep etmek, farz ve vaciptir.
İsterse kâmil uzak Çin de olsun buyurulduğunun sebebi şudur ki, velayeti
Muhammediyenin hatemi/sonuncusu Çin’de zuhur edecektir. O vakit Bir anadan bir kız bir erkek
doğar. Yani kız peşin doğar, kızın ayakları ardınca bir erkek doğar. Ve
İsmi Mahmut konulur.
O doğduktan sonra kadınlar
artık akim/kısır olur. Yani çocuk getirmezler (doğurmazlar). O Mahmut isminde olan zat, Muhammediyenin
hatemi/sonu olur.
Ve
velayeti ammenin hatemi de Hazreti İsa olur. Sonra Hz.İsa’nın
evladı da olursa
da, tevhidi Hazreti
İsanın eserinden alırlar.
Hâsılı bu velayet sahibi Mahmut, darı ahirete
intikal ettiği vakit,
bir latif rüzgâr
esip müminler letafetle/hoşnutlukla
bundan (rüzgârın
etkisiyle) can verirler.
Badehu/daha sonra eşkiyanın başına kıyamet kopsa gerektir.
Enbiya ve evliya hep Hak mazharlarıdır. Efal, sıfat, zat mazharlarıdır.
Hazreti Resul de her şuuni/iş ve oluş cem etti/toplandı. (Külleyevmin hüve fi şe-nin febi eyyi alai rabbiküma
tükezziban / O, her an yeni bir iş ve oluştadır Rabbinizin
nimetlerinden hangisini
yalanlıyorsunuz? (Rahman-29, 30) ayeti hükmünce
Allah, her anda bir şe indedir (iş
ve oluştadır). Her şe'in ise nuru Muhammedidir.
Çünkü Nuru
Muhammed, her şuuni camidir/toplayandır.
Bu âlem anın şerhi/açıklaması ve tafsilidir/ayrıntısıdır. Her şe 'in ve her tecelli nuru Muhammed aleyhisselamdan gelir.
![]() |
(131)
Aldın mı gönül hüsnüle yektâ haberin sen Duydun mu hem ol Yusuf-ı Zibâ haberin sen
Yusuf aleyhisselam cemali ilahiyeye işarettir. Çünkü anın hüsnünde/güzelliği
gibi hiçbir kimse cihana gelmemiştir. Yakup
aleyhisselam, Yusufu hüsnünden/güzelliğinden dolayı o kadar çok severdi ki, artık Yusuf derdi de
orada dururdu. Karındaşları bunu çekemedi.
Ne ise Yusufu kerdeşleri
Mısır'a giden kafileye
sattılar. Yakup aleyhisselama Yusufu kurt yedi diyerek
aldatmak istediler. Gömleğine kan bulaştırdılar. Sonra kafile Mısır'a geldi.
Mısır'a hükmeden Kayıs fura ağırlığı kadar altına köle olarak sattılar. Yedi
yaşında iken vezni kantar olundu/kantarda
ölçüldü.
Yetmiş okka geldi. Çünkü
enbiya mücessim/iri cisimli olur. Sonra Yakup
aleyhisselam, ınuhabbetinden yollara oturup ağlar ve yolculara
Yusufu sorar idi. Oğulları gelip Ya baba, gel vazgeç,
gelip geçene şikâyet etme, ağlama. Sen böyle fena olacaksın dediler. Yakup Aleyhisselam da oğullarına ey oğullar. Ben
resulum, ben kime ağlarım bilirim, ben halka sizin zannettiğiniz gibi ağlamam
ve şikâyet etmem. Benim şikâyetim Hak suphanehu taala hazretlerinedir dedi.
Yusuf için ağlayan yalnız Yakup mu idi? Yusufa Zeliha aleyhümüsselam Meliki Kayısfurun zevcesi de âşık idi. Sonra Kayısfurun vükelasının karıları
içinde şöhret buldu ki, Zeliha kölesi Yusufu sever deyü takip ederek (dedikodu)
söylerler idi. Bir gün kâffesini/hepsini Zeliha davet etti.
Mücevher sandalyeler üstünde
oturdular, muhabbet arasında elma yemek için her birine birer elma ile birer
çakı ellerine verir. Elmaları soyarlarken evvelden cariyelere tenbih etmişdi. Yusufu içeriye soktular.
Bunlar Yusufu görünce cümlesi
medhuş/şaşkın Olup ellerini doğradılar. Sonra Zeliha dedi; Gördünüzmü,
siz bir kerre Yusufu görmekle
benden ziyade/fazla âşık oldunuz (ben ise her daim yusufu görüyorum
ona nasıl âşık olmam). İşte eğer bu benim
sözümü ifa etmezse/benim sevgime
âşkıma cevap vermezse onu hapsettireceğim
dedi. Sonra Yusuf isteklerine karşılık vermeyince Zeliha kocasına Yusufu hapsettirdi.
Niçün (nasıl hapsettirdiğini) soracak
olursan şöyle ki; Mısırda sakiyeler/su dağıtıcıları yer içinden/kuyudan bir iki defada su
çıkarırlar, hatta öküz ağır olduğundan ve kuyularda derin
olduğundan öküzü
oraya indiremezler. Daha buzağı
iken yeğnikiğinde/hafif iken indirip orada/kuyuda büyütürler.
İşte Zeliha kocasına dedi ki; kuyunun başındaki
adam haylazdır, Yusuf ise çalışkandır Yusufu oraya/kuyuya koy.
O, suyu daha yukarı verince yukarıdaki suyu ister istemez dışarı verir, deyüp
kocasını kandırmış. Yusufu oraya hapis tarikiyle/Hapsetme
amacıyla koydurttu. Sonra. Mısır memleketine buyuran Melik/hükümdar
bir rüya gördü. Uleması/âlimleri
o rüyayı tabirinden aciz kalırlar.
Haber verirler ki, Kaysfurun
sakiyesinde/sucularının içinde bir
adam var o güzel rüya tabir
eder. Ve Yusuf aleyhisselama gördüğü
rüyayı tabir ettirince, onu kuyudan çıkarıp kendisine
hazinedar tayin etti.
Velhasıl Yusuf as. Yedi sene o kuyuda kalıp orada sakin oldu.
Sonra Kaysfur vefat etti. Yerine Yusuf aleyhisselam melik oldu, Zeliha
sokaklarda oturup Yusuf aleyhisselamı saltanat ile geçer görünce Ya
Allah, seni tespih ederim ki, köleyi melik/padişah meliki/padişahı
köle yaparsın der idi. Ve
Yusuf aleyhisselam ise kulak vermez idi. Hazreti Yakup Mısır'a geldiği
vakit Yusuf aleyhisselam Zeliha aleyhisselamı nikâhla aldı.
Yakub’veş ol
didelerin görmez olunca Ağladı mı ta sorsan ol bina haberin
sen
Yusuf yoluna ağlayan ancak deme Yakub İşittin anın oldu Züleyhâ haberin
sen
Kays’ı nice yıl
ağladıp inletmedi mi aşk Alsan n’ola bir doğruca Leylâ
haberin sen
Kays, yani Mecnun Leyla aşkından ne kadar
çok
inledi. Halbûki ise Leyla
bir arapka (bir arap kadın)
idi. Velâkin Kays, onun aşkı
ile yanardı.
Dağlar dahi dayanmaz anın yüzüne karşı Âlemlere sor Tur ile Musa haberin
sen
Her kande anın zerre-i hüsnün
görene sor Ola duyasın hasret
ile tâ haberin sen
Sular gibi yüzün yere sür kalma yolunda
Alçakta alırsın yürü deryâ haberin sen
Âlemde nice yüz bin olur aşka giriftar
Gel sorma o mecnunlara dânâ haberin sen
Bülbüllere
sorma yürü var hâlet-i aşkı Pervâneden al gizlice
tenhâ haberin sen
Tevhit sanur lâ ile isbat-ı vücudu Sorma güzelim
anlara illâ haberin
sen
Ehli zahir tevhidi sözle (La ilahe
illallah Muhammedünresulullah) tır demek sanırlar. Halbûki
bu tevhit değildir. Bu kelimei tevhittir/tevhidin kelimesi,
sözüdür.
Bununla bir şey hâsıl olmaz.
Esasen Tevhidin üç mertebesi vardır. Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi
zat. İşte asıl tevhit, budur.
Yoksa (La ilahe illallah La ilahe illallah) demekten ne fayda var. Bu
kelimei tevhittir/tevhidin kelimesidir.
Her Kim bu yola sıtkiyle girmezse
yok olmaz Yok olmayınca umma
Yusufun haberin sen
Bu yola sıtkile girmeyen
fenafillâh olamaz. Fenafillâh olmayınca da, cemâli
ilahiden dahi haber alamaz.
Lahût ile
Nâsûtu gönül anladı ise Mısri ana sor Kaf ile Anka haberin sen
Lahût, Nâsût
ne demektir? Lahût, celâl yani batın. Nasut, Cemâl yani zahir. (Hadid suresinin
3 üncü ayetinde ifade olunan) ‘Hüvel
evvel’ lahût. ‘hüvel ahır’ Nâsût. ‘hüvezzahir’ Nâsût.
hüvel batın’ lâhût. İşte zahir
ile batını yani celal ile cemali anladı ise gönülün,
kaf ile anka haberini o zaman bilirsin.
Çünkü kaf, zahirdedir. Velâkin Anka'nın ismi var cismi yoktur. Zira Kaf tan
murad cemal, Anka’dan murad celal ki, zatı
ilahidir/Allah’ın zatı’dır.
![]() |
(132)
Gül müdür bülbül
müdür şol zâr u efgan eyleyen
Ten midir ya can mıdır hem arşı seyrân eyleyen
Nâr u bâd u âb
u hâkin gel haber ver aslını Kim bunların her birini emre fermân eyleyen
Tabii Erbaa/tabiatın dört değeri ki, hararet/sıcaklık ısılık, burudet/soğukluk, rutubet/ıslaklık, büyüset/kuraklık katılık.
Bunlardan herhangisi galip
gelirse mesela, hararet galip olursa nar/ateş
olur. Nar’ın/ateşin harekesi ufkidir, yani yukarıya
doğru hareket eder. Anın için kürrei nar, en yukarıdır. Eğer burudet/soğukluk
galip olursa hava olur. Yani rüzgâr, Kürrei nardan sonra kürrei
havadır. Eğer Rutubet galip olursa ma/su
olur. Yani su, kürrei havadan sonradır. Eğer büyüset/kuraklık
galip olursa turab/toprak olur. Yani toprak, anın ıçın kürrei Hâk/toprak en aşağıdır. (İşte bu hava, su, toprak ve ateş tabiatın
aslı olup) Bunların da aslı ve hakikatı ise cenabı Hak’tır. Ve cümlesi Nuru
Muhammedinin tafsilidir/ayrıntısıdır. Hararet/sıcaklık, burudete/soğukluğa galip olupta nar
olur, yani ateş olur. Burudet/soğukluk,
rutubete galip olursa hava olur. Rutubet büyüsete/kuraklığa galip
olursa su olur. Büyüset/kuraklık rutubete
galip olursa turab/toprak olur. Bunların kâffesi yani bu
tabii Erbaa/Bu tabiatın dört aslı,
Hakk’ın emri ile hükmünü icra ederler.
Narı/ateşi Nemrud, İbrahim Aleyhisselamı ateşte yakmadığı hakkında (Ya nâru kûni berden ve selâmen ala İbrahime. İlâ ahire ayeh / Ey
ateş
İbrahim’e
bir serinlik ol, bir selam
ol. Enbiya-69 ) emrinden dolayıdır.
Ateşin
germiyetinin sırrını duygur bize Ki hilaf üzere anı kimdir
gülistan eyleyen
Ateşin gülistan
olduğu hakkında olan rivayet, hilaftır/yalandır). Hazreti ibrahim, Cebrail ile ateş içinde
oturup sohbet ettiklerini Nemrut dürbün ile görürken, ateşe bir mil mesafe yani
dörtbin adımdan öteye tekarrup/yakın olunamazdı.
Ancak Cenabı Hak, narın/ateşin hakikatına barid/soğuk olmasını, yani İbrahime
selamet/kurtuluş olacak derecede barid (serin) olmasını emir etti. Anın için
ateş yakmadı. Ateş gülistan
oldu da yakmadı
demek, hükema/felsefecilerin, feylesofların mezhebidir/görüşüdür. Çünkü Ateşin tabiatı
muhrektir/yakıcıdır, ateşe her ne girse yanar derler.
Ancak İbrahim aleyhisama gülistan oldu da yakmadı denilir. Halbûki görülen narın/ateşin suretidir. O suret bir şey yapmaz.
Yakan narın hakikatıdır.
Narın/ateşin hakikatına ise cenabı Hak yakmamağa ferman/emir edince suret ne yapabilir, suretin hükmü yoktur.
Yelde kimdir geh nesim ü geh sabâ zevkin
veren Gâhi hışm ile nice beldâni viran eyleyen
Yel’de, yani hava’da nesim-ü
saba/sabahın tatlı
hoş esinti zevkini veren cenabı Hak’tır. Saba, doğu yani şark rüzgârı ki
estikçe ruha hayat verir.
Gâh bazen de olur
ki, hışm/öfke hiddet ile sert esüp/eserek bu
kadar memleketleri harap eder.
Hazreti Lut ve Hazreti Salih kavmini helak ettiği gibi, bütün hanelerini harab ve
kendilerini de telef etti/öldürdü.
Kimdir anı bana göster şol sularda
durmayup Rûz u şcb yüz üstüne aşk ile cevlân eyleyen
Yani sularda yüz üstüne durmayup
aşk ile cevlan (tecelli)
eden cenabı Hak’tır.
Hâk ne madendir
biter anda maâdin
geh nebat Kimdir anı gâhi
hayvan gâhi insan eyleyen
Toprakta bir
madendir ki, cemi maadin/tüm madenler,
metaller andan hâsıl olur. Ve nebat/bitkiler dahi andan hâsıl olur. Kimdir anı
gâhı hayvan, gâhı insan
eyleyen Cenabı Hak’tır.
Zira Cenabı Hak’tan
gayrı varmı? Yoktur.
Ay u gün
yıldızları kim döndürür ver gel haber Hem ne seyr için dönerler
bunca devran eyleyen
Şemsin cesameti/güneşin iriliği kürrei arzın yüzyirmidört kerre büyüklüğündedir. Kamer altmışiki
kerre kürrei arzdan büyüktür. Fakat
gözümüze birer somun (yuvarlak
ekmek) kadar görülürler.
Yıldızların her biri
kürrei arzdan altı yedi kerre büyüktür. Güneş ve ay ve yıldızların devranı
hareketi teşrieleri var. Ve hareketi hübbiyeleri var (Güneş, ay ve yıldızların yaratılışlarına
uygun olan hareketleri vardır), Harekei
Hubbiyesi ile şems bulunduğu feleki elli senede kat eder.
Fakat hareket teşriiyesi ile
bir senede on iki burcu kat eder. Bir ayda bir burcu kat eder. Amma Şemsin
kendi harekesi değildir. Felekin harekesidir. İşte bu ay
ve gün ve yıldızıları tutan kimdir? Hak’tır.
Hep Hakk’ın vücudu değilmidir.
Hak’tan gayrı mevcut varmı? Yoktur.
Bâde birdir
saki bir meclisteki yârân da bir Bâdenin keyfiyetini kimdir elvân
eyleyen
Kiminin mescidde boynun
eğdirip zâhid kılan Kimini meyhânede sarhoş u sekrân
eyleyen
Zâhidin benzin sarartıp ağlatan
kim hem nedir Kâfirin küfrü dahi fâsıkta isyân eyleyen
Halktan ayırmış
gözünü pünhane çekmiş
özünü Ne arar kendini halktan böyle pinhan eyleyen
Görse mahbubu
gönül bi ihtiyar mâil olur Ehl-i dert uşşakı
kimdir zâr u giryân eyleyen
Kim bu sırdan kimini
mahrum edüp câhil
eden Kimini mahrem edinip ehl-i irfân eyleyen
Vahdet ehli cümlede bir yüzü seyrân
ettiler Lik görmez ol yüzü kesrette
tuğyân eyleyen
Ey Niyazi kim
vücudun terk ederse oldürür Cümle yüzler içre ol bir yüzü seyrân eyleyen
------------------------------------------------------------------------------------------
(133)
Kim ki candan geçmez ise dey’n bize yâr olmasın
Ar u ırz ile gelip âşıklara bâr olmasın
İşte can yine
candır. Fakat kişi canının variyetinden geçmez ise
bize yâr/dost olmasın. Zira canının
variyeti Hakk’ın variyetidir. Variyet te kimindir? Cenabı Hakkındır.
Gam yükün âşık olan dâim çeke
gelmişdürür Duymayan dost derdine
aşka giriftar olmasın
Derd uyutmaz
rahat etınez gece gündüz âşıkı Şol ki bülbüldür güle karşı nice zâr
olmasın
Aşıkın iki mertebesi vardır.
Muhip ve Habib; kalellahütaala
(…Yuhibbühüm ve yuhibbünehü… / Allah onları
sever onlar da
Allah’ı severler. Maide-54). Yani cenabı
Hak kullarına muhabbet
eder. Çünkü muhabbet Hakk’ın sıfatıdır. Kullar Hakkın habibidir/sevgilisidir.
Gayreti ilahiye zuhur edüp
âşık muhip/seven olur ise, ol vakıt yani kul muhip/seven, Hak ise Habib/sevgili
olduğu vakit o kul çok zahmet çeker. Tâ
ki kul Habib/sevgili
oluncaya kadar. Yani kul mahbub/sevgili olduğu vakit rahat olur. Muhib/seven iken
kula rahatlık yoktur.
Zevk-i tâatle
kimesne hâl-i aşkı anlamaz Talib-i sâdık isen belinde zünnâr olmasın
Zevkü
taatla kimse aşkın halini anlıyamaz. Yani abıt ve zahid (dini yalnızca namaz oruç vb. ibadetle
ve sakal, sarık,
cübbe gibi şekil suret düzmekle kayıtlayan abidler zahidler)
ibadet zevkin bilirler, fakat
Âşk’ın zevkini duymazlar. Onlar
Âşık’tan firar ederler/kaçarlar. Kezalik Bunların âşk zevkini duymamaları gibi âşık ve ehli tevhit de ibadet
ve taat zevkin duymaz. Yani ibadet ve taattan zevk alamaz. Âşık Tevhitten zevk alır. Abid de tevhitten zevk alamaz.
Zünnar; nasaranın alameti nasraniye/hırıstiyanların hırıstiyanlık belirtisi) olmak
üzere, parmak kalınlığında ve yapağıdan mamul/yapılmış olup bellerine bağladıkları
iptir. Güya Hazreti İsa ol ipi
beline bağlamış. Anın için Hazreti İsaya ibadet edenler anı bağlarlar.
Zünnardan murad, müşrikliktir.
Remz-i Hakka mahrem olmak değmenin kârı değil
Kim dilerse aşk ile yâr olsun ağyâr olmasın
Remzi/sırrı Hakka mahrem
olan, yani o remzi ağyara faşetmez. Yani aşıkare söylemez. Zira tevhid sırrını ağyare faş etmek asla ve katiyyen caiz değildir. Mahrem olmayana
tevhit şöyledir, tevhit böyledir demek memnudur/yasaktır.
Zerrece aşk odı kimde olsa yakar varlığın
Aşk odı ister ki Hak’dan gayrı
hiç var olmasın
Aşk ateşi, ister ki Hak’tan başka var olmasın. İbni Faris hazretleri,
kasidei teiyesinde buyurur; Salik efalini, sıfatını,
zatını yani efal, sıfat, zatını Hak’ta
fena etmeyince âşık olamaz. Âşkı mecâzi (gayrıyet
aşkı) de öyledir ki, Âşık Maşukunun/sevdiğinin
hizmetinde olur. Ondan
Gayrisine/başkasına bakmaz.
Cümle efkârın
hurufun cem edip tevhit eyle Nokta-i vahdette haşr ol gayrı efkâr olmasın
Huruftan
murad, bu mevcudattır. Yani cemi mevcudatı tevhit ile cem eyle, Noktai vahdette
haşrol ta ki ağyar kalmasın/Yani tüm
varlığı tevhid irfanıyla topla, birlik
noktasında bir’le bir ol ki, Hak’tan
gayrı kalmasın. Zira cümlenin vücudu Hak’tır. Hak’tan Gayri mevcud yoktur.
Ey Niyazi
hâl-i aşkı herkese
fâş eyleme
Sırr-ı Hak’dır ana bigâne haberdâr
olmasın
-------------------------------------------------------------------------------------------
(134)
İlim bahrı viicud esdâfının
dürdanesiyiın ben Maarif kenzi
dil vessâfının viranesiyim ben
Benim ilmim katında
müctehidler aciz oldular Veli ilm-i ilâhinin deli
divanesiyem ben
Ehli tevhidin ilminden
müctehitler acizdir. (El mücteidüyahti ve
yüsibü / müctehitler hata da isabette edebilir) denilmiştir. Çünkü ehli tevhidin ilmi ilmi ilâhidir.
Ve ilmi zevkidir. Müctehitlerin ilmi ise ilmi nakli ve ilmi aklidir. Ve hatta
kendileri de demiştir ki; (Mezhebena
savap yuhtemil el hatae) ve mezhebel
ahır (Hataen yuhtemitel savabe)
yani imamı azam der. Bizim
mezhebimiz savaptır/doğrudur
hataya ihtimali var. Sair/diğer mezhepler derler ki, Mezhebimiz
hatalıdır savaba/doğruya
ihtimali vardır. İşte İmamı Şafii ve İmamı
Malik ve imamı Ahmedi Hambeli
velhasıl her birisi böyle derler. Ve Yekdiğerini tahata ederler/birbirlerini
doğrularlar.
Hiç birinin mezhebi, mezhebi mansus (ayetle sabit iyice
kesinleşmiş) değildir.
Yani hiçbir mezhep hakkında
nafi (kesin olumsuzluk ta) yoktur. Anın
için herkes
muhayyerdir (herkes dilediği mezhebi
seçebilir), dilediği mezhebe tabi olur.
Asdaf; sofunun
cemi (çoğulu), sadef: Su
kaplumbağası. Hani ya karada kaplumbağa var, bu ise yine sudadır, bahri hazerde
bulunur. Velâkin büyüktür. Bir kabı/kabuğu tekne kadar vardır. Şehri nisanın/nisan
ayının yirminci günü yağmur yağarsa, bunlar ağzını açarlar, yağmur
damlası ağzına girerse o damla
inci olur. Ki O
mahlükun ismi sedeftir.
Bazı kabından dahi dane
(süs eşyası vs.) yaparlar ve İnciden
fark olunmaz. Çünkü Hazreti Resulullah rebiülevvelin onikinci günü dünyayı doğdu teşrif etti/şereflendirdi. O gün
şehri nisanın/nisan ayının yirminci gününe tesadüf etmiştir.
O gün anın
için yağmur yağarsa sedefin
ağzına düşse inci olur ve yılanın ağzına
düşerse zehir olur.
Birer hale cihanın
halkı bir bir razı oldular
Benim bir hale meylim yok Hakk’ın
bilmem nesiyem ben
Cihanın
halkı birer hale razı olmuşlar. Mesela, müştehid/içtihat
eden içtihat haliyle, münfika/fıkıhçı fıkıh haliyle, kura/okuyucu
kıraat/okuma haliyle
ve keza/bunun gibi herkes
bir haliyle razı olmuştur. Mısri efendi der ki, benim hiç bir hale meylim yok.
Bilmem ben Hakkın nesiyem.
Bikülli âllemin
halkı bilirler bende bir dert var
Bilinmez sevdiğim
kimdir nenin mestânesiyem ben
Evvelki
dersimizde geçti. İbni vaktım/vaktin
çocuğuyum ben ebulvakt/aktin babası olmazem. Çünkü ebulvakt mütesarrıftır/tasarruf edendir, yani ebuIvakıt olan evliya kerameti
kevniye izhar eder. Ve cihanda mütesarrıf olur. İşte burada der.
Eğerçi sûret-i âharda
geldim âlem-i mülke
Ne mâziyim
ne müstakbel her ânın ânesiyim
ben
Bu beyitte
demek ister ki, vaktin her bir zuhuratı benim ruhaniyetim iledir demektir.
Yitirdüm benliği
benlik bana Hak benliğindendir
Tckellümde hitab-ı gıybetin kârhânesiyem ben
Yani kendime nisbet ettiğim benlik fani
oldu. Ve benlik Hakk’ın benliği olduğuna vakıf
oldum. Hitap, yani muhatap ve muhatıp/hitab, hitab
olunan ve hitab eden birdir.
Ve gayıp birdir. Ente/sen zamiri muhatap, hüve/O zamiri gayıp, biri hazır yani
zahirde ente’dir biri gaibe yani batına ki hüvedir. İşte bu ikisinin dahi
kemalde kârhanesiyem ben/İşte bu iki
bakıştan hâsıl olan kemâlât kârımdır benim.
Ne Mısriyim
ne Mehdiyim ne İsâyım ne insânım
Bu yanan dâimi şem’in veli pervânesiyim ben
Mısri değilim, Mehdi
değilim, İsa değilim,
insan değilim. Zira bunlar kaydı ilahi ve kaydı suveridir (Zira
bunlar Allah’ın
kesretiyle/çokluğuyla kayıtlı oluşan sûretlere
ait
kayıtlardır ). Vechi zahirin/apaçık olan yüz’ün pervanesiyem ben.
(135)
Ey bu gönlüm şehrini
bin kahr ile virân eden Biduhan odlar yakup bu sinemi külhan
eden
Ehl-i âlem derdinin
mislin görür râhat bulur Cins ü misli olmayan derde beni dükkân
eden
Bir bahirdir
sahili yok mevci olmaz münkesir Leylinin fecrin getirmez gökteki
devrân eden
Akl u fikrim
zevrâkı yollarda kaldı ser-nigûn Belki cümle akl u fikri bende ser-gerdân eden
Kimine meydan eden bu âlemin her köşesin
Mısriye uçtan uca her köşeyi zından eden
(136)
Sevdim seni hep varım Yağmadır alan alsın Gördüm seni
efkârım Yağmadır alan alsın
Aldın çü beni
benden Geçtim bu can u tenden Aklım dahi her varım
Yağmadır alan alsın
Ben varlığımı
attım Dost varlığına yettim Her usluya bazarım Yağmadır alan
alsın
Geçtim ben ad
u sandan Çıktım ben o dükkândan
Hep ırz ile vekarım Yağmadır alan alsın
Geldi dile dildârım
Buldum gül ü gülzarım Şimden geru hep varım Yağmadır alan alsın
Sen gaib u
hâzırsın Her halime nâzırsın Ahvâl ile etvârım Yağmadır alan alsın
Sen gaip ve hazırsın;
yani gaip/kayıp batın, hazır zahir,
(Hüvel evvelü vel ahirü
vezzahirü vel batin / O
evveldir, sondur, apaçıktır ve
gizlidir…
Hadid- 3) yani zahir olan
batın olurmu? Batın olan zahir olurmu? Yani cenabı
Hak hiçbir kayıt ile mukayyet değildir. Ne sadece evvellik ve ne sadece ahirlik, ne sadece zahirlik ne de sadece batınlık ile mukayyettir/kayıtlıdır.
Çünkü zahir der isen, batın da
odur. Sırf Zahirliğe kayıt
olunamaz. Velhasıl Cenabı Hak, sadece
bir tecellisiyle mukayyet/kayıtlı olmaz.
Çün buldu
gönül yârım Terk eyledim
ağyârım İman ile zünnârım Yağmadır alan alsın
İman üç kısımdır; Biri imanı taklidi,
birisi imanı istidlal/delilli iman,
birisi dahi imanı tahkiki/hakiki iman.
İmamı Gazali Hz.leri, ihyayı
ulümunun dördüncü cildinin
ahırında/sonunda kitabı tevhitte derki; İman üç
kısımdır; İmanı taklit, imanı
istidlal, imanı tahkik.
İmanı taklit
ne gibidir?
Cevizin yeşil kabuğu gibidir. Ne
yenir ne yakılır. Çünkü yenmez. Ateşe koysan yanmaz ve hiçte bir işe yaramaz.
İşte imanı taklidi
böyledir. Hiç bir faydası yok, belki de zararı var.
İmanı
istidlâli, cevizin kuru kabuğu gibidir. O da yenmez, velâkin ateşe koysan yanar. İşte istidlâli
böyledir. Eğer şeytan
son nefeste bozmazsa
faydası var. Eğer bozarsa hiç bir faydası yoktur.
İmanı hakiki,
cevizin lebi/içi gibi, her şeye yarar. İşte Mısri
efendinin yağma ettiği iman, imanı taklidi ile imanı istidlalidir. İmanı hakiki
değildir. Çünkü Mısri Efendi evvelce, Malatya müderrisi idi. Oranın ahalisi pek
münkir (tevhid ilmini inkâr eder) idi. Ehli tarik ve ehli tahkiki sevmezler idi.
Elyevm/bu gün dahi
öyledir. Malatyadan yarım saat uzakta olan Aspuzi namında bir mahalle var ki, elmalı
demekle meşhurdur. Sinan Ümmi mehmet
Efendi hazretlerinin orada tekkesi var idi. Ve yanında cami de var. Bir gün
Malatya ahalisi cem Olup/toplanıp Mısri efendiye dediler ki, sen bir vaaz et. Tekkenin lüzum hidamını/tekkenin lüzumsuzluğuna hükmet. Biz de tekkeyi hüddam edelim (yıkalım).
Ve şeyhini dahi oradan kovalım. Ne ise namazdan sonra Mısri Efendi
vaaz vermek için kitap açtı.
Dersini
bulamadı, Onun üzerine kürsüden inip Mehmet efendi
mahfel altında oturur idi.
Ve Hemen Mısri efendi şeyhin
ayağına düştü ve kabulünü rica eyledi. Şıh dahi,
Mısri efendiyi kabul etti ve Mısri
efendi imanı tahkikiye vasıl oldu. İmanı tahkikiye vasıl olunca, imanı
taklidi ve imanı istidlali ne yapar? Yağma etti.
Mısriye vücub imkân
Bir oldu kamu âyân Tâat ile ezkârım Yağmadır alan alsın
Bahri vücub, Hakkın efal, sıfat, zatı. Bahri imkân; bu mevcûdat yani
âlem. İşte Mısri Efendiye
bahri vücup ile bahri imkân bir oldu. Taat ile ezkarını yağma etti. Çünkü taat, mütemait (aralıksız, devamlı) değildir.
İbadidir/ibadettendir). Marifet ise, bir
olan ilâha bir alettir/araçtır. Kişi maritetullaha vasıl olunca
taatı ne yapar,
yağma eder. Çünkü
taattan zevk alamaz.
![]() |
(137)
Teşne-i bahr-ı
muhit olan dile reş n’eylesin Tuti-i sükker-feşân üftâdeye keş
n’eylesin
Bahri muhit teşnesi/Büyük
denize susamış olan bir gönüle su serpintisi neylesin/ne yapabilir. Yani ehli tevhide ilmi
rüsum/suret ilmi) ne yapar? O ilmi resmiyeye hiç ittifak etmez/şekil suret
ilmi ile hiç bağdaşmaz ).
Cur’a-i sahbâ--yı zâtı nuş edip temkin bulan Afitab olan gönül telvin-i meh-veş
n’eylesin
Tevhidi efal, tevhidi
sıfat, tevhidi zat. Telvin makamıdır. Makamı cem, temkin(telvin)
makamıdır. Makamı hazretül cem, telvin(temkin)
makamıdır. Çünkü makamı şeriattır, kesret var. Cemmül cem,
telvin(temkin) makamıdır.
Ahadiyet temkin(telvin) makamıdır. Ehli temkin(Ehli telvin) olan yani makamı
ahadiyette bulunan, bir daha telvin(temkin)
makamına enmez. Meğerki talim için ola. (ancak ilim öğretmek
ve irşad etmek için temkin makamına iner).
Arifin esrârı settar olduğun etme aceb Tâneder zâhid
denilen div-i serkeş
n’eylesin
Âdemin
vechinde Hakk’ı görmedi iblis lâin Sûretâ gürdüğü bir şekl-i münakkaş
n’eylesin
Hazreti Âdemin
kırk oğlu ve kırk kızı oldu. Çünkü
Havva, kırk batın
evlat doğurdu. Her batında bir oğlan bir kız (ikiz olarak) doğardı.
En iptidası (En evvelki) oğlu
Kabil idi. Kâfir oldu. İptida beni âdemden/ilk
defa Âdemoğlundan küfür eden Kabildir. Âdemden evvel dünyada can evladı olan Cinler var idi. Yani beni
âdemin/Âdemoğlunun babası Âdem olduğu gibi, cininin/Cinlerin
babası dahi can idi.
Âdem (Velekad halaknel insane
min salsalin min hamain mesnun /Andolsun, biz
insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir
balçıktan
yarattık. Hicr-26) ayeti
kerimesi mantıkınca, hamain mesnundan (değişken
cıvık balçıktan) halk olundu. Ve can (Ve
halakal canne min maricin
minnar / Cini de ateşin dumansızından yarattı.
Rahman-15 ) ayeti hükmünce
Cinler nardan/ateşten halkolundu/yaratıldı.
Maric;
dumansız ateş, yani can kürrei nardan/ateşten ki, havası muhrek (yakılacak yer) tabir olunur. Ondan
halkolundu. Ve can Ünsai (Çift
cinsiyetli) cinni idi. Yani
hem zekeri ve hemde ferci vardı/yani hem erkeklik organı hemde dişilik
organı verdı. Sonra kendi kendini şerh etti (hamile bıraktı). Ve İptida/önce iblis
doğdu. Can’a, Âdem
aleyhisselama Havva nın yâr Olduğu gibi bir eş yâr
olmadı.
Canın dahi iptida/evvel ki oğlu İblis kâfir oldu. (Ve iz kulna lil
melaiketizcudu li ademe fesecedü
illa iblis eba vestekbere vekane minel kafirin
/ Ve o vakit melâikeye ‘‘Adem için
secde edin’’dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı,
kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi. (Bakara-34) Ayeti kerimesi mucibince Ademe
secde ile cemi/tüm melaike
emrolundu. Kâffesi/hepsi secde etti. İblis ile tevabii
(ona bağlı olanlar)
secde etmedi. İblis Âdeme secdenin Hakka secde olduğunu anlamadı. Anlamadığından küfründen naşi idi (anlayamaması küfründen dolayı idi). Eğer kâfir olmayaydı, vechi âdem
de Hakkı müşahede etmezmi idi, elbette
ederdi.
Bu
Ayeti kerime
de, İblisin secdeden evvel kâfir olduğuna işarettir. Ayet: (illa İblis la tekün rninessacidin. Ve kane
minel kâfirin./ ancak
İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi. (Bakara-34) Bu ayetin Arapça ifadesinde geçen Kane ye iki mana verilir.
1 - Fiili nakıs manası verilir
ki, İblis kâfirinden oldu. Bir de fiili tam manası verilir ki; İblis kâfirinden
idi. Öyle ya kâfir olduğundan Âdeme secde Hakka secde olduğunu ve Âdem Hakka
secdeye mihrap olduğunu anlamadı. Hiç Haktaala
gayre secdeye emrettimi? Velâkin İblis muvahit
olmadığından Âdemi
Hak’tan gayri münakkaş/şekillenmiş
suret olarak gördü. Anın
için secde etmedi. Hani ya İblis meleklerin hocası idi denilenler,
hepsi yalandır. Hiç kâfir olan, melaikeye hoca olurmu? Olmaz.
Melaikenin reisi Cebrail idi.
İptida/evvela Hz. Âdeme Cebrail secde
etti.
Can Niyazi
ehl-i aşka nâzikâne
va’zeder
Ehl-i nefs olan işitmez dili müşevveş n’eylesin
(138)
Gir semâa zikr ile gel yana yana hû deyu İr safa-yı
aşk-ı Hakka yana yana hû deyu
Halka olup zikir ederler, devran eğlerler, İlahi okurlar ona sema tabir
olunur. Hu, ehadiyetül ayn'a işarettir. Allah ehadiyetil kesrete işarettir.
Çünkü cem'i kesaratı ilmiye
ve kesaratı hariciyeyi şamil ve müstegrag olan mertebeyi
uluhuyettir (Çünkü tüm ilimler ve
görünenler uluhuyet
makamında gark oluptur, Uluhuyet
tümünü kapsar). Yani Allah ismi ve mertebeyi uluhuyet
sahibi, gerek ilmi ilahiden olan kesreti ilmiyeyi ve gerek hariçte olan
kesaratı, yani cem'i mevcudatı ve mahlûkatı
dünyeviye ve uhreviye, esma ve sıfat velhasıl her ne kesret/çokluk var
ise, cümlesini muhit/kuşatmış ve onda
müstegragtır/gark olmuştur).
Hu; hüviyeti gaybi mutlak zatı puhtı kesretten
sarfı nazar ehadiyetül ay'n makamıdır, bundan Âlî makam yoktur (Hu; hüviyeti gaybı mutlak zat olup, ilmin erişemediği,
çokluğun olmayıp
görünmediği Aynı tek’lik makamıdır, bundan yüce makam yoktur).
Yani uluhuyet cem'i meratibi ilahiyeyi muhit ve müstegragtır Velâkin mertebeyi
uluhuyet de mertebeyi hüviyet tahtında münderiçtir (Yani Uluhuyet Hakk’ın tüm mertebelrini kapsadığı gibi,
Hakk’ın tüm mertebeleri uluhuyette gark
oluptur. Fakat uluhuyet
mertebesi de, makamı ehadiyet huviyeti içindedir).
Mertebeyi uluhuyet sahibi:
bütün avalemde/âlemlerde
mütasarrıftır/tasarruf eder. Yani avalemde mutasarrıf olan mertebeyi uluhuyet sahibidir. Mertebeyi hüviyeti ehadiyet de ise mutasarrıf/tasarruf eden yoktur. Anın için kâmiller
ehadiyetül ay'n telkin
etmezler. Telkin ettikleri ahadiyetül kesretdir/tek’in
çoğuludur). Çünkü ahadiyetül ay'n da zevk me/ve şevk yoktur. Zevk, ehadiyetül kesrettedir.
Hz. Resulullaha sual
ettiler: Ya Muhammed senin davet ettiğin Allah’ın nicedir/nasıldır? Olvakıt Cebelü kabısta/kabıs dağında
sure'i ihlâs
nazil oldu. Esteüzübillüh (Kulhüvellahü
ehad. Allahü samed, lem yelit velem yuled
velem yeküllehü
küfüven ehad. İhlâs-1...4) Yani Ya Muhammed
sen de: Hu, yani mertebeyi hüviyyet sahibi Allah,
yani mertebeyi uluhuyet sahibi ehaddır. Yani birdir. (Ya Muhammed sen de: Hu, yani gaybı mutlak
hüvüyet olan ehadiyet mertebesi
sahibiyle, uluhuyet mertebesi
sahibi Allah, ehad’tır/tek’dir).
Hep erenler
hû ile kaldırdılar can perdesin Açtılar gözlerin anda yana yana
hû deyu
Gördüler hû
kaplamış hep on sekiz bin âlemi Feyz alırlar
cümle hû’dan yana yana hû deyu
Onsekizbin
âlemi kaplayan Allah’tır, yani mertebeyi uluhuyettir. Lakin uluhuyet, hüviyeti ahadiyette münderiçtir/içindedir. Her ne kadar bunlar iki mertebe gibi görülür
ise de, yani gerek mertebeyi uluhuyet ve gerek mertebeyi hüviveti ehadiyet
ayrı ayrı zann olunursa da birdir. Çünkü uluhuyet, hüviyeti ehadiyette münderiçtir/içindedir. Mısri
Ef. Bu itibarla onsekizbin âlemi hu, yani mertebeyi ehadiyet hüviyeti kaplamıştır
buyurdu.
Zat-ı Hakkı’ buldular buluştular bu hû ile Dost göründü
her taraftan yana yana hû deyu
Bir kişi, üç kere
hu dese hu olur dedikleri bunun içindirki; bir kere hariçte olan kesrete,
yani dünya ve ahirette ne kadar mevcudat/vücuda gelenler
ve mahlûkat/yaratılanlar ve malümut/bilinenler ve
esma ve sıfat var ise, tevhid makamıyla bunların
hepsine hu der. Bir kere de ilmi
ilahide olan kesreti ilmiyeye (henüz
vücuda gelmemiş malûmatlara) hu der. Bir kere de ikisine de hu der. İşte
hu olur.
Ey Niyazi
gönlüne âşıkların hikmet dolar Küntü kenz’in haznesinden yana yana hû deyu
![]() |
(139)
Bir şehre irişti
yolum
Dört yanı düz meydân kumu
Ana giren görmez ölüm
İçer âb-ı hayvan kamu
O şehirden murat;
vadi'i Simsimedir. Cenabı
Hak Beyti Şerifin
toprağından Âdem A.S.mın balçığı yapıldığı vakit, fazlasını kürsü
üstüne ve cennet
çevresine meshetti.
Vadi'i Simsime ondan
halk olundu. Çünkü Simsime Âdemin
Balçığından fazla kalana derler.
O şehrin vüs'atina/genişliğine.
nisbetle cennetler bir hardal
tanesi kadardır. Ehli cennet zevk ve tenezzüh/gezinti istek ettikleri vakit oraya
çıkarlar. Sonra yine cennete
avdet ederler/dönerler.
Nitekim burada tenez'üh ve zevk
için çiftlikane çıkılır (gezip
eğlenmek için dolaşılır). Velâkin
Arifler dünyada ve ahirette istedikleri vakit rüyada veyahut
münselih olup/soyunup o şehre giderler. Kapusunda anı
istikbal ederler/karşılarlar.
Elbisesini soyup o yerin elbisesini ilbas ettiler (giyerek) içeriye girer. O veli ve arif hangi makamda ise
altundan
Eşcar/ağaçlar ve üzerlerinde altın meyvalar o arifin makamından
tekellüm/konuşarak ve tesbih ederler. Ve herhangi
şecereye/ağaca baksa kendi suretini görür. İşte orada zevk ve tenaum eder (nimetlenir). Çıkarken kapıda yine o
yerin elbisesini bırakır, kendi elbisesini giyer.
Ve oraya giren makamı cem ve
hazretül cem cemülcem ve ahadiyet sahibi olmalı. Makamı cemden aşağı makam olursa o şehre giremez. Ve arifler
ahirette her ne vakit isterlerse oraya çıkıp zevk ve sefa ve tenaum ederler/nimetlenirler. İşte bu vadi'i
Simsimeye şehri hakikat
tabir olunur ve
Kürsü üstündedir, yeryüzünde değildir. Yeryüzünde olan cennetül velayedir.
Onu anlattık. Bu şehre giren bir daha ölmez. Öyle ya
(Mutu
kable en te mutu
/ Ölmeden evvel ölün. (Hadisi
şerif) Sırrına mazhar olan bir daha ölürmü? Ölmez. Uyuklar gibi olur.
İşte ehli tevhidin mevti/ölümü budur.
Halbûki O haydır/diridir, Muvahit ölmez. Mevti ihtiyari
ile meyyit olan
(kendi isteğiyle
ölen) bir dahi ölürmü? Ölmez.
Bir hoş güzel yapısı
var Otuz iki kapısı var Cümle şehirlerden ulu
Her yanı bağ bostan kamu
Ab u havâsı
mutedil Giren çıkamaz ay ve yıl
Dağları lâle ak kızıl Bağlar gül-i handân
kamu
Bülbülleri
nâlân eder Can u dili hayrân eder Bahçeleri seyran eder Her köşede hûban kamu
Eşcarda sazlar
çalınır Dallarda meyve salınır Sen sunmadan ol bulunur
Her emrine fermân kamu
Eşcarda sazlar çalınır, işte anlattık. Oraya giden arifin makamından tehlil ve tesbih ederler (Oraya giden Arifin makamından tekraren
bahsederek, Hakkı yüceltirler). O arife ikramen oranın meyvaları
güneş cesametindedir/iriliğindedir.
Arzu ettiğin vakit kendisi gelir ve
gelirken ufala ufala ağzına gelince
tamam gıda olacak kadar olup, kendisi ağzına girer. Ona hiç el ile dokunmazsın.
Kim selsebilden nûş eder Rahik anı
bihuş eder Tesnîm ebed serhoş eder
Olur içen mestân kamu
Yani o şehri hakikatın
üç ırmağı vardır.
Biri selsebil (cennet ırmağı),
biri rahik (cennet şarabı),
biri tesnimdir (cennetin en üstün içeceğidir).
Bu dediğim
cennet değil Anlara ol mihnet değil Bunun safâsı zevkine Ehl-i cinan hayran kamu
Şehr-i
hakikattir adı Hak sırrını bunda
kodu Ol sırra vâkıf olanı
Eyledi Hak mihman kamu
Olmaz onlarda
hiç fcsad Buğz u hased kibr ü inad
Cümle biliş yok asla yâd Birbirine ihvan kamu
Özleri
canlardan aziz Sözleri ballardan leziz
Yok anda
sen ben siz ve biz
Birlik ile yeksân kamu
Ol şehre mürsel gelmedi Anları dâvet kılmadı Anlar yolu
yanılmadı Evsafları Kur’an kamu
Hak mezhebi
mezhepleri Derya-yı zât meşrepleri Hasıl kamu matlepleri Kadr içredir
her an kamu
Yoktur onlarda
ihtilaf Günden ıyandır bî-hilaf Her işleri Hakk’a muzaf Ruh eylemiş
yezdan kamu
Ol şehre mürsel
gelmedi. Çünkü orası darı teklif/teklif yurdu
değildir.
Ol şehre gidenlerin mezhebi
Hak mezhebidir. Zira onlarda
ihtilaf/uyuşmazlık yoktur. Çünkü ehli hakikatta
ihtilaf olmaz. Biri burda
olsa biri de Yemende olsa, birbirleriyle mülâkat ettikleri/buluşup
görüştükleri gibi anlaşırlar. Beyinlerinde/aralarında
ihtilaf olmaz. Amma amel mezhepleri beyninde/arasında ihtilaf çoktur. İmamı Azam bir
türlü der, İmamı Şafi bir türlü der, imamı Maliki başka bir türlü der. İmamı
Ahmed Hambeli başka bir türlü der. Velhasıl birbirlerinin hilafına belki kırk
mezhep ve daha ziyade/çok zahib (görüş sahibi) birbirine
muhaliftir.
Halbûki bütün ehli hakikatın mezhebi/görüşü bir türlüdür
Aralarında hiç ihtilaf yoktur.
Ve her işleri cenabı Hakka tağviz (nisbet)
etmişlerdir.
Terkeylemişler kal u kil
Lâl olmuş anlara bu dil Her halleri Hakk’a
delil
Hep mazhar-ı Rahman kamu
Demektir ki, arifin
her hali, yani hareket ve sekenatı Hakk’a ulaştıran
delildir. Ve kendileri mazharı
Rahman’dır.
Gerçi sana
bakıp gözü Sohbet eder söyler sözü Lâkin Hakk’ı bulmuş
özü
Söyleştiği Furkan
kamu
Dünyaya anlar
gelmedi Geldiyse de eğlenmedi Şeytan onları görmedi Anda olar pünhan kamu
Evet,
ahadi seyr olanlar (Makamı Ehadiyet’in
yolcusu olanlar) hiç dünyaya gelmedi. Onları
Dünyada görürsün velâkin daha çocukluğunda Hak iledir. O dünyada olurmu?
Olmaz. Geldi ise de eylenmedi. Şeytan anları görmedi.
Yani bir takımı
geldi ve bir takımı efali zemimede/kötü işlerde bulundu. Sonra tevbe etti tariki tevhide süluk edip
zikri daimi sahibi oldu. Zikri daimi sahibinden şeytan bir mil mesafe uzak
durur. Yani şeytan onlara dört bin adımdan ziyade/fazla tekarrup
edemez/yaklaşamaz.
Bir takımı da
muvahid/tevhid ehli, velâkin
zikri daimi de değil, kalbi gafil. İşte o takım kimse olanına şeytan makamı cem'e kadar
musallat olur. Makamı cem'e kadem bastımı çekilir. İşte
dünyaya gelüp te eylenmeyen ve şeytan kendilerini görmeyen bunlardır.
Ana girerse bir kişi
Gider
gönlünden teşvişi Başına bu devlet kuşu Konan
olur sultan kamu
Hemân ki ol
şehre gelir Her korkudan âzâd olur
Yollarda bellerde kalır Div ü peri şeytan kamu
Dârü’l
emân’dır ol şehir Lâkin girer yüz
bindebir Sanma ana dahil olur Hûr u melek rıdvan kamu
Kim ki ol
şehri özledi Erenler izin izledi Adab-ı Hakk’ı gözledi İrşad eder piran kamu
Ehlini bul ol illerin
Sarpın geçersin bellerin Yırtar yalnız gideni
Kurd u peleng aslan kamu
Kurt ve kaplan ve arslandan murad, nefsi şeytandır. Yani mürşidi kâmili bulmadan şehri hakikata girilmez.
Öyle kitap mütalâası/tetkiki
araştırması ile ve sohbet istimai/dinlemek
ile olmaz. Behemahal/mutlaka mürşidi kâmile biad etmek lazımdır.
Ehline anlar bellidir Zira bilür bir ellidir Her birisi ahsen sıfat
Her müşküle bürhan kamu
Gir enbiyanın
silkine Bin bu vücudun
fülküne Kahreyle nefsin askerin
Gark eylesün tûfan kamu
Var semme
vechullahı bul Ta görüne sana
bu yol Senden sana eyle sefer Kim idesin seyran kamu
Candan riyazat-ı
taab Çeksin anı idüp taleb Olur riyazatın sonu
Dcrdlerine derman
kamu
Riyazat, yani
akıl üç kısımdır. Bir, Akli maaş, 2
- Akli miad, 3- Akli kâmil. Kendilerinde
aklı maaş galibi olan kişiler
aklını dünyaya sarfeder.
Aklı miad galibi olanlar ahirete
sarfeder. Aklı kâmil galibi olanlar ise, cenabı Hakka sarfeder. Velhasıl
Dünya fikri galip olana aklı maaş ve ahiret fikri galip olana akli miad ve Hak fikri
galip olana aklı kâmil sahibi denilir.
Çek sinene dağ üzre dağ Şol hasta gönlün ola sağ Şayet ola dağ
üstü bağ Yâdlar ola yâran kamu
Can iledir vasfettiğim
Derd ile tarif
ettiğim Bundan inüp döküldüler Bu tenlere her can kamu
Gel tende koma
canını Alâya çık bul kânını Lâyık mıdır insana
kim Yeri olan zindan kamu
Tut bu
Niyazi’nin sözün Bunda açagör can gözün Bir gün gidersin ansızın Görmez seni giryan kamu
Var ol hakikat
şehrine İr anda Hakk’ın sırrına Dolsun senin de gönlüne
Deryâ olup irfan kamu
-----------------------------------------------------------
(140)
Nevbahar
irişti bidâr olayım şimden geru Andalib-i bağ-ı gülzâr
olayım şimden geru
Dünya vü ukba hevasından gecip abdal-veş
Kâşif-i cilbend-i esrar olayım şimden geru
Evvelki beyitteki bahardan murat
vücudu ilahidir. İkinci
beyitteki abdal, yani abdal şuna derler ki,
üçyüzler var. Ki her biri bir nebi meşrebindedir.
Bunlar üçyüz onüç
ricaldir/seçkin er’lerdir.
Kırklar var, yediler var, üçyüzlerin kırkı Âdem aleyhisselamın meşrebindedir. Bunlara abdal tabir
olunur. Yetmişi Nuh aleyhisselamın meşrebindedir, bunlara nukaba
tabir olunur. Yedisi
Resulullah S.A. Vesellemin meşrebindedir, bunların dördüne evtad tabir olunur.
İkisine imaman tabir olunur. Birine gavsül azam tabir olunur.
Çaluben Mansur
gibi tabl-ı Ene’l-Hak
nevbetin Gireyim meydana berdâr olayım şimden geru
Mansur gibi enel Hak diyerek
meydana girüp berdar/idam olayım demesi, mevti ihtiyarı ile ölmeden
evvel ölmeğe işarettir. Çünkü mansur, ene/ben
demek ile Haktaalaya kayıt
ettiğinden, ayatı Kur'aniye katline hüküm etti.
Dügeli dar u diyârın raht u bahtın terkedip İbni Edhem gibi deyyâr
olayım şimden geru
Dolanayım Hızır-vcş âlem gözünden bir zaman
Mutlak olup sırr-ı settar olayım şimden geru
Nice bir bu ten zemininde
karar edüp kalam Çıkayım göklere devvar olayım
şimden geru
Bu izafat u
kuyudat illerin edüp harab Lâmekân ilinde seyyar olayım şimden geru
Mürg-ı cânı bu kafesten
uçurup şad edeyim Ol
adem şehrine tayyar
olayım şimden geru
Bir beden
kaldı bana ınensup
olan bunda heman Yoğ edüp anı dahi var olayım şimden
geru
Bundan bana bir beden kaldı, onu dahi yok edüp var olayım. Çünkü
salik efalini fena eder, sıfatını fena eder, zatını fena eder. Sonra
makamı cemde Hakkın zatını giyer, Hazretülcem de sıfatını giyer, Cemmül cemde
Hakkın
efalini giyer var olur. Zira variyet Hakkın’dır. Hakkın variyeti ile var olur. Yani
variyet, Hakkın olduğuna arif olur demektir.
Kalmasın
varlıkta Mısri’nin vücudu zerrece Kurtulayım
vasl-ı dildar olayım
şimden geru
![]() |
(141)
Ezelden nârına
aşkın Yana geldim nihan içre Akıttım nice dem yaşlar Gözümden dolu kan içre
Herkes ezelde ne ise, burada dahi odur. Hiç tebdil tegayyur/değişme, dönüşme olmaz. Yani kâmil olanın ezelden ervahiyesi kâmil idi.
Yani orada kâmil olan, burada
daha kâmil olur. Arif olan burada dahi arif olur.
Mümin olan burada dahi mümin
olur. Kâfir olan burada dahi kâfir
olur. Asi olan kezalik asi, fasık olan kezalik fasık, velhasıl ezelde ne ise
burada dahi odur. (Herkesin
ezeli, geçici olan bu imtihan âleminde açığa çıkardığı kulluğudur. Herkes bu
fena yurdu olan şahadet ve
imtihan âleminde kazandığı kulluk
rengi çeşidi ile beka
olan ahiret âlemine dâhil olur. Yani bu yeryüzü olan
şahadet âleminden, kâmil bir
kullukla geçen kâmil olarak, kâfir geçen kâfir, asi geçen asi, mümin geçen
mümin olarak beka yurdu olan ahirette var olur. Bu
itibarla
herkesin ezeli, onun fena yurdu olan bu şahadet
âleminde kazandığı kulluğudur, herkes ezel kulluğu üzere beka yurdu olan
ahirete intikâl eder. Ve o
kulluğuyla ahirette var olur. Hadisi
şerifte ‘‘şaki (eşkiya) olan şakidir ana karnında, said ( iyi) olan saddir ana
karnında’’ buyrulmuştur. Ki Mürşidim kemâl
zurnacı Hz.leri ‘‘Bu hadiste ifade olunan Ana karnı, bu
yeryüzü olan imtihan şahadet
âlemidir. Her kim ana karnı olan
bu imtihan âleminde saidliği/iyiliği kazanır ise,
ahirette
de
said/iyi olur. Her kim ki
eşkiyalığı/kötülüğü kazanır ise,
ahirette eşkıya/kötü olur,’’ buyurmuştur). Allahu
âlem.
Hak ile
binişan iken Kamu canlara can iken Düşürdüğü
bimekân iken Beni kevn ü
mekân içre
Nice geldim
nice gittim Nice doğdum nice öldüm
Nice açıldım nice soldum Şu gül
gibi cihan içre
Bulut olup
göğe ağdım Matar olup yere yağdım Güneş olup gehi doğdum
Zemin ü âsuman içre
Yağmur dört rüzgârın hizmeti
ile vücuda gelir.
İbtida/başlangıçta poyraz eser, yeri suları ve
ağaçları sertlendirir. Sonra harareti şemsten/güneşin
sıcaklığından dört mil mesafeye kadar buhar tuşa eder
(buhar/bulut meydana gelir).
Yani dört milden ziyade suut edemez/yükselemez.
Orada durur. Sonra batı
rüzgârı esup, o buharı/bulutu yürüdür. Doğu rüzgârı o buharı
cem eder/toplar bir araya
getirir, acısını tatlı
eder. Rıh cenüp, yani kıble rüzgârı yağmuru yağdırır.
Velhasıl yağmur bu dört rüzgârın hizmeti ile hâsıl olur. Yani, rıh-ı ervaanın
hububi (yani dört rüzgârın
tohumlaması) ile yağmur yağar.
Şems/güneş, yeryüzüne arkası iledir. Yüzü
arşı âlâya doğrudur. Gerek zemin/yeryüzü gerek asumani/gökyüzünü münevver eder/aydınlatır.
Birinci kat göğden ikinci kat gök daha büyüktür. İkinciden üçüncü, üçüncüden
dördüncü, dördüncüden beşinci, beşinciden altıncı, altıncıdan yedinci kat göğ
daha büyüktür.
Nebat olup
nice devran Nice demde olup hayvan
Giyürdü sûret-i insan Bana devr-i zaman içre
Bu bahre, yani sureti insana nice/nasıl devredüp
gelinir onu beyan eder. Şimdi meratibi ilahiye
yirmisekizdir. En iptida/evveli Nuru Muhammed
S.A.V. sonra
nefsikül, bu âlemi ervahtır. Nefsikülden tabiat, tabiattan heyyüla, heyyüladan
cismükül cismükülden şekil, şekilden arş, arş'dan kürsi, kursiden yedi kat göğ,
göğlerden kürrei nar, andan kürrei hava, andan kürrei ma, andan kürrei hak, andan maden, andan nebat, andan hayvan,
andan insan olur. Bu devir devri şeridir/şeriata uygundur. Yani ayet ve hadisi
şerifle sabittir.
Şimdi, ehadi-i seyir (ehad’ın/tek’in yolcusu) olan kâmiller,
hiç bir mertebe de avk olunmuyarak/gecikmeden) orada kâmil olduğu gibi burada,
sureti insanda da kâmil gelir. Yani kâmil doğar. Anın davete ihtiyacı yoktur.
Ancak bu meratipde, avk olunan/geciken tevhide güçce/güçlükle gelir. Yani ne kadar ziyade avk
olunur/gecikir ise o kadar tevhide istidadı baid/uzak olur ki, mesela me-kül olmayan nebata gelir
(insanın yemeyeceği bir bitkiye
gelebilir). Eğer ki me-kül olan nebata (yenilen
bir bitkiye) gelirse,
ebeveyni/anne baba da o
nebatı/bitkiyi yer ise meni olur.
Ve Rahmi madere (Anne karnına)
düşüp insana gelir.
Velâkin
me-kül olmayan nebata (yenilmeyen bir bitkiye) gelir de o nebatı da hayvan yer ise, yine
madene ilka eder, avk olunur (yine
madene/toprağa döner ve yolculuğu gecikir).
Anın için kâmil istidadı baid (tevhide
uzak) olanı bilir. Ve Ona halvet riyazat emreder (tenhada
yalnız kalmayı ve perhiz yapmayı
emreder). Ta ki, tevhide girmeye istidadı/kabiliyet hâsıl eder. Çünkü kâmil ancak istidadı olana
tevhit gösterir. Bak sibyan mekteplerinde hocaların falakası var, istidadı olan
çocuk falaka görmez, okur. İstidadı olmayan falakayı görür. Daha istidadı baid/uzak olan
her gün falakada dayak yer.
Hazreti Resul, davetle emrolundu. Ondan sonra icbar ile/zorlamayla,
andan sonra harb ile. Çünkü istidadı baid/uzak olan icbar/zor ile
tevhide getirilir. İşte bu devir devri şeriyedir. Yani mansustur (İşte bu devir şeriata uygundur, yani ayetle
kesinleşmiş sabittir).
Batıl (boş, yalan, çürük)
olan devir ise dörttür.
Bunlar; 1- Devri temasihye, 2- devri tenasiyye, 3- devri tefasihye, 4- devri terasihye. Biri der;
insan kemal mertebesini bulmadan vefat ederse yine insan olarak yeryüzüne
gelir, ta ki kemal buluncaya kadar. Biri der ki, hayır hayvan
olarak yeryüzüne gelir. Biri der nebat olarak gelir, biri der maden/toprak olarak gelir, bu dördü de mezhebi batıldır (çürük,
temelsiz ve doğru değildir. Bunlar Reankarnasyon
inancıdır). Hiç sureti insaniyede bu yeryüne
gelen, bir daha hayvan ve nebat ve maden olarak yeryüzüne gelirmi? Gelmez.
Devri temasihye ınezhebine zaip/sahip olan
yahudilerdir, bektaşiler de
ona tabidir.
Tanisiyyeye zahip/sahip) olan
nasraniyedir/hırıstiyanlardır.
Velhasıl bu dört Reankarnasyon mezhebine de (görüş ve anlayışına da) zahip/sahip olanlar vardır. Velâkin dördüde batıldır (boş, çürük,
yalandır). Hak mezhebi de, devri şeriyeye
zahip (şeriat devrine uygun) olandır.
Çü insan
sûretin buldum Hakk’a hamd ü sena kıldım
Fena ender fena oldum
Beka-yı câvidan içre
İşte Mısri
Efendi sureti insana geldiğime hamdüsena kıldım. Fena ender fena oldum. Bakayı
cavidan içre. Yani kendime nisbet
ettiğim efal, sıfat, vücudumu fani kıldım. Haktaalanın efal, sıfat ve
vücudunu giydim. Yani efal, sıfat, vücud Haktaalanın olduğuna
vakıf oldum. Fenafillâh olup bekabillah oldum
demektir.
Erişti mârifet
nuru Gönül oldu Hakk’ın Tûru Niyazi duydu çün sırrı Nihan etti
ıyan içre
----------------------------------------- (142)
Uyan gözün aç durma Yalvar güzel Allah’a Yolundan izin ayırma
Yalvar güzel Allah’a
Her geceyi
kaim ol Her gündüzü saim ol
Hem zikirle dâim ol Yalvar güzel Allah’a
Bir gün bu gözün görmez
Hem kulağın işitmez
Bu fırsat ele
girmez Yalvar güzel Allah’a
Sağlığı
ganimet bil Her saati nimet bil Gizlice ibadet kıl Yalvar güzel Allah’a
Ömrünü hiçe satma Kendini oda yakma
Her şam u selıer yatma
Yalvar güzel Allah’a
Hey nice yatursun
tûr Olma bu sefadan dûr Bahr-ı keremi boldur
Yalvar güzel
Allah’a
Her vakt-ı
seherde bin Lûtfu gelir
Allah’ın Ol vakt uyanır kalbin Yalvar
güzel Allah’a
Allah’ın adın yâd et Can ile dili şâd et
Bülbül gibi feryâd et Yalvar
güzel Allah’a
Gel imdi
Niyazi’yle Allah’a niyaz eyle Hâcâtı dıraz eyle Yalvar güzel Allah’a
------------------------------------
(143)
Uyan gafletten
ey nâim Hakk’a yalvar seherlerde Döküp acı yaşı daim Hakk’a yalvar
seherlerde
Kapusunda durup
her bâr Yüzün dergâhına tut var Yürekten kıl demadeııı zâr Hakk’a yalvar seherlerde
Seherlerde açılur gül
Anınçün zâr
eder bülbül Uyanıp derd ile ey dil Hakk’a yalvar seherlerde
Gel ey miskin
ü biçare İkende gezme avare Dilersen derdine çare Hakk’a yalvar seherlerde
Açılır bab-ı
Subhani Çekilür hân-ı sultani Dökülür feyz-i Rabbani Hakk’a yalvar
seherlerde
Seherde kalkuben
her gâh Yüzün yere sürüp kıl
âh İre lûtfu sana nâgah Hakk’a yalvar seherlerde
Seherde uykudan uyan Niyazi durma derd yan Ola kim
irişe derman Hakk’a yalvar seherlerde
(144)
Gönül tespih
çek seccadeden hiç ayağın ayırma Namaz ehlinden özgeyle
sakın sen durma oturma
İbadet ehli ol
hem özünü kaldırma topraktan Vududan el yuyup rahat edüp şol nefsi yatırma
Yüzün yerlere sür gel bu riyânın mescid
içinde Otur minber gibi dâim kafeste kuş gibi durma
Müezzin
nâlesin dinle dağılsın dilde teşvişin Sakın
terk eyleyip tamu kapısın sana açtırma
Cemaatle namaz terk edeni almış küdûretler
Anın terkiyle lûtf et bir küdûret
hem sen arttırma
Cemaatle namaz kılmayı
terkedip kederlenme (üzüntüye derde
düşme). Zira cemaati terketmek kederine kederdir (üzüntüne
üzüntü, derdine derd katar). Nerede olursa olsun, yani cemaatle
namaz kılmak gerekir. İster camide olsun,
ister hanen de/evinde olsun. Yani hanen de ehli ayaline/yani evinde ev halkına imam olup namaz kıldırmalı.
Camii şerifte
cemaatle hazır olmakla, hanesinde/evinde
ehli ayaline/ev halkına imam olmak birdir. İkisi arasında
Hiç bir farkı ve fazileti yoktur/fazilet farkı yoktur.
Hatibin sanma kim mülhid anın fi’line uy dâim
İmamdan gayriye asla sakın özünü tabşırma
Sen hatip olan imamın
fiiline aldanma. Yani mülhit (sapık dinzsiz) sanma. İsterse mülhit
olsun. Hazreti Resulullah buyurmuştur: Bir
cenaze
namazında üç saf bulunur ise, eğerki cenaze
salih ise, daha on kat salah verilir. Ve eğer dalih ise, yani fasık/günahkâr ise, o cemaat hürmetine cenabı Hak anı affeder. Kezalik/bunun gibi yine
hazreti Resulüllah buyurmuştur:
İmama iktida edin. İsterse salih olsun, isterse
fasık olsun. Eğer ki salih ise
sevabı artar. Eğer fasık ise o cemaatın hürmetine
cenabı Hak anı salih eder ve affeyler.
İmamdan
gayriye özünü asla tabşırma demek, padişahtan gayriye sakın tabi olma/boyun eğme demektir. Zira ehli bagi/yoldan çıkmış olursun. Ehli bagi
şunlardandır ki mesela bir taraftan halkı bagi olur, Padişahı terki itaat
eyler/padişaha itaat etmez. Padişahta onlara
haber yollar ki, zorunuz/sıkıntınız nedir? Diye sual eder. Eğer
müşkülleri şer’i (şeriata, kanuna
uygun) ise halleder, değil
ise halletmez. Yine de itaat etmezler ise bunlarla harbeder. Ve bunlar ehli bagi iken gerek muharebede kurşun ve saireden
ve gerek kendi hanesinde ecelinden vefat etse, anları gasletmek ve cenazelerinin namazını
kılmak ve defnetmek caiz değildir. Kelp/köpek gibi bir çukura gömülür. İşte şerisi/şeriata uygun olanı böyledir.
Niyazi tâatı terk eylemek
bil kim fodulluktur Kerem kıl terk-i
tâatle bu halkı başa üşürme
Kişinin canı, ırzı ve malı padişahın tahtı muhafazasındadır/Padişahın muhafazası altındadır. Ona
itaatı terk eylemekte ve başka bir padişaha tabiat etmek/tabi olmak
fuzulluktur ve asla ve katiyyen caiz değildir.
(145)
Deme kim Hakk’ı sende Mevcud ola ya bende Ne sendedir ne
bende Sığmaz ol bir mekânda
Bu bahri/açıklamayı
nakletmezden evvel bir hikâye söyliyelim, taki anlaşılsın: Şeyhülekberin tecelliyat namında bir kitabı
var. Orada buyurur
ki, Zinnuni Mısri ile âlemi berzahta buluştum. Çünkü Zinnun, üçyüz
ricalindendir/seçkin erlerdendir.
Hazreti Şeyhül ekber ise
ricalindendir. Ehlullah bu vücudu
unsuriyeden münselih olup/Ehlullah
sureti bedeninden sıyrılmış
olarak, âlemi berzahta
dilediği veli ile
görüşür. İşte hazreti
Şıh, münselihen âlemi berzahta
Zinnuni Mısri ile görüştü.
Buyurdu ki, ya Zinnun, ya ehiy/ey kardeş; sen kitabı risaletin iptidasında/başlangıcında söyledin ki; Ma hatara fi balik vallahü bi hilafi
zalik. Yani Hak, hatırıma her ne
türlü hutur ederse anın hilafıdır/Hatırıma
gelen her türlü havatır cenabı Hak’tan ayrıdır. Halbûki o havatır Hakkın gayrımıdır.
Hak’tan gayrı bir şey varmıdır. Anın vücudu müstakilesi varmıdır? Yoktur. Anın
üzerine Zinnun Mısri dedi, ben şimdiye
kadar bu meseleye, yani tevhit meselesine vakıf değildim. Şimdi anladım dedi.
İşte bu bahır/açıklama kabilinden/bunun
gibi olup Hak sendedir ya bendedir deme. Ne
sendedir, ne bendedir sığmaz o bir mekâna deniliyor.
Mekânı bi
mekândır Nişanı bi nişandır Zuhur eden yine ol Mekânda ol zamanda
Hem can ve hem ten oldur Heın sen ve hem ben oldur
Cümle görünen oldur Uzakta ve yakında
Mekânı bi mekândır. Zamanı bi zamandır. Nişanı bi nişandır, mekânda ve
zamanda, canda ve tende, sende ve bende
zuhur eden odur. Uzakta ve yakında
cümle görünen odur. Yani cenabı Haktaaladır.
Sanır mısın kim oldur İstediğin ya budur
O bu kamu bir Hû'dur Gidende ve duranda
İstediğin odur veyahut budur sanırmısın? O, bu, kamu/her şey, herkes
bir hu’dur. Giden de ve duran da. Yani münadim/yok olan da o, mevcut
olan da
o. Velhasıl İbni Faris Hz.lerinin buyurduğu gibi, ‘‘yedi bi ihticap
ve ihtifa bi mezahir’’. Yani rububiyyeti ile hicabı izzetle zahir oldu.
Mezahir ile yani o hicap ile muhtefi oldu/Yani cenabı Hak,
rububiyetin yüce örtüsüyle apaçık olduğu gibi, O örtü ile de perdelenip gizlendi.
Niyazi gözün aç bak
Her şey olupdurur Hak Sanma anı kim ola Nihanda ve ıyanda
Cenabı Hak mutlaktır. Mezahiri cüziye ile zahir olan vücudu Hak’tır/Cenabı Hak sınırlandırılamayandır. Eşya vb.
görünen kayıtlı/sınırlı
varlıklarda apaçık olan Hakk’ın vücududur. Haktaala ayandadır/apaçıktır, yani nihandadır/gizliliktedir sanma. Hem ayandır/apaçıktır hem nihandır/gizlidir. Yani kaalelüahütaalü (Hüvel evvelü
vel ahirü vezzahirü vel batını ve hüvebikülli şey'in alim / O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve
her şeyi bilendir.(Hadid-3)
![]() |
(146)
Kalbini bağ-ı
cinân et ravza-ı tevhid ile Can dimağın kıl muattar nefa-i
tevhit ile
Kâbe-i nur-ı
siyahın binihayet yolların Kat’eder erbab-ı aşk bir lemha-i
tevhid ile
Hakka giden yol nihayetsizdir (Ettariku İlallah
bi adedi en fasul halayık / Allaha giden yol halkın nefesleri sayısıncadır (Hadisi şerif). Yani Allaha yollar mahlûkatın insan
olsun, cin olsun, hayvan olsun vesair mahlûkat olsun. Ne kadar nefesleri var
ise o kadar Allaha yol vardır.
Her ne denlü rû siyah etti ise isyanın
senin Ağarır bîşek yüzün gurre-i tevhid ile
Burada Mısrı Efendi, isyanı
kendine nispet etti. Çünkü hükmü şeriat öyledir. Kaalallahutaala (Ma esabeke min hasenetin feminallah ve ma
esabeke min seyyietin femin nefsike. Ve erselnake linnasi
resuleri ve kefa billahi şehida / Sana
güzellikten her ne ererse bil ki Allahtandır,
kötülükten de başına her ne gelirse anla ki
sendendir, biz seni insanlara bir Resul olarak gönderdik, şahid ise Allah yeter. (Nisa-79)
Zamanı saadette, Medine
yahudileri bir hayır
olsa, bu hayır min indillahtır (Allahtandır) derlerdi. Bir şer olsa, burada Muhammet
bulundu da bu şer
ondan isabet etti, bu Muhammettendir derler
idi. O vakıt bu ayeti
kerime
nazil oldu ki, Kaalallahütaala: (Eynema tekünü yüdrik kümül mevte velev kimtüm
fi burucin meşeyyedetin ve intüsibhüm hasenete yekulü hazihi min indillahe ve
intüsibhüm seyyietün yekulu haza min indike kul kül'lü min indillah. Female ha
ula il kavme la yekadüne yefkahune hadisa. / Nerede olursanız olun,
sağlam ve tahkim edilmiş
kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, "Bu,
Allah'tandır" derler.
Onlara bir kötülük
gelirse, "Bu, senin yüzündendir" derler. De ki:
"Hepsi Allah'tandır." Bu
topluma ne oluyor
ki, neredeyse hiçbir
sözü anlamıyorlar! (Nisa-78) Yani hayır ve şerrin haliki ve
mucidi, yani icad edeni Hak subhanütaaladır.
Bu ayeti kerimeyi, taifeyi sünneviye
ve kaderiye Mezhebinde,
görüşünde olanlar
dahi red eder.
Çünkü sünneviye tayfası
hayrı Allah, şerri şeytan halkeder derler. Kaderiye taifesi efali izdirariyeyi (doğmak, büyümek, yaşlanmak gibi zorunlu
mecburi işleri) Allah
halkeder, efali ihtiyariyeyi (ibadet
etmek veya etmemek, hayra yahut şerre yönelmek veya yönelmemek gibi işleri) kul halkeder, der. Halbûki bu
küfür ve şirktir. Bu iki mezhep/görüş te batıldır.
Çünkü böyle olursa
Halik/yaratan iki olur ki biri Hak, biri de şeytandır.
Ve mezhebi diğerçe/diğer mezheblerin bu
gibi
kavilleri (sözleri)
batıldır (doğru değildir
yanlıştır).
İşte hayır ve şerrin haliki Hak subhanehutaaladır. Velâkin
şer’an hayır Hakka nispet olunur.
Zuhur ettiği mazharda
mesab olur. Şer, kula yani nefse
nispet olunur. Ve hükmü şer’ice kısas olunur (İşte
hayır ve şerrin
yaratanı
Allah’tır. Fakat zuhur ettiği yerde hayır olursa Hakk’a, yok şer olursa
nefse/şahsa nisbet olunur. Şeriat hükmünce o suçu yapana aynısıyla ceza verilir). Yoksa hayır ve şerrin haliki/yaratanı Hak’tır. Fakat hükmü şer’i bu
minval
üzeredir/Fakat şeriat’ın
hükmü bu şekildedir.
Maverâ-yı ins ü cinni
seyredip Arşa çıkar Kim ki mi’rac eyledi ise cezbe-i
tevhid ile
İns ve cin, mirac edemez. Âdem aleyhisselamdan evvel,
bu dünyada cinler
var idi. Cinler birinci kat
göğün altına kadar çıkıp melaikenin sözlerini istima ederler/dinlerler
ve gaipten haber verirler idi. Hazreti Resulullah Dünyaya gelince
bunlar oraya çıkmaktan men olundu. Bir daha yukarı çıkamadılar. İns dahi mirac edemez. Miracı
cismani Resulullaha mahsustur. Miracı ruhaniyi,
her nebi ve her veli ve verese ifa
eder. Burada oturur iken kendinden kaybolur veyahut rüyada arşı kürsü
eflâka/feleklere uruc eder/yükselir. Orada eflakin ilmini öğrenir.
Ey Niyazi
arif-i billah gönülden selbeder On sekiz bin perdeyi bir lem’a-i tevhid
ile
Yani arifi billâh olan kimse, onsekizbin âlem perdesin refeder/kaldırır.
Yani bir lemayı tevhit/tevhidin parıltısı
ile kendi gözünde
olan onsekizbin âlem perdesini kaldırır.
![]() |
(147)
Zerreler zahir
mi olurdu âfitâbı olmasa Katreler kande yağardı
hiç sehâbı olmasa
Zerreler zahir mi olurdu,
cemali ilahi güneşi olmayaydı. Çünkü bu âlem, zerrelerle memludur/doludur, derler. Velâkin afitab
olmasa zerreler zahir olurmu (Velâkin
güneşin aydınlığı olmasa zerreler, yani ufak büyük tüm eşyalar varlıklar açığa
çıkarmıydı
görünürmüydü)? Zerrelerin zuhuru (açığa çıkıp görünmesi) güneşledir. Katrelerin (yağmur, kar damlalarının) nüzulu/inişi ise, sehable
yani bulut iledir.
Bahr-ı zatın
ıııevcinin hiç haddi vü pâyânı
yok Zahir olmazdı cihan anın hubâbı olmasa
Yani burada hubab dediği, işte hubab su yüzünde olan bülüskalar (baloncuklar, kabarcıklardır) yani
bahreynin kesreti envacına nihayet yok/deniz dalgalarının çokluğuna sınır son yok. Eğer hubabı olmasaydı, bu cihan zahir olmazdı (Eğer deniz kabarcıkları
gibi Hakkın tecellileri olmasaydı, bu cihan açığa çıkmazdı).
Herkes anlar hem görürdü
yüzünü ey dost senin
Kibriyâ-yı Lenterani’den nikabı olmasa
Ey dost,
seni herkes anlar ve herkes
yüzünü görürdü.
Eğer Hazreti Musaya buyurduğun lenterani / beni asla
göremezsin (Araf-143) sözü
olmasaydı. Çünkü Cenabı Hak, mutlak olarak görülmez.
Kim bilirdi
zülfün ile kaşların
mânâsını İki âlem gibi şerh eder kitabı olmasa
Ukdesin kim halledeydi ol kitabdan zülfünün Anın insan denilen âhırki bâbı
olmasa
Haşrı inkâr eyleyen
mülhidler ilzam mı olur
Sâlbesâl evrâk-ı eşcar inkılâbı olmasa
Haşır
hakkında üç mezhep/görüş vardır. Biri etiba (tıp âlimleri, tabibler) ve mühendislerin mezhebi
ki, bir kişi vefat ettimi cesedi dağılır toprak olur Ruhu haşrolur derler. İşte bu mezhep/görüş bütün
bütün
batıl/yanlış bir mezheptir.
Ağacın yaprakları gibi kış oldumu
dökülür, yaz oldumu
yine biter
görüşünde olanlar
vardır ki, bu da ikinci mezheptir/görüştür.
Biri de ayni iade olunur der. Diğeri ise misli/benzeri iade olunur der.
Aynı iade olunan ne gibidir? İşte biri vefat eder cesedi
dağılır, hatta madeniyata kalbolur (toprakta kaybolur). Demir dahi olsa cenabı Hak kudreti ile anı/onu demirden, kömürden iade ederek cem edüp/toplarlayıp cesedi evvelinin
aynısı olarak iade edüp ve haşr eder. Bunu müebbet (Buna delil) olmak üzere surei esrada cenabı
Hak buyurmuştur. Kaalallahütaala: (Ve kalu e
iza ktinna izamen ve rufaten
e inna le mebusuna halkan cediden kul
künü hicareten ev hadiden.
Ev halkan mimma yekbürü fi sudurikum feseyekulune men yuidüna kulillezi fetareküm evvele merretin fese yünfidüne
ileyke ruusehüm ve
yekülüne meta
huve kul asa en yeküne kariben / Dediler
ki: "Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi? De ki:
"(Şüphe
mi var?) İster taş olun ister demir!" "Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız
olan başka bir varlık olun, (yine de
diriltileceksiniz.)" Diyecekler ki:
"Peki bizi hayata tekrar
kim döndürecek?" De ki: "Sizi ilk defa yaratan." Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir
tarzda) sallayacaklar ve "Ne zamanmış o?" diyecekler. De ki:
"Yakın olsa gerek!"(İsra-49, 50, 51)
Ayeti kerimelerinde
buyurulmuştur.
Ve biri de misli/benzeri iade olur deyen mezheptir. Ki, işte evrak eşcar/yaprak, ağaçlar gibi kış olduğu vakit evrak/yapraklar
dökülür, yaz oldumu yine yapraklar iade olunur derler. Velâkin o kışın dökülen
evrak/yaprak mı iade olundu? Hayır, anın misli/benzeri
iade olundu.
Kezalik/bunun gibi insan vefat eder ve cesedi dökülüp çürür, sonra misli/benzeri
iade ve haşrolur.
Velâkin bu bapta daha sahih
olan mezhep ayni iade olunur, demektir. (Bu
mevzuda gerçek, doğru
olan, aynıyla iade olur diyenlerin mezhebidir/görüşüdür).
Kabri vahdet
kûşesi haşri tamâşâgâh idi Ey Niyazi kimde
kim cehlin azâbı olmasa
Marifetullaha
vasıl olan kişinin haşrı, yani haşrı ehli tevhit temaşagah gibidir.
Makamatladır (Marifetullaha kavuşan
kişinin haşrı, yani ehli tevhidin haşrı eğlence seyreder gibidir. Çünkü onun seyri tevhid makamatıdır).
Cem, Hazretülcem, cemül cem, ahadiyet makamatı tamaşa/seyri ile
haşr olur eğer ki, cehaletle oluşan azabı olmazsa, yani arifi
billâh olursa. Çünkü
bütün azap cehaletten kopar. Yani azap, cenabı Hakk’a arif olmamaktan
ötürüdür.
![]() |
(148)
Ahvâl-i
serencamın Bu saate erince Dimem sana icmalin Ta gayete erince
Biz beş er
idik çıktık Bir demde yola girdik
Kırk yılda pire erdik Bu sohbete erince
Beş erden murad, beş şeyden mürekkeptir (Beş erden maksat beş
şeyin birleşikliğidir ki bunlar 1
- Nefs, 2 - Ruh, 3 - Hafi, 4 - Kalp, 5
– Sır’dır.
Nefs; kesreti/çokluğu, kalabalığı sever, ruh; vahdeti/Bir’i sever. Yani ruh makamı cem, nefs
hazretül cem. Vahdet zahir cem, Hazretülcemde ise
kesret zahir. Kalp; cemmül cem ki daima takallüp de/daima bir yandan
bir yana dönmekte. Sır; ahadiyet. Hafi ise;
Zat .
İşte bu beş er
ile bir nefeste yola girdik. Kırk yılda pire erdik. Çünkü ehli tevhidin vakti büluu/ergenlik
çağı yani kemal
vakti kırk yaşındadır. Nasıl ki sabi/küçük çocuk
onbeş yaşında haddi buluğa/ergenliğe girerse, kezalik/bunun gibi ehli tevhitte
kırk yaşında haddi bulüğe/ergenliğe
erer.
Hatta nebiler bile kırk yaşından evvel izharı nübüvvet
etmediler, yani peygamberliklerini açıklamadılar. Maaza
daha âlemi ervahta
nebi
idiler. Hazreti Resulullah buyurdu (Küntü nebiyyen ve âdeme beynel
mai vettıyn
/
Âdem su ile toprak arasında iken ben nebi idim).
Halbûki kırk yaşından sonra nübüvvetini izhar etti/peygamberliğini açıkladı. Velhasıl ehli tevhit,
kırk yaşından sonra kemale erer.
Her yaneye
çalındık Çok adları takındık Dört tekbiri bir kıldık
Tâ kamete erince
Dört
tekbirden murad, cenaze namazıdır. Cenaze namazımız kılındı. Yani (Mutu
kable ente mutu / Ölmeden evvel ölün. Hadisi şerif) sırrına mazhar olduk demektir.
Hatta tariki bektaşiyede iptida/başlangıçta sûluk edenin bu sırra işaret
olmak üzere cenaze namazını kılarlar. Fakat bu bektaşiler değil, bunlar refadidlerdir.
Çün kamed alıp durduk Divanına el bağlu
Vechini ıyan gördük Bu hayrete erince
Hayretten murad,
hayreti ilmiyedir. Hatta Resulullah duasında
(Allahümme zedni like tehayyur / Allah’ım
hayretimi arttır.) buyurdu.
Taât bu imiş
ancak Râhat bu imiş ancak
İzzet bu imiş ancak Bu hizmete erince
Kesret idi bir
oldu Suret idi sır oldu Zulmet idi nur oldu
Bu âyete erince
Çün can ile bir idik
Ebdan ile dağıldık Ahirki deme erdik Bu vahdete erince
Can kimdir? Nuru Muhammed, S.A.V.dir. İşte o canla bir idik. Bedenlerle dağıldık. Mesela, Şems/güneş birdir,
velâkin ziyası/ışığı taksim olunur/bölünür ve
herkesin hanesine/evine penceresinden girer.
Ziya/ışık bir iken haneler/evler ile dağılır tekessür eder/çoğalır. Bu avalem/âlemler hep Nuru Muhammedinin tafsili/ayrıntısı değilmi? İcmal/Öz kimdir?
Nuru Muhammed aleyhisselamdır.
Bin dört yüz kanat
açtım Altı yüz dahi koştum
Tâ on beşe dek uçtum
Bu hâlete erince
Bindörtyüz kanattan murad, Mısri efendi tariki halvetiyedendir.
Halvetiye, yedi isme müdavemet/devam ederler. Yani makamatı tevhidi yedi isim ile telkin ederler.
Bunlar 1 - La ilahe illallah, 2 - Allah, 3 -Hu, 4 - Hak, 5 - Hay, 6 - Kayyum, 7 - Kahhar.
Şimdi esmai hüsna 99 birde zat yüz oldu. Allah ismi
cami değilmi? Cem'i esmaya camidir. Yedi isim yüzerden darp et/çarp, yedi yüz olur. İşte yediyüz
zahir, yediyüz batın bindörtyüz eder. Çünkü onlar herbir
ismin nurunu
görürler kiminin nuru yeşil, kiminin
kırmızı, kiminin sarı keza ve keza/Ve
benzeri gibi.
İşte bindörtyüz kanattan
murat, bin dört yüz isimdir.
Altı yüz dahi koştum.
Bundan murat tariki halvetiyede hilafet verdikleri vakit; sırrı hilafet
olmak üzere daha üç isim
talim ederler. O isimlerin biri vedut, biri gaffar, biri rezzak. Vedut ismi ile
muhabbeti ilahiye hâsıl olur. Gaffar ismi ile mağfiret talep eder. Rezzak ismi
ile rızk ister. Bu üç isimde yüzerden üçyüz olur. Üçyüz zahir üçyüzbatın
altı yüz eder. Bindörtyüz hem dahi altıyüz
ikibin eder. İşte bu ikibin ismi daima zikrederler demektir.
Ta onbeşe dek uçtum demek,
haddi bülüğa/ergenlik çağına kadar demektir. Ehli tevhidin
kemali kırk yaşındadır.
Dünyayı nider
Âşık Ukbayı nider sâdık Mısri olagör ayık Sen vuslata erince
------------------------------------------------ (149)
Hüda dâvet
eder elhamdülillah Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakikat
şehrine çün rihlet oldu Gönül durmaz iver elhamdülillah
Duyaldan can u
dil vasl-ı habibi Hem okur hem yazar elhamdülillah
Yakın geldi
tulûa şems-i ruhum Bugün günüm doğar
elhamdülillah
Ölüm
dedikleridir halvet-i yâr Kamu ağyâr gider elhamdülillah
İşte mevti ihtiyari ile meyyit olanlar ile Yani Hak ile halvet bulur.
Nazarında ağyar kalmaz, yâr ile tenha kalır (kendi isteğiyle ölmeden evvel
ölenler, bir’le
bir olur. Ve onun müşahedesinde Hak’tan gayrısı kalmaz, o hep ilahi sevgili ile vuslatta olur ).
Şehadet mansıbıdır âli mansıb Bize
verilirser elhamdülilah
Muharebede
şehit olanın mansıbı âli mansıp/makamı
yüce makamdır. Velâkin tevhit şehidinin mansıbı/makamı ondan
daha âlâdır. Çünkü Hz. Resulullah gazavattan avdet buyurduğu
vakit/harpten döndüğü zaman; Recana min cihadil azgar ila cihadil ekber / Biz küçük cihaddan büyük cihada döndük o da nefsimizle cihaddır, Buyurdu. Yani küffar ile
muharebe cihadı azgardır/küçük
cihattır. Ondan (bu sebebepten) cihadil ekber/büyük cihat olan nefsiyle cihada rucu
etmektir/dönmek gerekir.
Göründü mâna yüzünden cemali Bozuldu hep suver elhamdülillah
Biliştik bunda hem ihsanlar etti Nasibimiz kadar elhamdülillah
Ne gam giderse dünyadan
Niyazi Visaline erer elhamdülillah
---------------------------------------------------
(150)
Dönmek ister
gönlüm cümle sivâdan Dönelim âşıklar Mevlâ derdiyle Geçmek ister gönlüm mülk-i fenâdan
Geçelim âşıklar Mevlâ derdiyle
Derde düşen
âşık nitsün cihanı Dert ehlinin dâim yanmakta canı Döner arzulayıp vasl-ı cânânı Dönelim
âşıklar Mevlâ derdiyle
Ay u gün yıldızlar heın nüh felekler Arşın etrafında saf saf melekler
Meydan-ı aşkta cevlân ederler
Dönelim âşıklar
Mevlâ derdiyle
Ta’n eyleme
zâhit benim hâlime Dahleyleme hergiz bu devrânıma Dermanı devranda
buldum canıma Dönelim âşıklar
Mevlâ derdiyle
Baş açup girerim aşk meydanına
Mansur olurum Enel-Hak dârına Yanmakta Niyazi şevkin nârına
Yanalım âşıklar Mevlâ derdiyle
(151)
Bilmem nitsem
neylesem Bu halvetin şerbetine
Bu canı teslim eylesem Bu halvetin şerbetine
Hep gökleri
indirseler Şerbet ile doldursalar Bircek bizi kandırsaıar Bu halvetin şerbetine
Şerbeti gönderende Hak Önünce gün olsa çerak Yıldızlar olsa hep çanak Bu halvetin şerhetine
Duysa bunu şâh-ı cihan Katresine vereydi can Olmaz baha kevn ü mekân
Bu halvetin şerbetine
Bu bir acep
ilden gelir Ancak bunu içen bilir Kim tatsa hayrette
kalır Bu halvetin şerbetine
Her kime olsa feth-i bab
İçer anı görmez azab Cism ü canı eyler kebab Bu halvetin şcrbetine
Şerbetimiz
tükenmedi İçenleri usanmadı Niyazi hergiz kanmadı Bu halvetin şerbetine
Tevhitde iki vech/yüz vardır.
Biri halvet biri cilvet (Biri Hakk’ın
vahdet zuhuru biri Hakkın kesret
zuhuru). Makamı cem, Hak
zahir halk batın olup bu halvet
makamıdır. Hazretülcem ki;
makamı şeriattır, bu makam da halk zahir Hak batındır. Ehli halvete (yani
mağara hücre vb.yerlerde tenhaya çekilmekle halvet
yapanlara) sıfata kadar makam
gösterilir. Ki onlara sıfatiyun tabir olunur. İşte bunların makamları şeriattır ki; makamları hicabiyedir/perdelidir. Ehli cilvete ise, makamı zat’a kadar gösterilir.
Onlara zatiyun tabir olunur. Makamı cem, makamı hakikattir ve hakikatta,
Hak zahirdir demektir.
![]() |
(152)
Zuhur-u
kâinatın mâdenisin ya Resulullah Rumuz-u küntü kenz’in
mahzenisin ya Resulullah
Hz.
Resulullah buyurmuştur : (Evvela ma
halakallahu nuri ve evvelü ma halakallahu ruhi ve evvelü ma halakaltahu ilmi ve evvelü
ma halakallahu akli / Allah
evvela nuru’mu yarattı, Allah evvela ruhumu
yarattı, Allah evvela ilmi yarattı, Allah evvela aklı yarattı). Ki bu dördü de birdir.
Cem'i/tüm mahlükat
ve malûmat dünya ve ahiret nuri Muhammedi de cem oldu/toplandı. Nuri Muhammed bir kere tecelli
etti, nefsi kül ki şeriatta
ona levhi mahfuz tabir olunur. Vücudu külde; yani bu kâinat nefsi külde tafsil/ayrıntılı
oldu. Amma tafsili manevi, ondan tabiat, ondan heyyüla, ondan
cismikül, ondan şekil ondan arş ki; bu âlem vücuda geldi. Çünkü arştan evvel
olan altı mertebe manevidir. Arştan kürsü, feleki atlas, feleki burç, feleki
mükevkep, feleki menazil yedi kat gök,
yedi kat yer, mevalidi selase
ki maden, nebat, hayvan nihayet mertebe-i insan. İşte bu avalemin madeni hep
nuru Muhammed S.A.Vesellemdir. Çünkü bunlar
o nurun tafsilidir/ayrıntısıdır.
Beşer denen bu âlemde senin suretle şahsındır Hakikatte hüviyette değilsin ya
Resulullah
Beşer denen
bu âlem de resulullahın suret ve şahsıdır. Yoksa hakikatta ayni Hak’tır.
Vücudun cümle
mevcudatı nice câmi olduysa Dahi ilmin muhit oldu kamusun
ya Resulullah
Dehânın menba-ı esrar-ı ilm-i min ledünnidir Hakayik ilminin
sen mahremisin ya Resulullah
Ne kim geldi cihana hem dahi her kim geliserdir
İçinde cüınlenin ser-askerisin ya Resulullah
Cihan bağında insan bir şecerdir
gayriler yaprak Nebiler
meyvedir sen zübdesisin ya Resulullah
Cihan bağında
insan bir ağaçtır.
Gayrileri yani hayvan
tuyur/kuşlar, vuhuş/yabaniler
velhasıl insanın gayrisi o ağacın yaprağıdır.
Enbiya/peygamberler ise meyvesidir.
Resulullah zübdesidir/Özüdür.
Yani evvel ahir odur. Bir çekirdeği ekip/ekersek ağaç olur. Sonra meyva verir.
Yine sonu çekirdek olur. Velhasıl evvel ahır Resuulllah S.A.V. dir.
Şefeat
kılmasan varlık Niyazi’yi yoğ ederdi Vücudu
zahmının sen merhemisin ya Resulullah
-------------------------------------------------------------------------------------------
(153)
Ey bimisal-i
vahid hüsnün misâl içinde Ayinenin göründü bir hub cemâl içinde
Kalellahutaala (Leyseke mislihi
şeyün ve hüvessemiul basir./… O'na
benzer (misâl olacak) hiçbir şey yoktur. O işitendir,
görendir.
Şura-11) Yani Hak subhanehutaâlânın misli/benzeri gibi
bir şey olmadı. Hakkın
misli Âdem dir,
(Halakallahu âdeme ala suretihi
/ Allah Âdemi kendi sureti üzerine yarattı hadisi şerifidir. Yani cenabı Hak, Âdemi kendi sureti
üzerine halketti/yarattı. Çünkü
ayeti kerimede Hakk’ın misli/benzeri olmadığı ispat oldu. Âdem ise. Hakkın esma ve sıfatını camidir/toplayandır. Hakikatte Âdem, aynı
Hak’tır. Zira hakikatta Hakk’ın misli/benzeri yoktur. Âdem bir mazhardır/görünme yeridir. Âdemden zuhur eden/açığa
çıkan, görünen Hak’tır.
Düştü kamu
heyâkil kametine mukabil Cümbüşü gösteren sen şekl ü hayâl içinde
Yani cemi suret, kametine mukabildir (Yani tüm varlıklar Hakkın karşıtı, gayrısı zannedilir). Oysa bu Hayâl âlemi içinde
alan, veren, giden, gelen Hak taâlâdır.
Bu san’atı
kim bilir bu kudreti kim görür
Bu vuslatı kim bulur ceng ü cidâl içinde
Kande bulur isteyen lûtfunu
ey dost senin Çünkim anı gizledin kahr u celâl içinde
Mushaf-ı hüsnüne
çün tefeül eyledim
ben Burc-u belâda gördüm
kendimi fâl içinde
Defeülü (fal açmayı) icad eden sahabeden Said İbni Zübeyirdir. Ki Üç ihlâsı şerifi enbiyaya hediye
edip mushafı şerifi açarsın. İptidasından nihayetine/başından sonuna kadar o sahifeyi okursun, Niyet
ettiğin maslahatın fiili veyahut terki (niyetinin
yapılabilirliği veya terkedilmesi) hakkında behemahal/illâki münasebetli/ilgili ayet
gelir.
İşte Mısri Efendi böylece tefe-ül etti/fal açtı.
Kendini burcu belâda gördü. Anlaşılan Hazreti Musa Kıssası isabet
etti. Çünkü Hazreti Musa gibi belakeş nebi hiç olmadı. O zamanını hep bela ile
geçirdi. İptida/önceleri firavun ve Beni İsrail/İsrail oğulları ile dahi çok muharebe
etti. Ne ise sonra Firavun
denize gark oldu. Kavmi buzağıya taptı. Beni İsrail ile dahi çok muharebe etti.
Taliimi yokladım
mihnet evinde buldum Anın için yürürüm her dem melâl
içinde
Remmallerin/falcıların bir şeyi var. Ki oniki eve nokta döker, hangi eve isabet eder ise talihi ona
göredir. İşte Mısri efendinin remli/falı
mihnet/eziyet, sıkıntı
evine isabet etti.
Çünkü Mısri efendinin
zamanında Hazreti Musanın zamanı gibi idi. Çokça ehli
tarika ve ehlullaha münkiri/inkâr
edenleri var idi. Ve Ehli
tevhide rahat vermezler idi.
Kısmet-i ruz-ı ezel aldı kamu nasibin Kimisi buldu rahat kimi nikâl
içinde
Bizim de mihnet imiş kısmetimiz ezelde Kaldı başım anın çün fitne ve âl
içinde
Gamsız olan
âdemi sanma anı âdemi Hayvandan ol adeldir
kaldı dalâl içinde
Yani demek olur ki, dünya
ile rahat olup kendisinden aşkı ilahi olmayan
ve gam sahibi bulunmayan
âdemi, âdem sanma. O hayvandan adâldır/aşağıdır.
Yani dalâlet/sapkınlık içindedir,
demektir.
Şadlık ehli aşıka aşkın gamıdır veli Şol ayrılık güzeldir ola visal
içinde
Haddin tecellisine müştak
olur bu canım Görmedi çoktan anı şol zülf ü hâl içinde
Mescide varmak
ile zevke ereydi zâhid
Kılmazdı dâvayı ol bu kıl u kal içinde
Meyhanede bir kadeh nuş etmeyi vermezem Bin şuğluna sofinin tekkede şâl
içinde
Mescide varmak ile zevke ereydi
zahid, bu meyhanede bir kadeh nuş etmeyi
vermezim beyitlerini anlaşılmak için pes/şimdi bir
hikâye tahrir edelim:
Hazreti. Resulullah bir defa Hz. Ömerin hanesine teşrif etti.
Hz. Ömeri tevrat okurken gördü.
Nedir o kitap Ya Ömer? dedi.
Hz. Ömer de efendim tevrat dedi. Ol vakıt Resulullah
buyurdu. (Lev kanel Musa hayyen tebeani
ila ahıre.
Yani Hz. Musa şimdi olsa bana tabi olurdu. Yani bana ümmet olurdu.) Bundan
anlaşıldı ki, gerek tevrat gerek incil ve gerek zebur ahkâmı nesh olundu/hükmü kaldırıldı. Onlar ile amel
etmek küfürdür. Ancak o kitaplarda kitabullah olmakla Kur'an gibi hürmet ve
tazim eylemek vaciptir/gereklidir.
Kezalik/bunun için isevilerin kiliselerine,
musevilerin havralarına islamın
mescitlerine ve camileri
gibi riayet ve hürmet
etmek lâzımdır. Çünkü eski mabettir. Anın duvarına tebevvül
etmek/işemek ve pislik atmak caiz değildir.
Yani caminin duvarına tebevvül etmiş/işemiş ve pislik atmış gibi olur.
Velhasıl tazim ve hürmette Tevrat, İncil, Zebur ile Kuranın hiçbir farkı yoktur. Olmadığı gibi cami ve kilise ve
havraların dahi hiç bir farkı yoktur.
Çünkü
Hizziyeleri ile onların dinleri ve mabedleri Hazreti Resulullah tarafından
takrir edildi/anlatıldı. Canları canımız gibi, malları
malımız gibi, ırzları ırzımız gibi himaye olmak lazımdır. İşte onların
kitaplarının kitabımızdan, mabetleri mabedlerimizden riayette farkı yoktur.
Velâkin kitapları
ile amel olmak bize küfürdür.
Çünkü Ahkâmı bize mensuhtur/bizce
geçerliliği kalmamıştır. Ve
mabedlerine duhul etmek/girmek haramdır.
Ancak kendileri hakkında Hazreti Resulüllah tarafından takrir olunduğu cihetle
eski hıristiyanlar beyninde/arasında bir
maslahat zuhurunda kendi şeriatleri ile fasıl maslahat
edilmesi meyanelerinde olur (Hıristiyanlar
kendi aralarındaki meselelerde kendi şeriatları ile hem hâl olur).
Velâkin islam ile bir hıristiyanın
maslahatı zuhurunda o ise behemahal
şeriatı Muhammediye ile fasıl olmak lazımdır (Velâkin Müslüman ile Hıristiyan arasındaki meselelerde mutlaka,
Hz.Muhammed şeriatı ile amel olunması lâzımdır).
Mescid ü ıneyhaneyi fark eylemem zâhidâ Göründüm ise ne var ha ile dâl
içinde
Mescit ile
meyhanenin şeriat ve tarikatta farkı var. Çünkü şeriatta mescit, mahalli
ibadettir/ibadet yeridir. Meyhane ise mahalli isyandır/isyan yeridir. Ve tarikatta mescit,
mazharı cemâldır, yani Hakkın cemâl yüzüdür. Meyhane ise Hakkın celâl yüzüdür.
Velâkin hakikatta aralarında hiçbir
farkı yoktur. Mısri Efendi de, ehli hakikat
olduğu için, mescit ile meyhaneyi
fark etmediğini söyledi. Çünkü (feeynema
tüvellü fesemme veçhullah / Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü
oradadır… (Bakara-115) ayeti kerimesi varid olmuştur. Yani her nereye
teveccüh edersen Hakkın yüzüdür. Gerek mescit, gerek meyhane olsun.
Ver serini
Niyazi sırrını verme yâde Nâdâna sırrın veren
kalır vebâl içinde
Ey Niyazi başını ver, sırrını verme ağyare/yabanılara, Cahile sırrını
yani sırrı ilahiyi ifşa eden vebal içinde kalır. Kalellahütaala (İnnallâhe yeé'murukum en tueddul emânâti
ilâ ehlihâ. Yani Haktaala emretti, emaneti ehline veresiniz
na ehline (ehil
olmayana) değil.(Nisa-58). Emaneti ehline vermez isen o ehline zulüm etmiş
olursun. Yok eğer na ehline/ehil olmayana verirsen emanete
zulüm etmiş olursun.
Velhasıl emaneti ehline vermekten çekinme. Ve na ehline de/ehil
olmayana da verme.
![]() |
(154)
Ey şeh bu zen dünyanın gel âline aldanma Sem’-i ruhi nârına pervane gibi
yanma Fanidir anın hüsnü var rengine boyanma Ahdine ve vâdine gönül verip
inanma
Haktır bu sözüm Hakla inkârına
dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü yalan sanma
Bu dünya yedi
başlı bin dişli bir ejderdir Her başta bin ağzı var her lokması
âdemdir Zehridir anın tiryâk tiryâki anın semdir
Her şerbeti kim içsen şerbet
değil ol demdir
Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü yalan
sanma
Mat oldu nice
şehler bu dünyanın âlinden Doymadı biri bunun
câhından ve malinden İbret alabilirsen al mah ile
sâlinden
Gör nice döner tez tez her biri hâlinden
Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü
yalan sanma
Akl ile bunun hergiz
bir hilesi bilinmez Şeytanı dahi gizli ilim ile o
bulunmaz
Her ne kadar ana sen şetm eylesen o alınmaz
Rıfk ile eder mekri her yaneye çalınmaz
Haktır bu sözüm Hakla
inkârına dayanma Gerçeklere
teslim ol her sözü yalan sanma
Mısri sanadır
bu söz cehd et alagör ibret Fakr ile edip fahri etme ona sen minnet Emraz-ı
cehilden sen buldunsa eğer sıhhet Tutma sakın asla hiçbir kimseye
var küdret
Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü
yalan sanma
-----------------------------------------------------------------------
(155)
Gele Deccal gele gele
Gör kim bugün neler ola Cümleten il sana güle
Gele deccal gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Deccal; zamanı
saadette dünyaya geldi.
İsmi İbnizziyadır. Dini İsayı ve
dini Muhammediyeyi kabul etmedi. Fesada kıyam etti/bozgunculuğa
kalkıştı. Bir yerde onu kıstırdılar. Hz. Ömer, katline, Hazreti
Resulullahtan izin talep etti. Hazreti Resulullah buyurdu; Bu ahır zamanda imtihan için halkolunmuştur. Katle
ruhsat vermedi. Sonra bunu babası
ile beraber bir bulut
gelip kaldırdı. Bahri kılzemde, yani şap denizinde bir adaya bıraktı. Hatta
temümdarı
hazretlerini cinler kaldırıp bir semte götürdü. Oradan gelirken bir adaya uğradı.
Bir hayvan gördü ki, başı kıçı beyan/belli değil, öyle bütün her
tarafı saçlı. İşte Hazreti Temümdarenin bu
gördüğü dabbetül arzdır.
Hatta o hayvan temümdareye söyledi. Ki Eğer deccalı
görmek istersen falan deyirdedir ve zincirler ile
bağlıdır. Çünkü Dabbetülarz, söyler/konuşan bir hayvandır. Sonra temümdarı
deccal ile görüştü ve deccal sual etti; Ona sen kimsin? Kimin
tabiisisin? Dedi. Temümdarı de Muhammedin
dedi.
Mesihdeccalı sordu, Hazreti
Ömer sağmıdır? Temümdarı
dedi ki Sağdır.
Deccal, O sağ ise ben daha
çıkmam dedi.
İmamı mehdi,
Medinei münevverede zuhur edip, Mekkeyi
feth eder. Ve feth
ede ede Halebe kadar gelir.
Beni evserde (Asfar oğulları) da devleti Osmaniyeden İstanbulu
zaptedip, Padişahı Halep'e kadar takip eder. İşte İmamı Mehdi Halep'e geldiği
vakıt padişahı orada bulup, onu asker üzerine paşa tayin ederek
gelip İstanbulu tekrar zapteder. Dokuz ay geçmeden sonra işitilirki Basra
tarafından mesih deccal zuhur etmiş. Yine padişah ile Mehdi mesih deccal
üzerine gider. Mesih deccal, Şama firar edip Hazreti İsa da ak minareden nüzul
ederek, Şamda babullüt var, onun önünde rumle tabir olunur bir meydan var.
Orada Hazreti İsa Mesih deccalı katleder.
Cemi ervahı evliya/tüm
evliyanın ruhu imamı Mehdinin
askeri olacaktır.
Devrin tamam oldu senin
Zevkin haram oldu senin Yoldaşın lâm oldu senin
Gele Deccal gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Mesih Deccal devri, bir haftadır. İptida/başlangıçta ki günü bir ay kadar,
ikinci günü bir hafta kadar, üçüncü günü yirmidört saat kadar. Sair/diğer dört
günü bu günler kadardır. Mesih Deccalın zevki küfürdür. Hazreti İsa gelince
küfür haram olur.
Melekler seni
tutsunlar Kürsünü arştan atsınlar Tahtesserâya tıksınlar
Gele Deccal
gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Kaçar idin sen Allah’dan Lâ ilahe illallah’dan Gazap
irdi sana şahdan
Gele deccal
gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Mesih Deccal Allah’tan ve lailahe illallah’tan kaçardı. Çünkü İsayı ve dini Muhammediyi kabul etmedi. Deccal üçtür: Enfusta Deccal,
nefsi emmaredir.
Afakta Deccal Şeytandır da,
onun devri kıyamete kadardır.
Bir de Mesih Deccal ki; ahır zamanada zuhur eder. Bir de Deccal, bir kişi
avratı ile icma/halvet ettiği
vakit besmele koşmaz/çekmez ise, şeytan sebkat eder/ilerler. Velhasıl olacak çocuk
şeytanın oğlu olur. O da deccaldır demek caiz/uygun olur.
Ezazil’e
bürhan idin Şer işe pehlivan idin Şeytanlara
şeytan idin
Gele Deccal
gele gele
Gör kim senin hâlin
n’ola
Şeytan Can’ın
evvel ki oğlu, Hz. Âdemin evvelki oğlu Kabil in
kâfir olduğu gibi Can’ın
da evvelki oğlu İblis te kâfir oldu. Velâkin âdeme secde
etmediği vakit kâfır oldu demek değil. Haniya Zümre-i melaikeden idi ve
meleklerin hocası ve reisi idi dedikleri hep yalandır. İblisin
Hilkatı/yaratılışı
küfür üzere idi, kâfir olduğundan ötürü Âdeme secde etmedi.
Ehl-i fesada köprüsün Can ibni canın birisin
Gösterirsin yol eğrisin
Gele Deccal
gele gele Gör kim senin hâlin nola
İsâ nüzul ede
yere Deccal’ı hem ehlin kıra
Ana uyanları süre
Gele Deccal
gele gele Gör kim senin hâlin nola
Ben ölem ve
hem dirilem Sonunda seni öldürem Gözüne toprak dolduram
Gele Deccal gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Ehlullahın ervahı/ruhları İmamı Mehdinin
askeri olacaktır. Bu cihetle
öldürem gözüne toprak dolduram dedi.
Asa-yı Musa
bendedir Hem yed-i beyza bendedir
Mısri bana bir bendedir
Gele Deccal gele
gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Hz. Musa
Şuayıp A.S.mın yanında on sene durdu. Küçük kızı Safurayı alıp damadı oldu. Sonra Şuayıp
A.S. dedi: Sen resulsün Mısıra
git ve Âdem A.S.mın asasını
verdi. Yani Musanın Asası Âdemin asası idi. Enbiya anı miras tariki/yolu ile
alırlar idi. Sonra Hz.Musa haremini/eşi ve karındaşı Harun ile beraber
üçü revan oldular/yola koyuldular. Vadiyi Tuvaya geldiler ki; Vadii
Tuva, Turi sinanın arkasındadır.
Gece oldu ve kış vakti idi. (İz
reanaren fe kaleli ehlihim küsü inni anestü naren lealli atiküm min ha bi kabesin ev ecid'ü alennari
hüda. Hani bir ateş
görmüştü de ailesine, "Siz burada kalın, ben bir ateş
gördüm (oraya
gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm yahut ateşin başında, yol
gösterecek birini bulurum" demişti. Taha-10) Ayeti kerimesi mantıkınca karşıda bir
ateş gördüler. Harun dedi:
ben Harem ile burada kalayım
sen o ateşe git orada kimse olmalı hem biraz ateş al ve
hemde yolu yanılmayalım sor.
Hemen
Hz. Musa kalkıp gitti Ayet (Felemma ataha
nudiye Ya Musa / Yani ateşe yakın olunca ateş suretinden nida geldi
Yani ya Musa (Taha-11). (İnni ene rabbüke tarıla naleyk inneke
bilvadil mukaddesi tuva / Ben senin
rabbınım nalınını çıkar. Tahkik sen tuva namında mukaddes bir yerdesin Taha-12).
(Ve enehtertüke festemi
lima yuha./ Yani ben seni nubuvetime ihtiyar
ettim
(seçtim)
Sana vahi olanı işit (Taha-13). (İnneni enellahu
la ilahe illa ene
rabudhi ve ekimesselate lizikri./ Yani ben bir Allahım benden gayri ilah
yoktur. Ancak bana ibadet eyle ve namaza kaim ol benim zikrim için (Taha-14).
(İnnessaate atiyetün ekadü uhfiha
litüdza küllü nefsin bima tes'a / Yani
tahkik
kıyamet gelicidir. Vakti olmayan azabın korkusu eşed
olmakla Anın için anın vaktını gizli tutarım. Bu kıymetin gelmesinde her nefis
say ettiği/yaptığı amel ile cezalanır (Taha-15). (Fela
yesudden neke anha menla yü-minü biha
vettebaa hevahü feterda
/ havasına (hevasına) tabi olup kıyametin vukuuna
iman etmeyen
kimse seni kıyamete inandığından sarf etmesin ki, helakına sebep olmasın (Taha-16). (Vema tilke biyeminike / ya Musa, ol senin sağ elindeki nedir? (Taha-17) Ya Musa. (kale
hi ye asaye etevekkehü aleyha veehuşşe biha aal ganemi veliyye fiha mearibü
uhra / Musa dedi Asadır, dayanırım ve onunla Hazreti Şuaybın koyunlarına yaprak
düşürürüm ve başka da hizmetleri vardır (Taha-18). Sonra
Cenabı Hak buyurdu (Kale elkıha ya Musa.
Feel kaha feiza hiye hayyettin tes'a kale hüzha. Vela tehaf senüidüha siretehel
ula / Yani onu yere bırak, Allah buyurdu. Musa dahi asayı yere bırakınca koca
bir ejderha oldu. Yine Allah emretti. Korkma al dedi. Musa dahi yine aldı. Yine
evvelki gibi asa oldu (Taha-19,
20, 21). Sonra cenabı Hak buyurdu; (Vedrnum yedeke ila cenahike tahruc
beydae min gayrin suin ayeten uhra
/ yani Ya Musa, sol tarafına elini
koy dedi. Musa dahi elini koydu. Badehu çıkarınca baktı ki eli beyaz (Taha-22).
Bunun üzerine Hz.Musa iki mucize kifayet eder/yeterlidir diye, firavunu ve âlini davete
gitti. Eğer ki bu mucizeler orada bu suretle icra
edilmeyeydi şayet ki, Hz. Musa icrasında
tereddüt ederdi. Asa korkunç bir ejderha oldu. Yine asalığa dönmek için
suret ile tutmaklığa havf eder idi (korkardı).
Zahirde Mısri görünür
İsâ atı çul bürünür Yüzü karadır içi nur
Gele Deccal gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
-----------------------------------------------------------------------------------------
(156)
Yeter anı sen
horladın Köpek olup çok hırladın Çok çatıldın hem gürledin
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Bilmiş ol
Âdem’dir gelen İsâ’ya hemdemdir gelen Canlara
merhemdir gelen
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Kur’an benim Furkan benim Derdlilere dermân benim
Bu zulmeti açan
benim
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Kuran
benim, yani Kurandan murad, zattır. Furkan benim, yani furkandan murad
sıfattır. Yani zat ve sıfat demektir. Marazı cehli/cehalet hastalığı olanlara derman, bu zulmeti cehli/kara cehaleti
açan aydınlatan
dahi benim, demektir.
Kur’anın esrârı benim Göklerin envârı benim Müminin ikrârı benim
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Kuranın
esrarı, fatihayı şerifte, fatihayı şerifenin esrarı besmelede, çünkü besmele
Hazaratı ilahiyeye camidir/Allah’ın
varlığını toplayandır. Hazaratı
ilahiye üçtür: 1 - Uluhiyyet, 2 - Rahmaniyet, 3 - Rahimiyet. Yani tevhidi efal,
tevhidi sıfat, tevhidi zat. Göklerin envarı/nurları
da üçtür. 1– Şems/güneş, 2– Kamer/ay, 3–
Kavakib/yıldızlar. Müminin ikrarı zaten Hakka’dır. Hakk’ı
ikrar, yani Hazaratı
ilahiyyeyi/Allah’ın varlığını ikrar demek değilmidir?
Ölüleri
diriltirim Ağlayanı güldürürüm Deccal’ı ben öldürürüm
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin nola
Ölüleri diriltmek, bu ümmetten
üç kişiyle zuhur etti. Biri
Abdülkadir Geylanidir ki, bir kediyi diriltti.
Biri de molla camidir, oda pişmiş tavuğu diriltti. Biri
dahi, Bayazidi Bestamidir. Ve bir
karıncayı iki parça etmiş iken yapıştırıp diriltti.
Bunlara İsevil meşhed/meşreb) tabir olunur. Çünkü Hazreti İsa, yarasa kuşlarını çamurdan yapıp üfler idi, kuşlarda dirilip uçarlar idi. Ve Hz.İsa mevtayı/ölüyü dahi
ihva eder/diriltir idi. Bu mevzu daha önceki dersimizde mürür idi/geçmişti.
Sen beni çün kim bilmedin
İmana kabil olmadın Hasma mukabil olmadın
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Deccal acep yorulmadın
İnadından ayrılmadın Bir ölüsün dirilmedin
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Vücudun Hak
vücududur Allah’ın halka cûdudur Ma’dum iken mevcûdudur
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
Mısri’nin sözü
değildir Kuyumcular toprağıdır Halka
cevahir dağıdır
Gele zâlim gele gele
Gör kim senin hâlin n’ola
-------------------------------------------------------------------------------------
(157)
Devr edip geldim cihane
yine bir devran ola
Ben gidem bu ten sarayı yıkıla viran ola
Devredip cihana
geldiğimiz, iptida/evvela Nuri Muhammedi halkolundu.
Andan âlemi ervah/ruhlar âlemi, yani nefsikül. Andan tabiat, andan heyyula, andan
cismikül, andan şekil, andan arş, andan kürsü. Andan feleki atlas, andan feleki menazil, andan yedinci
kat göğ, andan altıncı kat göğ, andan beşinci
kat göğ, andan dördüncü
kat göğ, andan üçüncü kat göğ, andan
ikinci kat göğ, andan birinci
kat göğ, andan yedi kat yer. Andan mevalit selase ki maden, nebat, hayvan,
insan.
Kalellahu taâlâ. (Vettini vezzeytuni ve turisinine ve hazel beledil
emin.
Lekad halaknel
insane fi ahseni
takvim. Sümme redednahü
esfele safilin.
İllellezine amenu ve amilüssailhati felehüm
ecrün gayrı memnun. (Tin-1…6)
Yani incire ve zeytine ve tur dağına ve Mekkeye kasem ederim(Tin-1, 2, 3).
Çünkü bunlar mazharı zat değilmi? Demek rabbimiz zatına kasem/yemin eder. İşte bunlara kasem ederim
ki, tahkik insanı ahseni takvim
üzere halkettim. Sonra esfele
safilin olan bu âleme reddettim(Tin-4, 5).
Daha sonra bu âlemde kalmayup (İnna lillahi ve inna ileyhi racium. / "Biz
Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz" derler. (Bakara-156)
Sırrına mazhar
olupta benim zatıma
rucu edenlere/dönenelere
‘ecri azim /
büyük sevap vardır’ (Tin-6).
İşte Mısri Efendi devredip geldim cihana dediği, bu meratipten nüzul
ettim/bu mertebelerden aşağıya indim demektir. Yine bir devran ola.
Yani Seyri süluk ile yine Hakka rücu etmek/dönmek icabeder. Yani tevhidi efal, tevhidi sıfat,
tevhidi zat ile miadına ricad eder/asıl olan Hakk’a dönüp Hakk’a kavuşur.
Mertebei kemal makamı
zattır. Ondan öteye kemal yoktur.
Cem, Hazretül
cem, cemmül cem makamatı
sairlerini/başkalarını kemal buldurmak içindir.
Yoksa zata mazhar olan kemal bulur. Velâkin sairlerini/başkalrını irşat
edemez. Fenafillâhta efal sıfatı yok olur. Bekabillah makamatı ise cem’de
Hakk’ın vücudunu giyer. Hazretül cem’de sıfatını giyer. Cemmül cem’de Hakk’ın
efalini giyer. Halkı irşat eder. Zat makamı mertebe-i kemaldir, fakat kendisi
içindir. Sairlerine/başkalarına mürşitlik edemez.
Cûş edip umman-ı can cismim gemisin
dağıda Yerler altında tenim toprak ile yeksân ola
Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi Şeş cihatım
açıla bir haddi yok meydan
ola
Bu variyetim
dağı hallaç pamuğu gibi atılıp şeş/altı cihetim, yani altı tarafım açıla. Yani sağım,
solum, önüm, ardım,
üstüm altım açılıp
meydan ola. Yani hiçbir hail/perde kalmasın.
(feeynema tüvellü fesemme veçhullah / Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü
oradadır…(Bakara-115) Yani her nereye
teveccüh edersen /
dönersen Hak görüle.
Âlemi ahirette
Hak görülecek, fakat bilâkayıt (kayıtsız
olarak) görülecek ve öyle bir suretlerle mukayyet (kayıtlı, sınırlı) olduğu halde görülmez. Bi cihet (taraf/yön olmaksızın) görülecek.
Yani altında, üstünde yahut sağında
ve solunda ön ve ardında
görülmez. O kayıttır,
kayıt gözü ile de görülmez.
Hem gözle hemde kulakla velhasıl cem'i aza ve cevarih/organlar ile
görüle. Yani Hak’tan gayri mevcut olmadığı görülecek. Yani vücut Vücudu ilahi
olduğu görülecektir.
Dört yanımdan
nâr u bad u âb u hâk ede hücum Benliğim anlar alup bu varlığım
tâlân ola
Vücudu
insan, anasırı erbaadan mürekkeptir /İnsan
bedeni, dört unsurdan yani hava, toprak, su ateş’in birleşimindendir.
Anasırın herbiri
ben dediği ve ayrıldığı vakit sende ne kalabilir? Bir ruh
kalır. Ruh dahi tecelli ilahiden ibarettir.
Dağıla
terkibim otuz iki harf ola tamâm Nokta-i sırrım kamunun
cevherine kân ola
Otuz iki
harften murat; meratibi halkiye ki, yirmi sekizdir. 1 - Nuri
Muhammedi, 2- Nefsikül, 3 - Tabiat, 4 - Heyyula, 5 - Cismikül, 6 - Şekil, 7 -
Arş, 8 - Kürsü, 9- Feleki Atlas, 10 - Feleki menazil, yedi katta gök onyedi
eder. Yedi kat yer yirmi dört eder. 25 - Maden 26 - Nebat,
27 - Hayvan, 28 - İnsan, 29 Cin, 30-Melek. Meratibi Hakkiye dört,
surei fatihada mezkürdür. 1 - Uluhuyet, 2-Rahmaniyet, 3 - Rahimiyet, 4 -
Malikiyet, 28 - Dört daha otuziki olur.
İşte Bu otuz iki mertebe tamam olunca terkib/birleşim dağılır ve asli
cevhere mekân olur.
Cümle efkâr-ı
havâsım haşr ola bu arsada Kalkalar hep yeniden
sankim bahâristan ola
Haşır hakkında mütekellimin/kelamcılar iki mezhep/görüş üzeredir.
Biri der madum (fani, yok olan) biaynen iade olunur. Biri de madum/fani
bimisli/benzeri iade olunur. Yani ölür sonra
ayniyle iade olunur. Biri de madum/fani ölür, sonra misli ile iade olunur
der. Bunların ikiside fasiktir/doğru değildir. Çünkü beden madum/fena yok
olmaz. Bu surei esrada olan (Kul
künu hicaretten evhadiden.
(İsra-50) ayeti kerimesine muhaliftir. Çünkü bu
ayette Cenabıhak buyurur ki;
eğer sizin bedenleriniz dağılıp taş ve demir olsa yine cem edip
haşredeceğim. (İsra-50) Bu
bapda meshebi sahibi madum ölmez müteferrik olur, (Bu konuda doğru gerçekçi mezhebe/görüşe göre yok olan ölmez,
fakat ayrılır), yani dağılır demektir.
Yevm-i Tüblâ’dır
o gün her mâna bir sûret giyer Kimi nebât u kimi hayvan kimisi
insan ola
Kalallahu
taala (Yevme tüblesserai / Sırların/gizlilikerin yoklanıp ortaya
çıkarılacağı gün.(Tarık-9) Yani mahşerde
herkesin ameli bir suret giyer. Ameli Hayriye/iyi ise huri
gılman/hizmetliler, eşcar/ ağaçlar, esmar/meyveler, tuyur/kuşlar ve sair/diğerleri buna
mümasil (buna emsal olarak iyi güzel ameller bu gibi şeylarle
suretlenir).
Eğer ameli seyyie/kötü ise maymun, yılan, akrep,
hınzır, kelp/köpek buna
mümasil/bu emsalde suretler giyip,
kötü ameller bunlar gibi kötü
suretle veznolunacaktır/tartılacaktır. Yoksa amel manâdır.
Vezin/tartılma
kabul etmez. Tâ ki amel suret giymeyince/suretlenmeyince.
Anın için miraç gecesi
H. Resulullahın avdetinde/dönüşünde yedinci kat gökte Hz. İbrahim ile görüştü. Hz. İbrahim; Ümmetine
benden selam söyle dedi. İşte gördüğün cennet boştur. Cennetin her nimeti
amelin suvaridir/amelin suretidir.
Bu cennet subhanallahı velhamdülillahi
velailahe illallahu
vallahu ekber. Demekle
dolar. Velhasıl amel suret giyip o
suretle vezin edilir/tartılır.
Hasenatı/sevapları
seyyiatına/günahlarına
galip olan cennete
dâhil olur. Seyyiatı/günahı
galip olan cehenneme girse gerektir.
Kabrime dostlar
gelip fikredeler ahvâlimi Her biri bilmekte âciz vâlih ü
hayrân ola
Herkim ister bu Niyazi
derdimendi ol zaman Sözlerini okusun kim sırrına mihman
ola
----------------------------------------------------------
(158)
Devran odur kim devrini
devr-i felek bilmez
ola İnsan odur kim sırrını ins ü melek bilmez ola
Merkep izinde su görüp deryayı gördüm
sanma sen Derya odur kim
ka'rını asla semek bilmez ola
Âdem odur kim
nân ola hem mâ hem zem’an ola
Hayvandan ol adaldürür nân u nemek bilmez
ola
Kâmil odurkim
ac susuz çok çok emek çekmiş ola Nâkıs olardır bunda kim hergiz emek
bilmez ola
İman üç kısınıdır: Birinci
İmanı taklidi:
Kalallahu taala : (Kulu amenna billahi
vema ünzile ileyna vema ünzile ila İbrahime ve İsmaile ve İshaka ve Yakube velesbat
vema utiye Musa ve İsa ve mautiyen
nebiyyüne minrabbihim la nüferriku beyne ehadin minhüm ve nahnü
lehü müslimün / Şöyle
deyin:
"Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,
Yakub'a, onun torunlarına indirilene, Mûsa'ya ve İsa'ya verilene ve diğer nebilere
verilene inandık. Bunlar
arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O'na /
Allah'a
teslim olanlarız." (Bakara-136)) İmanı
taklit budur. Ve imanı mukallidinin sahihi/Ve
imanı taklidin sıhhatli olup
olmadığından çok ihtilaf vardır. Çünkü imanı taklidi dil ile ikrardan
ibarettir. Taklid, arzu ile bozulur. İşte esah/doğru olan eğer ki başını kesseler imanından dönmez ise, ol vakıt imanı taklidi sahi olur ve fayda verir. Ve illa hiç bir faydası yoktur.
İkinci, imanı istidlali/delilli imandır ki, kalellahutaala, (Falem
annehu lailahe ilelallahu vestağfir lizenbike velil mü-minine vel mü-minat.
Vallahu mütekallibiküm ve ınisvaküm / Allah'tan başka
tanrı olmadığını kuşkusuzca/şüphesizce bil! Hem kendi
günahın için hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af
dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de varıp ulaşacağınız yeri de bilir
(Muhammed-19).
Üçüncü, imanı tahkikidir. Kaalellahütaala (Şehidallahu
ennehu lailahe illa hüve
velmelaiketü ve ulül ilmü katmen bil kıstı, Lailahe illa hüvel azizül hakim /
Allah, gerçekten kendisinden başka ilah
olmadığına
şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler.
Aziz ve Hakim olandan
başka ilah yoktur.
(Ali imran-18) Yani
Hak, kendi kendine şahadet eder. İşte imanı tahkiki/hakiki ve
imanı şuhudi sahibi olan enbiya ve resul ve evliya bunların kâffesi/tüm taifesi
Melamiyedendir. Çünkü Melaminin imanı, imanı şuhudidir. Anın için onlar
Melâmet olunur/kınanırlar. Zira imanı taklidi
ve ıstidlali ashabı,
onların imanı şuhudileri olduğuna vakıf olamazlar ve Melamilere Dahal ve
taarruz ederler/saldırırlar. Çünkü onlar daha noksandır. Yani imanları
nakıstır/eksiktir.
Her bir nebi
her bir veli zilletle erdi menzile Mısri’ye söğsün şol ağız Allah demek bilmez
ola
--------------------------------------------------------------
(159)
Zât-ı Hak’da
mahrem-i irfan olan anlar bizi İlm-i sırda bahr-i bipayan olan anlar
bizi
Bu fenâ
gülzarına bülbül olanlar anlamaz Vech-i bâki hüsnüne
hayran olan anlar
bizi
Dünya ve ukbâyı tamir eylemekten geçmişiz Her taraftan yıkılıp viran olan
anlar bizi
Yani ehlullah, dünya ve ukbayı
tamir eylemez. Hazreti
Resulullah
buyurmuştur. (Eddünya haramun
ala ehlil ahireti
haramun ehildünya ve huma
haraman ala ehlulla / Dünya ehline ahiret haram, ahiret
ehline dünya
haram, ehlullaha her ikiside haramdır)
Yani dünya ehli ahirete haramdır. Dünyaya meyil, ahiret dahi ehli
dünyaya haramdır. Yani ahirette cennet nimeti göremez. Ve bunlar ikisi de
ehlullaha haramdır.
Çünkü dünyaya meyil etmek nefsi için yani maişet içindir. Ahirete
meyil etmek yine nefsini
azabtan halâs etmek ve cennet nimetlerine nail olmak içindir.
Ehlullah ise
rızayı Hak’tan gayrı bir şeye bakmaz. Ne dünyaya meyil eder ve ne de ahiret
nimetlerine rağbet
eyler. Dünya ve ukbayı tamir eylemez demektir.
Biz şol abdalız bıraktık
eynimizden şalımız
Varlığından soyunup üryân olan anlar
bizi
Kahr-u lütfu şey’-i vahit bilmeyen çekti azap
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi
Kahır ve
lütfun haliki birdir. Başka Halik/yaratıcı yoktur. Kahır nice/nasıl onun hediyesi
ise, lütuf dahi onun öyle bir ihsanıdır. Hayrihi ve şerrihi
minallahutaala / hayır ve
şer Allah’tandır) bunu bilmeyen seyit, ömer ve bekire isnat/nisbet eden
azap çeker, yani muazzep olur.
Zahidâ ayık yürürken anlamazsın sen bizi Cür’a-yı
sâfi içüp mestan olan anlar bizi
Arifin her bir
sözünü duymağa insan gerek Bu cihanda sanmanız
hayvan olan anlar bizi
Arifin her bir sözünü duymağa
insan gerektir. Hayvan
anlamaz. Çünkü tevhide yüz
çevirmeyen hayvandır. Şeyhülekber Muhiddin
Arabi
hazretleri Mısırda otururken onu köylere davet ederlerdi. Bir kerre bir köye
uğradı. Gördüki cami önünde bütün köy ahalisi üşüşmüş bir şeye bakarlar.
Hazreti Şeyh de yakın vardı, baktı
ahaliden biri oturmuş
söyler/konuşur ahali güler. Haniya behlüldane
yokmu? Behalil (behlül olarak ifade olunan) bir tayfadır. O behlülün sözü şu
ki, bu caminin direkleri insandır, oğullarımdır der
ve oranın ahalisi de, güler.
Şeyhi görünce gel bakalım bu caminin
direkleri insan değilmi? Diye sorar, Hazreti
Şıh da evet insandır deyince ha, işte benim gibi daha bir divane der. Çünkü
insan olmazsa cami dururmu? Hazreti Şıh ile camiye girdiler. Bu behlül namaza
durdu yatır kalkar, yatır kalkar. Hazreti Şıh dedi;. Yahu böyle namaz olurmu?
Behlül dedi.
Napayım, yatırır
kaldırır, yine yatırır
kaldırır öyle yapar dedi.
Ey Niyazi katremiz
deryaya saldık biz bugün
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi
Halkı koyup lâmekân ilinde
menzil tutalı Mısriyâ şol canlara cânân olan anlar
bizi
---------------------------------------------------------
(160)
Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı Ben beni terk eyledim
bildim ki ağyâr kalmadı
Cümle eşyada
görürdüm hâr var gülzâr yok Hep gülistan oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı
Bu ne demektir ki, cümle eşyada
ben halkı âlemi fena/kötü görürdüm.
Şimdi ise fenafillâh olunca her gördüğüm
hep Gülizar/gülbahçesi oldu. Yani güzel görülür ve lezzet alınır oldu. Şimdi
hiç fena/kötü görmem.
Gece gündüz
zâr u efgan eyleyip inlerdi
dil Bilmezem n’oldu kesildi
âh ile zâr kalmadı
Benim gönlüm gece gündüz ahu efgan ederdi (ağlayıp inlerdi). Çünkü bazı makam kabız
verir ve doğuş sohbet az olur. Bazı makam basit verir ki, doğuş sohbet akıcı olur. Makamı cem kabız verir.
Çünkü kesret
batındır. Makamı
hazretülcem'e geçince mümbasit
(genişlik, şenlik)
olur. Zira basit (ferahlık)
makamıdır. Çünkü kesret zahirdir. Ahu efganı münkati olur/kesilir.
Gitti kesret geldi vahdet oldu halvet dost ile Hep Hak oldu cümle âlem şehr ü bâzâr kalmadı
Gitti kesret,
yani kesret batın oldu. Geldi vahdet, yani vahdet zahir
oldu. Ki makamı cemde kesret batın vahdet zahirdir. Dost ile halvet cemde olur.
Tabii ki halvetiyede halvet diye tesmiye olunduğu/isimlendirilmesi, bundan ötürüdür. Halvet severler idi. Yani Hak ile
olurlar idi. Halk ile olmazlardı.
Amma bu halvetiler değildir.
Din diyanet âdet ü şöhret kamu vardı yele
Ey Niyazi n’oldu sende kayd-ı dindâr
kalmadı
Yani mabudu/ibadet edilen Allah’ı tevhit ettikten sonra din ve diyanetin ne faidesi vardır.
İşte Mısri efendinin
nisbet valık kaydı olan
dindarlık kalmadı demesi, rabbin
gayrısı olan kayıtlardan arınarak, mabuda vasıl oldu (Allah’a kavuştu) demektir.
-----------------------------------------------------------------------------------
(161)
Can yine
bülbül oldu Hâr açılıp gül oldu Göz kulak
oldu her yer Her ne ki var ol oldu
Oynadı çün narı aşk
Kaynadı ebhar-ı aşk Her
yanaye çağlayıp Aktı gözüm sel
oldu
Gönül o bahre daldı Dilim tutuldu kaldı Girdim anın zikrine
Azalarım dil oldu
Ferhat bugün ben oldum Varlık dağını deldim
Şirinime
varmağa Her cânibim yol oldu
Geç ak ile karadan Halkı bırak aradan Niyazi dön buradan Durma sana gel oldu
------------------------------------------------------------------------------
(162)
Gönülleri duruldur Erenlerin halveti
Ölüleri
diriltir Erenlerin halveti
Halvetten murad, dört duvar arasında
olan halvet değildir.
Cilvette halvet, yani
kesrette/çoklukta vahdeti/bir’i bulmaktır.
Makamı cem, erenlerin halvetidir. Makamı cem Hazreti İsa’nın
makamı idi.
Bu makam ölüleri diriltir. Kaalallahutaala (Maide suresi Ayet 32) (Min ecli zalike
ketebna ala beni İsraile ennehu men katelehü nefsen bigayri nefsin evfesadin
fil ardi Fekeennema katelennase cemian vemen ahyaha fekennema ahyennase cemia.
Velekad caethüm rusuluna
bilbeyyinatı sümme inne kesiren
minhüm bade zalike fil ardile müsrifun
/ Yani; biz beni israile tevratta
yazdık. Kimki birini nahak yere öldürürse keenne cemi nası (tüm
insanları) öldürmüş gibi günah
yazılır. Kim ki birini diriltirse, keenne cemi nası (tüm insanları) diriltmiş
gibi sevaba nail olur.
Bu ayetin tefsirinde/yorumunda Hz. Resulullah buyurmuştur; Kimki birini cehil
meselesi ile öldürür, keenne cemi nası öldürmüş gibi günahkâr olur. Kimki birini bir tevhit
meselesi ile ihya ederse, cemi nası ihya etmiş (diriltmiş) kadar sevapkâr olur.
Yani biri diğerini tariki Hak’tan/doğru yoldan aldatıp yanlış kötü yollara yönlendirirse, tüm insanları öldürmüş gibi günahkâr olur. Birini tariki Hak’tan/doğru yoldan çıkmış görüpte ona bir tevhit meselesi öğretip, yola
kor ve ölmüş kalbini o meselenin ilmi ile ihya eder ise/diriltirse, cemi nası/tüm
insanları ihya
etmiş/diriltmiş gibi sevap verilir.
Yaka yaka kül eder Her
dikeni gül eder
Hak’tan yana yol eder
Erenlerin halveti
Sıtk ile giren
kişi Ah u zâr olur işi Gözden akıdır yaşı Eerenlerin halveti
Duygurur ol illeri Tez geçirir belleri Yakın eder yolları
Erenlerin halveti
İçine bir od
salar Nefsin sıfatın yakar Canın gözün açar Erenlerin halvetl
Seni sana
bildirir Ağlar iken güldürür İrfan ile doldurur Erenlerin
halvetl
Niyazi sen var yürü Sanma anı zahiri İçeriden içeri
Erenlerin halveti
Ey Niyazi, erenlerin halvetini zahiri
zannetme. Yani dört duvar arasında tenhada
yapılır sanma. Yani Erenlerin halveti tevhid keşfi irfanıyla
olup içeriden içeridir.
![]() |
(163)
Eylesin Allah
Çok tahiyyatı Ana kim verdi İlm-i gayatı
Yani tehiyyattan/dua ve
selamdan murad tazimdir/yüceltmektir. İlmin cuziyatı/zuhurundaki sayısı
hasabiyle gayeti/nihayeti,
sonu, sınırı yoktur.
Makamat hasebiyle gayeti/nihayeti
vardır ki, bu yedi
tevhid makamdır. Üçü terakki/yükselme
makamı, üçü tedenni yani nüzul/iniş makamıdır. Terakki makamatı olan tevhidi efal, tevhidi sıfat,
tevhidi zat. Tedenni makamatı olan cem, hazretül cem, mec'ül cem. Bir de
ahadiyet ki, o makam Resulullaha mahsustur. Tevhidi zatta insan kâmil olur.
Tevhidi efalde insan nakıs olur. Tevhidi sıfatta
dahi insan nakıstır. Zata vasıl olunca
kemâl bulup, insanı kâmil olur.
Gizli
sultandır Sırr-ı subhan’dır Mürşid-i
candır Hep makalâtı
Kutb-ı halâyık Bahr-ı hakayık
Ferd-i câmidir Hep makamâtı
Nokta-i kübrâ Göremez âmâ Gizlidir zirâ Cümleden zâtı
Kalbini keşşaf Eylemiş
şeffaf Görünür anda Hep beriyyâtı
Hubbu canımda Sırrı zâtımda Savar üstümde Her
beliyyâtı
Ey nice canlar
Yanını bekler
Bulmadık derler Bunda Iezzâtı
Neylesin tâlim Olamaz teslim Ya nice bulsun Ol kemalatı
Mâyenin zevkin
Alamaz şol kim Şeyhi Hak bilmez Yok riayâtı
Arayıp bulan Kulluğun kılan
Telkinin alan Buldu hâlâtı
Şehri Elmalı
Canda bulmalı Ümmi Sinan’dır Şöhret-i
zatı
Şeyhini Hak
bil Ey Niyazi kim Pir yüzündendir Hak
hidâyâtı
--------------------------------------------------------------------------------
(164)
Sana âşık olan
diller Niderler hûr u gılmanı Cemalin seyreden gözler Niderler bağ-ı Rıdvanı
Şarab-ı aşk
ile sekran Olup her birisi
mestan Visalin gülüne hayran Olan neyler gülistanı
Koyanlar akl u
idrâki Olur mu kimseden
bâki Yakıp bu sine-i çâki Düşer ateşlere canı
Bu nârı aşka
yananlar Bihar-ı şevke dalanlar Gözünden yaş ile kanlar
Akan bilmezmisin Hân’ı
Niyazi kaldı
hayrette Yanar dil nâr-ı
firkatte
Düşen bu dâr-ı gurbette
Dün ü gün eyler efganı
Biz âlemi
ervahtan/ruhlar âleminden bu yeryüzü âlemine
gurbete çıktık, burada gurbetteyiz. Vatanımız için ahu efgan ederiz/ağlayıp inleriz. Anın çün hazreti
Resullullah hadisi şerifinde buyurmuştur. (Hubbul
vatan minel iman / Vatan sevgisi
imandandır) Yani kişi vatanı asliyesi olan âlemi ervaha muhabbet etmek
imanına delalet eder. Yani kişinin
asıl vatanına muhabbeti imanından gelir.
![]() |
(165)
Ey gönül gûş eyle gel âşıkların
güftarını Nicedir gör dost ile yanıkların bâzârını
Ey gönül demek, kalbe hitaptır. Çünkü insanda beş şey vardır;
1 - Nefs, 2
- Ruh, 3 - Hafi, 4 - Kalp, 5 - ,Sır.
Nefsin işi kesret/çokluk ve
her şeye alâkadır. Yani nefs herşeye
muhabbet ederek ilgilenir. Ulvi/yüce olsun, resul, kitap, mürşit
vesair. Bunlara mümasil/bu gibi olan ve ister süfli/adi olsun, menhiyat/din
yasakları gibi.
Ruhun işi ise vahdettir (Bir’le bir olmaktır). Ruh’un Hak’tan gayriye teveccühü/yönelmesi yoktur.
Hafi; şeriata nazırdır/bakar. Yani ahkâmı şeriatı
gözler.
Kalbin işi ise berzahtır. Yani kesret ile vahdet beyninde/arasında
berzahtır. Yani kesret
ile vahdete camidir/kesreti ve vahdeti toplayıcı müşahededir. Anınçün hadisi kutside varit oldu. (Ma veseani ardi vela semai velâkin yeseani
kabli abdil mü- min / Yani yere göğe
sığmam, Mü-min kulumun kalbine sığarım). Çünkü kalp, vahdet ile kesreti camidir/toplayandır.
Sır, ehadiyete nazırdır/tekliği gözetmektir. Yani sırrın işi ahadiyete nezarettir/gözetimdir.
Dost belası
sehmine üryan edüp sinelerin
Sonra ol yarelerin istediler dermânını
Derdine derman verüptür
yine ol yarelerin Anın içün arttırır âşıkların
efganını
Aşk odu şöyle
yakuptur cism ü cânın anların Kül edüp savurdular cümle vücud harmanını
Vasl-ı Hakk’ı isteyen
cân u cihanı terk eder Aşk meydanında ol dikdi anın dârını
Yani can ve
cihanı terk etmek; öyle bir köşede veyahut halvette tenhada kenarda oturmak ve bir işe karışmamak ile olur demek değildir. Terki can ve cihanı, yani tüm variyetin Hakk’ın olduğuna vakıf olmaktır.
Kişi buna arif oldumu Hakk’a vasıl oldu demektir.
Saki-i bezm-i
elest peymanesin içenleri Gör ki nice keşfederler sırr-ı
Hak astarını
Yani bezmi elest sakisi,
mürşitlerdir. Çünkü Hazreti Âdemin balçığı için toprağı
beyti şerifin yerinden alıp Cebrail, İsrafil, Mikail, Azrail. Bu dördü kalıbını yaptı. Şu kadar
vakit öyle durdu.
Ruh nef olunmazdan evvel veyahut
sonra zürriyeti/tüm Âdemoğlu nesli arkasından çıkarıldı. Bu latif suretle velâkin yeryüzü olan imtihan âleminde
Âdemoğlu dört saf oldu.
Birinci saf enbiya, ikinci saf evliya, üçüncü saf mümin, dördüncü saf eşkiya.
Bu yeryüzünde Saf-ı enbiyadan ruhi
azam tarafından (elestü birabbiküm / rabbiniz değimliyim. (Araf-172) nidası geldi. Bu nidayı saf-ı
evliyadan gayrısı işitmedi. Sonra saf-ı evliyadan
gavsül azam tarafından ‘elestübirabbiküm’ nidası tecelli etti. Bu nidayı
saf-ı mümin işitti. Saf-ı eşkiya işitmedi. Fakat cümlesi/tümü birden
bela/evet, dedi.
Anın için bezmi elest sakisi mürşitlerdir. İşte elestü bezminin
şerbetini nûş edenler
yüzlerinden keşf ederler. (Ruhlar âleminde yapılan
ahidleşmenin tekrarı kâmil mürşidin irşadında zahir olduğundan,
kâmilin meclisine elest bezmi meyhanesi denilmiştir. Ve bu meyhanenin ilâhi aşk
içkisini irşadıyla sunup dağıtan
zamanın Kâmil mürşidine saki denilir. Ki o sakinin irşadı içkisinden içenler, tevhid
makamları keşfi irfanıyla rabbini müşahede ederek, elest bezmi ikrarını
bu âlemde tekraren
verirler. Allahu âlem)
Binişanın menzilin
Kaf-ı ademden izleyip Ey Niyazi böyle bulmuş bulan o
cânânını
Hakk’ın
menzilini kafı Âdemden izle. Yani kâmil
mürşitten izle. Ol mahbubu/sevgiliyi bulan böyle bulmuştur. Kaf,
dünyadadır. Velâkin gidilmez, görülmez. Oraya ehlullahtan gayrı kimse gidemez. Kâmil Mürşit dahi öyledir, kolayca bulunmaz ve bilinmez.
![]() |
(166)
Dilberâ gamzen
oku içim dolu kan eyledi Şol siyah zülfün teli aklım perişan
eyledi
Siyah zülfünden murad,
cemali ilahidir. Yani cemali ilahi, aklımı perişan
eyledi. Yani aklı kâmil sahibi olan daima cemali ilahiyeyi müşahade eder.
Kaalallahütaala (İnne
fi halkissemavati vel ardı vahtila filleyli vennehari leayatin liulil elbab / Yani
biz yerleri ve göğleri halk ettik. Ve
gece, gündüzün ihtilafını halkettik. Aklı kâmil ashabına alamet için(Ali
imran-190). O aklı kâmil ashabı kimdir? Kaalallahutaala (Ellezine yezkürunellahe kıyamen ve kuuden ve ala cünubihim
ve yetefekkerune fi halkissemavati vel ardı rabbena
ma halakte haza batılen sübhaneke fekına azabennar / Aklı
kâmil o
kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah'ı
zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler:
"Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna
yaratmadın. Şanın yücedir senin. Ateş azabından koru
bizi." (Ali İmran-191) Yani aklı kâmil ashabı şol kimselerdir ki,
ayaküstünde ve otururken ve yatar iken daima Hakkı zikir ederler. Velâkin zikri kalbiye
ile zikri cehri ile zikri daimi olmaz ve kalp zakir olmaz.
Ehli tarik derler ki, zikri cehri ile de kalp uyanır,
velâkin bunun aslı yoktur.
Zikri daimi, zikri kalbi ile olur, zaten vücud zakirdir. Zikir bir kerre saat gibi kuruldumu bir daha durmaz. Yani
mürşidin önüne oturup ve mürşit bir kerre
zikri kurdumu
bir dahi durmaz.
Çünkü Hazreti Resulullah buyurmuştur. Cenabı Hak,
iki nimeti bir kerre verdimi bir daha geri almaz. Biri zikri daimi, bir
kerre kurdumu bir daha cenabı
Haktaala hazretleri anı durdurmaz. Biri de,
hicabı /perdeyi ref ettimi/kaldırdımı bir daha hicaplamaz/örtmez.
Her kimin şehrine uğradıysa aşkın askeri
Hep imaratın
anın bir demde
viran eyledi
Bir âşık,
bir memlekete geldimi o şehrin ahalisinde olan variyet davasını refeder/kaldırır. Yani kendinin ve cümle
âlemin varlığının cenabı Hakkın variyeti
olduğuna vukuf ettirip,
kendi nisbet variyetleri viran olur.
Türlü türlü
fitneler saçından oldu aşikâr Halk-ı âlem sandılar
kim anı şeytan
eyledi
Hazreti Musa, firavuna gönderildi. Onunla bu kadar uğraştı. Firavun gark olduktan sonra hazreti Musa,
tur dağında iken kavmi
samirinin yaptığı buzağıya taptı. Hazreti Musa gelip kavmının buzağıya
taptığını görünce (…İnhiye illa fitnetüke
/ Fitne/imtihan
sendendir…(Araf-155) Dedi. Çünkü şeytan da bir kuldur. Ne yapar ise Haktaalanın kudreti ile yapar.
Hatt u cemalin
iki böldü bu cihanın halkını Birini kâfir birini ehl-i iman
eyledi
Cemalin cihan halkını ikiye böldü
ki, biri mümin, biri kâfir.
Bu daha ezeldedir. Yani
cenabı Hak, feyzi akdesten tecelli etti. Herkese istidadını
verdiği zaman, ona kaza tabir olunur. Çünkü
cenabı Hak, malûmatı bilirdi. Daha ilimde kimisine cennet, kimisine cehennem
istidadı verdi. Sonra bu âlem vücuda geldi. Kader ile istidadı her ne iktiza
ederse/gerekirse zuhur etti.
Zira kâfire küfür istidadı verildi. Daha cenabı Hakk’ın feyzi aktesle
tecellisinden sonra onlardan, istidatlarının iktizası/gereği olan
efal/işler zuhur etti. Yoksa abdın ihtiyari yoktur. Ki cenabı
Hak, (Verabbüke yahluku mayeşaü ve
yehtarü ma kane lehümül hıyeretü subhanallahu vetaala amma yüşrikün / Rabbin,
dilediğini yaratır ve seçer. Onların
ise seçim hakkı yoktur.
Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir. (Kasas-68) buyurdu ve rabbimiz kendisinin muhtar olduğunu söyledi.
Bu halde
bir sual varit oldu. Ya azap ne içindir? Kaalallahütaala(Vema zalemuna velâkin kanu enfüsehüm yezlimun
/ Yani onlar bize zulmü
isnat etmesinler. Velâkin onların nefisleri zulüm eder. (Nahl-118) Çünkü
Haktaala adildir. Her halde adalet ile muamele eder. Zira eğerki bir iğne
deliği kadar yerden cennet kokusu cehennem içine girse, bütün ehli cehennem
telef olur. Şimdi böyle ise, cennete konurmu? Pislik
böceğini gül
yağına koysan derhal telef olur. Onların halkiyeti onun (pislik) üzeredir. Şimdi
kayısı desin ki yarabbi,
niçin beni sarı ve toparlak
halkettin. Sair meyvalar gibi kırmızı ve mavi ve uzun halketmedin. Ona Cevap verilir ki; Sen
kayısısın, kayısı ise böyle sarı ve toparlak olur. Bunun misali budur.
Gizli sırrından haber
verdikçe uşşakın dili Abid ü zahidlerin aklını hayran
eyledi
Gör ne gayrettir ki sırr-ı vahdeti
seyretmeğe Cem ü tafsili o gayret kul ve sultan eyledi
Kudretin insanı mazhar
kıldığı çün zâtına Yüzünün nakşını hep âyat-ı Kur’ân eyledi
Ortancı beyitte,
cemden murad, makamı,
cemdir. Tafsilden murad,
makamı hazretülcemdir. Üçüncü beyitte Kur’andan murad, zat, yani
kudretin insanı
zatına mazhar
kıldığı için, insan nurunun nakşını
zatının alameti eyledin.
Çünkü kulak, cenabı Hakkın seminin/işitmesinin sureti ve alameti, göz dahi cenabı Hakkın basirinin/görmesinin
alametidir keza ve keza (bunlar gibi diğer azalarda böyledir).
Örttü bu bâzâr-ı kesret
gözlerin halkın veli Arif olan cümle yüzden seni seyran
eyledi
Bu pazar
kesreti/kalabalığı, halkın
gözlerini örttü. Çünkü Hakkın zuhuru kesreti/çokluğu süveriye/suretler iledir. Haktaala, herbir suret ile zahir olur. Hatta âlemi ahirette de Hakk’ı ruyet/görme, suretledir. Allah
Mutlak olarak görülmez, Anın için mutezile/mezhebi ahirette
ruyetullahı/Allahı görmeyi inkâr eder. Zira ruyet pek uzak olmasın, pek te
yakın olmasın mukabil olsun ister Bunda ise Hakkın bir cihetle kaydolması
iktiza eder. (Zira bir şey çok uzak olduğunda görülmediği gibi, çok yakın
olursa da görülmez. Bir şey ancak karşı karşıya olunursa görülür. Bu ise Hakk’ın
bir tarafla kayıt olmasını icabeder). Bunun
için güya Hakkı kaydetmemek için mutezile
görüşünde olanlar ruyetullahı/Allahı
görmeyi inkâr ederler.
İşte Haktaala,
âlemi ahirette suretle
görülecektir. Hatta iptida/evvela suretle zahir olup enerabbüküm / ben rabbinizim diye hitabedecek,
ruhlar
âleminde Elestübirabbiküm / rabbiniz değilmiyim dediği gibi. Arifibillâh
olanlar bela/evet diyecekler. Mahcuplar
(Hak’tan perdeli olanlar)
ise neuzübillah, diyerek
inkâr edecekler. Sonra cenabı
Hak bir suretle zahir olacak ki, dünyada o mahcuplar/perdeliler
Hakkı o suretle zan ile bilirler İdi meselâ, Rezzak yahut
Gaffar gibi. Ol vakit ehli
hicap/perdeliler ikrar edecekler ve
secdeye varacaklar. Velâkin
secdeye takâtı olmıyacaktır/Fakat
secde etmeye güçleri yetmeyecektir.
Evvela nuri
Muhammedi halkolundu. Andan nefsikül halkolunup cenabı Hak hitabetti. (Ekbilni / beni
kabul et) nefsikülde ayni ile
(Ekbilni) dedi. Sonra çok müddet
andan hitap kat olundu. Yine (Ekbilni)
buyurdu. Nefsikülde (Kabulte / seni kabul ettim) dedi. İşte arifibillâh
ise bu hitabı dünyada ikrar
ettiği gibi, ahirette
de Hakkı her yüzden seyredüp ikrar edecektir.
Bu ne kudret
bu ne san’at bu ne hikmettir görün Zerreyi kevn katreyi deryâ-yı umman
eyledi
Kim ki bu sırdan haberdar
oldu âriftir özü
Kurtulup hayvan
adından kendin insan eyledi
Cümle esmâ ve sıfatındır görünen
gayrı yok Her birin bir
vechile hûb zâtın ilân eyledi
Gayri yok
demek (Tecelli bizate) Yani cenabı
Hak zatıyle tecelli etti. (Ve tecellihi
bisıfatihi) Yani cenabi Hak sıfatı ile ziynetlendi. (Ve ihatai Biesmaihi) Yani Allahu tala esması/isimleri
ile cemi avalemi/tüm
âlemleri ihata etti/kuşattı. (Ve zuhuri bi efalihi) Yani Cenabı Hak efali ile zahir oldu. Yani
görünen suver/suretler ve mevcudat,
cenabı Hakkın efali ve zuhurudur/açığa
çıkmasıdır.
Lâl-i cânân
olalıdan ey Niyazi
meşrebin Sözlerin uşşak içinde âb-ı hayvan eyledi
Yani ehlullah
sözü abı hayattır//ölümsüzlük suyudur. Yani ehlullah insana
hayati ebediye verir, demektir.
----------------------------------------------------------------
(167)
Talib i Hakk’ın devasız
dertdürür sermayesi Ânın içün
âh u zâr olur hemin hem-sayesi
Âşıkın mâşuk yolunda derdi arttıkça müdam Artar anın dembedem akran işinde
pâyesi
Tâatın ihlasa
ermez ilm ile âmal ile İzzeti ko zilleti
tut oldur onun mâyesi
İlim ile amel ile taatın
ihlâsı bulunmaz/ilim ile amel ile Allah’a ihlâs ile itaat etmek, bulunmaz. İzzeti ko azizliği bırak, nisbet variyetini terk
et. Yani variyet Hakkın olduğuna vakıf ol. Zira kulun variyeti seyidindir (kölenin varlığı efendisinindir).
Kulluk ise üçtür; 1 - İbadet,
2 -Ubudiye, 3 - Ubudet.
İbadet: Nefsi için, yani nefsinin
seyften halâsı (Şeriat kanunu/kılıcı korkusuyla nefsinin
kurtuluşu) için. Ve ahirette nefsinin kezalik cehennem azabından halâsı/kurtuluşu
için edilene/yapılana,
ibadet tabir olunur. Bu avamın ibadetidir.
Ubudiye: Kezalik bunun gibi ibadeti nefsinden/kendinden görüp, ancak Haktaala rizası için
olursa, ona ubudiye tabir olunur. Bu ebrarın
(hayırlıların, iyilerin)
ibadetidir.
Ubudet: İhlâsı Hak’tan görüp yani abit mabut Hak’tır. Bu
havasın ibadetidir (variyeti ve
ibadeti Hakka nisbet ederek ihlâs ile yapmaktır. Bunda ibadet eden de ibadet
edilen de Hak’tır ve bu seçkinlerin ibadetidir).
Velhasıl ibadet,
taat, ilim, amel ile olmaz. Belki tevhit
keşfi irfanı ile olur.
Arz-ı vâsi
ister isen kâmilin gir kabzına Arş u Kürsi’den
geniştir bir velinin
âyesi
Kâmilin kabzı;
arza vasidir (Kâmilin tasarrufu
arzı kuşatır). Yani bu
âlemde mütesarrıf olan «GAVS'tır. Çünkü Gavs Hakkın halifesidir. Müstehlif te bulunan
evsaf, halife de bulunur/Öncekinde
bulunan vasıflar, öncekini temsil eden halifede bulunur).
Aye: Avuç içi
manasınadır. Yani arş kürsü
bütün âlem Gavs'ın avucunda bir hardal danesi kadardır. Ömer İbni Karis
zamanında İbrahim cabiri var idi. Irak taraflarında idi. Birgün kapısı önünde
otururken; bir atlı yel gibi süratle geçer gördü, dur yahu nereye gidiyorsun
dedi. O da İbni Karis âlemi ahirete intikal edecek cenazesinde bulunmağa
gidiyorum, dedi. O da ben dahi geleyim
beraber giderim dedi. Birlikte tayyi mekânla değil idi (Gidilecek
yere birden bire kerametle gitmek şeklinde değildi). Velhasıl Mısıra geldiler. İbrahim
Cabiri Hz. İbni Karise sual etti. Çok ehlullaha sordum; cevap alamadım. Hakkın cemi
mahlûkatını ihata eder/kuşatır bir şey
varmıdır? Bu müşküle cevap
alamadım. İbni Karis Hz. buyurdu: (İhatatü
tuhittune / yani kümilin ihataları hakkın ihatasıdır). Ve şimdi sen onlardansın,
çünkü kâmillerin variyetleri yoktur, onların variyeti Hakkın
variyetidir. İşte Gavs bütün âlemi muhittir. Yani Gavs bütün âlemi ihata
edicidir
(kuşatıcıdır).
Arifin gönlünü
bilmez kandedir halk-ı
cihân Ol ki Anka’dır yere düşmez bil anın sayesi
Yani eşya üç nevidir/türlüdür. Anka ise üç neviden
bir nevidir ki ismi
var, lâkin cismi görülmemiştir.
Kim ki
mazağal-basar sultanının tıflı ola Mısri’yâ
şol feyz-i akdes
nuru oldu dâyesi
Kalallahu taala : (Mazagal basara vema taga / Göz ne kayıp şaştı
ne azıp haddi aştı. Necm-17) Yani
Hz. Resulun gözü, kulağı, aklı hayali velhasıl herbir aza va cevarihi/organlarını (miracında sağa sola) çevirmezdi.
Evladı Muhammed
üç kısımdır: Biri evladı suveri,
yani nesli resulden
gelen İmam Hasan ve imamı Hüseyin RA. anhüma gibi. Ve Hz. Resulun erkek
evladı var ise de kendinden evvel vefaat etti. Fakat nebilerin kızdan olan
nesli de hasebe sayılır. Sair halk gibi erkek tarafından olanlar yalnız hasebe
sayılmaz.
Hz. Fatımanın evladından olan evlatta kıyamete
kadar evladı resul, yani Hazreti Resulun evladı suveriyesi sayılır.
(Peygamberlerin kızı neslini
devam ettirir.
Diğer Halkın erkek tarafından neslin
devam etmesi gibi değildir. Hz. Fatma’nın evladından olanlar da kıyamete
kadar suret yönüyle Resul evladı sayılır)
Biri de hem evladı süveri
ve hem de manevi, yani
tevhidi rüyada veyahut beyzada/yakazada bizzat hazreti Resulden
almış veyahut bizzat hazreti Resulden ahzedenden/alandan almış ola. Bu hem suret
evladı, hemde manevi evladı olur. Kutup ve gavs, bu takımdan gelir.
Biri de nesli resulden olmayıp
tevhidi bizzat Resuulllahtan almış veyahut
bizzat Resulullahtan ahzedenden/alandan almış,
ona yalnız evladı manevi derler. İşte evladı
resulun biri evladı
suveri ve biri evladı suveri ve
manevi, biri de yalnız manevidir.
Ya bunların
gayrısı nedir? Evet, tevhidin en edna/düşük mertebesi tevhidi lafzı (söz, laf tevhididir), yani lailahe illallah
kelimesini sözle takrir/ikrar etmektir.
O da evladı resulden mahduttur/sınırlıdır.
İşte kimki Hazreti Resulun (Mazagal basar / gözü
kayıp şaşmayan) sultanının evladı olursa, feyzi akdes yani ezel feyzinin
kaza feyzinin nuru, onun
dayesi (koruyucusu ) olur.
------------------------------------------------------------------------
(168)
Kıldan ince ve kılıçtan
keskin o şahın
yolu Her kemâl ehli kapusunda anın edna kulu
Hazreti Resulun yolu, kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kemal ehli,
onun kapısında edna (aciz) bir kuldur.
Mısırda kibar ehlullahtan İbrahim Hanefi var idi. İbni Karisten sonra geldi.
İbrahim hanefiye dediler ki, İbni Karis senin asrında
geleydi ne olurdu?
İbrahim Hanefi buyurdu. Benim kapımda olurdu. Bu ne gibidir? Bir kerre
hazreti Resulullah ömer radıyallahu taala anhanın hanesine bağdeten girdi.
Çünkü
akrabalığı vardı. Olmasa da Hazreti Resul'e
perde yok idi. Cümlesinin babasıdır. Hazreti Ömerin elinde bir kitap gördü. Ve Nedir o kitap ya Ömer? Dedi.
Hazreti Ömer dahi, tevrat ya resullullah buyurdu. Ol vakit Hazreti
Re sulullah
buyurdu. (Lev kanel Musa hayyen la yesa
illettebeani, buyurdu. Yani, Eğer ki hazreti Musa şimdi hay olsa, onu bir
yer sığmaz illa bana tabi olur) demektir.
İşte İbrahim hanefinin
sözü dahi bunun
gibidir. Çünkü ol vaktın ehlullahı İbrahim hanefi idi. Bütün kibar veliler ana tabi idi. Yoksa İbni Karisin
kemali andan daha ziyade idi.
Okları kavs-i
kazanın kuvvetince yol alır Butesine kalb-i sultandan
geçer okun yolu
Çün mukaddem
Fakrü fakri dedi sultan-ı rüsûl Ya aceb mi fahri zülli diye bu âhır
veli
Hazreti Resulullah (El fakrü fahri buyurdu.
Yani fakirlik benim iftiharımdır) dedi. Amma bu fakirlik mal fakirliği değil,
fakrü hakikidir. Fakrı süveri/sureta fakirlik değil, yani kendine
nisbet ettiği variyeti yok
olan fakirliktir.
Efalini, sıfatını, vücudunu Hakka verendir
ki, bunlar zaten Hakkındır. Amma Hakkın olduğuna vakıf olmaktır,
demektir.
Ferha terha iki deryâ mecmeu’l bahreyn
olan Taht-ı ekdam-ı erazil Arş-ı Rahman menzili
Ferha,
sofrada kalan ekmeğin en ufak hırdası/kırıntısı,
terha, bezin en ince parçası. Ufak ufak demektir. Mecmualbahreyn, zahirde
akdeniz ile Nil'in karıştığı reşit/kemâl
iskelesidir. Çünkü hazreti Musa, Hızıra orada mülaki oldu/buluşup kavuştu. Beraberinde götürdükleri pişik balık, orada gayıp
oldu. Halbûki balığın bir yanı yanmış idi. Sonra Hazreti Musa arkadaşı Yuşa
aleyhisselamdan balığı
aradı. Zembilden kayıp olduğunu görünce
Hızır
aleyhisselam ile balığın kayıp olduğu yerde mülakat
edeceğine/buluşup görüşeceğine işareti ilahiye var idi. Ve Yoldan döndüler.
Balığın kayıp olduğu yerde
Hızıra mülaki oldu/kavuştu.
Hatta şimdi bile reşit/kemâl iskelesinde çıkan balıkların bir tarafları yanık kemikleri görünüyor. Bir tarafının pişik olduğu anlaşılır. İşte zahiri budur.
Hakikatta
macmual Bahreyn/iki denizin birleştiği
yer, bahrıvücup ve bahrı imkân beyn huma berzah bir çizgidir/vacip denizi ve imkân denizi arasında
saadetli bir çizgidir. Hatta mecmualbahreynin pergelle suretini yaparlar. Şöyle ki, iki kavis orta yerinden bir çizgi, bir tarafına
kavsı vücup, bir tarafına kavsı imkân yazarlar. Kavsı vücube fatihayı şerifin
nısfını/yarısını ve kavsı imkane nısfı/yarısı diğerini
tahrir ederler/yazarlar.
Arifin bir himmeti var ana arş olmaz makam Sidre vü Tûba gözetmez kâmilin can u
dili
Akılin mizan-ı
aklı maverasın almadı Aşıkın âkıller içre adı mülhid ya
deli
İlmi makul
âlimlerinin mizane aklı aklının maverasını almaz, ulumu akliyedendir. (Akla dayanan ilim âlimlerinin akli
ölçüleri, akıl ötesini anlamaz, onların ilmi aklidir). Mesela; Mantık (akla kurallarla yol gösteren ilimdir),
adap (edepler, ahlâk kuralları
ilmidir). Ve Bunlara mümasil/bunlar gibi
olan akliyata dair ilimlerdir.
Bunlar ilahiyeyi/Allah’ı öğretmek için bir alettir/araçtır. Yani akıllılar tarafından
lisanı arabiyeye aşina olmak/Arapça
bilmek ve o lisan ile ilmi ilahiyeyi vakıf olmak için yapılmıştır. Asıl ilim üç kısımdır; 1- İlmi
şeriat, 2 - İlmi tarikat, 3 - ilmi hakikat. Şu halde ilmi arabiyeyi tahsil eden
acemlikten çıkıp arab oldu henüz.
Hani ilmi ilahiye?
(Yani akıllıar
Arapça öğrenmek
Allah’a ait ilimlere
vakıf olmak içindir derler. Ki Asıl ilim üç kısımdır;
1- İlmi şeriat, 2- İlmi tarikat, 3- İlmi hakikat. Arapçayı öğrenen kişi
acemliğinin
yanında ancak Arapça konuşur Arapça münasebet kurar, Arapçanın ona başka
faydası olmaz. Hani nerede kaldı
asıl öğrenilmesi icap eden Allah’a
ait şeriat, tarikat ve hakikat ilimlerini öğrenmek, sırlarına vakıf
olmak?
Bu
itibarla mantık, edep, Arapça gibi akli ilimleri öğrenmekle Allah bilinmez, Allah’a
arif olunmaz)?
Ulumi akliye/akli ilim sahipleri eğer âşıklar içinde bulunsa, âşıkların sözleri onun aklına mutabık/uygun olmadığından onlara
ya mülhit (dinsiz,
dinden çıkmış) yani bozuk der.
Yahut deli yani divane der, demektir.
Zerre zerre kıldı Mısrinin
vücudunu kaza Katre katre
kıldı zâtını anın aşkın yeli
Zerre zerre demek,
iptida/önce efalini fena eder. Sonra sıfatını fena eder.
Sonra zatını
yani vücudunu fena eder demektir.
------------------------------------------------------------------------------------------
(169)
Hamdüllillah haps-ı
zından ehl-i hâlin hırfeti
Fakr u zillet derd ü mihnet ol güruhun izzeti
Haps-i cism ü nefs eden canın eder elbet halâs Halvetinruşen eder envar-ı Hakk’ın
celveti
Ehli dünyanın
hapsi, hapishanelerdir.
Ehlullahın hapsi ise, ağyardır
(yârdan/ilâhi sevgiliden ayrı
kalmasıdır). Makamı cilvet, makamı ruh vardır. Ki ruh makamı hakikat, yani makamı cem olup bu makamda vahdet zahir kesret
batındır. Makamı halvet ise makamı nefs,
makamı şeriat,
yani makamı hazretül cemdir. Bu makamda Vahdet batın kesret zahir olur.
Velhasıl makamı şeriatı Ruşen eden/parlatan makamı hakikattır.
Zulmet içre teşne diller âb-ı hayvana
gider Kıllet içre sabr ile çok kimse buldu devleti
Gönlü
susuz olanlar, abı hayata (Ebedi
dirilik, ölümsüzlük suyuna) koşar. Abı hayattan murad, tevhittir. Yani
tevhidi bulan, devleti bulur dünya ve ahiret. Çünkü ahiret devletini bulan, dünyaya behemahal (ister
istemez) hizmet eder. Anı da
muhayyer olur Gazban hizmet ettirir. (ahiret
devletini bulmakta ahirete hizmet etmekte kul muhayyerdir/serbesttir. Mesela
kul Allah’a ister ibadet eder, isterse etmez.
Fakat dünya kendine
mecburen hizmet ettirir. Meselâ;
acıktıkmı yemek, susadıkmı
su, hastalunca şifayı mecburen
aramak gibi).
Halk-ı âlem kabza-i kudrette
biçün ü çerâ Hak kazasına rıza ver bula kalbin vus’ati
Halkı âlem, kudreti ilahiyyenin kabzesindedir (tasarrufundadır). Ve Hakkın efalinden/işlerinden sual olunmaz. Çünkü Hakkın kazasına rıza verenin (gösterenin) kalbi vusat/genişlik bulur. Çünkü Hz. Resulullah buyurur. (La mani li kazaike vela maniliataike, yani
hakkın kazasına ve atasına/hediyesine
hiç mani yoktur).
İzzet-i ukbâya
zillettir Niyazi çün tarik Nefha-i Rahman’a bu yoldan edegör
sür'ati
Nefhayi, nefesini dışarı vermektir. Nefha, nefesin dışarı verilmesinden hâsıl olan istirahattir (Ve
nefahtü fihi min ruhi / kendi ruhumdan
üfledim Hicr-29) Ruh istırahat
manasınadır. İnsan nefesini
içeri alır sonra o nefesi dışarı
vermesi ona hayat verir. Hatta
o nefes dışarı verilmezse kişi derhal
vefat eder. Anın için insan vefat ederken, nefesi içeri alır o nefes içeride
hapsolur dışarı veremez ve vefat eder.
(170)
Hamr-ı rûy-i
yâr ile sekran olan anlar bizi Katresin bahr eyleyip
umman olan anlar
bizi Cahil anlamaz zevil-irfan olan anlar bizi Vakıf-ı esrar olup hayran
olan anlar bizi
Anlamaz hayvan olan insan olan anlar bizi
İnsan üç kısımdır; 1- İnsani
hayvan, yani tevhide
kadem/ayak basmayan, cahil insan. 2- İnsani
nakıs: tevhidi efal ve tevhidi sıfat görüpte zata vasıl olmayan. 3- İnsanı
kâmil; tevhidi zata vasıl olandır.
Halkın artık eksiğine
keylimiz yoktur bizim Kimseye tânetmeye hiç dilimiz yoktur bizim Lâ mekândan
gelmişiz bir ilimiz
yoktur bizim
Bu fena gülizâra
hergiz meylimiz yoktur
bizim
Her seher
bülbül gibi nâlân olan anlar bizi
Lâ mekândan/mekânsızlıktan geldik şehrimiz yoktur bizim demek, en evvel nuri Muhammedi halk olundu. Nuri
Muhammedi tecelli etti, nefsi kül oldu,
nefsi kül tecelli etti,
tabiat oldu. Tabiat tecelli etti, heyyula oldu.
Heyyula tecelli etti; Cismi kül oldu.
Cismi kül tecelli
etti, şekil oldu. Şekil tecelli etti, arş oldu. Arş tecelli etti,
kürsi oldu. Kürsü tecelli etti, feleki atlas oldu.
Andan faleki menazil
oldu. Velhasıl ta mertebei insana
kadar 28 mertebe tamamlandı. Anın için biz, lâ
mekânız. Mekânımız yoktur dedi.
Sırr-ı vasl-ı yâri yol azanlara biz açılmazız
Biz hakikat şemsiyiz revzenlere açılmazız Biz rical esrarını şol zenlere
açılmazız Zâhid-i leffaf olan rehzenlere açılmazız
Açılıp güller gibi handân
olan anlar bizi
Biz rical esrarını şol zenlere açılmazız. Mısraında olan zenden murat:
Ünsai/hünsai müşküledir (hem erkekliği hem de dişiliği
olan
çift cinsiyetli kimsedir). Gülizarı şerif
sahibi İbrahim Tennuri
Hz. Hacı Bayram Velinin
Halifesi olan Şemseddinin halifesidir. Fıkıhı şerifi öyle şerh etmiştir ki;
Feraizi ilahiyenin kâffesini şeriat ve hakikatça şerh eder. Meselâ şeriatta
savum/oruç şudur diyerek beyan ettikten sonra, hakikattada savum
budur, diyerek beyan eder. Şeriatta abdest şudur; hakikatta da budur. Şeriatta
sela şudur hakikatta budur.
Velhasıl
feraizi ilaihiyeyi yazdıktan sonra ünsai müşküle (çift
cinsiyetliler mevzusunda) der; Şeriatta ünsai müşküle,
erkekliğine ve avratlığına
hâkim olunamayan kimsedir, o
camia/Camiye giderse erkekler safına durursa avratlığı galip olur.
Ve eğer kadınlar safında durursa şayet erkekliği galip olur diyerek, bunlar ayrıca bir saf olurlar der. Şerisi böyledir. Bunlar
Mirasta dahi hissei ersiyesinin nısfını/yarısını erkeğin hissesi, nısfı diğerini/diğer yarısını avrat hissesi olarak alır.
Hakikatta
ünsai müşkile/çift cinsiyetli nedir?
Cahil olupta meşayıh ve ülamalık/mürşitlik ve âlimlik davasında bulunan bu misillü/bu gibi olan adam, ne avrat mesabesinde olan avama karışabilir.
Ve ne de erkek mesabesinde olan ehlullah ile muhabbet edebilir. Çünkü ehlullaha karışamaz
cehaletinden, avama dahi karışamaz azametinden/büyüklenip
kibirlenmesinden ötürü.
Hakikatta ünsai müşküle bu kabilden/bu
tür olan adamdır.
Sanmanız zahid gibi havf u reca abdalıyız Geçmişiz andan şehâ bezm-i
lika abdalıyız Tekke-i iklimi
lâhutda beka abdalıyız
Baş açık yalın ayak rah-ı fenâ abdalıyız
Ref edip ten cübbesin üryan olan anlar
bizi
Mısri’ya
şehr-i fenaya uğradı râhım bu gün Şems-i rûy-i yâr ile bedr oldu çün mâhım bugün Kuluna rahmeyleyip kıldı nazar
şâhım bugün Li maallah sırrına
mahremdir İbrahim bugün
O saray-ı vahdete
mihman olan anlar bizi
Hz. Resulullah Ebu Bekir Sıddık Hz. ile konuşurlarken Hz.Ömer Ef. miz
anlayamazdı. Bir defa Hz. Ömer, Ebubekir Sıddık'a; Hz. Resulullahı her esrarını
anlaması için sual etti/Hz.Resulullahın
her sırrını anlayıp
anlamadığını sorduğunda Hz. Ebubekir
Sıddık, bu hadisi
rivayet etti;
(Lima allahi vakti lâ yeani nebü mürsel vela melik
mukarreb / yani Allah ile benim bir vaktim var. Ne nebi oraya sığar
ve meliki mukarreb). O vakit, makamı Muhammedidir, yani ahadiyet. Oraya
hiç bir nebi ve mürsel ve meliki mukarrip kadem basamaz. Meğer kademi
Muhammedi ile yani o makamı
bilisale/bizzat Hz.
Resulullahındır. Enbiya ve verese oraya bittabi/tabiatıyla
elbette
girerler. Hz. İbrahimde tevhidin
babası olduğu halde makamı ahadiyete o da
kademi Muhammedi ile girer.
---------------------------------------------------------------------------
(171)
Barekallah gülistan-ı bülbülandır Aspozi
Cenneti tezkir eder âli mekândır Aspozi
Mutedil âb u heva hem müctemi
envâ-ı zevk Mecma-ı bezm-i
safâ-yı arifandır Aspozi
Ab-ı hayvanı
beğenmez hasletindendir Mesih Aktığınca sanki bir ruh-ı revandır
Aspozi
Hazreti İsa mevti ihtiyari
ile meyyit olup/Hz. İsa kendi isteğiyle ölmeden evvel ölüp ikinci kat göğe ref olundu/kaldırıldı. (İz kalallahu ya isa inni müteveffike ve rafluke ileyyel ila ahir el
aye / Ey İsa Şüphesiz,
senin hayatına ben son verceğim.
Seni kendime yükselteceğim…
(Ali İmran-55) Burada tüveffiden murad,
mevti
ihtiyaridir/ölmeden evvel ölmektir. Sonra Hz. İsa ahır zamanda hilafeti
Resulullah ile yeryüzüne nazil olup/inip, Hazreti İsa zamanı kırk sene
imtidat/devam eder. Ve teehhül edip/evlenip
evladı olur. Sonra mevti tabiye/tabiat,
beden ölümü ile vefat edip
yerine evladı halife olur. İşte
hazreti İsa kendisi hay bulduğu cihetle,
abu hayata ihtiyacı
yoktur/Hz.İsa ebedi diriliğe
ulaşmış olduğu için, onun ölümsüzlük suyuna ihtiyacı yoktur.
Aspuzi Malatyaya yarım saat mesafede
bir kariyedir/beldedir.
Ümmisinan Mehmet efendinin
tekkesi orada idi. Ümmi Sinan dahi Niyazi efendinin şeyhi idi.
Câme-i
hadrasın eyyam-ı rebide kim giyer Şüphesiz ınenzilgeh-i Hızr-ı
zamandır Aspozl
Her taraf pür meyve-i şirin leb-i dilber misal
Yeşil atlasla donanınış nev-i civandır Aspozi
Bimidad elması
üzre nakş olur ebyat-ı sürh Lâcerem sun’u Hüda’ya
bir beyandır aspozi
Ol sebepten ehli pür akl u zekâ vü marifet Mahzen-i ehl-i ulum-ı kâmilandır
Aspozi
Cenneti min tahtıhel enharı
tecri dense hûb Hazihi cennâti Adnin’den nişandır
Aspozi
Ey Niyazi ger dokunmayaydı hiç
bâd-ı fenâ Kim demezdi ona Firdevs-i cenandır
Aspozi
(172)
Zavale gün
salındı Kal’a-i Van alındı Bâtıl vücud dolundu Vücud-u Hak bulundu
Kal-ayı
Van’dan murad, Mısri efendi mihtahil ulumül gayp/Gaybın
anahtarı ilmini), okumak için Mısıra
gitti, orada okudu.
Hatta kendilerine anın için
Mısri lâkâbı verildi. Çünkü müftahil ulumül gayıp hocası, Mısırdan gayri yerde
bulunmazdı. Şirazda Bedrettin vesair ehlullah okumuştur. Şimdi mısırda miftahil
ulumül gayıp okutan yoktur. Ben Mekkede müftahil ulumül gayp şehri (şerhi/açıklaması olan kitabı) gördüm, sahibini anladım, bozuk
bir kitap idi.
İşte Mısri Efendi Mısırdan
doğru İstanbula gelip Üsküdarda sakin oldu/yerleşti.
Hüdai Mahmut Efendi dergâhının o
zamanki şeyhi zamanındaki makamı saltanatta Sultan ikinci Ahmet var idi. Hatta Hüdayi Mahmut
efendi dergâhı
şeyhi, Sultan Ahmede çok
çatkın idi/iltimas ederdi.
Ol vakit
münkir ehlullah/ehlullahı inkâr eden bir şeyhislam var idi. Kendisi
Boğaziçinde Vani köyünden olduğundan lâkâbına Vani derler idi. Mısri efendi
ile çok çekişir idi, sonra vefat etti. Onun hakkında
Mısri Efendi bu bahri
söylemiştir. Kal’ayı van alındı, batıl vücud dolandı. Çünki o şeyhülislam
münkir idi (tevhidi hakikiyi inkâr
ederdi). Ve kendi vücuduna müstakil varlık
nisbet ederdi, yani Hakkın vücudu başka, kendi vücudu
başka zanneder
idi. Bed/çirkin vücut batıl
değilmi? Batıldır. Hakkın vücudundan gayrı vücut yoktur.
Vücud-ı insana
can Muhakkak oldu sultan Şeytanı sürdü Rahman
Levih’den ol silindi
Şeytanı rahman sürdü. Burada Rahim sürdü demek lazım gelir idi. Çünkü
şeytan, şıh küsteri hazretlerine geldi ve Dedi; Ya şıh, Benim müşkülüm var ki
Cenabı Hak taala Kuranı keriminde buyurmuştur (…Ve siat rahnıeti ala külli şey'in / Rahmetim her şeyi kuşatmıştı. (Araf-156) Ben de o şeyde dâhilim ve Benim de
o rahmet içinde bulunmam iktiza
eder/gerekir iken, niçin Hakkın rahmetinden
metruttum/kovulduğumu derseniz/söylersiniz. Sonra şıh küsteri
buyurdu. Külli şey 'in
muhit/kuşatmış
olan rahmeti rahmandır. Çünki rahmeti rahman,
ammedir/geneldir, umumidir. Rahmeti rahim ise, rahmeti
hastır ve rahmeti icatdır/rahmeti
Rahim müminlere has/özel rahmetin yaratılışıdır). Ve Sen oradan yani Rahim rahmetinden metrutsun/kovuldun. Dedi. Onun için burada Rahim demek lazım gelir idi.
Bir mahfi sehhar
idi Kattal u Cebbâr idi Cazu-yu mekkâr idi Cazuluğu bilindi
Tevbe ederdi
hayre Niyet ederdi şerre Küp olmuş idi hamre
Hamrin küpü delindi
Sevmezdi ol
beşeri Âm idi hep zararı Ehli Hakk’ın çiğeri Dilim dilim dilindi
O zalimin
elinden Çıktı çoğu yolundan Cüda düşüp ilinden
Defterleri çalındı
Yezid-i bednâm idi
İlimde haham idi İt idi Bel’am idi Taşra dili salındı
Yezit aleyhillane/lânet onun üzerine olsun,
Muaviyenin oğludur.
Yezit adı beddir/çirkindir,
kötüdür. Hiç bir kimse oğluna yezit ismi tesmiye etmez/Yezit ismi takmaz.
Bir kerre
Hazreti Resulullah rüyasında gördü ki,
beni ümeyye/ümeyye/emevi oğulları
mimberi resulullahta tebevvül
etti (resulullahın minberine
işedi/sidiğini yaptı). Ertesi gün
(…Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur'an'da lanetlenmiş bulunan o
soyu da insanları sınamak/imtihan etmek dışında bir sebeple göndermedik… İsra-60) ayeti nazil oldu. Ve Hazreti Resulullah Ebubekir Sıddık
ve Hazreti Ömer R.Anhümayı çağırıp bu ayeti kerimeyi tebliğ etti. Ve gördüğü rüyasını söyledi. Fakat bu
sırrın ifşa edilmemesini emretti. Lâkin
sonra bu sır faş oldu/duyuldu.
Hazreti Resulullah zannetti ki, Hazreti Ömer faş etmiştir. Badehu/sonra hazreti
Ömeri çağırıp sual etti. Hazreti Ömer hayır ya Resulullah, ben faş etmedim
dedi. Halbûki
o sırrı hazreti Ayşe faş etti ve kimseden duymakla değil, kendisi fıkhiyye olduğundan ayeti kerime tebliğ olmazmı oradan
anladı (Hz. Ayşe âlim veArif
olduğundan bu ayet nazil olunca manâsını kendisi anladı).
Hazreti Resulullah bir gün Mervana
rast geldiğinde, dedi ki; Sen daha ananın karnında iken cenabı Hak
Kuranında sizi/size lanet etmiştir. Bunun müebbet olmak üzere (Bu anlamda daha) bir kaç hadisi şerif vardır.
Ezcümle muaviye hakkınde (İza reeytürnül muaviye ala minberi
fektuluhüm
/ Ne zaman Muaviyeyi minberde görürseniz katladiniz). Bir de
Medinei münevverede mescidi şerif yapılırken Hazreti Resulullah sahabe ile
kerpiç taşırdı. Sonra ashaptan Ummar İbni Yesar çıkıp; Ya Resulullah. Senin kerpicini dahi ben taşırım, sen taşıma dedi. Hazreti
Resulullah kabul etti.
Sair/diğer ashap birer
kerpiç taşırdı. Ummar ise iki kerpiç
taşırdı. Çünkü kerpiçler büyük
idi. Sonra Hazreti Resulullah Ummarın üstünde kalan toz
toprağı silerdi ve resulullah buyurdu; Senin şahadetin taifeyi bagiye/yoldan
çıkmış azgınlar tarafından olacaktır. Sen Hak/doğru
tarafına çekeceksin, onlar
ise batıl/yalan, haksızlık tarafına çekecektir. Dedi. Sonra öyle oldu. (Ve Ummar, sıffın
savaşında Hz. Ali’ye yardım ederken Muaviye taraftarlarınca şehid edildi.
Hatta Veysel
karani Hz.leri de bu sıffın
savaşında Hz.Ali’nin yanında yer aldı ve o da, Muaviye
taraftarlarınca şehid edildi).
Velahasıl Beni emeviye/emevi oğulları
saltanat için ehlibeyte
kıydılar ve seçkin sahabeleri
şehid ettiler.
Belam ibni bağure:
Hazreti Yakubun on iki oğlu oldu.
Ve bunlar Oniki kabile oldular. On kabile Milleti İbrahimi
terketti. İki kabile Hazreti Yusuf ile Yehuza kabileleri Milleti İbrahimi
terketmedi. Sonra Hazreti Musa, resul oldu.
Bu iki kabile ile ittifak etti/birleşti. Diğer On kabilenin üstüne yürüdü. Davet etti, onlar daveti kabul etmediler. Harbedecekleri sırada Belam ki on kabilenin
içindeki bir kabile reisi oldu. Bir hile kurdu. Karı ve kızları güzel elbise
ile giydirip ve tezyin olup/süsleyip Hazreti Musanın ordusuna
yollıyalım. Onlar bunları
beğenip Ef'ali seyyie icra ederler/günah,
çirkin işler yaparlar. Ve ol vakit Hazreti Musanın
tarafı bozulur dediler, sonra da öyle yaptılar. Yani taifeyi
zinanı/zina yapacak olanları güzelce müzeyyen/süslü olarak
Hazreti Musanın ordusuna gönderdiler. Hazreti Musanın mahiyeti bunları
tuttular. Her ne kadar Hazreti Musa sakının biz bozuluruz dedi ise de, hiç
fayda vermedi. Onlar dediler ki, Ya Musa, mademki bunlar bize gelmiştir, biz
yapacağımızı yapacağız. Bu bapta seninle olan ittifakımızı/birlikteliğimizi bozarız deyip ittifakı bozdular. Ve Hazreti Musa yalnız kaldı. Sonra Belamı İbni Bahure
kelp suretine mesh olundu (Belam ibni
bahure ölürken köpek/it suretine dönüştü).
Onun için Mısri Efendi,
İt idi bellam idi taşra
dili salındı buyurdu.
İşte Vani de
bunun gibi mesh olundu (Vani de ölünce
it suretine döndü). Velâkin belam da mesih cismani, vanide
ruhani idi.(Fakat Belam
cismani olarak, Vani ise ruhani olarak ölünce it’e/köpeğe dönüştüler).
![]() |
(173)
Zühdünü ko aşka düş ehl-i cenan etsin
seni Pir-i aşka kulluk et cânana can etsin seni
Bir zaman bülbül gibi efganın ağdır göklere
Şol kadar kıl nâleyi kim gülistan etsin seni
Âr u namusun
bırak şöhret kabâsından soyun Gey melâmet hırkasın kim ol nihan etsin seni
Yüzünü yerler
gibi ayaklar altına
ko kim Hak teâlâ başlar üzre
âsuman etsin seni
Verme rahat
nefsine daim gaza-yı
ekber et Kâbe-i dil fetholup
dârül’-emân etsin seni
Gel Niyazi’nin elinden bir kadeh nûş eyle kim
Mahvedip nâm u nişanın binişan etsin seni
----------------------------------------------------------
(174)
Dost illerinin menzili ki âli göründü Derd-i dile dermân olan Elmalı göründü
Tutilere sükker bağının
zevki erişti
Bülbüllere cânân gülünün dalı göründü
Mecnun gibi sahralarda ağlayı
gezerken Leylâ dağının lâlesinin alı göründü
Ten Yakubunun
gözleri açılsa aceb mi Can Yusufunun gül yüzünün hâli göründü
Hazreti Yakup, Yusuf
aleyhisselam için ağlardı. Yani yollar başında oturup gelen gidene Yusufu
gördünmü, Yusuftan haberin varmı? Diye sual ederdi. Sonra diğer evladları gidip ya Baba, Allaha kasem/yemin ederiz ki
sen bu hâl ile telef olacaksın. Veyahut sana cismen bir zarar gelecektir dediler. Sonra Hazreti Yakup,
evlatlarına dedi, (Kale innema eşkübessi
ve hüzni ilallahi va-lemu minallahi mala ta-lemun / Yani benim şikâyetim ancak Hakkadır. Her ne kadar siz gelip gidenlere
şikâyet ederim zannedersiniz ise de, sizin bilmediğinizi ben bilirim.
Zira ben nebiyim(Yusuf-86).
İşte Hazreti Yusufa ağlamaktan hazreti Yakubun gözleri incecik perde
oldu. Velâkin yine Hazreti Yakup görür idi. Hani ya ama/kör oldu dedikleri
yalandır. Çünki enbiya davete mani olacak
ve halk dahi kendisinden teneffür eyliyecektir. Çünkü peygamberan
alil ve emraza hariz olmaz. Mahfuzdurlar. Öyle firengi illeti gibi illeti
menfure ve amalığa enbiyaya dari olmaz (Peygamberler Hakka davetçi olduğundan, onlar halkın nefretini uyandıracak, tiksinti vercek hastalıklardan ve amalıktan/körlükten Allah tarafından korunurlar).
Kal ehlinin
akvalini terkeyle Niyazi
Şimden geru hâl ehlinin
ahvali göründü
Kal ehli
şunlardır ki: Kelamı/konuştuğu ayet ve hadisle mekarin/uyumlu olmayanlardır. Çünkü ayet ve hadise
mekarin/uyumlu olan bir söz, o sözü söyliyenin değildir. Ya o söz Hazreti Resulullahındır, o söze
iman etmeyen kâfir olur. Mesela ulemai zahir, ayet ve hadisle müebbet (aynı
olan) bir söz söylese zaten o
söz onun değildir. Ayet ve hadisle söyler demektir. Yok eğer kendi
karihasından/düşüncesinden söylediği
vakit o söz kabul olunmaz.
Hatta Ebu hanife Radiyallahutaala anha vasiyetinde buyurmuştur; Bir söz ki, yanında ayet ve hadis görüle, o
söz bizimdir, Kabul edin. Velâkin ayet ve hadis yanında olmıyan söz, benim
değildir. Kabul etmeyin demiştir.
İşte kal ehlinin sözü hâl ehlinin
gibi zevk ile değildir.
![]() |
(175)
Ey kefere o
iğrib avlar mı bu balığı Yanlış haber söylemiş
size veren salığı
Yere göğe sığmayan bir iğribe sığarmı Karnı içiyken onun deryaların
yatağı
Yer ile gök
arası dolar dahi taşardı Eğer zahir olaydı
cihâna bir tırnağı
Yeri çeken öküz yüz on dört bin yaşındadır Ondan dahi büyüktür bu balığın
kulağı
Ne denlü
vasfedersem binde biri değildir
Zira bunun altıdır levhi kalem durağı
Merkezi de belirsiz zâhir küçük noktadır Arş ile kürsi onun gıdasının
çanağı
Bu Mısri’nin
sureti aldatır bu halkı veli Mânide her bir kılı bu dünyanın kaf dağı
Yani balıktan murad, şeraii/şeriatı israiliyette derlerdi ki, yerler öküz üzerinde öküzde bir kaya üstünde. Kaya dahi su üstünde, su balık
üstünde. İşte o balık bu dünyayı tutar. Zeburda arabiyül ibare bir ayet
görmüşüm. Eğer sahih zebur ise orada diyor. Ey
beni İsrail, siz Hakkı unutmayın, Hakkı zikredin. Zira yerleri tutan balık şöyle böyledir. Lakin bizim şeriatımızda ve Kuranımızda öyle şey yoktur. Kalellahutaala (Vehüvellezi halakassemavati vel arda fi
sitteti eyyamin ve küne arşuhu alelmali yeblüveküm eyyüküm ahsenü amelen.
Velein kulte inneküm mebusüne mimbadil mevti leye kulilenellezine keferu in
haza illa sihrun mübin / O, odur ki, gökleri ve yeri altı günde
yaratmıştır.
O'nun arşı da su üzerinde idi. Böyle yapması, iş ve davranış yönünden
hanginizin daha güzel olduğunu
belirlemek için sizi denemeye yöneliktir. Sen, "Kuşkusuz, sizler ölümden
sonra diriltileceksiniz!" dediğinde, küfre
batanlar hemen ve kesinlikle şöyle derler: "Bu
apaçık bir büyüden başka şey
değildir." Hud-7).
Yani Hak
sübhanehütaala evvela nuri Muhammediyi yakut hazra (yemyeşil mücevher) şeklinde
halkedip ona nazar etti. Edince
eriyip su oldu. Suyun
buharından gökler halkolundu. Köpüğünden yerler, arş kürsi
yaratıldı ve arş o su üzerindedir. İşte sahihi/gerçeği budur.
![]() |
(176)
Kasab elinde
koyunum Ya o beni ya ben onu Cellad elinde boyunum Ya o beni ya ben onu
Mısri
efendi hazretleri Üsküdarda sakin/oturur iken bir risale/kitapçık,
telif etti/yazdı. O risalesinde imamı Hasan ve imamı
Hüseyin radıyallahü anhümanın nübüvvetlerine kail olduğundan (O
risalede/kitapçıkta
İmamı Hasan ve Hüseyinin nübüvete/peygamberliğe mazhar olduğuna inandığını yazmıştır).
Ki
köstendilli Mehmet Ağa İstanbulda bir tarika dahalet eder/girer. Ve Tekkeden o risaleyi/kitapçığı
alır. Köstendilde Şıh Mustafa risaleyi
görür ve bunun üzerine der
ki, benim Mısrı efendiye
hüsnüzannım (Hakkında iyi düşüncem) var idi. Artık bundan
sonra yoktur, Ona dahi emniyetim (itimadım)
kalmadı, dediğinde. Mehmet Ağa niçin? Diye Sorar. İşte imamı Hasan İmamı
Hüseyinin nübüvvetlerine/peygamberliklerine
kail/inanmış olduğundan, halbûki nübüvet fahri
kâinat ile hatmoldu/sona erdi, diye cevap
verir.
Sonra Mehmet Ağa derki; ben bu risaleyi tekkeden aldım. Tekke şıhı
şekiyeden (yol kesen eşkiya)
olur. Nihayet münakaşa
ederler, risaleyi hemen
Üsküp'e tarafımıza göndermişler. Fakir dahi cevap verdim. Risale
doğrudur. Ve şeriata mutabıktır/uygundur. Sonra Şıh Mustafa
ile görüştük. Dedim ki, vakıa
hazreti Resulullah hatemdir ama risalet nebilerinin hatemidir/sonuncusudur. Şeriat nebilerinin
hatemi değildir. Nübüvveti teşriiye bakidir. Ona nebiyyül velaye tabir olunur.
Sonra Şıh Mustafa
dahi kandı (bu meseleyi
anladı). Bir de fakiri
Hüsnü paşa İstanbula davet etti, Bizde gittik. Bir gün müsteşarı fikri efendi
(Şimdi vezir oldu) Fikri
paşa elinde bir risale ile geldi
ve dedi; bu risaleyi paşa gönderdi. Bir kerre nazar edin/gözatıp tetkik edin. Akşama paşa
bunun için seninle sohbet edecektir. Sonra baktım ki Mısri efendinin risalesi/kitapçığı. Sonra paşa ile akşamına konuştuk.
İstanbulda biri bu
risaleyi tabettirmiş/kitapçığı
bastırıp yayınlamış. Taşra da satarken vezirin mutasarrıfı tutmuş, liacel/acilen muayene için dersaadete/İstanbula göndermiş. Fikri efendi
dahi o risaleyi, biz mütalaa ettikten sonra Şeyhislama gönderecekmiş. Sonra
dedim ki, Risale
doğrudur ve şeriata mutabıktır/uygundur,
diyerek Anlattık. Sonra fikri efendi ol vakıt Şeyhülislam Hasan Efendi
idi. Ona risaleyi götürdü ve bizim sözümüzü
söylemiş. Hasan efendi
mademki hoca efendi (Pir Seyyid
Muhammed Nur Hz.) şeriata
mutabıktır/uygundur demiş ise o öyledir
diyor.
Sonra Tasdik edip takdirnamesi ile o mutasarrıfa iade etti.
İşte Mısri Efendi iptida/ilk defa bu risaleyi
Üsküdarda telif
ettiği/yazdığı vakıt Hüdayi Mahmut Efendi degâhının
o zamanki
şeyhi çok itiraz etti. Ve sultan ikinci Ahmede söyledi. Yani Mısri
efendiyi
gamzetti/koğuladı şikâyet etti. İşte bu bahrı Mısri Efendi
o vaka/olay üzerine yazmıştı.
Bunu beyanla, ben Mahmut Efendi dergâhı şeyhi ile imtihan olurum.
Eğer benim risalemde
olan sözlerim şeriata
muhalif ise ben cezalanırım.
Yok, eğer şeriata muhalif değil
ise anu cezalandırırım diyor.
Irz-u vakar ve mal u menâl Yağma olundu cümlesi Soyunmuşum bu yolda ben Ya o beni ya ben onu
Yani ben ırzü vekar mal menaldan
geçtim (ben cahillerin namus ve doğruluk anlayışlarından, nefsin
mal mülk
hevasından/isteğinden geçtim). Ben kırk sene oldu şeyhlik ederim.
Cisme bugün kırk erbain Oldu tamam Deccal Iâin Kıldı beni
Rabbim emin Ya sen beni ya ben seni
Vallahi senden
korkmazam Davayı batıl kılmazam Haktır yolum yorulmazam Ya ben seni ya
sen beni
Vardı çıkalı
göklere Bin altı yüz doksan
bire
İndim senin çün ben yere Ya sen beni ya ben seni
Hazreti İsanın
göklere çıktığı/çıkması, Mısri efendinin vaktinde/zamanında
Bin altı yüz doksan bir sene olmuş idi.
Mehdi benim adlimdürür
İsâ benim fazlımdürür Ahir amel katlimdürür Ya sen beni ya ben seni
Meydana çık gel ey kaba Avret gibi giyme kabâ
Ben Mısri’yim giydim aba
Ya sen beni ya ben seni
Velhasıl bu bahrı
Mısri efendinin Hüdayi
Mahmut dergâhındaki o zamanki şeyh efendiye hitaben söylediği sözlerden
ibarettir.
![]() |
(177)
Yakın yalınlı
külhanı Atın firengi temirini
Çoktan arardım
ben bunu Ya ben sizi ya siz
beni
Nihayet
Mısri Efendi, Sultan ikinci Ahmede
haber gönderdi. Ve dedi ki, ben
Hüdayi Mahmut efendi degâhının şeyhi ile imtihan olacağım. Bu imtihan
da Kızgın fırın içine beraberce gireceğim diyor. Sonra Sultan ikinci Ahmet, hüdayi Mahmut Dergâhındaki şeyh efendiye; imtihan için Niyazi mısri Hz.leri ile beraber kızgın
fırına girmeyi söylediğinde, Mahmut Efendi dergâhı şeyhi ‘ben kızgın
fırına giremem’ diye cevap verdi. Bunun üzerine
Niyazi Mısri Hz.leri hüdayi
mahmut dergâhındaki şeyh efendiye
söyleyin, bari fırına bir girecek dervişi de yok
mu? Diyor. O şeyh dahi
yoktur dedi.
İşte bu bahirdeki (şiirdeki)
açıklamalar onun üzerinedir.
Çün gördünüz
kim tınmazam Sağ u soluma
bakmazam
Sanırsınız dayanmazam Ya ben sizi ya siz beni
Geldik işin tâ
ucuna Eriştik âhir gücüne Batıl odur kim gocuna
Ya ben sizi ya siz beni
Şemsin yanında zerreler Bahrin yanında katreler Zilden şecer etmez hazer Ya ben sizi ya siz beni
Hor hor uyurken
basınız Mısri’yi ol vakt asınız
Bulun ziyanın
assınız Ya ben sizi ya siz beni
Sonra şeyhülislam Vani, Sultan ikinci Ahmede dedi ki, bu Mısri efendi burada olursa halk arasında fesat
olacaktır. Eşkiya softaları kıyam edip/ayaklanarak bir büyük tenalık vuku bulacaktır,
Eğer münasip ise bu Mısriyi bir müddel bir yere tefrik buyurun/buradan uzak bir yere sürgün edin,
uzaklaştırın. Ol vakit Sultan ikinci
Ahmet Mısri efendiyi severdi ve her vakit kendisine teskere/izin belgesi yazardı. Senin vücudun
halka lazımdır vb. şeyler
derdi. Ve oda Sultan
Ahmedin teskeresi altına cevap yazardı. Ve yazdıklarında Öyle Sultan Sultan gibi hitabetmesi yok, ya Ahmet, Münafık sözüne kapılma demiş. Hatta fakir
de birkaç teskeresini gördüm.
Neyse
Mısri Efendi Elmiyeye girince/Limni adasına
sürgün olarak gidince, tekmil ahalisi/oranın
ahalisinin tamamı kendisine biad etti.
Artık ila ahır (ömrünün sonuna kadar) ömrünü orada geçirdi ve orada dahi vefat etti.
Ol vakitten
beri Devleti Osmaniyeye zarar gelmeğe yüz çevirdi. Öteden beriden
devletin yerleri düşmanlarca zaptolundu.
Hatta Sultan Abdülmecit han hazretlerine dedier
ki, ülkenin böyle olması
Mısri efendinin dersaadetten/İstanbuldan uzaklaştırıldığından/sürgün edilmesinden beridir. Onun
gönlünü tedyip buyurulursa/onun ruhu
gönlü hoş edilirse güzel olur. Ki bu eski Rusya muharabesi zamanınde idi.
Sultan Abdülmecit han Rahmetullahi aleyh hazretleri, dersaadetten/İstanbuldan
kalkıp elmiyeye/limni
adasına gitti. Üç gün orada
oturdu. Mısri efendiye kuran okudu. Ve türbesini kişmeri acem şalları ile
tefriş buyurdu/döşedi. Sonra Rusya ya harp açtı. Hatta bütün
devletler bile bizim ile ittifak ettiler ve
Rusyaya galip geldik.
Sultan Abdülmecit han hazretleri muvahit/tevhid ehli
idi. Hatta makamı makamül cem idi.
Önemli bir hatırlatma:
Niyazi Mısri Hz.leri sürgüne giderken ‘‘Osmanlının inkirazı (çökmesi) için dördüncü
kat semaya bir kazık çaktım
bunu benden başka kimse çıkaramaz’’ dediği rivayet
edilir. Ki Osmanlı
devletinin kayıtsız şartsız teslim olmasının, çöküşünün/bitşinin belgesi
olan 30 EKİM 1918 MONDROS anlaşmasının,
Niyazi efendinin
sürgün edildiği Limni/Midilli adasında ve türbesinin olduğu tarafa bakan MONDROS limanında,
İngiliz Agamemnon
zırhlısında imzalanması pek manidardır. Ve Hz. Pir efendimizin beyan ettiği ‘’Niyazi Efendi sürgün edildiğinden beri
Devleti Osmaniye ye
zarar gelmeye
yüz çevirdi, öteden
beriden yerleri
düşmanlarca zaptolundu’’ ifadesinin, ne kadar isabetli olduğunu gösterir.
Bunu beyanla Yunus
EMRE Hz.leri:
O Fahri alem Mustafa,
o madeni sıdkı safa, İster isen ondan vefa, incitme sen dervişleri.
İncitirsen ah ederler,
ömrün günün kuruturlar. Gözsüz olasın yedeler, ta
bilesin dervişleri.
Derviş oku ırak atar, hey demeden cana batar, Gafil olma yeter tutar, hor görme sen dervişleri.
Buyurmuştur. Allahu
âlem. Nejdet ŞAHİN
![]() |
(178)
Belirmez ârifin
nâm u nişânı Değil irfan filân ibni filânı
Yerin terk edenin yoktur
mekânı Hakikat ehlinin olmaz nişanı
İzi yoktur ki
izinden biline Dahi tozmaz ki tozundan biline Sen onu sanma sözünden
biline
Hakikat ehlinin
olmaz nişanı
Ne denlü var ise âlemde evsâf Sıfatlanır onu bil ehl-i a’râf İnad
ehli değilsin eyle insâf Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Arifler bazı kerre makamı telvine inip her sıfat ile sıfatlanır. Gâh fakir olur, gâh seyyahı âlem olur. Gâh derviş
olur. Velhasılı kelam her bir sıfatı giyer.
Sen onun sabr u şükrünü sorarsın Bulamazsın o vasfıyle yorarsın
Bilindiğim nişânımı ararsın Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Kubab-ı Hak’da
mestur olan erler Sıfat-ı halk içinde görünürler
Ne doğar onlar ne dolanırlar
Hakikat ehlinin olmaz nişanı
Kema kaalallahutaala min hadisil kutsi (Evliyayı tahtı
kubabıha la ya- refühümül gayrı. Yani gök kubbem altında benim velilerim vardır ki
onları
benden gayrı kimse bilmez). Bunlar
veli oldukları halde tevellüt etmezler/Veli
olarak doğmazlar. Bunlar bu
cihana gelip bir mürşide intisap
ederek o mürşit yüzünden seyri
süluk ederek irşat olurlar. Velâkin ezelde yine veli idi.
Ahadiseyir olan (Ahadiyet makamı yolculuğu) bile yine
mürşitsiz olmaz. Oda bizzat
Hazreti Resulden seyrisüluk eder. Ve tevhidi
ahaz eyler/alır. Veyahut hazreti Resulullahtan
ahaz edenden/alandan alır. Velhasıl ona da mürşit
lazımdır, mürşitsiz olmaz.
O veliler öyle cihanda
ulaşmazlar. Velhasılkelam o veliler
ben veliyim, Arifim, hakikat ehliyim,
diyerek kendini teşhir
ederek bu cihanda dolaşmdıklarından,
hakikat ehlinin olmaz nişanı.
Gazab şehvet
iki ayaktır onlar Binip üstüne seyyah
oldu canlar Bunlarla çıktı
Arş’a çıkanlar Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Ne kim âfakta
hor görmezse ârif Vücudunda da onu olmaz sârif
Anınçün der bunu ehl-i meârif Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Görünse taşradan
bir vasf-ı fâil İçinden de biri olsa mukabil Yakına
yardım eyle olma hâil Hakikat ehlinin olmaz nişanı
Onu uran urur ağlatmak için
Ya gayret gösterir darıltmak
için O da ağlar darılır çatmak için Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Onları vuranları onlar da vurur. Çünkivuranı vurmamak incil hükmüdür.
Yani nasaraya/hıristiyanlara mahsustur. Çünkü ayeti kerimesinde varit olmuştur
ki, mealen şöyle: Siz nasaranın
çeriyyelerini yakalarından çekerek sureti cebriyede tahsil
edin. Ve mühlet
vermeyin. Her birinin
zimmetini birden alın. Anlar
müsaade getirmezse müsaade etmeyin. (Bakara-191-194/ Tevbe-29) Velhasıl ehli
Hakkı vuran olursa onlar yani ehli hakikat
dahi vurur, sabır ve sükût etmezler.
Nefessiz dünyada
bir harf dirilmez Nefeste harfe boyanır ayrılmaz
Şu kim Hak’tan gelir
canâ yorulmaz Hakikat ehlinin
olmaz nişânı
Cihanda bir güruh olmaz ki ey cân
Bulunmaya içinde ehl-i irfan
Olur mevsuf
sıfatlar ile her an
Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Birinci beyitte nefis, yani nefessiz dünyada
bir şey dirilmez, ancak
nefiste/nefesle diri olur.
Zira nefis, nefesten müştaktır/türemiştir.
Üçüncü beyitte cihanda bir gürühe olmaz buyruluyor
ki, yani cihanda hiçbir gürühe/topluluk olmaz İlla içlerinden bir arif bulunur.
Eğer bulunmaz ise o köy harab
olur. Cenabı Hak o gürühe/topluluğu ve köyü o arif ile muhafaza eder.
Onlar akdapdır (kutuplardandı r).
Velâkin o da kendisi
arif olduğunu
bilmez.
Kimi şâdân kimi
nâşâd olurlar Kimi üstad kimi nerrâd olurlar Niceler sûretâ cellad olurlar
Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Şeriatle
olursa ger ol ef’al Deme ona ki bu gayet
bed ef’al Şer’i red etmese sende kıl ikbal Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Ne kim mevcud olupdur
bu cihanda Ger işlense kamu
yerli yerinde Behâne bulmazlar hiç birinde Hakikat ehlinin olmaz nişânı
Yani bu cihanda herkim
herbirşey mevcut ise hep yerli yerindedir. Hiç birisinde bahane (kusur) bulunmaz.
Çünki cümlesi vücudu Hak ile mevcut değilmidir? Evet, vücudu Hak ile mevcuttur
demektir.
Niyâzi’ye gelir her gayb u hazır Görünür cümle âraz ve cevahir
Nişaniyle olur her biri zâhir Hakikat ehlinin olmaz nişânı
------------------------------------------------------------
(179)
Bugün Yakup-ı
kalbe Yusuf-ı cândan haber geldi Kamis-i pür-nesim ile o cânandan
haber geldi
Hazreti Yusufu
kardeşleri, pederleri Yakup aleyhisselamdan kıskandılar. Binaenaleyh/bu nedenle
Kenan diyarına giden
kervan kafilesine sattılar. Ve Hazreti Yakup'a da Yusufu kurt yedi dediler. Sonra o
kafile hazreti Yusuf'u Mısır meliki
Kayusfura altın ağırlığında paha ile sattılar. Yani hazreti Yusuf yetmiş okka
geldi, yetmiş okka altına sattılar. Badel
eyam/sonraki günlerde ol havalide kıtlık oldu. Hazreti Yakubun
evladları zahire (buğday,
arpa vb. tahıl) almak için
Mısır'a geldiler. Ne ise Yusuf
aleyhisselam kendini onlara
bildirdi. Babasını getirtmek
için bunları iade etti. Ve gömleğini babasına gönderdi. Hatta ol
vakit gömlek yola çıkarıldığı vakitte
Hazreti Yakup, burnuma Yusufun
kokusunu rüzgâr getirdi,
dedi. Hani ya ayeti kerimede dahi var; Kaalellahutaala (Velemma fesaletil iğrü kale ebuhüm inni
leecidü riha Yusufe levlaen tüfenniduni. / Kervan oradan
ayrılanca,
öte
yandan babaları şöyle seslendi: "Yemin olsun, ben Yûsuf'un kokusunu
duyuyorum. Umarım bana bunaklık
isnat etmezsiniz." Yusuf-94) velhasıl bu kıssa surei Yusufta tekmil
vardır.
Şimdi Yusuftan murad, ruh, Yakuptan murad kalp makamıdır. Ruh makam-ı hakikat, yani makamı
Cem. Salik makamı cem 'e vasıl olmadan/kavuşmadan Hazretül cem'e geçilirmi? Geçilmez. Çünki peşin Yusuf
ondan Yakup'a gidilir.
Kuran enfüs
ve afakı camidir. Fakat bir taife var ki, onlara taifei batıniye tabir
olunur. Bunlar yalnız Kuranı enfuse hasrederler. Mesela
afakiyeyi tanımaz, selatı enfusiyeye hasreder. Savım dahi keza ve feraiz saireyi
öyle enfusiyeye hasredip afakiyeyi inkâr eder. (Kuran
enfusa ve afaka hitab eder. Fakat batınıye olarak
bilinen bir gurup var ki, bunlar kuran sadece enfusa mahsustur
enfusa hitab eder derler. Kuranın afâki olan açık emir ve hükümlerini
inkâr ederler. Namazı, orucu
ve aynı şekilde
diğer farzları da enfusa hitab
ediyor diyerek, vakit namazlarını
kılmayı,
Ramazan orucunu tutmayı vb. diğer Hakk’ın apaçık emir ve yasaklarını inkâr ederler). Cebrail
akli resuldür.
İsrafil himmeti
resuldür. Yoksa cebrail
ve israfilin aslı yoktur. Murad, enfusidir,
Afakiyeyi inkâr ederler.
(Bunlar cabrailin, israfilin zahiren
aslı yoktur
diyerek inkâr ederler. Bu meleklerden maksat enfusi mânâdır ve Cebrail aklı
resüldür, İsrafil himmeti resüldür derler.) İşte taifeyi zındık gibi
bunlar kâfirdir. Halbûki Kuranı enfuse hasreden küfreder.
(İşte taifeyi zındık, yani zındıklar gibi bunlar kâfirdir. Çünkü kuran
yalnızca enfusi mânâdır diyen, küfreder)
Açıl ey gözlerim
envar-ı vech-i zülcelaliden
Dilâ bedr ol kim ol mihr-i dırahşandan haber
geldi
Zülcelalin envarından murad, bu mevcudattır. Yani cemali ilahidir.
Çünkü zahir olan cemali ilahidir. Bu zahir olan cenabı Hakkın efal
esması ve sıfatıdır. Bunlar ise zata delalet eder/delil olur.
Yerinme
nâkısım diye kemal ehlini gördükçe Kamu noksanı tekmil eder insandan
haber geldi
İnsan nakısım diye yerinme,
seni tekmil ederler/eksik insanım
diye üzülme, senin eksiğini
noksanını kemale erdirip tamamlarlar. Çünki
evvelki derste dedik İnsan üç kısımdır:
Evvelki (birincisi)
insanı hayvandır ki, hiç tevhide yüz çevirmemiş ve tevhid makamlarını seyrisüluk etmemiştir. İşte ona insanı hayvan tabir olunur.
İkinci: Seyrusüluk görüpte tevhidi efal
ve tevhidi sıfat görmüş veyahut yalnız tevhidi efal görmüş, işte ona insanı
nakıs/eksik insan tabir olunur. Üçüncü: Tevhidi
zatı görüp zevk edendir ki, o kişi
kemal bulur.
İşte ona insanı kâmil tabir olunur.
İşte bir adam tevhide
kadem bastı mı o behamahal/mutlaka kâmil olur.
Yani insanı kâmil mertebesine
vasıl olur. Yani ona tekmil meratip/hatmül
makam ettirilir. Bir kerre hayvaniyetten halas oldumu/kurtuldumu
bu âlemde yahut son nefeste, ya âlemi berzahta, ya mahşerde, ya
cennette ona tekmil meratip ettirilir/tüm
makamlar gösterilir. Ve tevhid Kemalinden mahrum kalmaz.
Nitekim dersi sabıkta/geçtiğimiz derste
Zinnun Mısri Efendi
ile
Hazreti Şıh Şeyhül ekber Muhiddini Arabi Hz.nin hikâyesi mirur etti/geçti.
Âlemi berzahta buluştular. Hazreti Şıh dedi ya Zinnun, sen kitabın evvelinde nice/nasıl dedin? Ma hatara fi balik vallahü bihilafi zalik / Kalbe gelen
havatırlar Hakk’ın gayrısından gelir. Eğer
ki Haktalaa bu mevcudatın gayrı olursa, bu mevcudatın vücudu müstakileleri
yoktur. Ve Hakkın vücudu ile mevcuttur. Yani cenabı Haktan gayrıye mevcut yoktur.
Eğerki gayrı
ise, bu mevcudat yok iken cenabı Hak var idi. Sonra zinnun Hazretleri ben bu
tevhit meselesine şimdi vakıf oldum dedi, şükretti. İşte zinnuni, Hazreti
Şeyhül ekber terakki ettirdi.
Çünkü Zinnun hazretleri bu âlemde iken bu meseleye vakıf değildi.
Edip dilhaneyi tamir
otur bu beyt-i ahzanda
Bu şeb bana seher vaktinde
mihmandan haber geldi
Ne kim yağma olundu çekme gam şimden
geru sen var Dil-i virandaki ol kenz-i virandan
haber geldi
Bu Mısri’nin
vücudu mısrının oldur şehinşahı Ezelden tâ ebed hükm-i Süleymandan haber geldi
---------------------------------------------------------------
(180)
Çün sana gönlüm müptelâ
düştü Derd ü gam bana âşina düştü
Zühd ü takvâya yâr idim evvel Aşk ile benden hep cüda düştü
Evvelce zühtü
takva benim ile beraber yâr idi. İlahi Aşk ile bunlar benden hep cüda/ayrı düştü. Yani uzak oldu. Öyle ya zikri daimi de
iken yani mabut ile daima huzurda
iken zühtü takva ne lâzım. Zühtü takva mahcubun
(Hak’tan
perdeli olanların) işidir, avam halidir, Cenabı Hakkı bulan kendi yok olur. Çünkü
vücud cenabı Hak’tır, buna vakıf
olunca cenabı Hakka vasıl
olur/kavuşur.
Vâiz aydur eder gel aşkı terk eyle
Nideyim sabrım bivefâ düştü
Nice terk
etsin aşkı şol aşık Ona karşısın mehlikâ
düştü
Vechini görsem
dağılır aklım Zülfün ona çün mukteda düştü
Kim seni
buldu kendi yoğ oldu Vaslına ey dost can baha düştü
Aşka uşşakın
dâvet etmişsin Can kulağına
ol sada düştü
Aşka âşıkları
cenabı Hak şu ayeti kerimesiyle davet etti: (Vema halektül insü velcinnü illa liya, büdün / Ben, cinleri ve insanları bana
ibadet etmeleri dışında
bir şey için yaratmadım. Zariyat-
56). Ayeti kerimedeki manayı
ifadeyle İbni Abbas tefsirinde diyor ki;
ibadet nedir? Ya resulullah diye Sual ettiler. Hazreti Resulullah dahi tefsir
buyurdu (Eylivahidune eyli ya-rifun / Arif olmaktır tevhid ehli olmaktır). Bu itibarla ayette
yani ben ins ve cinni
başka bir şey için halketmedim,
ancak halkettim ki tevhit etmek
ve arif olmak için halkettim, deniliyor.
Bu Niyazi’nin
hiç vücudunda Zerre komadı hep beka düştü
----------------------------------------------
(181)
Bir yüze düş oldu gözüm yüz bin gezer divanesi Olmuş cemali şem’inin ay ile gün
pervanesi
Gün; ismi nurun suretidir. Ay ile yıldızların nuru güneşin nurundan
muktebestir/alınmadır, Çünkü
ay ve yıldızlar cevahir misillü/gibi şeffaf olduğundan, güneşin nurunu
iktibas ederler/alırlar.
Kendi sunar
dolu dolu peymaneler âşıklara Bir kez elinden
nûş eden olur ebed mestanesi
Şunlar ki tatmadı ezel bezminde onun cür’ asın Tatmaya dahi bunda ol aşk ehlinin
bigânesi
Her bir kuru lâf ehli dahil
olumaz bu meclise Ol cana kıymaz nice gel desin ana
cânânesi
Demektir ki, laf ehli yani
yalancı ve müddei/iddiacı kimse ehli tevhit meclisine dâhil olamaz. Onun müddei/iddiacı ve kezzap
yani yalancı olduğu kelamından yani lakırdısından ehli tevhid fehmederler/anlarlar.
Aşk ehli ayılmaz ezelden
tâ ebed sarhoş olur Pes nice ayılsın ki dâim devreder
peymanesi
Bir mülke
malik eylemiş uşşakını ol padişah Mülk-i Süleyman onların
yanında bir viranesi
Bu beyitte mülkü Süleymandan murad,
hazreti Süleymanın suveri
ve mülkü dünyeviyesidir (Hz.Süleyman’ın suret ve dünya mülkü
zenginliğidir). Yoksa
Süleyman aleyhisselam dahi resul olup ululazim
peygamber idi.
İki cihanda Mısri’ye
devlet dahi izzet yeter
Geldikçe yârin sunduğu
gevherlerin her danesi
---------------------------------------------------------
(182)
N’olaydı hey keşiş dağı n’olaydı
Senin dâim yüzün böyle güleydi
Yüzün gözün
kan ağlayıp şitâdan Biten türlü çiçekler solmayaydı
Senin âb u
havânı matleb edip Başında hertaraf yârân dolaydı
Kibirle göklere
baş çekmeyeydin Başında türlü
bârân olmayaydı
Bu Mısri’ye
acep bu dağ ne derdi Eğer dile gelip bir söyliyeydi
-----------------------------------------------
(183)
Bir göz ki onun olmaya ibret nazarında
Ol düşmenidir sahibinin baş üzerinde
İbret nedir?
Gözünle nazar edip bu mahlükat ve mevcudat Hakkın ef’ali olduğunu müşahade
eder ve her şeyi, kudreti
ilahiye ile vücuda
geldiğini anlar. İşte bu
tevhidi efal ve tevhidi sıfattır.
Kulak ki öğüt almaya
her dinlediğinden Akıt ona kurşunu heman sen deliğinden
Şol el ki onun olmaya hayr u hasenâtı Verilmez ona cennet ilinin
derecâtı
Ayak ki ibadet
yolunu bilmez onu kes Öğrensin onu mescid önünde kapıda
as
Bir dil ki Hakk’ın
zikri ile olmaya
mutad Urma sen ol et parçasına dil deyu hiç ad
Çünki dil Hakkı zikretmek
içindir. Yoksa Hakkı zikretmeyen dile,
dil denilmez.
Nefsim deme
şol dive ki ilter seni şerre Nefs odur onın fikri
vü meyli ola hayre
Gönül müdür ol kim içi vesvas
ile dolmuş Kibr ile hased
askeri her yanını almış
Şol can ki fakat cismi diri tuta deme can Hayvanda da vardır o damarlarda dolan
kan
Can ol ki nafahtü
dedi Kur’anda ona Hak
Ol nefha-i Rahmaniyedir bu srrr-ı
mutlak
Can odur ki cenabı
Hak Kuranda nafahtü dedi. Yani (Feiza sevveytühü ve nefahtü fihi min ruhi / Ben kuru bir çamurdan,
şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine
ruhumdan üflediğim
zaman… Hicr-29) buyurdu.
Ol ruhi izafiye
ki irdi odur insan
Ol nokta-i
kübradır olan suret-i
Rahman
Ruh mutlaktır
(sınırlanamayandır). İnsana nispet olunduğu
vakit ruhi izafi tabir olunur. Çünki aslı olan ruh-u mutlaktır. Mesela, güneş doğunca
herbir pencereden ışığını vurur.
Şimdi güneşin pencereler ile mukayyet/kayıtlı olması
lazım gelmez. Ki Güneş yine
mutlaktır/sınırlandırılamaz, kezalik/bunun gibi cenabı Hak taalanın
ruhi dahi mutlaktır.
İnsan da denür
ana dahi âdem-i mâna Hem ruh-u müsevverdir o hem âkıl u dânâ
Zira ki cihana
neye geldiğini bildi Maksut olunan matlab-ı
âlâsını buldu
Ol nefha imiş
diri tutan cümle cihânı Ol nefha imiş ziynet eden bağ-ı cinânı
Ol nefha ile
oldu imaret bu avalim Ol nefha ile doldu kamu yedi akalim
Bu avalem/âlemler, ol nefha (Hakkın kendi ruhundan insana üflediği) ile imaret buldu. Yani mamur/şenlikli
oldu. Nefhadan (Hakk’ın üflemesinden) murad,
hayatı ilahiyedir. Yedi iklime yedi yıldız
nazırdır. 1 - Güneş, 2 – Ay, beşte yıldız yedi olur. İşte bunlar yedi iklime
nazırdır. Arabistan iklimine
nazır olan güneştir. Yani arabistan ikliminin talii şemstir. Onun için ahalisi
muammerdir/uzun ömürlüdür.
Firengistanın ikliminin talii kamerdir. Onun için ahalisi çok muammer/uzun ömürlü olmaz. Çünkü kamerin devri serihtir. Rum ikliminin talii zühredir. Rum iklimi
tunadan öteyedir. Türkistan ikliminin utarit, Hindistan ikliminin talii zuhal,
vesair iklimlerin tali-leri müşteri velhasıl herbir iklimin talii birer
yıldızdır.
Ol nefha ile gözü açıklar görür ibret
Ol nefha ile işidilir mânâ-i hikmet
Ol nefha imiş âdeme bil meşrebi âlâ
Ol nefha imiş Kaf-ı
vücudundaki Anka
Yani ol nefha imiş Âdeme meşrebi
âlâ. Çünkü Hazreti
Âdem
aleyhisselamın
kalıbı tekmil olduktan (bedeni olgunlaşınca) hayatı ilahiye tecelli
etti. Yani evvela
nuru Muhammedi halkolunup sonra o nur Âdem aleyhisselama tecelli etti. Ten, hazreti
Âdem aleyhisselamındır, Ruh Muhammet
Sallallahutaalanındır.
Dil onun ile kıldı özün zikrine mutad Ol nefha ile daim eder yâr adını yâd
El onun ile
vermeye meyl eyledi malı Ayak dahi doğrulttu bu nefha ile yolu
Nefs onun ile râziye vü merziye oldu Emmareliğin terk edüben tezkiye
buldu
Ruh onun ile
etti semâvata urûcu Kıldı melekûta dahi onunla vülûcu
Yani demektir ki,
bu âlemden gayrı
esma ve sıfat âlemlerine âlemi meleküt
tabir olunur. Eğer ruh, süfli/aşağı,
adi olur ise nefs tabir
olunur. Eğer ruh ulvi/yüce olursa ruh tabir olunur.
Ulvi olup ıtlaka eriştirdi
sülûkû
Mülki şu ki terk ede bulur şah-ı mülûkû
İniş dahi
yokuş bir olur cümle yanında Cismindeki can gibi bulur dostu
canında
Gider ikilik birlik olup her şey olur Hak Çün gide bulut âleme
gün doğa muhakkak
Ol nefha ki âdem demidir âdemi iste
Ol demle Niyazi irilür menzil-i
dosta
Kad temmet hazel kitabuşşerhi Niyazi kaddesallahu sırreül aziz
biavnillahil melikül aziz/Niyazi MISRİ
Hz.lerinin (Allah aziz ruhunu takdis etsin) bu kitabının
şerhi/açıklaması, aziz ve
melik olan Allah’ın yardımıyla tamamlandı.
Pir seyyid Muhammed nur Hz.nin hikmet ruhaniyet
yüklü sohbetlerinin, yazıcılar
tarafından kaydedilmesiyle
oluşan bu Niyazi MISRİ divanı şerhinin, bilgisayara aktarılarak düzenlenmesi
hatalarıyla beraber
tamamlanmıştır. Yüce Allah’a hamd olsun, Selam Allah’ın
habibi/sevgilisi Hz. Muhammed’e ve cümle peygamberlerin ruhaniyetine olsun, İmamı
Ali ve Ehli beyt/evladı resul Hz.nin ve cümle ehlullahın ruhaniyetine olsun.
Ey kerim olan Allah’ım, Pir seyyid Muhammed
nur ve Niyazi MISRİ
Hazeratlarının
himmetlerinden/yardımlarından bizleri mahrum etme. Bu eserin
irfan ve ruhaniyetine okuyanları, bizleri ve cümle ihvanımızı mazhar kıl.
Rabbimiz, mesleki resul’e hizmet ve sadakâttan bizleri ve ihvanımızı ayrı komayıp Melâmet
neş’e yi kemaline ulaştır, Amin.
25-Mart- 2019
Salihli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder