Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamt, resulü
Muhammed Mustafa’ya (sav) ve evlatlarına / ehli beytine selâm olsun. O evlâdı
resul ki, her zamanda mevcut ve sağ olup insanlığı aydınlatmaktadırlar.
Yüce
Allah’ın Kuran’daki; “İş ve yönetim konusunda onlarla da şuraya
git / onlara danış / istişare et...”
(Al-i İmran-159) Ve “işleri, yönetimleri
aralarında bir şuradır/ aralarında istişare iledir…” (Şura-38) Beyan ve
buyruğu gereğince Hz. Muhammed; insanların kabileler, aşiretler tarafından
yönetilmesini kaldırıp “şurayı /
meclisi”, yani halkın meclisini
kurmuş ve o meclisin kararları doğrultusunda yönetim oluşturmuştur.
Yine “Şu bir gerçek ki, Allah size
emanetleri onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde
adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa-58)
Allah’ın emri doğrultusunda Hz. Peygamber Efendimiz; belli aşiret mensuplarına
değil liyâkata yani işin ehli olan kişilere değer vermiş ve her işin başına
ırkı, cinsi, rengi ne olursa olsun ehil olanları getirmiştir.
Çünkü
Hz. Resulullah’ın zuhuruna kadar aşiret, kabile reisleri toplumu yönetiyor ve onlar
ne derlerse o oluyordu. Aşiret reislerinin kendilerinden sonra oğulları emir,
reis, padişah oluyor ve bu şekilde halk idare ediliyordu. İşte Hz. Peygamber Efendimiz,
Allah’ın emri doğrultusunda bu yönetim şeklini kaldırdı ve hiç bir kimsenin
soyundan, aşiretinden dolayı üstün olmayacağını ilan etti. Ve her türlü
emanetin ehil / lâyık olanlar tarafından tasarruf edilmesini buyurduğu gibi, kendisi
de bizzat uyguladı. Ve böylece Allah’ın elçisi Hz. Muhammed, cahiliye Arap
geleneği olan kabileciliği ve aşiretçiliği kaldırdı.
Bu uygulama Hz. Peygamber Efendimiz’den
sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın altı ay süren
emirliği / başkanlığı müddetince devam etti. Ve bunların hiç birisi,
kendisinden sonra oğlunu kardeşini veya kendi aşiret ve soyundan geleni kendi
yerine emir / başkan yapmamıştır. Hatta Hz. Ali yaralı olup vefat etmeden önce
kendisine; “Oğlun Hasan’ı emir seçelim mi”? Diye sorduklarında Hz. Ali
cevaben; “Benim oğlum olduğu için seçmeyin, lâyık ve ehil ise öyle seçin” demiştir.
Bu itibarla şuranın / meclisin, yani halk meclisinin ehil / lâyık olanı seçmesiyle emirül Mümin’in (devlet başkanının)
tespit edilmesi, yüce Allah’ın kuran kaynaklı açık emri olduğu için Hz.
Resulullah Efendimiz; kendisinden sonra halkı yönetecek olan emir / başkan şu
veya bu kişi olsun demedi. Halbûki o zaman, Hz. Peygamber kendisinden sonraki emir
/ başkan olarak hangi sahabeyi ifade etse idi o kimse tereddütsüz emirül mümin,
yani devletin başkanı olurdu.
Halk meclisinin ehil / lâyık olanı
seçme uygulaması, Muaviye emir / başkan
oluncaya kadar devam etmiştir. Ki, Allah’ın emri olan ve Hz. Resulullah’ın, Hz.
Ebubekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın, Hz. Ali’nin ve Hz. Hasan’ın uyguladığı seçici
halk şurasını / meclisini Muaviye kaldırıp lâğvettiği gibi; ehli kemal ve ehli
irfan olan sahabe ve müminlerin itirazlarına rağmen Muaviye, oğlu olan Yezit’i kendisinden sonra emir / padişah
yaptı. Ve Resulullah Efendimizin kaldırdığı cahiliye geleneği olan aşiretçiliği
kabileciliği tekrar ihya edip diriltti. Muaviye; buna karşı gelen Resulullah’ın
sahabelerini ve müminlerin kimilerini şehit, kimilerini de sürgün ettirdiği
gibi, Hz. Hasan’ı da karısına zehirlettirdi.
Bu şekildeki oldubitti ile Muaviye oğlu Yezit’in emir / padişah olmasını kabul etmeyen küfe halkı, emir el
mümini (müminlerin reisini) seçmek üzere toplayacakları halk meclisine başkanlık
yapması için, Hz. Hüseyin’i küfe şehrine davet ettiler. Ve Hz. Hüseyin’in ve beraberindekilerin
can mal güvenliğini sağlamayı da taahhüt ettiler. Fakat küfeliler, maalesef bu
taahhütlerini yerine getiremediler. Ve Hz. Hüseyin’le beraberindekiler, toplanacak
olan halk meclisine başkanlık (reislik) etmek için Medine’den küfeye giderken kerbelâ mevkiinde, Muaviye’nin padişah
olarak atadığı oğlu Yezit’e bağlı zorba katiller tarafından şehit edildiler.
Kısaca özetlediğimiz ve İslâm
dünyasında derin bir üzüntü ve keder hisleriyle malûm olan bu kerbelâ hadisesi, çok kimselerce çok
değişik açılardan değerlendirilmiş ve hâlen de değerlendirilmektedir.
Günümüzde
de her hicri takvim yılının muharrem ayında
bu kerbelâ hadisesi çeşitli etkinliklerle yâd edilip anılmakta, oruçlar tutulup,
perhizler yapılıp, aşure dağıtılarak ziyaretler yapılmakla beraber, Hz. Hüseyin
ve ehli beytin şehit edilişleri vaazlar ve sohbetler yapılarak tekraren
hatırlatılır. Ayrıca, küfe halkının Hz. Hüseyin’e yaptıkları koruma taahhütlerini
yerine getirememe üzüntüsüyle kendilerini döverek / dövünerek yas etmelerini, günümüzde
de bazı müminler devam ettirerek kendilerini dövüp kendilerine eziyet edip kanlarını
akıtmak gibi abartılı yas törenleri de düzenlerler.
Bazıları
ise; Camilerde vaaz-ı nasihat edip Cuma hutbelerinde hutbe verirken, sanki bu
yas törenlerine alternatif olarak, ‘Hz. Âdem’le
Havva validemiz muharrem ayında Arafat ta buluştular; Hz. Nuh tufandan bu
muharrem ayında kurtuldu; Yunus as. Balığın karnından bu ayda karaya çıktı’
vb. gibi peygamber kıssalarını ön plana çıkarıp, kerbelâ hadisesinden de etliye
sütlüye dokunmadan kısaca bahsederler. Bunlar vaazlarında, o zaman Şam şehrinde
vali olan Muaviye’nin emirül mümin Hz. Ali’ye isyan eden bir asi olmasını; Muaviye’nin
Hz. Hasan’ı karısına zehirleterek öldürüp şehit ettiren bir azmettirici olmasını
da söylemedikleri gibi; “De ki bu tebliğime karşılık sizden yakın
akrabamı / ehli beytimi sevmeniz dışında bir şey istemiyorum…” (Şura- 23) Kuran beyanı ile yüce
Allah’ın sevmemizi buyurduğu ehli beyti Hz. Hüseyin ile beraber katledenlerin baş
katilinin Muaviye oğlu Yezit olduğundan
da hiç bahsetmeden, güya kerbelâyı da kısaca anlatıyorlar.
Maalesef günümüzde baktığımızda, her hicri
yılın muharrem ayında Hz. Hüseyin ve ehli beytin şehit edildiği kerbelâ etkinliği
olarak müşahede edilen manzara, aşağı yukarı böyledir. Oysa kerbelâ hadisesinin
zahiri ve tarihi yönü haricinde leddûn-i manevi yönüne bir bakılsa, nice
hikmetler olduğu müşahede edilir. Ki biz kerbelâ hadisesini leddûn-i hikmetleri açısından
değerlendirmeye çalışacağız.
Buna göre; rivayet olur ki, Hz. Ali ile
Hz. Fatma ilmi tevhidi hakikiden, yani tevhidin hakikat yönünden bahisle kendi
aralarında sohbet ederken, onları dinleyen oğul Hz. Hüseyin; “Ey
benim anam babam siz ne konuşuyorsunuz ki ben dinlediğim halde hiçbir şey anlamıyorum”.
Deyince Hz. Ali; “biz
annenle bir ilim tahtında ki buna kuşdili derler. Bu lisanla konuştuğumuz için
sen konuştuklarımızı anlamadın. Eğer bu ilmi öğrenmek istersen dedene (Hz.
resulullaha) git bu durumu söyle” diyor. Ve rivayet olunur ki Hz.
Hüseyin ağlaya ağlaya resulullah efendimize gidip durumu anlatınca Hz.
peygamber; “var babana selâmımı söyle sana bu Kuşdili olan ilmi öğretsin”
buyuruyor. Ve babasına gelen Hz. Hüseyin selâmı söyleyip keyfiyeti anlatınca
Hz. Ali, teveccüh açıp bir defa da mesleki resul seyri süluku’nun tamamını Hz.
Hüseyin’e telkin edip onu irşat ediyor.
Hz. Ali’nin kuşdili olarak ifade ettiği
ilim, tevhidi hakiki ilmi irfanı olup bu ilim kuranda; “leddun ilmi” (Kehf-65) olarak beyan edilir. İmi leddûn açısından
muharrem ayı; Hz. Ali’nin imamı
olduğu velâyet makamını remzeder. Leddun-i yönden kerbelâ: İnsanı velâyet makamı keşfi irfanına eriştiren mesleki
resul seyri sülukunu ifade eder. Ledduni açıdan Kerbelâ da şehit olmak ise: Velâyet irşadı ile şehitlik mertebesine
ulaşmayı remiz eder.
Kuran’ı Kerim’de şehitlik mertebesini ifadeyle,
“Ant
olsun eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlaması
ve rahmeti onların topladıklarından daha hayırlıdır. Ölseniz de öldürülseniz
de mutlaka Allah’ta / Allah katında Haşr olacaksınız / toplanacaksınız.” (Ali imran-157,158) Buyrulur ki bu kuran
beyanından açıkça anlaşıldığı gibi şehitlik; Allah yolunda ölenler ve öldürülenler
olmakla iki kısımdır;
Buna göre “Allah yolunda öldürülenler;” kılıç şehidi olup, bu şehitler din
vatan uğruna canını feda edip öldürülerek şehitlik makamına yükselenlerdir.
“Allah yolunda ölen” şehitler ise;
bu yeryüzü olan imtihan âleminde “ölmeden evvel ölenlerdir.” (Hadisi
şerif) Bunu beyanla Hz. Resulullah Efendimiz, “İnsanlar gaflettedir öldükleri
zaman uyanırlar.” deyince, meclisteki bazı sahabelerin; “Ya Resulullah
ölümle uyanacağımız gafletten kurtulmak için ne yapalım?” sorularına
cevaben Hz. Peygamber Efendimiz; “Ölmeden evvel ölün. Sizin gibi yer,
içer, gezer fakat ölmeden evvel ölenlerden birini size göstereyim mi? Ebu Bekir’e
bakın o, onlardandır.” Buyurmuşlardır.
İşte
her kim bu imtihan âleminde “ölmeden evvel ölürse” o, Şah’ı Hz.
Hüseyin olan şehitler katına / mertebesine yükselir. Çünkü şehit, şahit olmak
demek olup, bu şahitlik kul’un kendinde ve cümle eşyada mevcut olan
“Allah’ta / Allah katında Haşır olması, toplanmasıdır.” (Ali imran-158) Ve insanın rabbin
cemalini müşahede ederek şahit olmasıdır. Bu şahitlik / şehitlik için, zamanın
kâmil mürşidinin irşadıyla Hz. Ali’nin imam olduğu velâyet mertebesi keşfi
irfanına ulaşmak icap eder. Ki buna ulaşmak için Kerbelâyı remiz eden fenafillâh makamlarının fenayı efal, fenayı
sıfat ve fenayı zat keşfi irfanıyla kulun kendine nispet ettiği varlığını fena
edip yokluğa eriştirmesi gerekir. Ve her kim nispet varlığını fenaya / yokluğa
eriştirirse o kişi, Hz. Ali’nin “kuşdili” dediği tevhidi hakiki irfanına,
yani tevhidi ef’al, tevhidi sıfat ve tevhidi zat keşfi irfanıyla rabbine kavuşup,
rabbin vahdet-i cemaline şahit / şehit
olur. Ve “ölmeden evvel ölen” şehitlerle beraber Hz. Hüseyin’in şah ve
sancaktarı olduğu şehitler mertebesine dâhil olur.
Bu itibarla şehitler şahı Hz. Hüseyin’e
yakın olup onun ruhaniyetini hoşnut etmek, muharrem ayında peygamber kıssalarını
anlatmak, perhizler yapmak veya kendini dövmekle değil, şehitlik makamına
yükselerek şehitler Şah’ı Hz. Hüseyin sancağı altına dâhil olmakla mümkündür.
Bunun için bir insan; leddun-i
yönden muharrem velâyet irşad-ı
aydınlığına kerbelâ seyri süluku ile
erişip, ölmeden evvel ölürse ancak şehitlik
makamına yükselir. Ve Hz. Hüseyin’e yakın
olup onun ruhaniyetini hoşnut eder. Vesselam. Her şeyi en iyi bilen ancak Allah’tır.
Nejdet Şahin
25Aralık2010
cumartesi
1 yorum:
Şehitlik mesleğine bizlere aday olmayı nasip ve ihsan eden Rabbim'e şükürler olsun.(bizleri son nefesimize kadar bu kutlu yoldan ayırmasın.Amin)
Yorum Gönder