23 Ağustos 2011 Salı

Ey gönül sen aşkı yar et

Ey gönül sen aşkı yar et
Bin ol Burağa seyran et
Akl-ı Cibril’in burhan et

De Lailaheillallah
De Lailaheillallah
                                          
Kelime-yi tevhid olan Lailaheillallah’ın anlam ve mahiyeti, ehl-i şeriata göre; Allah’tan başka ilah yoktur, Allah beni ve cümle alemi yaratandır, anlayışıdır. Ehl-i şeriat, eserini delil yaparak Allah’a iman eder, kendini ve cümle alemi Allah’tan ayrı zanneder.
Ehl-i hakikate göre ise, Lailaheillallah demek, mevcutta Allah’tan gayri yok, demektir. Ehl-i tevhid-i hakiki kendini ve cümle alemi Hakk’ın gayrısı olarak görmeyip, Kur’an’ın “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır…” (İsra, 60) “O, nerede olursanız olun sizinle beraberdir…” (Hadid, 4) ayetlerinde beyan edilen mana ve hakikatin şuur ve müşahedesiyledirler. Yani onlar, daim Hak’la vuslattadırlar. Hakk’a vuslat ise miraçtır. İşte bu miraca ulaşmak için kulun, ehl-i şeriatın tevhid anlayışından tevhid-i hakiki keşfi irfaniyetine yükselip, terakki etmesini gerektirir ki, bu yükseliş ve terakki kulun miracıdır.
Hz. Peygamber Efendimizin nasıl ki miraca giderken bazı yol arkadaşları olduysa, müminin miracında da bu yol arkadaşları mevcuttur. Müminin miraç yolculuğunda, aşk-ı ilahi Burak’tır. Her aşk burak değildir. Ancak ilahi aşk Burak’tır. Cebrail ise, akl-ı Resuldür. Her akıl, akl-ı Resul olmaz, ancak Muhammedi olan bir akıl Cebrail’dir. Çünkü Cebrail vahyin mazharıdır. Cebrail olan bir akıl, kesinlikle vahye tabi olup Kur’an’a bağlı olan akıldır. Miraç yolculuğunda bir de Refref vardır ki, ehl-i kemal ona zevk-i ilahi demişlerdir. İşte Lailaheillallah’ın hakiki mahiyeti olan Hakk’a vuslat yolculuğu, yani miraç; aşk-ı ilahiye aşina olmakla, akl-ı Muhammedi’ye nail olmakla ve zevk-i ilahiye mazhar olmakla yapılır. Hasan Fehmi Hazretleri, kendi gönlünü muhatap ederek bizlere bunu ifade ediyor.

Hicr-i kesretten uzlet et 
Fakr-i fenada sohbet et
Bahr-ı vahdete vuslat et 

De Lailaheillallah
De Lailaheillallah
Hz. Resulullah “El fakru fahri, el fakru fahri, el fakru fahri.” Buyurmuştur. Yani üç defa “Fakirlik benim iftiharımdır.” demiştir. Bu fakirlik, nispeti varlığın fenası, yokluğu olan fakirliktir. Yani kulun fenafillaha ulaşmasıdır. Yoksa, Hz. Resulullah Efendimiz, zahiren mal mülk itibariyle zengindi ve tüccarlık yapardı. Hiç fakir olan kimse tüccarlık yapabilir mi? Yapamaz. Ayrıca, muharebelerden gelen ve Hz. Resulullah’ın payına düşen ganimetler de vardı. Velhasıl Hz. Peygamber Efendimiz zahiren fakir olmayıp, zengindi. Onun iftihar ettiği fakirlik ise manevidir, yani fenafillah fakirliğidir.
İşte bunu beyanla Hasan Fehmi Hazretleri “Cümle varlık kesreti olan kendine ve cümle aleme cehaletle nispet ettiğin varlıklardan uzlet edip uzaklaş ve Hz. Peygamberin iftihar ettiği fenafillah fakirliğine er.” Diyor. “Sohbetin fenafillah irfaniyet ve kemalatıyla olsun ki, o zaman vahdet denizine yani Hakk’ın birliğine vuslat edip, kavuşursun.” buyuruyor.

Bu faniye bak al ibret
Seraptır ancak şuhud et
Beka-yı zatı vatan et 

De Lailaheillallah
De Lailaheillallah

Serap, sıcağın hararetinden peydah olan, var gibi görünen fakat yaklaşıldıkça olmadığı anlaşılan, hayal olan görüntülerdir. İşte Allah’tan gayrı / başka bir her şey seraptır, var gibi görünürler, fakat araştırıp da Hakk’a yakınlık hasıl olunca hiçbir şeyin nispet varlığının olmadığını, var gibi görünenlerin ise fenasını / yokluğunu görürüz. Kur’an-ı Kerim’de “O’nun yüzü/veçhi dışında her şey fanidir / yoktur.” (Kassas, 88) buyrulmuştur. Zat-ı ilahi her şeyin aslıdır. Zat-ı ilahiye nispetle her şey fenadır / yoktur. Hakk’ın zatı ise bekadır. Bu itibarla “Kendine ve cümle aleme nispetle varlıkların serap olduğunu görüp, onların fenasını / yokluğunu idrak et, Hakk’ın zatı bekadır. Bu beka olan tecelli zat keşfi irfaniyetinin zevkine ulaş bu müşahede ve zevki vatan et.” buyruluyor.

Yoksun yokluğuna sabret
Varlığın Hak’tandır şükret
Hak’la Hakk’ı hem fikret 

De Lailaheillallah
De Lailaheillallah


Yokluğun sabrı hakkında Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri “Sabır, nefsini gayriye şikayetlerden hapsetmektir.” buyurmuştur. Yani şikayette muhatap, gayriyet olmayıp aynı Hak olursa, işte bu sabırdır. Bu sabır ancak yoklukla, yani fenafillah irfaniyetiyle yapılan bir sabırdır. Kim yokluğuyla Hakk’ın varlığına kavuşursa, o kul Hak’tan gayrı görmez ve şikayetin daima Hakk’a yapıldığı bir sabra ulaşır. Vesselam.
Hz. Peygamber Efendimiz miraçta “Rabbimi Rabbimle gördüm.” Buyurmuştur. Bu itibarla miraç edip Hakk’a kavuşan bir kulun müşahedesinde; Hak, Hakk’ı görür, Hak söyler ve işitir. O kul daima Hak’la olup Hakk’ı fikreder. Çünkü onun müşahedesinde gayriyet olmayıp hep Hak vardır. Kur’an’da “Zikredin beni ki zikredeyim sizi; şükredin bana, sakın küfür / nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152) buyrulmuştur. Şükür, nimete yapılır. Kulun Hakk’a vuslatı ise, en büyük nimetidir. Bu itibarla “Yokluğunla, fenafillah irfaniyetiyle sabret. Enfus ve afaktaki cümle varlığın Hakk’ın zuhuru olduğunun müşahedesine ulaştırdığı için Allah’a şükret. Böyle bir kullukla tefekkürün gayriye olmayıp, daima Hak’la Hakk’a olsun.” buyruluyor.

Allah de her nefes zikret 
Oynasın kalb-i basiret
Murg-ı ruhun alsın lezzet 

De Lailaheillallah
De Lailaheillallah

Herkes zikrullahtan bahseder. Günümüzde, büyük küçük mevcut bir çok tarikat mürşidi, cemaat lideri, kulu maksada ulaştıracak olan zikrullah diye bazı esmaları söylemeyi ve tesbih çekmeyi mensuplarına telkin eder veya vekillerine telkin ettirirler. Bu tarikat, cemaat mürşitleri, liderleri çok saltanatlı olup, çeşitli enformasyonla kamil insan, büyük mürşit, zamanın gavsı, asrın hatta bin yılın en büyük üstadı, müceddidi gibi vasıflarla, halka, kamuoyuna lanse edilirler. Fakat bu kadar saltanat ve debdebeye rağmen zikrullahı kendileri de bilmez. Tarifleri de öğretileri de kulu maksada ulaştıran zikrullah değildir. Kendi zikrullahtan gafil olan bir mürşit, nasıl başkalarına zikrullah telkin edebilir? Onun kendisi, zikrullah telkin ve irşadına muhtaçtır. Vesselam.
Kulu yaratılış maksadına ulaştıracak olan zikrullah, falancanın dediği gibi şu kadar esma çekmek, fişmancanın söylediği gibi fazla ibadet etmek, şekil, sakal, sarık, suret düzmek değildir. Cenab-ı Hak, 300-500 gibi rakamlarla kendisinin zikredilmesini istemiyor. Kur’an’da “...bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı size öğrettiği gibi zikredin. (Bakara, 239) Buyrulur. Zikrullah, aynı Kur’an-ı Kerim’de tarif edildiği gibidir. Kur’an beyanıyla, kulun yapması istenen zikir, zikr-i daimdir. Çünkü “…siz ayakta iken, oturur iken, yatar iken Allah’ı zikredin…” (Nisa, 103) buyrulur. Yaşayan bir insanın başka bir pozisyonu var mıdır? Yoktur. Bir kişi nefes alıp verdiği müddetçe ya ayaktadır, ya oturur ya da yatar. Başka bir ayette ise “Aklını işleten / gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken daima Allah’ı zikrederler…” (Al-i İmran, 191) beyanı vardır. Demek ki Cenab-ı Hak, kullarından kendisini sayı ile değil, her nefeste zikr-i daimle zikretmesini istiyor. İşte bunu beyanla Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid’inde “Her nefeste Allah adın de müdam” buyurur.
Cenab-ı Hak, bizden hangi azamızla ve hangi ismiyle O’nu zikretmemiz gerektiğini ise Kur’an’da şöyle beyan ediyor: “Gerçek mümin olanlar ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiğinde kalbleri titrer...” (Enfal, 2) “Onlar öyle insanlardır ki, Allah zikredilince kalbleri titrer…” (Hac, 35) Başka bir ayette ise “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler ancak zikrullah ile tatmin olur.” (Ra’d, 28) İşte bu ve benzeri ilahi buyruklar bize Cenab-ı Hakk’ı kalb ile ve isimleri içerisinde Allah ismiyle zikretmemizi beyan ediyor. Çünkü kalb vücudun merkezidir. Bir ülkenin başkenti gibidir, başkentte kim iktidar olursa o ülkenin diğer şehirleri de onun hakimiyetine girer. İşte bizim varlık ülkemizin başkenti kalbtir. Eğer bir kulun kalbinde zikrullah hakim olursa, o kulun vücudunun tamamında hakimiyet Allah’ın olur. Yani vücudun diğer azaları da kalbdeki zikrullah hakimiyetine girer ve Allah’a boyun eğer. Vesselam. Burada kast edilen kalb, kan pompası olan kalb değildir. Vücud-u manevinin hasleti olan kalbdir.
Cenab-ı Hakk’ın isimleri içinde Allah ismi, mertebe itibariyle uluhiyet mertebesinin ismidir. Yani Hakk’ın uluhiyet mertebesindeki ismi Allah’tır. Allah, esmaya nispetle ise ism-i celaldir. İsm-i celal zuhuru yakıcıdır ki, kulun kalbindeki zikir Allah ismiyle olursa, zikrullah o kalpteki Allah’tan gayrı olan muhabbetleri yakıp yok eder. Demek ki Cenab-ı Hak kullarına, azalar içinde merkezi aza olan kalb ve makam-ı uluhiyetin adı olan Allah ismiyle, her nefeste daim olarak kendisini zikretmesini bildiriyor, emrediyor. İşte zamanın kamil mürşidi olan her kim ise, o muhakkak zikr-i daime aşinadır ve zikr-i daim ancak onun telkin ve irşadıyla öğrenilir. Çünkü bir mürşit kamil ise, kesinlikle Kur'an’a tabidir. O Kur'anla çelişen hiç bir şeye onay vermediği gibi, Kur’an harici ne eksik ne fazla bir şey emir ve tavsiye etmez. O ancak Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de emrettiklerini telkin ve tarif ederek irşad eder. Vesselam.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Her nefeste zikr-i daimle öyle bir basiret elde et ki, kalbi titreyen müminlerden ol. O zaman Murg-i ruhun / gönül kuşun ruhaniyete yükselip, ruhani gıdalarla lezzetlenip zevklenir.” buyuruyor.


Tefekkür eyle bir saat
Bir saatin olsun bin saat
Budur ol makbul ibadet 

De Lailaheillallah
De Lailaheillallah

Hadis-i şerifte “Bir saat tefekkür, yetmiş yıl yapılan ibadetten efdaldir.” Buyrulmuştur. Bu beyan ediliyor. İbadet kulluk demektir. Yetmiş yıl ise ortalama, yaklaşık bir insanın bu imtihan alemindeki ömr-ü müddetidir. Kulluktan, yani ibadetten yüce amaç ise, kulun yaratıcısıyla yani Rabbiyle buluşmasıdır. Bir insanın kalbinde zikr-i daim varsa, o kalpteki tefekkür fikrullah olur. Bu itbarla ancak zikr-i daim ve fikrullah mazharı olan kul, Rabbine kavuşarak kulluğun yüce gayesine ulaşır. Fakat bir kulun kalbinde zikrullah ve fikrullah yoksa, onun bu alemdeki ömrü müddetince yapmış olduğu kulluk / ibadet, onu asla Rabbine kavuşturmaz ve böyleleri Rabbinden ebediyen mahcup / perdeli olur. Çünkü Kur’an’da “Bu dünyada kör olan ahirette de kördür.” (İsra, 72) buyrulmuştur. Bu itibarla bir saat tefekkür, kulu Rabbine kavuşturduğundan, zikrullah ve fikrullahtan yoksun olarak, yetmiş yıllık, yani bir ömür yapılan ibadetten / kulluktan efdaldir. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri “Bir saat tefekkür, bin saat olur.” Diyor. Burada bin saattan maksat bir ömür yapılan kulluk / ibadet demektir. Allahualem.

Fehmi fehminde sen sabret 
Kulsun Rabbine taat et
Fakr-i devletine fahret 

De Lailaheillallah
De Lailaheillallah

‘Ey, Hz. Peygamber Efendimizin iftihar ettiği fakr-u devlet olan fenafillah yokluğunu, fakirliğini bulan kul! Bu anlayış ve irfaniyetini muhafaza et. Çünkü kulluğun zirvesi olan yokluğa ermişsin. Alemlerin Rabbine böyle bir kullukla itaatten sakın ayrılma. Lailaheillallah kelimesi olan tevhidin hakikatine, yani Allah’tan gayrı her şey fanidir / yoktur, müşahede ve zevkine ulaşmışsın. Bu kemalatı, kulluğun en yüce rütbesi. devleti bilerek iftihar et.” Diyerek Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap edip, bu beyitlerin cümlesiyle bizlere tembih ve irşatda bulunüyor. Ruhu şad olsun.

Hiç yorum yok: