10 Eylül 2011 Cumartesi

Seherde meskanede her nefes derim Allah

Seherde meskanede her nefes derim Allah
Bu beyt-i dilhanede her nefes derim Allah

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin halifesi olduğunu söyleyen bazı mürşitler; Hz. Pir’in şahsında zuhur eden meslek-i Resul-ü Melamiyye telkin ve tarifinde kalbi zikir olmasına rağmen, büyük bir gaflet veya yanılgıyla ihvana kalbi zikri telkin etmeyip, cehri (dil ile yapılan) zikri tarif ediyorlar.
Dil ile yapılan cehri zikir, ancak o kimsenin yalnız dilini uyandırır. Kalbi zikir ise kalbi uyandırır. Kalb uyanırsa, bütün azalarla birlikte kulun vücudu uyanır ve o kimse makamat-ı tevhid müşahedesine istidatlı / hazır olur. Bu itibarla, Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri ‘Kalbi zikir, daim zikri meydana getirip, hasıl eder.’ buyurmuştur. Velhasıl dil ile yapılan zikir, kalbi zikir olmadığından saliki daim zikre ulaştırmaz. Çünkü Kur’an “Îman edenlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Şüphesiz kalbler ancak zikrullahla tatmin / huzur ve sükun bulur.” (Ra’d, 28) diyor.
Beyt-i dilhane, gönül evi demektir. Cenab-ı Hak kudsi hadiste, müminin gönlünün kendi evi olduğunu beyan etmiştir. Yunus Emre Hazretleri bu konuda “Hak durağı gönülde, ayeti var Kur’an’da…” dediği gibi, başka bir beytinde ise “Kabe mi yeğ gönül mü yeğ? Ben ey derim ki gönül yeğ. Çün gönüldür Hak durağı” buyurmuştur. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri “Cenab-ı Hakk’ın evi olan kalbimde, zikr-i daimle her nefes Allah derim.” buyuruyor.

Dünyada yok pazarım ukbaya yok nazarım
Dilde daim ezkarım her nefes derim Allah

Hadis-i şerifte “Dünya ehline ahiret haram. Ahiret ehline dünya haram. Hakikat ehline ise her ikisi de haram.” buyrulmuştur. Hz. Pir Efendimiz ise “Aklın üç mertebesi vardır: Akl-ı maaş, akl-ı mead, akl-ı kül / kamildir.” Diyor.
Akl-ı maaş olan yalnız dünyayı gözetir. Akl-ı maaş, bir işte eğer kar ve menfaati varsa, o işi hemen yapar ve yaparken de öyle hak - hukuk aramaz, haram helal olduğuna bakmaz. Böylece alem-i ahireti gözetmediğinden ahiret ona haram olmuş olur. Akl-ı mead olan kimse, bir işi yaparken, ahireti gözetir. Nefsini cehenneme muhatap etmemek ve cennetin nimetlerinden de mahrum kalmamak için kulluk yapar ve bir iş yaparken hak - hukuk ve haramı helali gözeterek meşruluk arar. Yalnız dünyayı gözetmediği için dünya ona haram olmuş olur.
Akl-ı kül / kamil olan ise, bir işi yaparken ne akl-ı maaş gibi yalnız dünyayı gözetir, ne de akl-ı mead gibi nefsi için ahiret nimetini gözetir. Akl-ı kül, Hakk’a vasıl olmuş kamil insanın aklıdır. Kamil bir kimse, emr-i ilahiye Allah’ın emri olduğu için kesinlikle uyar. O, kulluğunda dünyevi ve uhrevi her hangi bir menfaat gözetmez. Onun kulluğu asla emr-i ilahiden ayrılmamaktır ve asla haram, günah işlememektir. O her zaman helal olan meşru faaliyetle meşgul olur. Hakk’a arif ve vasıl olduğu için, yaptığı helal, meşru fiilleri Hakk’a nispet eder, kendine nispet etmez. Bu itibarla, o akl-ı maaş gibi sırf dünya, akl-ı mead gibi nefsi için ukba menfaati gözetmediğinden, aklı kül’e / kamile, dünya da ahiret de haram olmuş olur. Çünkü akl-ı kül, tevhidin hakikatine ulaşmış olduğundan, o daima Hakk’a bakar, o hep Hak’la vuslattadır.
Bunlar hakkında Kur’an-ı Kerim’de “İleri gidenler, hedefe varanlardır (sabikun). İşte Allah’a yakın (mukarribun) olanlar onlardır.” (Vakıa, 10-11) buyruluyor. Bunu beyanla, akl-ı küle mazhar olan Fehmi Efendi Hazretleri “Dünya ve ukbaya nazarım yok, yani dünya ve ukbaya bakmam.” diyor.

Havf ederler cahiller mahzun olur zahidler
Lahavf olur aşıklar her nefes derim Allah

Havf, korku demektir. Cahillerin korkusu ise şöyledir: Cahillere cehaletleri engel olur ve onlar, ehl-i zikirden ve Allah dostlarından uzak kalırlar. Ehlullaha yakın olursak şaşırırız, sapıtırız, halk bize şöyle der, böyle der korkusuna kapılarak, ehl-i zikre ve Allah’ın dostlarına karşı peşin hükümlü olurlar. Onların bu hali, yeryüzündeki Allah’ın velilerinden / dostlarından, ehl-i kemalden onları uzaklaştırarak, zikr-i daimden ve tevhid-i hakiki irfaniyetinden, dolaysıyla Hakk’ı müşahededen mahcup ve mahrum olarak gafletle yaşatır. İşte cahillerin bu havf yani korku ve vehimleri, onları aşk-ı ilahiden ve Hakk’a vuslattan mahrum eder.
Mahzun olmak ise, hüzünlenmektir. Zahid şekil, suret düzerek, fazla namaz kılmak, fazla oruç tutmak, tesbihat vb. ile yapmış olduğu kulluğunu, herkesin kulluğundan üstün görür. Kendini ve kendisi gibi olmayanları küçük görüp aşağılar ve bu anlayış ve hal üzere yaşarlar. Zahidler, daim zikir ve tevhid-i hakiki irfaniyetinden nasiplenmemiş olduklarından, Hak’tan mahcup / perdelidirler. Zahidler, makam-ı insana ulaşıp da Hakk’a vasıl olmadıklarından, alem-i ahirette cennette dahi olsalar, Hakk’a vasıl olamamanın hüznünü yaşarlar ve mahzun olurlar. Vesselam.
 Allah’a aşık olanlar hakkında Kur’an-ı Kerim’de “İman sahipleri ise Allah’a sevgide çok şiddetli / kararlı ve taşkındırlar…” (Bakara, 165) buyrulur. Başka bir ayette ise “Allah’ın velileri / dostları için asla bir korku ve hüzün yoktur.” (Yunus, 62) beyanı vardır. Her nefeste daim zikirle Allah deyip, ilahi aşka mazhar olanlar, Allah’ın dostlarından / velilerinden olup, onlara gerek bu alemde, gerekse alem-i ahirette korku ve hüzün olmaz. Çünkü aşık, hangi alemde, hangi mekanda ve her nerede olursa olsun, zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid-i hakiki keşfi mazhariyetiyle daima Rabbiyle beraberdir. Bu itibarla “Aşıklar lahavf olur, yani aşıklar korkmaz.” buyruluyor.

Allah derim hep candan sensin benden zikreden
Bildim gayrı yok senden her nefes derim Allah

Oruç, namaz, hac, zekat... Bunlar zahiren yapılan, bedeni ve mali ibadetlerdir. Bu ibadetleri yapabilmek için kudrete / kuvvete ihtiyaç vardır. Kudretullah yani Allah’ın kuvveti olmadan hiç bir fiil yapılamaz. Çünkü Kur’an’da “…bütün kuvvet Allah’ındır…” (Bakara, 165) buyrulmuştur. İmanın şartlarından biri de, hayır ve şerrin Allah’ın kudretiyle meydana geldiğine iman etmektir. Onun için kudret-i ilahiyle meydana gelen her iş ve oluş, fiilullahtır. Bu itibarla namaz, hac vb. ibadetler de fiilullahtır. Vesselam.
Bir de namaz, hac gibi zahir olmayıp, batın olan ibadetler vardır. Zikrullah da batın ibadetlerdendir.  Zikrullah için dahi, kudrete / kuvvete ihtiyaç vardır. Bu itibarla, zikrullah da, kudret-i ilahi ile meydana gelen bir fiilullahtır.  
Fehmi Efendi Hazretleri “Ben zikrullahla meşgul olup Allah derim, fakat benden zikreden sensin, çünkü sen her fiilin failisin.” buyuruyor ve devamla “Bende ve cümle alemde, mevcut olan da sensin ve senden gayrı varlık yok.” diyor. Çünkü Kur’an’da “O’nun vechinden / yüzünden başka her şey helaktadır, yokluktadır…” (Kasas, 88) buyrulmuştur. Hadis-i şerifte ise “Gökten bir ip sarkıtılsa evvela Allah’a değer.” buyrulur. Allahualem.

Gitti cehl-i dalalet geldi nur-u hidayet
Erdi Hak’tan inayet her nefes derim Allah

Dalalet, mudil esmanın zuhurudur ki, mudilin baş mazharı İblis, yani Şeytan’dır. Hidayet de, had-i esmanın zuhuru olup, hidayetin baş mazharı ise Hz. Muhammed (sav)’dir. Cehaletle olan her şeyde dalalet, yani İblislik vardır. Hidayete dair olan her şey ise, Muhammedi’dir. Bu itibarla Hz. Peygamber Efendimiz “Allah beni nurundan, müminleri de benim nurumdan yarattı.” Buyurmuştur.
Meslek-i Resul-ü Melamiyye salikinin kalbindeki zikr-i daim, maya-yı Muhammed’dir. Salik telkine sadakat gösterir de o maya kabarırsa, o salik hidayet-i Nur-u Muhammed’e mazhar olur ve Muhammedileşip, evlad-ı Resul olur. Bu itibarla, bir kimse zikr-i daime mazhariyetiyle salik olursa, onun dalaletle oluşmuş olan cehalet ve zanları gider, hidayetin nuruna, aydınlığına kavuşur. Bu da ne ile olur? Kulun salik olup, zikr-i daimle her nefes Allah demesiyle ve Allah’ın inayeti, yani yardımıyla olur.

Hu derim ya Hak derim ya Hayye’l kayyum derim
Ev edna’nın bahrında her nefes derim Allah

Esmalar / isimler iki kısımdır: Biri Hakk’a delalet eden isimler ki, Hu, Hak, Samed, Musavvir gibi olan isimlerdir. Diğer isimler ise, halkiyete / yaratılana delalet eden, yani halka ait olan isimlerdir ki, onlar da iki kısımdır: Bir kısmı insan, ağaç, taş, kaya, yer, gök vb. isimlerdir. Diğer kısmı ise, esma-i hissiye tabir olunur ki, korkmak, sevinmek, utanmak vb. gibidir. İşte bu isimlerin sırr-ı mahiyetine, makamat-ı tevhidin beka mertebelerinin keşfi ve ilm-i marifet mazhariyetiyle ulaşılır. Bu aynı zamanda kulun, makam-ı ınsan mazharıyetiyle insan-ı kamil olmasıdır. Vesselam.
Ev edna; makamat-ı tevhidin ve beka mertebelerinin en son makamıdır. Beka mertebeleri Kur’an’ı Kerim’de “Sümme dena fetedella fe kane Kabe kavseyn ev edna’ (Necm, 8-9) olarak, beyan edilmiştir. ‘Sümme dena’ makam-ı Cem’dir. ‘Fetedella’ makam-ı Hazret-ül Cem. ‘Kabe gavseyn’ makam-ı Cemm’ül Cem. ‘Ev edna’ ise, makam-ı ehadiyettir.
Ehadiyet makamı, Hz. Resulullah Efendimize mahsustur ki, bu makama ancak Resulullah Efendimizin müsaadeleri ve himmeti ile teberrüken dahil olunur. Velhasıl makamat-ı tevhidin, fena ve beka mertebelerinin keşfine, cümle esmaların sırr-ı mahiyetine ‘Ev edna’ olan ehadiyet denizine, zikr-i daimle her nefeste Allah demekle ulaşılır. Bunun başka bir yolu yoktur. Allahualem.

Yandım aşkın narına yok oldum dost varına
Fehmi’yim dildarıma her nefes derim Allah

Arifibillah Fehmi Efendi Hazretleri “Aşk-ı ilahi ateşi, benim nispet varlığımı yok etti. Tevhidin fena mertebelerinin müşahedesiyle, benim kulluğumda gayriyet kalmadı. Mevla’m / dostum olan Allah’ın zuhurunda fena / yok oldum.” Diyor ve devamla “Böyle yok / fena olmakla öyle bir tecelliye yani beka marifetine, kemaline ulaştım ki, bu mazhariyetle her tecellide ilahi sevgilinin güzelliğini seyrederek, her nefes Allah diyorum.” buyuruyor.
Allah, her şeyin en iyisini bilendir.

Hiç yorum yok: