Övülüp methedilmek,
cümle varlığın hakikati olup her bir şeyi zat-ı vahdet’inden açığa çıkaran
Allah’a mahsustur. Selam, Allah’ın habibi / sevgilisi ve elçisi, Hz. Muhammed’e
(sav) ve onun tüm zamanlarda var olup insanlığı aydınlatan ehli beytine olsun.
Kuran-ı
oluşturan surelerden birisi Kevser
suresidir. Kevser suresi üç ayetten oluşup mealen şöyledir;
Bismillahirrahmanirrahim
1-“Hiç kuşkusuz, biz verdik sana kevseri
2- O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve
kurban kes.
3- Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil
uzatanın ta kendisidir.”
Bu
surenin nüzulüne / inişine bazı müşriklerin, Hz. peygamber efendimizin erkek
çocuğunun olmamasını ifadeyle “ebter,”
soyu devam etmeyecek olan kimse diye Hz. resulullahı vasıflandırmaları sebep
olmuştur. Ki ayette ifade olunan “ebter,”
kesiklik, sürekliliği ve devamlılığı olmayan anlamındadır. “Kevser” ise, süreklilik devamlılık demektir ve Hz. Muhammed (sav) bu
Kevser sürekliliği devamlılığı mazhariyetiyle,
tüm âlemler de her zaman mevcuttur.
Bunu
beyanla; Kuran’a göre mümin ve hakiki / gerçek
mümin olmakla müminler iki kısımdır.
Mümin: “ “la ilahe illallah Muhammed en resulüllah /
Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın kulu ve resulü dur.” diyerek,
kalbi ile tasdik ettiği kelimeyi tevhit
imanına mensup olandır. Bu müminler, şahadet âlemi olan yeryüzüne imtihan
olmakla mükellef olarak yaratıldıklarına, bu dünyada geçici olup, ahiret âleminde
ise ebediyen yaşayacakları imanına mensupturlar. Ve bu müminler ahirette kendilerini
/ nefislerini cehennemden koruyup, amel cennetinde huri, köşk, yiyecek içecek
vb. nimetlere mazhar olmak için bu imtihan âleminde Allah’ın emir ve
yasaklarına riayet anlayışıyla yaşayarak kulluk yaparlar.
Bu müminler; “la ilahe illallah / Allah’tan başka ilâh yok” dediklerinde
Allah’ı, cümle âlemleri ve bizi imtihan etmek için yaratan olarak bilir ve
Hakk’ı kendi varlıklarından ayrı / gayrı zannederler.
Yine bu müminler, “Muhammed en resulullah / Muhammed Allah’ın kulu ve resulü dur”
dediklerinde ise, Hz. Peygamber efendimizi annesi Amine den doğup, babası
Abdullah olan ve 63 yaşında vefat ederek bu dünyadan ayrılmış olarak tanıyıp,
bu iman ve anlayış üzere kulluk yaparlar.
Hakiki
/ gerçek mümin:
Gerçek müminler hakkında ise Kur’an-ı Kerim’de; “Gerçek / hakiki müminler
ancak o kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalpleri titrer ve onlara
Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onlarını îmanlarını arttırır ve onlar yalnız
Rab’lerine güvenip / tevekkül ederler.” (Enfâl-2) beyan olunduğu gibi diğer bir ayette; “…İşte
onlar Gerçek / hakiki müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir
rızık vardır. (Enfal-74)
Buyrulur.
İşte bu ve benzer ayet beyanlarında ifade
edilen “gerçek / hakiki müminler,” Kuranın cümle emir ve yasaklarına
kesinlikle riayet ettikleri gibi, Allah’ın emir ve yasaklarını ne eksik ne
fazla muhakkak yerine getirirler. Bunların Allah’ın emir ve yasaklarına riayet
amaçları, kendilerini / nefislerini ahirette cehennemden koruyup, amel cenneti
nimetleri olan huri, Gilman, köşk, yiyecek içecek vb. nimetlere kavuşmak gaye
ve maksadıyla asla olmayıp, ilâhi sevgili olan Allah’ın emri olmasındandır.
Bunu ifadeyle gerçek müminlerden olan Yunus emre Hz.leri;
Cennet
cennet dedikleri
Birkaç
evle birkaç huri
İsteyene
ver sen onu
Bana
seni gerek seni demiştir.
Gerçek müminler; “La ilahe illallah / Allah’tan başka ilâh yoktur” dediklerinde ise,
onların anlayışı“Allah’tan gayrı mevcut
yoktur” keşfi irfanıdır. Ki kâmil imana mensup olan bu gerçek müminler, böyle
bir müşahede ile Allah’a kulluk yaparlar. Bunlar “Muhammed en resulüllah / Muhammed Allah’ın kulu ve resulü dur”
dediklerinde ise; Hz resulullah’ı sadece bu yeryüzü olan imtihan âleminde 63
yıl unsur bedeniyle yaşamış olarak değil, bu şahadet âlemi ve cümle âlemlerde
mevcut olan vücudu Nur-u Muhammed keşfi
marifetiyle iman ederler. Ve Hz. Resulullah
efendimizin ahlakı ve tabiatı üzere olan kulluk gayretiyle yaşarlar.
Gerçek müminler için ayette, “... Allah’ı zikrettiklerinde kalpleri
titrer ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların îmanlarını arttırır...”
Buyrulduğu gibi onların kulluğu; kalplerindeki zikri daim uyanıklığı ve her
biri “ayet”
olan tevhit makamları keşfi irfanıyla, kendilerinde ve cümle âlemdeki tecellilerde
Hakk’a vuslat ve Nur-u Muhammed
mazharı olan insanı kâmil
kulluğudur.
İnsanı kâmil kulluğu, aynı zamanda cümle
peygamberlerin ulaşıp eriştiği makamdır. Çünkü insanı kâmil makamına erişenler
içinden yüce Allah, tüm zamanlarda kendine peygamberler seçmiştir. Ve insanlığa
gelen cümle peygamberler, hidayeti Nur-u
Muhammed mazhariyetiyle tebliğ ve irşat da bulunmuşlardır. Bunu ifadeyle,
insanı kâmil zincirinin altın halkalarından olan Süleyman çelebi Hz. Mevlidi
şerifinde;
Hak
taalâ çün yarattı Âdemi
Kıldı Âdemle
müzeyyen âlemi (âdemle bezeyip
süsledi âlemi)
Âdeme
kıldı feriştehler sücut (âdeme melekler secde etti)
Hem ona
çok kıldı Lütfi ol ıssı cut (cömert olan Allah
lütfetti)
Mustafa
nur’un alnında kodu
Bil
habibin nuru’dur bu nur dedi.
Kıldı
ol nur anın ile nice ruzigar (devir, zaman)
Sonra
Havva alnına nakletti bil
Durdu
onda dahi nice ayu yıl (ay ve
seneler)
Şit
doğdu ona nakletti nur
Onun
alnında tecelli kıldı nur
Erdi
İbrahim’e İsmail’e hem
Söz
uzanır geri kalan der isem
İş bu
resim ile müselsel muttasıf (bu şekildeki silsile
ile vasıflanmış olan)
Ta
olunca Mustafa’ya muntakil (intikal edince)
Geldi
çün rahmetellil âlemin (âlemlerin rahmeti)
Vardı nur karar etti hemin
Tut
kulak efsafına ey yâri din (Ey dinini seven kimse kulak ver dinle)
Bilesin
kimdir o fahrül mürselin. (iftihar edilen elçi Hz. Muhammed’in kim olduğunu bil) Demiştir.
Hz. resulullah (sav) “Allah
evvelâ benim nurumu yarattı,” buyurmuşlardır ki mevlitte ifade edildiği
gibi cümle
yaratılmışların evveli olan Nur-u Muhammed her peygamberde zahir olmuş. Ve tüm
peygamberler nur- u Muhammed mazhariyetiyle insanlığa tebliğ ve irşatta
bulunmuşlardır.
Cenabı Hak kendi zatı tekliğinden, ilk önce
yarattığı Nur-u Muhammed kulluğuyla bilinmekliğine âşık olduğunu beyanla “…bilinmekliğime muhabbet ettim / âşık
oldum halkı yarattım…”(hadisi kutsi) buyurdu. Çünkü Hakk’a ancak ve ancak,
Muhammed-i bir kullukla arif ve vasıl olunur, bunun başkaca bir yolu olmaz. Bu
itibarla cenabı Hakk’ın, Muhammed-i kulluk’la bilinip arif olunma muhabbet
ve aşk’ı, cümle peygamberlerde zahir olduğu gibi, gelmiş ve gelecek olan cümle
insanı kâmil olan velilerde de zahir olmuş, olmakta ve gelecekte de olacaktır.
Çünkü Hz. resulullah efendimiz; “Ben Allah’ın nur’undan müminlerde benim
nurumdan yaratıldı” demiştir.
İşte
hidayet-i nur-u Muhammed’in (sav) cümle
peygamber ve gerçek müminlerde tüm zamanlarda sürekli ve devamlı olarak zuhur
edip açığa çıkması, “Kevser” dir, Ve
Kevser; vücudu nuru Muhammed’in (sav)
tüm zamanlardaki bitmez tükenmez olan sürekliliği ve devamlılığıdır.
Bu itibarla; zamanın kâmil mürşidinin meslek-i
resul irşadı olan zikri daim ve tevhit makamları keşfi irfanıyla gerçek
müminler, “Kevser” mazhariyeti olan
hidayeti nur-u Muhammed kulluğunu, her zamanda açığa çıkardıklarından manevi evladı Resul, yani ehli beyt-i manevi’dirler. ‘Çünkü gerçek
müminler; “ashabı suffa” gibi nur-u
Muhammed örtüsüne / abasına bürünürler.’
Bu beyanlar ışığında;
“1- Hiç kuşkusuz, biz verdik sana kevseri.
2- O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve
kurban kes.
3- Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın
ta kendisidir.”
Ayetlerinden oluşan kevser suresinin ledduni anlam şöyledir:
‘Ey bu ayetleri okuyan mümin kişi! Hidayeti nur-u Muhammed mazharı olan
ve her zamanda bu yeryüzü âleminde mevcudiyeti devam eden manevi evladı Resul u arayıp bul. Ve evladı Resul un “Kevser” irşadı olan zikri daim
ve tevhit makamları keşfi irfanıyla gerçek / hakiki mümin’ liğe yüksel. Sen de Nur-u
Muhammed örtüsüne bürünerek manevi
evladı Resul arasına girip ehli beyt-i
manevi ye dâhil olmakla “kevsere”
mazhar ol demektir.
Ayetteki “Rabbin için namaz kıl” beyanı ise;
mazhar olduğun “kevser”
marifetiyle Rabbin makamlarını müşahede ettiğinde, kendinin ve cümle âlemin her
andaki fenasında, (yokluğunda) Baki (ebedi) olan güzelliğiyle gözüken
âlemlerin Rabbi için namaz kıl. İyi bil ki, “...Namaz müminler üzerine vakti
belirlenmiş bir farz olmuştur.”
(Nisa -103) Ve namazı vakitlerle kılmak Kuran’ın açık emri olduğundan sakın
terk etme. Fakat vakit namazlarını kılmakla beraber namazın hakikatine ulaş,
çünkü Hz. Peygamber efendimiz “Namaz müminin miracıdır” buyurur
ki miraç, Kul’un Rabbine vuslatıdır. (kavuşmasıdır) Agâh ol ki Hakikatte miraç; kendinin ve cümle
âlemin yokluğunda zahir ve baki olan Hak’tan gayrı görmeyip, daima Hak’la var
olmaktır. İşte beş vakit hiç terk etmeden kıldığın namazın bu hakikat ve
marifetine ulaş. Gafiller gibi amel cennetinin nimeti olan huri, gilman, köşk
vb. nimetlerle nefsini lezzetlendirmek için Allah’a kulluk yapma Demektir.
Ayetteki “Kurban kes” beyanındaki mana ise
şöyledir. Kurban, kurbiyet, yani yakınlık demektir. Bu kurbiyet / yakınlık
ise, kulun cümle varlıkta mevcut olan Hakk’ın, kendi vahdetinden açığa çıkarıp yarattığı
kesret / çokluk tecellilerini vahdetin kesreti olarak müşahede etmesinin
yakınlığıdır. Bunu ifadeyle kutsi beyanında cenabı Hak; “Kulum
bana nevafille öyle yakın olur / yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine
göz, işitmesine
kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum.
Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar,
benimle yürür.”(Kutsi hadis) Buyurur ki bu Hakk’a yakınlık
/ kurbiyet, aynı zamanda, hidayeti Nur-u
Muhammed mazhariyetiyle kulun marifetullaha erişmesidir.
Bu itibarla ayetteki “Kurban kes” emrinden maksat, mazhar
olduğun marifetullahı, bu marifetin cahillerine, mahrum ve muhtaçlarına aktarıp
dağıtarak “Kevser” sürekliliğini ve
devamlılığını sağla demektir. Çünkü ayette Arapça olarak geçen “venhar” kelimesi, aynı zamanda akıtmak
anlamında olduğundan, Nur-u Muhammed kulluğu ile hasıl olan kurban / yakınlık marifetini, bu
marifetin mahrum ve yoksullarına irşat ile akıtıp dağıtarak, “Kevser” sürekliliği ve evladı Resul
kulluğunun devamlılığını sağlayıp, sende manevi evladı Resul / ehl-i beyti
manevi arasına dâhil ol demektir.
Ayetteki
“Kuşkun
olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın ta kendisidir.” beyanının
manası ise, şöyledir; “Ebter,”kesiklik sürekliliği ve devamlılığı
olmayan, sınırlı hudutlu ve sonu olan demektir. Ki “ebter” olanlar iki kısımdır:
Birincisi,
aklı maaş olanlardır; Bunlar yeryüzünde
nefsinin tattığı tabiat zevk ve lezzetlerinin esiri olup, bu yeryüzü âleminde
tabiat nimetleri ile lezzetlenmekten başka bir tefekkür ve gayesi olmayan dünya
ehilleridir. Ki dünyanın devamlılığı ve sürekliliği olmayıp sınırlı, hudutlu ve
kesik, yani sonu olduğundan dünya ve tabiat lezzetleri “ebter” olduğu gibi, aklı maaş ve dünya ehli olmak ebterliktir. Çünkü kıyametin kopması
dünyayı sona erdirip, insanın ölmesi ise onu dünyadan ve aldığı dünya lezzetlerinden
ayırıp kestiği için, aklı maaş olan ehli dünya “ebterdir.”
İkinci olarak “Ebter”liğe mazhar olanlar ise, ehli dünya gibi olmayıp, akl-ı mead olanlardır. Ki bunlar, ahiret
gününe iman eder ve yaptığı tüm faaliyetlerde harama günaha dikkat ederek yaşarlar.
Bunlar, ahiret âleminde nefsini cehennemden koruyup huri, gılman, köşk,
yiyecek, içecek gibi amel cenneti nimetleriyle nefsini lezzetlendirmek için daima
sevap olan işlerle meşgul olurlar. Bu itibarla, bunlar kulluklarını amel
cenneti ve bu cennet nimetleriyle kayıtlamakla hudutlayıp, sınırlarlar. İşte bu
sınırlar kulun rabbine vuslatını / kavuşmasını kesip insan-ı kâmil olmasını
engellemesi açısından, o kul’un “ebter”
liği olur.
Kur’an
da: “yeryüzündeki
herkes/her şey fânidir, yokluktadır. Celâl ve ikram sahibi Rabbinin veçhi / yüzü
bâkidir.” (Rahmân- 26, 27) Yine, “O’nun vechinden / yüzünden başka her şey
helâktadır / yokluktadır…” (Kasas-88)
buyrulmasına rağmen, rabbine vuslattan / kavuşmaktan “ebter”
olup kesilen bir kul, kendinin ve cümle âlemin varlığını Hak’tan ayrı zannetmekle,
kendine ve eşyaya müstakil vücut nispet ederek kulluğunu sınırlayarak kayıtlar.
Ve kulluğunu rabbinden gayrı şeylerle kayıtlama kesikliği, yani “ebter” liği yüzünden kişi, insan-ı
kâmil makamına erişemez ve Rabbine kavuşmaktan mahrum olur.
Bu ebter
ler, aynı zamanda Hz Resulullah efendimizi yalnızca unsur beden varlığıyla bilip,
ölümle bu âlemden ayrıldığına inandıklarından. Vücud-u Nuru Muhammed’in cümle âlemlerde ve her zamandaki “Kevser” zuhuru olan devamlılığından
ve sürekliliğinden perdeli / mahcup bir kullukla yaşarlar. Ve “Kevser” mazharı olan evladı Resul
irşadından gafletle “ebter” olanlar,
nur- u Muhammed aba’sı (örtüsü) ile örtünemediklerinden manevi evladı Resul /
manevi ehl-i beyt arasına dâhil olamazlar. Ve “Kevser” den mahrum “ebter”
olan kulluklarıyla cenabı Hak’tan ebediyen mahcup olup perdelenirler. Bunu
beyanla Kur’an’da; “Bu dünyada ama / kör olan ahirette de kördür” (İsra-72) buyrulur.
Kevser süresinin yorumu hatalarıyla beraber tamamlandı, her şeyi en iyi
bilen Allah’tır.
Nejdet Şahin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder