21 Kasım 2012 Çarşamba

TEBBET SURESİNİN HİKMETİ


 Peygamberi Hz. Muhammed’e (S.A.V) vahiy ettiği Kuranı Kerim’le insanlara doğruluğu, hidayet yolunu gösteren Allah’a hamdolsun. Elçisi Hz. Muhammed’e ve ehli beytine selam olsun. Rabbim bizleri onların meclisinden mahrum kılmasın                                                                Beş ayetten oluşan Tebbet suresi Mekke’de inmiş olup şöyledir:

              BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

1-   Ebu Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.

2-   Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.

3-   O, bir alevli ateşe girecektir / yaslanacaktır.

4-   Karısı da, odun hamalı/taşıyıcısı olarak.

5-   Boynunda/gerdanında sağlam bükülmüş bir ip olduğu halde…

     İsmi açıkça belirtilerek karısı ile beraber cehennemlik oldukları vahiy ile beyan olunan “Ebu Leheb ve karısını,” diğer azılı müşrik ve kâfirlerden ayıran en önemli özellik ve farklılıkları; bunların Hz. resulullah efendimize sosyal yönden çok yakın olmalarıdır. Çünkü Ebu Leheb Hz. Muhammed’in (s.a.v) hem amcası, hem resulullah’ın “Ümmü Gülsüm” ve “Rukiye” adıındaki iki kızının kayın babası olmasıyla dünürü, hem de dip komşusudur. Peygamber efendimize azılı düşmanlık yapan diğer müşriklerin, Ebu Leheb ve karısı gibi resulullah efendimize sosyal yönden yakın akraba olmayıp uzak olmaları, bu azılı müşriklerin düşmanlıklarını sınırlayıp kısıtlıyordu. Ki, o günkü toplum aşiretçilik esasların göre yönetildiği için, insanlar arasındaki münasebetlerde aşiretlerin gücü ve yapısı dikkate alınıyor ve ona göre davranılıyordu. Bu itibarla, azılı müşrikler resulullah efendimize her ne kadar düşmanca davransalar da, resulullah efendimizin mensubu olduğu aşiret yapısından ve akrabalarından korkup çekiniyorlardı. Ki bu korku ve çekince müşrik ve kâfirlerin resulullaha olan düşmanca faaliyetlerine bir sınırlama getiriyordu.

      Bu itibarla, resulullah efendimizin aşiret yapısı içinde amca ve dünür olmakla yakın akraba. Ayrıca dip komşu olmalarının da verdiği şımarıklık ve cüretle, (kendini bilmezlikle) resulullahın aşiret ve akrabalarından herhangi bir çekinme korku sınırı olmaksızın her fırsatta, gerek sözleriyle gerekse faaliyetleriyle pervasız ve patavatsızca, İslam’a ve Hz. Resulullaha Ebu Leheb ve karısının düşmanlık yapmalarını kolaylaştırıyordu.                                                                                         Bunu beyanla; Resulullah tebliğ ve irşat faaliyetleri yaparken resulullah’ın arkasında dolaşan Ebu Leheb; ‘ben bunun amcasıyım, ben bunu çok iyi tanırım, bunun dediklerine inanmayın, bunun sözleri  sihirlidir, büyülüdür, bu yalancıdır  gibi sözler sarfedip ‘resulullaha taş dahi atıp resulullahın kanını akıtıyordu.  Ve ‘resulullah efendimizin kapısının önüne ve geçeceği yollara Ebu Leheb’in karısı dikenler atıp,’ pervasızca patavatsızca resulullaha hakaretler ediyorlardı.                                                                              Ebu Leheb ve karısının, resulullah ile aynı aşiretten ve yakın akraba olmalarının verdiği şımarıklık ve cüretle, (kendini beğenmişlikle) her fırsatta bu ve benzeri şekilde resulullaha pervasız ve patavatsızca saldırmaları, Hz. Peygamber efendimizi ve o zaman sayıları çok az olan müminleri ziyadesiyle üzüyor ve derinden yaralıyordu.

      İşte böyle bir ortamda “Ebu Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.” Vahiy beyanı geldi. Ki bu ayet zahiren açıkça anlaşıldığı gibidir. Ve bu ayette Ebu Leheb’in İslam ve peygamber düşmalığı üreten “elleri”nin “kuruması” temenni olunuyor. Ve bu ayetlerin inzâl olmasından sonra Ebu Leheb, abuk sabuk sözler söyleyerek tutarsız hareketlerde bulunduğu için o toplumda itibarını kaybetmiş. Sözleri dinlenmeyip kimselere söz geçirememiş ve en yakınları dahi ondan uzaklaşmış olarak yaşamıştır. Ve bulaşıcı bir hastalıktan öldüğünde, hastalığı bulaşır endişesiyle cesedinin yanına günlerce yanaşılamadığı için, cesedi leş gibi pis koktuğundan, para ile tutulan kişiler tarafından ağaç dallarıyla itilip kakılarak cesedi bir çukura atılarak gömülmüştür. Böylece Ebu Leheb’in “elleri” ile şımarıkça azgınlıkla ürettiği islam ve Hz. peygamber aleyhindeki düşmanlık faaliyetleri, ayetteki “zaten kurudu” hükmüyle kuruyarak son bulmuştur.                                                                                                

        Ve “ Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.” Ayet beyanıyla da; O günkü toplumun en zengin dört kişisinden biri olan Ebu Leheb’in, mevki makam “mal” mülk “kazancının,”  bu imtihan âleminde dip komşusu ve yakın akrabası olan Allah’ın elçisine iman edip doğru yolu bulmasına ve hidayete ermesine, hiçbir “fayda” katkı sağlamadığı ifade ediliyor. Çünkü o toplumun en itibarlı ve en zenginlerinden olan Ebu Leheb’in, İslam ve resulullah efendimiz aleyhindeki faaliyetlerini dünyevi mevki makam ve servetinden mahrum kalma endişe ve gailesi oluşturuyordu. Ki bu değerler yeryüzü olan imtihan âlemine ait değerler olup, ölümle bu âlemden ahirete göçmesiyle her insan, bu dünyevi değerlerinden ayrılır. 

        Devamla;” O, bir alevli ateşe girecektir/yaslanacaktır. Karısı da, odun hamalı / taşıyıcısı olarak Boynunda sağlam bükülmüş bir ip olduğu halde… Buyrularak; Ebu Leheb’in ve karısının ebedi âlem olan ahirette de, yeryüzünde ürettikleri İslam ve resulullah düşmanlığı içeren faaliyetlerinden dolayı cehennem azabı görecekleri beyan ediliyor. Çünkü ahiret yurdunda, dünyevi mevki makam ve servetlerin hiç bir hükmü olmadığından bunların, ahirette de insana hiçbir faydası olmadığı gibi, insanı yaratılışının yüce gayesi olan kulun rabbin katına ulaşmasına da dünyevi değerler hiçbir katkı sağlamaz. Bunu ifadeyle kur’an’da: “Bir gündür ki o, ne mal, ne oğullar fayda verir. Yalnız kalb-i selimle Allah’a varan kurtulur.” (Şuara - 88, 89) buyrulur. Vesselam.

      Ey mümin kardeşim! Buraya kadar zahiri / açık anlamından bahsettiğimiz tebbet suresinin kıyamete kadar bize hitap eden ledduni hikmet yönü ile değerlendirilmesi ise şöyledir:                                         Yüce Allah insanlığı peygamber elçileri ve insanı kâmil olan veli elçileri ile uyararak hidayet yolunu gösterir. Ki bunu ifadeyle pir seyyid Muhammed nur Hz; “Hidayetin baş mazharı resulullah (S.A.V) efendimizdir. Resulullahın temsilcileri ise âlimler ve mürşidi kâmildir” buyurur. Kuran’ı kerimdeki; ”Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulü ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab-40) Beyan gereği peygamberlikle yapılan davet, tebliğ ve irşat Hz. Muhammed (S.A.V) ile son bulduğu için, resulullah efendimizden sonra kıyamete kadar tüm zamanlarda yapılan davet tebliğ ve irşat, âlimler ve mürşid-i kâmil olan veliler tarafından ifa edilir. Ki mürşidi kâmil; vücudu nur-u Muhammed mazharı olduğundan, mürşidi kâmilin irşadında nur-u Muhammed aydınlığı zahir olur. Bu mazhariyetle kâmil, insanlığa ruh-u Muhammed ile hayat vericidir. Ve kâmilin mesleki resul âli prensipler telkinine inananlar, kâmilin irşadıyla aydınlanıp Muhammedi kulluğa terakki ederek, Muhammedi kullukla hayat bulmuş olarak yaşarlar.

     Yeryüzü olan bu imtihan âleminde tüm zamanlarda velâyet irşadı yapan zamanın mürşidi kâmilinin faaliyetlerini, bazı kimseler tasvip etmeyip kâmilin velayet mürşidi kimliğini inkâr ederler. Ki bunlardan daha ziyade zamanın gavsı, efendisi, mücedditi, kâmili vb. ünvân ve vasıflarla halka tanıtılan nakıs (kâmil olmayan) mürşitler, tarikat cemaat önderleri ve taraftarları, kâmilin irşat faaliyetlerinden çok rahatsız olurlar.          Çünkü bu kısım tarikat ve cemaatların mensup ve önderleri, gelmiş geçmiş tüm peygamber ve insanı kâmil velilerin aşina olduğu mesleki resul seyri sülüku olan meratibi ilâhi (Allah’ın makamları) keşfi irfanı ile kendileri irşad olup aydınlanmadıkları için. Bunların yapılanmaları ve faaliyetleri ya siyaset, ya ekonomi veya dünyevi mevki makamdan oluşan beşeri menfaatler içerir.

       Bu itibarla, zamanın mürşidi kâmilinin mesleki resul telkininde zahir olup açığa çıkan ve hiçbir siyasi, ekonomik, beşeri menfaat içermeyen ruh-u Muhammed (S.A.V) irşadından, nakıs (kâmil olmayan) mürşitler, tarikat cemaat önder ve mensupları eksikleri yanlışları ortaya çıkar endişesiyle çok rahatsız olurlar. Ve bunlar, velayet irşadı yapan zamanın mürşidi kâmili aleyhinde kâmili aşağılayıp küçük gösterme, iftira atma vb. Faaliyetlerde bulunurlar. Ve kontrol ettikleri siyasi ekonomik mevki makam vb. güçleriyle zamanın kâmiline zülüm edip canına dahi kastederler. Aynı Niyazi Mısri Hz. nin sürgün edilip, İmamı azam, şeyhül ekber Muhiddin arabi, Seyyit Nesimi, Bedrettin simavi, Bosnalı Hamza bâli vb. ehli kemâl hazerâtlarının katledilip şehit edilmeleri gibi.

       Kâmil’in irşadındaki ruh-u Muhammed zuhurundan rahatsız olanların içinde öyle bir kişi vardır ki; Bu kimse, zamanın kâmil mürşidine gerek soy sop yönüyle akraba olması ile. Veya komşu hemşeri gibi ahbap olması ile. Veya kâmilin meclisini bularak ehli irfan arasına dâhil olmasıyla mürşidi kâmile sosyal yönden sureta çok yakındır. Ki bu kimse kâmile böyle yakın olmasına rağmen. Dünyevi mevki makam, siyasi, ekonomik vb. beşeri nefsani gaile ve endişelerle bu yakınlığını, kâmilde açığa çıkan ruh-u Muhammed irşadından aydınlanmaya dönüştüremediği gibi, kâmile sureta yakın olmasının verdiği şımarıklık ve cüretle, (kendini bilmezlikle) bu yakınlığını her fırsatta eksiğini noksanını aradığı kâmilin aleyhinde kullanır. Ve “ben bunun yakını olduğum için bunu iyi tanırım, bunun sözleri efsunludur, meclisindekileri büyülemiş, o’na itibar etmeyin, onun yaptıklarında isabet yoktur ’ vb. beyan ve faaliyetlerle kâmilin meclisine nifak sokmaya çalışır.                                                                                       İşte böyle sosyal yönden sureta kâmilin yakını olmasına rağmen, nefsinin hevasına (istek ve arzusuna) uyup kâmilin ruh-u Muhammed irşadından gaflet ederek. Sureta zamanın kâmiline yakın olmasının verdiği şımarıklık ve cüretle, (kendini bilmezlikle) pervasızca ve patavatsızca ruh-u Muhammed irşadıyla insanlığa hayat veren kâmilin ve meclisinin aleyhinde faaliyet üreten bir kimse, ledduni yönden zamanın “Ebu Lehebi” dir.

       Ayette beyan olunan “Ebu Lehebin karısı” nın anlamı ise; Her fırsatta kâmilin aleyhinde olan zamane Ebu Lehebi’ne uyarak, onunla beraber faaliyet üreten nefs ehli kimse demektir. Ki böyle kimseler zamanın kâmil mürşidine yakın olma “zenginliğinin”  değerini, kıymetini, kâmilin telkini irşadına olan inançsızlıklarından dolayı avantaja çeviremedikleri için, bu imtihan âleminde kâmilde zahir olan ruh-u Muhammed’e yakınlık “zenginliğinden faydalanıp” istifade edemezler. Ve bunlar ürettikleri faaliyetlerle, ruh-u Muhammed mazharı olan kâmile ve ehli irfan meclisine eziyet ederek,’ manevi evladı resulü ziyadesiyle / çokça incitip üzerler.’

        Ayette geçen “Ebu lehebin elleri” ifadesindeki hikmet ise şöyledir;   Nasıl ki göz görmenin, kulak işitmenin mazharı ise, kudret ve kuvvetle açığa çıkan işlerin mazharı el’dir. Ve Kudret / kuvvet olmadan hiçbir iş yapılamadığı gibi hiçbir söz de söylenemez. Ki iyi kötü her türlü iş ve söz faaliyeti, kudret ve kuvvetle zuhura gelir. Bu itibarla, kudret ile zahir olan kâmil aleyhindeki her türlü kötülük içeren sözleri Ebu Leheb’in bir elini, her türlü kötülüğü içeren faaliyetleri ise diğer elini olmakla, zamane Ebu Lehebinin ruh-u Muhammed mazharı olan kâmil aleyhindeki yaptığı işler ve söylediği sözler, “Ebu Leheb’in elleri”ni ifade eder.                                                                 

      Bunu beyanla; Ruh-u Muhammed mazharı zamanın kâmiline sureta yakın olmasına rağmen, kâmil aleyhinde ‘ben bunu iyi tanırım bunun sözleri doğru değildir, efsunludur / sihirlidir / büyülüdür. Bu sebepten meclisi ve insanları etkileyip tesir ediyor. Bunun yaptıklarında isabet yoktur’  Vb. faaliyetleri yapan zamane Ebu Lehebi’ne ve ona uyana. Kâmilden zahir olan ruh-u Muhammed irşadı hiçbir fayda sağlamaz. Ve böylesi cehalet “cehennemi ateşine yaslandığı” için “O,” kendini cehli cehennem ‘çukuruna iter’ ve azaba muhatap olur.

Mümin kardeşim! Uyanık olalım ki böyle bir kimse “boynundaki / gerdanındaki sağlam ip olduğu halde,” yani kafasındaki marifetullahtan mahrum, âli prensiplere uymayan “odun” gibi sabitleşmiş eleştiriye kapalı sapkın itikat ve anlayışlar olduğu halde, bu anlayışlarını ruh-u Muhammed mazharı kâmil ve meclisi aleyhine düşmanca  taşımak” la, cehalet cehenneminde “hamallık” yapar. Ve bu âlemde dâhil olunup girilen irfan cennetinden nasiplenip rızıklanamaz, vesselam.                                                                                                 Tebbet suresinin zahiri ve ledduni yönden yorumlanması 01-11- 2012 Perşembe sabahı tamam oldu. Her şeyi en iyi ancak Allah bilir. Velhamdülillahirrabilâlemin.     

                                                                               Nejdet Şahin

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hakka ve elçisine,inanmayan Ebuleheb ve vekillerini bu zamanda bizlere yakın manada açıklayarak tanımamıza vesile olan PEYGAMBER EFENDİMİZİN VEKİL VE VEKİLLERİNE ŞÜKRANLARIMI SUNARIM. ALLAH CÜMLESİNDEN RAZI OLSUN.