8 Mayıs 2012 Salı

GÜL BAĞI ŞERHİ

                       BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

     Selam evvalan ve bizzat iki âlemin yaradılış sebebi olan, Cenabı Allah’ın habibim dediği Hz. Muhammed (S.A.V)’e olsun ve onun ahlâkıyla ahlaklanan evladı resule olsun. Rabbim bizleri de onun ahlakıyla ahlaklanan kullarının arasına katsın ve sıdkı sadakatle son nefesimize kadar gönlümüzü orda karar kıldırsın. Âmin.

GÜL BAĞINDAN KAÇANA
BÜLBÜL DENİLMEZ   
VİRANLIKTA TEK BAŞINA
BÜLBÜL OTURMAZ

     Bülbül’ün güle olan aşkı ile daima onun kokusunu araması, onu bulma derdiyle inleyişini ve bu inleyişinin sabahın seheriyle gelen rüzgârdaki gülün kokusuyla daha da şiddetlendiğini ve bu koku ile kendinden geçtiğini büyüklerimizden işitmiştik. Bülbül’ün bu hali Hz. Resullullah efendimizin ahlakının açığa çıktığı meclisin bulunması için dertlilerin içinde bulundukları hal ile teşbih edilerek ehli kemal tarafından anlatılmıştır. Bunu beyanla Kur’anın; “Bir zaman Musa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım.” (Kehf 60) Ayetinde ifade edilen Hz. Musa’nın iki suyun birleştiği yere ulaşmaktaki arzusu, kulun bu âlemdeki yaradılış amacındaki kâmil kulluğa ulaşma çabasını ifade etmektedir. Bu kulluk mesleki resulü melamiye de kişinin Hz. Resullullah efendimizin zahir ve batın kulluğuna ulaşma çabasıdır. Beyitte ifade edilen gül bağından kaçana bülbül denilmesinin hikmeti;  eğer aşığın amacı gül ile remz edilen Hz. Resullullah efendimizin ahlakına ulaşıp, kâmil bir kul olmak ise; bu amaç ve sevda ile bağrı yanıkların arasında onlarla beraber olmaktan âşık keyiflenir. Ve sürekli bu amaç ve sevda arzusuyla yaşayanlardan uzak durmaz. Eğer uzak duruyorsa bu uzak duruş Bülbül’ün hâl ve davranışı değildir. Yani Hak Aşığında böyle bir ahval olmaz.
      Mesnevi’de Mevlana Hz. bunu beyanla şöyle bir hikâye anlatır ki; “Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler. Yolunu kaybeden kör doğandır. Bir doğan yolunu kaybetti ve bir viraneye düştü ve Baykuşların arasında kaldı. Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun baykuşlar onun başına vurmaya, tüylerini yolmaya başladılar. Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doğanın başına üşüşüp hırkasını çekiştirmeye başladılar. Kendi aralarında bir velveledir kopardılar, bu doğan bizim yerimizi yurdumuzu almaya geldi diye.
      Doğan, “ Ben baykuşlara layık mıyım?” Baykuşlara bunun gibi yüzlerce virane bağışladım. Ben burada kalmak istemem, padişaha dönmek isterim. Tasalanıp kendinize kıymayın. Ben burada durmam vatanıma giderim. Bu harabe, sizin gözünüze hoş bir yer görünüyor, bana değil. Benim naz ettiğim yer, padişahın koludur” diyordu. Baykuşlar ise; ”Bir kuşcağız, hiç padişahla düşüp kalkar mı? Bir parçacık aklınız varsa dinlemeyin bu sözü. O, padişahın cinsinden mi, vezirin cinsinden mi? Hiç sarımsakla badem helvası yenir mi? Padişah, adamlarıyla beni arıyor demesi de hilesinden, fendinden. Bu, kabul edilmeyecek bir malihulya. Bu, olmayacak bir laf, ahmak aldatmak için kurulmuş bir tuzak! Kim buna inanırsa ahmaklığından inanır...’’ diyorlardı.
     Hikâyede ifade edilen viranedeki Baykuş’lar, padişahtan yani cenabı haktan gafil ve habersiz kimselerdir. Kör olan Doğan ise; zamanın kâmil mürşidinin meclisini bulmuş olmasına rağmen henüz gafletten uyanmamış dervişin heva ve heveslerine uyarak gafil ve cahillerin arasındaki ahval ve durumunu beyan eder. Bu itibarla zikri daim ve tevhidi hakiki keşfi irfanıyla Bülbül ve arif olan bir kişi hakkın varlığından gafil olan, kendi heva ve heveslerine tabi olan yerlerde kesinlikle eylenip oyalanmaz. Eğer oyalanırsa gönlündeki gül olan Muhammedi değerler, baykuş olan gafil ve cahillerce talan edilir. Bunun için bir Doğan Baykuşların viranesine gidiyorsa o, hikâye de ifade edilen o yolunu kaybetmiş kör bir doğandır. Bunu beyanla şiirde Bülbül ile teşbih edilen arif kişi baykuş ile teşbih edilen cahil ve gafillerden oluşan viran meclislerde oturmaz denilmektedir.
     Bunu ifade ile Kuran’ı kerimde “Benliğini, sabah-akşam yüzünü isteyerek rablerine yalvaranlarla beraber tut. İğreti dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Ve sakın, kalbinin bizim zikrimizden gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme. Böylesinin işi hep aşırılıktır’’ (Kehf 28) buyrulur ki ayet bizlere, kişinin kendisini sabah akşam rabbinin vechine kavuşma arzusuyla olanlarla birlikte olmayı söylemektedir. Bu ifadeler beyitte bülbül’ün tek başına viran olmuş yerlerde bulunmaması gerektiğini, onun bülbüllüğünün ispatı ise gülü koklamış ve gül olmuşlarla birlikte olması gerekliliği ifade edilmiştir. Allah’u âlem. 

NAKISLIK SARIP KUŞATMIŞ
SENİN HER HALİNİ
ÖDÜN PATLAR SARFETMEKTEN
RABBİN VERDİKLERİNİ

     Kur’an da Hz. Yunus (as)’ın kavmini hidayete davet etmesine rağmen kavminin onun tebliğine cevap vermeyişini ve kavminden kaçmasını ve sonrası olanları beyanla “Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Sonra kura çekti de kaybedenlerden oldu. Derken, kendisini balık yutmuştu. O kendi kendini kınayıp duruyordu. Eğer tespih edenlerden olmasaydı. İnsanların diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalacaktı.” (kasas 140–144) buyrulmuştur. Bu ayete şöylece enfusi bir mâna verecek olursak; insanın kendine/ nefsine yapılan mesleki resul tebliği ile yaradılış gayesine olan yönelişi ve Rabbini sürekli tesbihi/öğüşü, kişiyi fena/ yokluk müşahedesine ulaştırır. İnsanın böyle bir tespihi yapmaması ise, onun insanların diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalmasıdır. Balığın karnında kalmak ise; kulluğunun kemalini açığa çıkaramayıp, bu âlemin değerlerinin tesiri ile kendi hakikatinden kişinin haberdar olmamasıdır. Bunu ifadeyle ayette “Bu dünyada kör olan, âhirette de kördür. Yolca da daha sapıktır o.” (İsa 72) buyrulur.
     Hz. Yunus (as)’ın ayetinin diğer açık manası ise; Hz. Yunus (as) eğer tesbih edenlerden olmasaydı insanların diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalacaktır beyanı bizlere; rabbin verdiklerini muhtaçlara tebliğden kaçınılmaması gerektiğini buyurur.
    Bu itibarla sohbetlerde işitmiştim “fetih / açılma iki türlüdür. Birincisi toprak fethidir, ikincisi gönüllerin fethidir. Toprak fethi geçicidir, gün gelir sizden daha güçlü biri gelir alır. Ama günüllerin fethi kalıcıdır. Anadolu’da, Balkan’lar da her yerde bir Türk ereninin mezarını bulursunuz. Onlar orda vahyin öngördüğü ve Hz. Peygamber efendimizin (sav) şahsında açığa çıkmış ahlakla hareket etmişler…” Bu ahlakın yaşanması ve yaşatılması yolunda gayret göstermişlerdir. Hz. Resullullah efendimiz (sav) peygamberlik görevi ile vazifelendirildiğinde Mekke’nin ileri gelenleri mevki, makam, para, kadın teklif ettiler sırf peygamberlik vazifesini yapmaması için. Hz. Resullullah efendimiz (sav) “vallahi bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz yinede bu vazifemden vazgeçmem” dedi;
Bunun için ehli kemal mazhar oldukları ilim ve irfan infakını yapmaktan asla geri durmazlar. Hatta geri durmadıkları gibi bu ilim irfan muhtaç ve fukaralarını her nerede ise onları ararlar ve bulurlar. Ve onlara irşatları ile tebliğ yaparlar. Bu ahval ehli kemali daima terakki ettirdiğinden ehli kemal asla ve katiyen irşad faaliyetlerinden geri durmazlar. Geri durmak kâmilin hâl ve hareketi değildir. Nakıs insanın davranışıdır. Allah’u âlem.
     Rabbim bizleri her daim onun rızası üzerine bir kulluk yaşamayı ve bu değerleri yaşamayı ve yaşatmayı ikram ve ihsan eylesin âmin.



EHLİ İRFAN ARDINDA
SOLUCAN ARAYAN GİBİSİN
SİNSİCE AŞIRDIKLARINI
“DOĞUŞ” DİYE SERGİLERSİN

     Ardında solucan aramak deyimi; çiftçiler tarlayı imar ederlerken, toprağın alt üst olması ile toprağın altındaki solucanların yüzeye çıkıp kuşların onları yakalamasını ifade etmektedir.  Buradaki çiftçi zamanın kâmili olup, çiftçinin çift sürmesi kâmilin irşad faaliyetleridir. Onun bu faaliyetleri kurdun kuşun etrafına toplanıp, rızıklanmaları gibi tüm insanlığa fayda ve rahmet olur. Çiftçinin ardında solucan arayan kuş ise karga vb. gibi etrafına zarar veren leş yiyicileri ifade eder. Çünkü çiftçinin faaliyeti ile kurda kuşa rahmet olmasına rağmen leş yiyiciler, kendi nefsinden başka şeyi düşünmez. Ve daima şahsi çıkarlarını gözetirler.
     Fakat mesleki resul sadıklarının eğitimleri, meclisteki dert ehlinin derdi üzerine hâsıl olan sohbet ile şekillenir ki, Hz. Resullullah efendimiz “soru sorun, soru sormanın şu dört kişiye faydası vardır. Soruyu sorana, cevap verene, dinleyenlere ve onları sevenleredir’’ demiştir. Çünkü soru soran müşkülünün hallolması ile istifadelenir. Bu soru belki mecliste ilk defa sorulmuş olabilir belki de daha önceki sohbetlerde de konusu geçmiş olabilir. Fakat “Göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır.” (rahman 29) Ayeti hikmetince meclistekiler dertlilerin müşkülleri karşında yeni doğuşlara muhatap olurlar. Şimdi ehli kemal meclisinde duyduklarımızı dışarıda anlatmayacak mıyız? Tabii ki anlatacağız; fakat bu duyduklarımızı kendi ürünümüz gibi sahtekârlık yapıp âlemi halka satmaya kalkarsak yolun gözcüleri keskindir ve yakalarlar. Hem bu hâl kişinin kendini aldatmasından başka nedir ki?
     Bunu ifadeyle Kur’an da “Biz en yakın göğü zinetlerle yıldızlarla donattık. Onu itaatten çıkan her asi şeytandan koruduk. Onlar ne kadar çırpınsalar da o yüce meclisi dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulup kovulurlar…” (Saffat-6..9) “Ancak kulak hırsızlığı yapanlar olur. Onu da şihab / yakıcı bir alev takip eder.” (Saffat–10) (Hicr–18.) buyrulur ki ayetteki yüce meclisten maksat ehli kemal ve ehli irfanın oluşturduğu meclistir. Hırsızlık yapan ise; o meclisin sadıklarından olmadığı halde meclisten duyduklarını kendi bilgisi gibi cahil ve eksiklere satan arif görüntülü kimsedir.  Cenabı Allah bizleri ehli kemal irşadından nasiplenmeyi ve nasiplendiği ilim ve irfan rızkının infakından üşenmeyen, tevhidi hakikiyi yaşayıp yaşatma gayretinden asla ayrılmayan kullarından eylesin âmin…
    
EĞER SENDE İRFAN OLSA
ANILDIMI “HZ. PİR” TİTRERSİN
BIRAKTIKLARINA SAYGIN OLSA
DOKUNMAYIP “VAHYİ İLHAMİ” DERSİN

     Hasan Fehmi Efendi’nin divanının ‘’ Yüzüm tuttum sana ya Hazreti Pir’’ ilahisinin şerhinde Nejdet Şahin Efendi, Hz. Pir Seyyit Muhammet Nur ile ilgili bir  açıklamasında ‘‘ Hz. Muhammed (sav)’in Peygamberliğiyle tamamlanan İslam dininin iki yönü vardır: Biri zahir, yani açık / dış yönüdür ki, bunun tebliği ulema-yı zahir tarafından, alenen cümle ümmet-i Muhammed’e yapılmaktadır. Dinin zahiriyle kulluk yapanlar, Kur’an’ın açık hükümleriyle meşgul olurlar. İslam dininin bir de batın / iç yönü vardır ki, ilmi ledün / ilm-i tevhid irfaniyetiyle ehl-i hakikat olanlar, Kur’an’ın açık hükümlerine uymakla beraber “tekrarlanan yedi ayetle” meşgul olurlar. 
İşte bu tekrarlanan yedi ayet, son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)’den sonra, insan-ı kamil olan veliler tarafından meslek-i Resul seyr-i süluku olarak tebliğ ve telkin edilmiştir ve edilmektedir. Her asırda, yani her yüz yılda zuhur eden müceddid tarafından yenilenen “tekrarlanan yedi ayet” meslek-i Resul telkin ve irşadı olarak halen devam etmektedir ve kıyamete kadar devam edecektir.
Bu asrın müceddidi, Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleridir. Her zamanın müceddidi bizzat Hz. Resulullah Efendimizden seyr-i süluk görerek irşad olur. Bu itibarla her zamanın müceddid ve piri, Hz. Resullullah Efendimizin halifesi ve varisidir. İşte Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin şahsında tasnif olan meslek-i Resul-ü Melamiyye telkini, bizzat Hz. Resulullah’ın telkin ve tarifidir. Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin zuhurundan sonra, onun şahsında tasnif olan meslek-i Resul’de her kim salik olup “tekrarlanan yedi ayet” olan makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle irşad olursa, ancak o kimse kulluğun kemaline ulaşıp insan-ı kâmil olur. ‘‘ beyanlarında buyurdukları asrın müceddidi olan Hz. Pir’in şahsında tasnifi / düzenlemesi açığa çıkan ve kişinin kulluğunu kemale ulaştıracak seyr-i süluku zamanın kâmilinin tedrisatından geçmekle elde edilir.
     Bu itibarla, kendinde irfaniyet olduğunu iddia eden bir kişi, asrın müceddidi olan Hz. Pir’in şahsında tasnifi olunan mesleki âli prensip ve telkininden açığa çıkan Muhammedi ahlak ve aydınlığından haberdar olmaması söz konusu olamaz. Kamil olan kişi Hz. Pir’in sözlerinin ve kibarı kelam kaynağının vahiy ile aynı kaynaktan geldiğini bildiği için Hz. Pir’in şahsında tasnif olunan mesleki resul değerlerinin bekçiliğini, koruyuculuğunu gözünü kırpmadan yerine getirmelidir. Ve Hz. Pir’in eserlerinde ki kemalata saygısını sunmalıdır. Fakat nakıs / eksik olduğu halde kâmil olduğunu zanneden cahillerin Hz. Pir’in bıraktıklarına saygıları olmadığından ve Hz. Pir ile zahir olan irfandan nasiplenmediklerinden Hz. Pir’in eserlerinde ve mesleki resul âli prensiplerinde değişiklik yapmaya kalkarlar. Bu beyitten anlaşılması lazım gereken, Hz. Pir’i tanımak ve onun şahsında açığa çıkan âli prensipleri ve eserlerindeki ifadeleri korumak, yaşamak ve yaşatmaya çalışmak olmalıdır ki bu aynı zamanda insanın irfan ve kemalata mazhar olmasının da ölçüsüdür. Çünkü zamanın müceddidi olan Hz. Pir ile tasnifi zahir olan mesleki resul âli prensiplerine itaat ve irşad ile ancak bizde Hz. Muhammet Mustafa (sav) kulluğu açığa çıkar.

EVLAD-I RESUL FERASETİNDEN
CÜMLE İHVAN İRŞAD OLURKEN
SEN KULAĞI SAĞIR
GÖZLERİN PERDELİ KALIRSIN

     Hz. Resullullah efendimiz (sav) ‘‘ey ebazer gemini yenile; çünkü deniz derin ve dalgalıdır. Azığını tam al; çünkü yol uzundur varacağımız menzile kadar yetsin. Yükünü hafif tut; çünkü geçit sarptır. Amelini ihlâs üzerine kıl; çünkü yolun gözcülerinin bakışları keskindir.’’ Ebazer (r.a): “Hz. Resullullah bana bu ifadelerle dört ilmi ifşa etti.” buyurmuşlardır. Cümle ihvan evladı resulde açığa çıkan bu dört ilim ve yedi mertebenin ışığıyla kulluklarını kemale erdirirler. Meclislerinde olan muhabbetlerinde bu dört ilim ve yedi makamın kemalatı ile birbirlerine soru sorup cevaplarlar. Onların meclisindeki soruları ve bu sorular karşısında verilen cevaplar ile birbirlerini gıdalandırırlar. Geçmiş büyüklerin yazdıkları eserler ve ilahiler ile meclislerini yeni tefekkürlere yönlendirirler.
     Hadisi şerifte ki “soru sorun, soru sorulduğunda dört sınıfa faydası vardır. Soruyu soran, soruyu cevaplayan ve bunları dinleyenler ve onları sevenlerdir.’’ beyanı kâmilin meclisinde soru sormak ve cevaplamak dört ilim ve yedi mertebe kemalatı dâhilinde âşıklar birbirlerinin eksiklerini tamamlarlar, fazlalıkları ise atarlar.
     Beyitte ifade edilen nakıs olan kişiler ise ehli âşıkın bu hallerinden rahatsız olurlar. Kendilerini Kur-an’ın denetimindeki dört ilim ve yedi mertebenin denetimine kapattıkları için gözleri kör kalır. Kur’anı kerim’de “Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onlarla duysunlar. Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz ama göğüslerin içindeki kalpleri körleşir.” (Hacc 46) ayetinde ifade edilen ve Hadisi Kutsi’de buyrulan ‘‘ben yerlere göklere sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım’’ ifadelerinden de anlaşıldığı gibi kulun gönlünün Cenabı Allah’a mekân olması icap eder. Bir kul dört ilim ve yedi mertebenin kemalatı olmadan yaradılışın yüce gayesine ulaşamaz ve onun kalbinde Allah kemal ile tecelli etmez. Bu itibarla evladı resul meclisindeki salikler, bu kemalattan irşad olmak için istifadelenirde istifadelenirler. Rabbim bizleri evladı resul meclisinin kemalatını gözümüze ve gönlümüze sürme çeksin. Âmin. Allah her şeyin en iyisini bilendir.

KÖRLÜĞÜN SAĞIRLIĞINLA
EVLAD-I RESULE HİLE KURARSIN
HADDİNİ HUDUDUNU BİLMEDEN
TELKİN-İ DEĞİŞTİRMEYE KALKARSIN

     Bir üsteki beyittin açıklamasında ifade edildiği gibi kişinin, dört ilim ve yedi mertebenin kemalatından mahrumiyeti onda menfi ve hissi gailelerin var olmasına sebep olur ve onun kalbini kör eder. Sağırlığı ise bu kemalata sahip olan evladı resulün hitaplarını işitmemesidir. Hz. Pir’in şahsında açığa çıkan mesleki resul irşadına kulaklarını tıkaması olarak da ifade edilebilir. Bu hallere sahip olan kişilerin mesleki resul âli prensiplerine göre kendine çeki düzen vermeyişi ile kendi zanları ile hareket etmesini ve bu halini ihvanlar üzerinde dayatmaya çalışması, mesleki resul meclisine onlardanmış gibi görünüp aslında bırakılan emanetlere bir hile kurmalarıdır. Bu hali ile mesleki resul telkininde olmayan hâl ve ifadeleri katmaya çalışırlar. Bu hâli onun kör ve sağırlığına da delildir.
 
BU MESLEK-İ RESULU
SEN SAHİPSİZMİ SANDIN
RESUL EVLATLARINDAN GELEN  
CEVAB-I FERASETLE KAYKILIRSIN

     Beyitte ifade edilen Hz. Pir’in şahsında açığa çıkan mesleki resul değerlerine olan sadakatsizliği Kur’anı Kerim’de “Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir” (maide 54) buyrulduğu gibi iman edenlerin dininden dönmesinden bahsediliyor. Ve bu kişilerin dininden dönmesi ile Cenabı Allah’ın mesleki resule gönül veren muhip ve saliklerin var olacağını beyan etmektedir. Onların vasıflarını ifade edecek olursak Allah’u Tealanın kendilerini sevdiği ve onlarında kendisini seven halleri ile kalplerinde Cenabı Allah’ın zikri ve müşahedelerinde ise ilahi sevgiliden gayri bir varlık görmemeleri ile daim Cenabı Allah’ın istediği bir kulluk sergileme derdi ile dertlenen kullardır o kullar. Cenabı Allah onların bu hallerinden razı olması ile de Cenabı Allah o kullarında kemali ile tecelli eder ve onlara beka olan varlığı ile ikramda bulunur. Ayetin devamında ifade edilen müminlere karşı boynu bükük oluşları ile daima müminlere karşı mütevazıdırlar. Bu halleri sanılmasın ki onlara hiç kızmazlar. Mümin kardeşleri hataya yöneldiğinde onları hidayete yönlendirme konusunda uyarmalarını da içine almaktadır. Çünkü onlar kardeşlerinin daim ahlakı resul yolunda kalmalarını dilemektedirler. Allah’u âlem…
     Ayette buyrulan ve beyitte ifade edilen bu meslek sahipsiz değildir. Ve bu yolun yolcusu olan evladı resulün kemal bakışı ile sahtekârlık yapanların oyunlarını görürler ve onları düzeltmek için mücadele ederler. Bunu yaparlarken de mümine mütevazı şekilde yaparlar. Onları, hallerini düzeltmeleri için uyarırlar. Fakat bu halini düzeltmeyen kişi ayette kerimede’’ Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir şey dilediğinde, şeytan onun düşünce ve dileği içine bir şey atmış olmasın. Ama Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini muhkemleştirir. Allah Âlim’dir, Hakîm’dir. Bu, Allah'ın; şeytanın attığını, kalplerinde hastalık olanlara, gönülleri katılaşanlara bir fitne yapması içindir. Zalimler, geri dönülmez bir ayrılık ve kopuş içindedirler.’’ (hac 52- 53) duyurulduğu gibi iblisin sesine kulak verenleri zalimler olarak ifade ediliyor. Kişi bu sese kulak vermesi ile kalbini zikirden gafil olan kişilerle birlikte kılar. Evladı resulün ferasetinden rahatsız olurlar. Çünkü hatalarının düzeltilmesi yolunda evladı resulün kararlı ve azimli oluşları onları rahatsız eder. Rahatsız olmaları ile de o kişilerin kaykılmalarını ifade ederler. Buda kaykılan kişinin kendine olan zararından başka bir şey değildir. Rabbim bizlerin gönüllerinde ayetlerinin hükümranlığını galip kılar inşallah. Âmin

BAYKUŞ GİBİ VİRANDA TÜNER
ÖNÜNE SERÇE BEKLERSİN
YENİ DOĞMUŞ BİRİN BULDUNMU
SAPTIRANA DEK SUSMAZSIN           

     Baykuş, avlanmaya çıkmayan fakat harabelerde viranelerde eğlenip ayağına avın gelmesiyle beslenen bir kuştur ki beyitteki ifadesiyle Baykuş gibi kişinin viranda tüneyip önüne serçe beklemesi Mevlana Hz Mesnevi’sinde anlattığı bir hikâye ile benzetme kurulabilinir. ‘‘…kalenderin biri, rızkını kazanmak için evinden çıkar. Karnını doyuracak hiçbir şey bulamaz. Bir kayanın dibinde bir kaç dakikalık nefes almak için mola verir. Kulağına inlemeye benzer sesler gelir. Dikkatlice göz gezdirince yere serilmiş kötürüm bir tilki gözüne ilişir. Sesi gelmese hayvanın diri olduğunu ispat etmek için şahit gerekirdi.
Derken uzaklardan uzun yeleli, iri kuyruklu bir aslan tozu dumana katmış geliyor. Arada bir durup kükrüyordu. O sırada kayanın dibinde ürkek bir ceylan belirir. Pusuda yatan koca aslan üzerine çullanarak bir iki pençede vuruşu ile paramparça eder. Aslan, oturup afiyetle avını midesine indirdikten sonra epeyce et ve kemik artığı bırakarak yoluna devam eder. Bu arada bağırsakları birbirine düğümlenmiş olan kötürüm tilki yavaş yavaş yerinden doğrulur. Avın artıklarına doğru yönelir ve oturup güzelce karnını doyurduktan sonra oldukça canlı adımlarla yuvasına döner.
     Kalender yolcu bu gördükleri karşısında şöyle düşündü: yüce Allah(c.c)’ın merhameti ne kadar büyük ve ne derece genişmiş. Dört ayağı üzerinde dikilmeye gücü olmayan şu topal tilkiyi bile acıkınca en iyi şekilde rızkını gönderiverdi. O halde benim sıkıntılı uğraşmalarım rızkımı temin edeyim diye dağ bayır demeden koşuşmalarım boşunadır. Topal tilkiyi doyuran ulu Allah beklemediğim yerden bir sebep yaratacak benim rızkımı da gönderecektir. Bu güne kadar çektiğim sıkıntılar benim akılsızlığımın cezası imiş şimdi artık aklım başına geldi der.
     Bu düşünceler içinde bir mağara bularak kapanır. İbadet ederken bir yandan da mağaranın kapısını gözetleyerek ayağına gelecek yemeği bekler. Bekler ama boşuna! Ne gelen var ne giden. Kolunu kıpırdatamaya takat bulamadığını görerek hayatından endişe eder. Bu halde iken kulağına bir ses gelir; behey miskin kul! Elin kolun tuttuğuna göre topal tilkiye özeneceğine aslan olda avından başkaları faydalansın. Sen Allah’a güvenmeyi tembel kapıdan girecek rızkı beklemek mi sandın, yazıklar olsun sana!’’ ...
     Hz. Mevlana Mesnevi’sindeki bu hikâyeyi beyit ile ifade etmek gerekirse, baykuş topal tilkiye özenen kişinin hali ile teşbih edilmiştir. Baykuşun viranlıkta tünemesi hevâ ve hevesi ile donatılmış olmasıdır. Hakikat ve marifet zenginliğine ulaşamamış bir kulluğun hâli anlatılmıştır.  Hz. Resullullah Efendimiz hadisinde ’’ bende iki şeyi aramayın onlar pislik ve tembelliktir.’’ Baykuşun hâli tembelliktir hem de oturduğu yer pistir. Hz. Resullullah Efendimizin (sav) ahlakını yaşama ve yaşatma gailelerinde salik elinden gelen gayreti göstermekle sorumludur. Bu gayreti enfusta kendi kulluğuna uygulaması ve afakta ise ihtiyaç sahiplerini arayıp onlara maddi manevi kulluğu nispetinde paylaşmasıdır. Burada kul kendine aslanlığı hedef almalı ki ihtiyaç sahipleri ondan istifadelensinler.
     Beyit’in devamında ifade edilen viranlıkta oturan baykuşun yaptığı bu yola samimi ve sadık olarak gelen muhip, mürit ve saliklere kendini methederek nakıslığını gayretli bir şekilde aktarmasıdır. Onu dinleyenlerin ise yeterli bilgi ve marifetleri olmadıkları, onların sözlerini değerlendirecek malumatları olmadıklarından sükûnet ile dinlerler. Oysa gerçek kâmil olan bir kişi gideyim de şu meclistekilere anlatayım gibi bir düşünceyi gönlünde bulundurmadığı gibi, gideyim de meclisteki âşıklardan istifadeleneyim anlayışını gönlünde barındırır. Süleyman Çelebi Hz. Mevlidi Şerifte ‘‘ Şu Süleyman kuluna rahmet et ehli derdin sohbetine mahrem et (sohbetin içine kat)’’ beyiti ile kişinin Allah dertlilerin meclislerinde bulunmasını rahmet olarak değerlendirmiştir. Rabbim bizleri ilahi dert ehillerinin dertleri ile dertlenen kullarının arasına katsın. Âmin

EVLİYANIN ENBİYANIN HİZMET-İ KERVANINA
SEN KATILIP GİREMEZSİN
İRŞAD MÜCAHEDESİN KÜLFET GÖRÜP
AHLAKI RESULDEN NASİPLENMEZSİN

     Kur’an da kerimde “De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici, çok merhametlidir.” (âli İmran 31)  Kişinin Allah’ı sevmesinin ölçüsü bu ayette ifade buyrulan resule tabi olmasıdır. Zahiren Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirilmesi ile resulün getirdiklerini harfiyen uygulanmasıdır. Hakikat ehlinin resulü sevmesi ise zahiren emir ve yasakları yerine getirmesi ve resulün batın kulluğundan haberdar olmasıdır. Hz. Peygamber Efendimizden sonra emir-ül müminin olan Hz. Ebubekir(Sıddık) Hz. Ömer( Faruk) Hz. Osman(Zinnureyn) Hz. Ali (kerem Allah’u veche)’nin şahıslarında açığa çıkan ve adları ile birlikte anılan kemalatlara ulaşma gayretleri ve bunları yaşatma gaileleri kervanıdır. Genel bir ifade ile makamı velayet ve makamı nübüvvet kemalatlarını kendinde toplayan bir kulluğa ulaşmalarıdır. Allah’u âlem.
     Beyitte ifade edilen evliye ve enbiya kervanı, âşıklar ile birlikte olup bu makamların keşfine ulaşma ve bunlara muhtaç olanlara tebliğ kervanında bulunamazsın. Bu gaileleri külfet görüp bu kemalattan mahrum kalırsın demektir ki bu tebliğ gayretleri, cümle peygamberlerin ve insanı kâmil olan velilerin olmazsa olmaz kulluklarıdır.
     Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî Hz. ’’Mücahede müşahedeye sevk eder’’ demişlerdir. Kişinin bu kervandaki yaşama ve yaşatma mücadelesi ile kulluğunu kemale götürecek şahitliğin ikram ve ihsan olunmasıdır. Bu çabayı sergilemeyenler hatta külfet görenler Mesleki resul hedeflerinde verilen fenafillâh olmak ve kötü ahlakı terk etmek ve ahlakı hamide olan Resullullah Efendimizin ahlakıyla ahlaklanma hedeflerinden nasiplenemezler. Rabbim bizlerin gayretlerini ahlakı resul yolunda sabit kılsın ve bu yolda bizlerin yâr ve yardımcısı olsun. Âmin.

EHLİ KEMALİN DEDİĞİ GİBİ
KUYUYA ATILMADIN DAHİ KERVANA KATILMADIN
HELE KUL OLUP SATILMADIN
SARAYDA KENDİNİ ŞAH SANIRSIN

     Beyitte söylenen ifadeler Hz. Yusuf’un başından geçen olayların hakikatte bugün bize hitap eden yönünü ilimde derinleşen ehli kemalin sözleri ile tevil edilmiş halidir. Bu olay Kuran-ı kerim’de şöyle anlatılmıştır. “15. Onu götürüp kuyunun dibine koymaya karar verdiklerinde biz de ona şöyle vahyettik: Yemin olsun ki sen onlara, şu yaptıklarını hiç farkında olmayacakları bir sırada haber vereceksin."… 19. Bir yolcu kafilesi gelmişti. Sucularını gönderdiler. O da kovasını sarkıttı. "Müjde! Bu bir oğlan!" diye haykırdı. Ticaret maksadıyla onu sakladılar. Allah ne yaptıklarını çok iyi biliyordu. 20. Onu basit bir karşılıkla, birkaç paraya sattılar. Ona fazla rağbet gösterenler değillerdi. 21. Onu satın alan Mısırlı, karısına şöyle dedi: ...” (Yusuf 15/19–21) bunu ifadeyle kişinin, Hz. Yusuf’un temsil ettiği manevi güzelliğe ( suret itibariyle de en güzeldir.) ve bu âlem de yaradılış gayesine ulaşmak için kendinin cahil olduğunu ve cehalet kuyusunda bulunduğunun farkına varmasıdır. Yani o hali kendinde görmesi ile kendini o kuyuya zahir ve batın 10 duyusu ile atmasıdır. Kim bu hal ile o kuyuda bulunursa hak yolunda seyir halinde bulunan ehli dertlilerin su kovaları ile kervana katılırlar. Kervan bu dertli kişinin kulluğunu sultan sarayına layık bir kulluğa kavuşmasına sebep olacak bir vesiledir. Daha da bir yorum yapılması gerekirse kişinin hakkın varlığından başka bir şuhudu olmayışı onun kuyusudur. Bu kuyudan onu kendi kervanına taşıyan zengin tüccar kervanı, hakkın varlığı ile var olmuş yakın ehilleridir. Bu hakkın yakın ehilleri, fena kulluğu ile beka değerlerine onun yükselmesini sağlarlar. Bu fenafillâh bekabillah zenginliği ve ahlakı resul ile bulundukları beldenin ve kulluklarının güzelleşmesi için hükümdar olurlar.
     Beyitte ifade edilen ise kişinin cehalet kuyusundan çıkıp ehli kemal kervanına katılmadan, fena ve beka serüvenlerini yaşamayıpta sarayda kendini şah sanması; zandan başka bir şey değildir. Rabbim bizleri Hz Yusuf’un güzelliğine ulaşıp bu güzellik ile yaşamayı ve bu güzelliği yaşatmayı ikram etsin. Âmin...

ZEKİ’SİN TÜRLÜ FİTNELERLE
YETERSİZİN AKLIN KARIŞTIRIRSIN 
MASKENİ İNDİRİR RESUL EVLADI DA
HÂLÂ KENDİN MASKELİ SANIRSIN

     Kur’an kerimin “Sâmirî onlar için, böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: "Bu, hem sizin hem de Musa’nın tanrısıdır. Ama Musa unuttu…95. Musa dedi: "Senin derdin neydi, ey Sâmirî?" 96. Sâmirî dedi: "Onların görmediklerini gördüm. Resulün izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Nefsim bana böylesini hoş gösterdi’’(Taha 88.95.96) ayetlerinde ki samirinin hali, beyitte ifade edilen zeki kişinin zekâsı ile fitne oluşturması gibidir. Çünkü ayette ki samiri, Cebrail’in izlerinden alınan toprağa zekâsını karıştırarak fitneye sebep olup, Musa kavminin aklını karıştırmıştır. Bugünde sadık olmadığı zamanın kâmilinin telkini irşadını zekâsı ile karıştırarak âli prensipleri kendi heva ve isteğine göre tevil ederek ariflerin meclisinde fitne uyandırarak yetersizlerin aklını karıştırırlar. Fakat Evladı Resul zamanın samirisinin zekice yaptığı fitne ve oyunlarını görür ve ehli nefsin tezgâh ve tuzaklarını tanırlar. Çünkü Hz. Resullullah “müminin ferasetinden sakının; o baktığı zaman Allah’ın nuruyla bakar.” buyurmuştur. Rabbim bizlere onların oyunlarının farkına varacak ferasetli bakışı ikram eder inşallah. Âmin.

BAZI RECUL SENİ KAMİL SANDI DA
SENİN AZGINLIĞIN ARTTIRDI
AHVALİ KİBR-İ AZGINLIĞINDAN
SEN HAYIR BEKLER DURURSUN

   Kur’anı kerimde yüce Allah " Şu bir gerçek ki, insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklık ve azgınlığını arttırırlardı." (Cin–6) buyurur ki, ayette geçen “erkek”  Arapça “recül” kelimesi olup, ruh’a mensup olan er anlamını ifade eder. Ki, bu ayette meratibi ilâhi seyri süluku gördüğü halde, feraseti zayıf olan bazı yetersizlerin, bu arif kâmil gibi görünenlerle arkadaşlık ettiği halde onun eksikliğini tanıyamamakla, o arif ve kâmil görünenin şımarıklığını ve azgınlığını arttırdığı ifade ediliyor.
Kuranı kerimde “İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar! ’’ (ankebut 2) beyanından da anlaşıldığı gibi İnsanlık bu imtihan âleminde yaşadığı sürece imtihan olmaktadır. Yine Kuran’ın “Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/dar bir geçim vardır; kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.’ (Taha- 124) beyanıyla recullerin / seçkinlerin gönüllerinde mesleki resul değerlerinin yerine menfi ve hissi değerlerin yer almasıyla şaşkınlığa sürüklenecekleri beyan olunuyor. Ve zikri daime muhatap olduktan sonra zikrullahtan yüz çevirmesi ile dar bir geçim yaşayıp, manevi rızkının kesileceği ifade ediliyor, Allah’u âlem...

VALLAHİ BU HAYIR DEĞİLDİR 
İHVANI ÜZMEK HİZMET DEĞİLDİR
ALMA EVLADI RESUL AH’INI
AH ALMAYI GAYRET SANIRSIN

     Bir önceki beyitte ifade edilen şaşkın reculün hali ve onun hürmet gösterdiği misyonun hali bir iyilik bir hayır değildir. Çünkü onların bu hali mesleki resule olan sadakatsizlikleri ile kardeşlerini de üzer. Hz Pir bir ifadelerinde ‘‘mesleki resul yolunu yolcusunu biri övdüğünde onlar sevinir. Çünkü bilirler ki öğülen Hz. Resullullah’ın ahlakıdır.’’ Buyurduğu gibi başka bir ifadelerinde ise “Taş atan kabulümdür; ama attıran değildir’’ diyor. Bu beyanlardan da anlaşıldığı gibi yetersiz ihvanların sadakatsizlikleri yüzünden avamı halkın bu mesleki resule bunlar sapık vb. gibi beyanlar ile taş atması ihvanı üzerek ihvana ah ettirip dertlendirir. Bu şekilde evladı resulü manevinin ahını alıp, ihvanın üzülmesine sebep olucu gayretler mesleki resule asla hürmet ve hizmet olmayıp İblisin sesini dinlemekle ona yapılan yardımcılıktır. Rabbim bizleri kardeşlerimizin ahlakı resul değerleri ile bizleri uyarıp bizlerinde o uyarılara gönül vererek onları sevindirenlerden eyler inşallah. Âmin…

ÇOK UZATTIK LAFI NE EDELİM
KÂMİLİN TELKİNİ İMAM EDELİM
BİLDİĞİNLE AMEL EDERSEN
RABBİN LUTFETMEZMİ SANIRSIN

     Bunca anlatılan beyitlerden sonra hata ile olumsuzlukları bırakalım. Hz Pir’in şahsında açığa çıkan mesleki resulü Melami değerlerini kendimize önder ve imam edinelim. Bunu beyan ile Kuranda.Din’de zorlama yoktur Gerçekten Rüşt (hidayet, hak, doğruluk) ğayy’dan (azgınlık, dalalet) apaçık ayrılmıştır (deliller ortadadır). Artık her kim Tağut’u (Allah’tan gayrıya vücut nisbet ederek, Allahtan gayrı ilâh kabul etmeyi) inkâr edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur… Allah Semi’dir, Âlim’dir.” (Bakara–256) buyurulur ki ayette geçen rüştten maksat zamanın kâmil mürşidinden zahir olan irşad’tır. Her kim bu irşad ile aydınlanırsa o azgınlıktan dalaletten kesinlikle ayrılıp kopması mümkün olmayan sapa sağlam bir kulpa yapışmış olur ki bu kulp zamanın kâmilin de zahir olan mesleki resul âli prensipleri ve telkinidir. İşte her kim bu telkine sadık olursa bunlar hakkında Hz. Resullullah efendimizin (sav) ‘‘ Siz bildiğiniz ile amel edin; Allah size bilmediğinizi öğretir.’’ buyurur ki telkine sadakat kulu mesleki resul aydınlığı ile insanı kâmil makamına ulaştırır. Rabbim bizleri son nefesimize kadar tağuta sırt dönüp, sağlam kulp (Urve-i vuska) olan mürşidi kâmilin telkinini imam edenlerden olmayı ikram ve ihsan eylesin. Âmin...




BAYKUŞ KAÇAR ANCAK GÜLBAĞINDAN
ONUN RAHATI VİRANEDE
BÜLBÜL BARINMAZ O HANEDE
GÜLBAĞINDA FİGAN OLMAZMI SANIRSIN

    Baykuşun gül bağına uğramaması Muhiddin Arabî’nin Futuhhattı Mekkiye’sinde Melamiler bahsinde “iki âlemin efendisi Hz. Resullullah onlardandı ve ordadır’’ beyanı ile kâmilin meclisinde zahir/ açığa olan ve arzulanan kulluğun olduğu meclislere nakıs olan kişiler uğramaz. Çünkü onların arasında huzur bulamaz. Orda sürekli bir canlılığın, gelişimin, daimi zikir ve makamatı tevhit neşesinin getirdiği tartışmalarının galip olduğu bir meclisten kaçar. Bunu beyan ile Kuran’ı kerimde “Benliğini, sabah-akşam yüzünü isteyerek rablerine yalvaranlarla beraber tut. İğreti dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Ve sakın, kalbinin bizim zikrimizden gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme. Böylesinin işi hep aşırılıktır’’ . (Kehf 28)buyrulur.
     Baykuşun gül bağına uğramamasıyla birlikte, Bülbül ise gül aşığı olduğundan o’da viraneye uğramaz. Ve Bülbül gül kokusunun galip olduğu meclisi arar. Mevlit sahibi Süleyman Çelebi Hz. ‘‘ Şu Süleyman kulun rahmet et ehli derdin sohbetine mahrem et” ifadeleri ile güle âşık olan bülbül gibi, ahlakı resulün aşığı olan kişiler ile birlikte olmayı daim isteyip özlenmesini beyan ediyor. Çünkü orada âşıkların güle duyduğu özlem ve sürekli gül ile birlikte olmak için yaptıkları inlemelerin neticesi o mecliste açığa çıkar. Ve onlar Ruhu Muhammet mazharı olur ki, Niyazi Mısri’nin ‘’ Vücut yaralarımın merhemisin ya Resullullah’’ dediği gibi bülbül olan âşıkların gül kokulu evladı resul meclisinde zahir ve batın kulluğu bu şifa bulur. Rabbim bizlere o meclise dâhil olup o meclisten şifa bulmayı ikram eylesin. Âmin veselamun alel mürselin velhamdülilihi rabbil âlemin…

Nejdet Şahin Efendi tarafından yazılan beyitlerin açıklaması eksik ve noksanlıkları bana ait olup kemali ise Cenabı Allah’ın ikramıdır. 


         NEJDET ŞAHİN
17 MART 2011 PERŞEMBE         
     
ŞERH EDEN ;Kadir halıcı
   25 NİSAN 2012 çarşamba

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Kadir halici kardeşimizin nefis şerh,ini okuduk gidalandik gönlüne saglik.teşekkürler devamini bekleriz.her ihvan kardeşlerime faydalanmalari dileklerimle.

Adsız dedi ki...

ŞİİRDE ŞERH'TE ÇOK GÜZEL OLMUŞ...