3 Eylül 2012 Pazartesi

TİN SURESİNİN zahir ve batın YORUMU


 Bismillâhirrahmanirrahim

 

1-Tine / incire ve zeytine and olsun / yemin olsun.

2- Turi sina’ya

3- Ve emin beldeye / şehre

4- Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık.

5- Sonra da onu aşağıların aşağısına reddettik / indirdik

6- Ancak, iman edip Salih / güzel ameller işleyenler müstesna. Onlar için kesintisiz / devamlı bir ecir / mükâfat vardır.

7- O halde / böyle iken sana dini ne tekzip ettirir / yalanlatır.

8- Allah hâkimlerin / hükmedenlerin en hâkimi değimli?

        Mekke’de inmiş ve sekiz ayetten ibaret olan tin suresinin zahiri / açık anlamı şöyledir: Kıymetine binaen yüce yaratıcı olan Allah, “tin”e / incir’e “zeytin”e “tur-u sina”ya ve “emin belde” ye yemin ederek. İnsanın yaratılmışların içinde “en güzel suretle,” yani en kemalâtlı bir yaratılış ve donanımla mukellef olarak yaratıldığını. Ve insanın yeryüzü olan bu imtihan âlemine suretlenerek mecburen “reddedildiğini / indirildiğini” beyan ediyor. Ve devamla, bu yeryüzü olan imtihan âleminde her kim “iman eder” de Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden kaçıp sakınmak olan “Salih / güzel amelleri” faaliyetleri yaparsa onun, ahirette “kesintisiz ecirlere / mükâfata” mazhar olacağı ifade ediliyor.

“Allah indinde din islamdır…” (Ali İmran-19) beyanı gereğince bu şekilde iman ederek Salih / güzel amel yapıp işlemenin, yalanlanamayan islam dini’nin kendisi olduğu. Peygamber ve evliya elçilerin tebliğ ve irşadında açığa çıkan İslam dininin hükümlerini vahiyle Allah koyduğu için, “Allah hâkimlerin hâkimidir” deniliyor.

         Buraya kadar zahiri yönünden behsettiğimiz Tin suresi; Batın yönüyle ise birçok leddun-i hikmet yüklü anlamlar içerir.

Buna göre; cenab-ı Hak kıymet ve değerine işaretle üzerine yemin ettiği “tin / incir,” Hakk’ın zat-ı vahdet zuhurunu ifade eder. Ki incirin içindeki çekirdeğinin ve dışındaki kabuğunun birbirinden ayrılmadan bütün olarak yenilmekle rızık vermesi gibi, Hakk’ın zat-ı vahdet zuhuru bakâyı ruh tecellisidir. Ve bu tecelli Hakk’ın gayrısını icap etmediği için, ruh tecellisinde ikilik olmaz. Ve “tin / incir” ile beyan ettiği, ruh tecellisi olan bu mertebesinde cenab-ı Hak “ben” diye zuhur eder. Aynı “…ben senin rabbinim…” (Taha-12) gibi.

       Kıymetine binaen Hakk’ın üzerine yemin ettiği “zeytin” ise, içindeki / batınındaki çekirdeğiyle değil de zahiri olan dış yüzeyi ile yenilmekle rızık vermesi gibi, zeytin hikmeti itibarıyla yüce Allah’ın vahdeti zatından nefsi olan sıfatlarına, sıfatlarından da tecelli etmekle yarattığı kesreti (çokluk) halk zuhurunu ifade eder. “Zeytin” ile beyan ettiği bu mertebesinde vahdet-i zatı batın, sıfat olan nefsini ve halk kesretini zahir edip açığa çıkardığı için yüce Allah, “biz” diye zuhur eder. Aynı biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik” (Taha- 107) vb. ayetlerdeki gibi.

      “Turi sina;”  Hz. Musa’nın vahye mazhar olduğu dağ olması itibarıyla zahiren bir kıymet ve değer ifade eder.

Leddun-i mana yönüyle ise “turi sina,” hakiki / gerçek mümin olan kulun kalbinde yüce Allah’ın gerek ruh, gerekse kesret tecellilerindeki sırrının cemi’ni (toplamını) açarak tecelli etmesidir. Ve “turi sina” ile beyan ettiği bu mertebesinde yüce Allah, “ben” olarak ta “biz” olarak ta zuhur eder.

        Ayetteki “Emin belde” zahiren beytullahı (Allah’ın evini) ifade eder.

Ki ledduni hikmet yönüyle beytullah; Hakk’ın gayb-ı mutlak hüviyeti olan sırf zat zuhurunu remzettiğinden cenab-ı Hak, bu mertebesinde “Hu” ismiyle zuhur eder. Ki, bunu beyanla pir seyyid Muhammed nur Hz. “Hu esmayı ilâhiyedir ve Hakk'ın gaybı mutlak hüviyetini ifade eder” demiştir.    

        Bu itibarla; Kıymet ve değerine binaen 1- Tin / incir” ile ifade ettiği ruh mertebesine. 2- “Zeytin” ile ifade ettiği vahdetin kesreti mertebesine. 3- “Turi sina” ile ifade ettiği vahdet ve kesretinin cem-i zuhuru mertebesine. 4- “Emin belde” ile ifade ettiği sırf zat mertebesi üzerine cenab-ı Hak yemin ediyor. Ve zevâli olmayan bu beka mertebelerinin müşahedesine ulaşıp mazhar olan insanı kâmili yüce Allah; “en güzel biçimde yaratılış / yaratılmışların en güzeli” olarak beyan ediyor.

       Çünkü bu mertebeleri müşahedeyle mazhar olduğu marifet ve kemalât ile insanı kâmil; Hz. Âdem’den zamanımıza kadar insanlığı aydınlatmış olan cümle peygamberlerde ve velilerde zahir olan Allah’ın makamlarının tebliğ ve irşadının sırrını taşır. Ki işte bu taşıdığı emanet, insanı kâmili yaratılışın en güzeli yapar.

     Yeryüzü âlemi “aşağı” âlemdir. Ve insanın sureti yani et kemik olan bedeni de, yeryüzündeki kokmuş çamurdan yaratıldığı ve insanı tabiata bağımlı kıldığı için “aşağıdır.” Çünkü insanın mana yönüyle makamı yüksek olup rabbin katıdır. İşte tesiriyle insanı rabbin katından alıkoyarak tabiat âlemine mahküm ettiği için insanın sureti, yani et kemik olan bedeni, insanın mana yönünün aşağısıdır. Bunu ifadeyle Niyazi Mısri Hz:

Gökte uçar iken yere indirdiler

Çar anasır bentlerine vurdular (tabiatın 4 aslı olan hava su toprak ve ateşe hapsettiler)

Nur iken adımı Niyazi koydular

Ta ezelki itibarım kandedir. Diyor (Kandedir: nerededir, demektir.)

       Bu itibarla, taşıdığı Allah’ın makamlarının marifet ve kemalatı ile en güzel yaratılış olan insanı kâmilin yeryüzünde, suret / beden varlığıyla tüm zamanlarda var olması, insanı kâmilin 1- yeryüzü aşağılığına. 2-suret beden aşağılığı olmakla, “aşağıların aşağısına”  reddedilip indirilmesidir.

       Ki bu yeryüzünde geçmiş zamanlarda var olduğu gibi, kıyamete kadar tüm zamanlarda var olacak olan kâmil mürşidin telkini irşadına her kim “iman edip,” meratibi ilâh-i seyri süluku görür de “ameli Salih” olan Muhammedi kullukla yaşarsa. O kimse hudutsuz “bir ecre / ödüle” mazhar olur, yani rabbin katına yükselip rabbin bekasıyla beka bulur.

       Çünkü rabbin katına erişme ulu / yüce gayesiyle yaratılan her insan, ancak mürşidi kâmilin telkini irşadında zahir olan şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerini kendinde toplayan İslam dininin zahir ve batınına tabi olmakla, yaratılışının yüce maksadına erişerek rabbin katına yükselip insanı kâmil olur.

        Bunu beyanla; İnsanı rabbin katına yükselten Mürşidi kâmilin telkini irşadında zahir olan şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilmi irfanından ibaret olan islâm “dinini sana kim yalanlatır.” Kim inkâr edip yalanlayabilir?

Her kim kâmil olan mürşidin irşadıyla Allah’ın makamları ve âli prensipler telkinine mazhar olursa o insan, görmek, işitmek, koklamak, dokunmak ve tatmak olan beşi zahir. Akıl, idrak, hayal, vehim ve hafıza olan beşi batın on duyuları / hisleri müşahedesiyle, Allah’ın cümle âlemlere ve eşyaya hükmettiğine nazar eder; Yani görerek, işiterek, koklayarak, dokunarak, tadarak ve akıl ederek, idrak ederek, hayal ederek, vehmederek, hıfzederek, yüce Allah’ın “hâkimlerin en hâkimi” olduğunu müşahede eder. Vesselam.

    Tin suresinin zahir ve batın yönüyle olan yorumu hatalarıyla beraber tamamlandı, her şeyin en iyisin ancak Allah bilir. 28 08 2012

                                                                                 Nejdet Şahin           

Hiç yorum yok: