ASR SURESİ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالْعَصْرِۙ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ اِلَّا
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ
وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Vel'asr.
2. İnnel'insane lefi husr.
3. İllellezine amenu ve amilussalihati
ve tevasav bilhakkı ve tevasav bissabr.
"Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna." ASR SURESİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
A-S-R kökünden türemiştir. Lügatte
bir şeyin suyunu veya özünü çıkarmak gibi anlama gelir ki, bu anlam usare
olarak halk lisanında yer almıştır. Bu kelimeye “zaman”la ilgili olarak da
farklı ifadeler yüklenmiştir. Zaman anlamında kullanıldığı gibi zamanın bir
bölümü olan akşam vakti, gece-gündüz anlamlarında da kullanılmıştır. Namaz ile
ilişkilendirildiğinde ise ikindi namazı kast edilmiştir. Daha sonraları
metinlerde kişinin yaşadığı devir, yüzyıl gibi ayrıca bir peygamberin yaşadığı
zaman dilimi olarak da kullanıldığını görmekteyiz. Allah bazı harfleri Kur’anda
yemin olarak vermiştir. Bu harfler vav (vallahi), be(billahi), te(tallahi)
anlamları olmuştur. Surenin başındaki vav harfi bu yemini işaret etmektedir. Yemin
ise kıymeti olan bir değer üzerine olmaktadır. Burada yeminin asr üzerine
olması asr’ı kıymetli bir konuma getirmektedir. Asr’ı kişinin yaşadığı devir
olarak kabul edersek ki bu bir insanın ömrü olarak da alınabilir. Bir insan
ömrü boyunca inanmada, Allah’ın emir ve yasaklarını uygulamada geri kalır yani yerine
getirmezse o aynı zamanda Hakk’ı ve sabrı tavsiye etmede de emri yerine getirmemiş olur. Bu durumdaki
insanların halleri hüsrandır, zarar ve ziyandır. Yani kişinin ömrü boşa
geçmiştir. Kişi ömrünün sonunda bu hayal kırıklığını yaşar. Secde suresi 12.
Ayet bunu ifade eder; “Günahkarları Rablerinin huzurunda başlarını eğmiş
olarak şöyle derken bir görsen; Rabbimiz! gördük, duyduk, geri gönder bizi ki, hayra
yönelik iş yapalım. Artık kesin olarak inanıyoruz.” Bu tür insanların geri
gelmeyi istemeleri hakikatı görüp hüsranı yaşadıkları için gerçek kulluk
yapmayı istemeleridir.
Bu surenin
ledünni manada yorumu ise; Asr’ı usare(öz) anlamı ile zamanın elçisi olarak
kullanmak aynıdır.“ Onsekiz bin alem bir havanda dövülüp ondan macun yapılmak
istenseydi bu macun insanı kamil olurdu.” demiş bir arif. İşte öz budur.
Zamanın özü
evvel emirde hz.Resulullah (sav) efendimizdir. Bir kutsi hadisde “seni kendi
nurumdan alemleride senin nurundan yarattım” Her şey maddi manevi hz
peygamber (sav) efendimizin nurundansa alemlerin özü bu nurdur. Mevlid yazarı
Süleyman çelebi hazretleri bunu ifadeyle;
Hak
Teala çün yarattı Âdemi
Kıldı Âdem’le müzeyyen âlemi
Âdem’e kıldı feriştehler sücud
Hem anâ çok kıldı ol lûtf issi cûd
Mustafa nurunu alnından kodu
“Bil Habibim nurudur bû nur dedi”
Kıldı o nur anın alnında karar
Kaldı anın ile nice ruzigâr
Sonra Havva alnına nakletdi bil
Durdu anda dahi nice ayü yıl
Şit doğdu anâ nakletti bu nur
Anın alnında tecelli kıldı nur
Erdi İbrahimi İsmaile hem
Söz uzanûr eğer kalanın der isem
İşbu resm ile müselsel muttasıl
Ta olunca Mustafa´ya müntekil
Geldi çün ol rahmeten lil´alemin
Vardı nur anda karar etti hemin
Adem (as) ile başlayan
ve kıyamete kadar var olacak olan bu nur, elçiden elçiye aktarılmak suretiyle
her zamanda mevcuttur. İşte asr dediğimiz zamanın özü bu nurun açığa çıktığı
insanı kamildir. Elçilik ise iki şekilde olur.
1-Nübüvvet elçiliği(nübüvvet-i risalet); Bu elçilik Hz.peygamber
(sav) ile son buldu ancak hidayeti nuru Muhammed irşadı devam ediyor. Çünkü
Allah adildir.
2-Velayet elçiliği(nübüvveti teşriya); Veliler ve kamiller
vasıtasıyla kıyamete kadar devam edecek olan elçiliktir. Bu irşadın nuru
Muhammedle silsile yoluyla devam edeceğini Süleyman Çelebi Hz.leri yukarıda
sözlerini verdiğimiz mevlidi şerifinde beyan ettiği gibi birçok ayette bunu belirtmektedir.
Bu nur gerek manevi gerekse kan yoluyla gelen evlad-ı resul (ehli beyt)
vasıtasıyla nesilden nesile aktarılarak kıyamete kadar devam edecektir. Asrı
saadet ve ehlibeyt bitmedi çünkü şeriatı muhammediye ve hakikatı muhammediye
son bulmadı. Elçiliğin devam ettiğini beyan eden ayetler ise;
Hucurat 7.ayet; Şunu da bilin ki, aranızda Allah'ın Resulü vardır. Eğer işlerin
birçoğunda o size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirdi
ve onu kalplerinizde süsledi; inkârı, günahı ve isyanı da size çirkin gösterdi.
İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
Bakara 151 ayet; Nitekim size aranızdan bir resul
göndermişiz; size ayetlerimizi okuyor, sizi temizleyip arıtıyor, size Kitap'ı
ve hikmeti öğretiyor, size, daha önce bilmediklerinizi belletiyor.
Fetih suresi 29 ayet; Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde
bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua
varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar,
yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan
vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu
kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna
giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle
inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve
büyük ecir vadetmiştir.
Fetih suresinin 29. Ayeti Muhammed’le beraber
olanlardan söz etmektedir. Hz Musa(as) ve Hz.İsa (as) zamanında Hz Muhammed (sav)le
beraber olanlardan bahsedilmektedir. Hz. Musa (as), Hz. Peygamberden 1800 sene,
Hz. İsa (as) ise 600 sene öncedir. Bu sebeple Muhammed’le beraber olmaları
nasıl olur sorusu akla geliyor. İşte ayet bunu açıklıyor. Hz. Peygamberin
evlatlarından ve Melami kutbu olan Seyyid Muhammed Nurul Arabi Hz.leri, Hz
Resulü Ekrem efendimizin üç vücudu bulunduğunu ifade etmektedir. Bunlar,1-vücudu
unsuriyesi, 2-vücudu misaliyesi, 3-vücudu nuraniyesi. Vücudu unsuriyesi
Abdullahtan olma ve Amineden doğma 63 sene yaşayıp Medinede vefat eden vücudu.
Vücudu misaliyesi, Hz. Peygamberin rüyada görülen vücududur bu itibarla, kim
beni rüyasında görmüştür beni gerçekten görmüştür dediği vücududur. Vücudu
nuraniyesi, yaratılan ilk cevher olup aklı kül olarak da ifade edilir, bu
konuyu açıklayan kutsi hadis de Cenab-ı Hak şöyle buyurur; “Seni kendi
nurumdan alemleri de senin nurundan halk ettim” başka bir kutsi hadis de
ise, “Levlake levlak lema halaktül eflak” sen olmasaydın sen olmasaydın bu
felekleri halk etmezdim. buyuruyor.
İşte Muhammed (as) ile beraber olanlar bu nuru Muhammede mazhar olanlardır. Yukarı
da sözlerini verdiğimiz Mevlid de Süleyman çelebi Hz.lerinin söylemek istediği
de bu mana dır. Yani Fetih suresinin tefsirini yapmıştır. Muhammed Cabir Hz
lerinin Resulu Ekrem (sav) efendimize sorduğu soru meşhurdur, “İlk yaratılan
nedir? Ya Resulallah” dediğinde Hz. Peygamber (sav) cevaben, “Allah önce
benim nurumu, ruhumu, aklı, kalemi ve arşı yarattı” olmuştur. Bu söz, hadis
ve ayetlerden de anlaşılıyor ki, Nuru Muhammed tüm zamanlarda mevcuttur.
Dolayısı ile bu nura mazhar olanlar daima Hz. Muhammed (sav) efendimizle
beraberdir. İşte zamanın elçileri ve irşadla görevli olanlar bunlardır. Bunlardan
600 senede bir gelenler vardır, 12yy yaşamış Muhyiddin İbnül Arabi (ra) ve 18yy
yaşamış Seyyid Muhammed Nurül Arabi (ra) gibi bunlar zamanın sahibi olup asr
suresinin beyan ettiği ve üzerine yemin ettiği asr bu zatları işaret
etmektedir. Sözün özü olarak asr suresinin ihtiva ettiği mana, bu zatlara ve
onların halifelerine ulaşıp hidayeti nuru muhammed ile irşad olanlar hüsrandan
kurtulanlardır. Kim ki bu elçiyi bulmadı veya inkar etti onlar hüsrandadır ve
ziyandadır. Onların bu öğretileri Kur’an kaynaklı olup ilmi ledün olarak
geçmektedir. Kehf 65; “Biz ona kendi katımızdan ilmi ledün bağışladık”
Şimdi ayete dönersek; ayeti de dört bölüm halinde inceleyecek olursak, 1-İman,
2-Ameli salih, 3-Hak’kı tavsiye, 4-Sabrı tavsiye. Bu dört ayet Kur’anın nazil
olduğu dört ilmi ifade eder. Şöyle ki, 1-İman etmek; ilmi şeriat, 2-ameli salih
işlemek; ilmi tarikat, 3-Hak’kı tavsiye etmek; ilmi hakikat, 4-sabrı tavsiye
etmek; ilmi marifet.
Bir hadisi şerifte, Kur’an dört ilim ve yedi
mertebe üzerine inmiştir, Ebu Talip oğlu Ali bu ilmi bilenlerdendir sözü
meşhurdur. Selanik Melami halifelerinden hacı Ali Urfi efendinin beyanı
üzerine, şeriatın nihayeti tarikatın başlangıcı tarikatın nihayeti, tevhidi
hakikinin başlangıcı, tevhidi hakikinin nihayeti marifetullahın başlangıcıdır demektedir.
Şeriat; şer’i şerifin ahkamını söz ile tahsil edip öğrenmektir. Tarikat; Şer’i
şerifin hükümlerini fiilen uygulamaktır. Bunların ikisi de zahirdir. Hakikat; “Allah’ım
eşyanın hakikatını bana göster” hadisine dayanarak aleyhisselatı
vessellemin sözü üzerine eşyanın özünü, nisbet olmaksızın gerçekte olduğu gibi
anlamak ve şüphe duymamaktır. Marifet; “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisi
nebevi sözü üzerine kendi nefsini bilmektir. Bunların ikisi de batındır, bu irfaniyet
kitaplardan araştırmakla öğrenilmez ve anlaşılmaz ancak bir mürşidi kamilden
tahsil edilerek öğrenilir.
1-İman; İlk önce şeriatı yerine getirmektir, amentünün esasıdır. Allah’a, Resulüne, meleklere, kitaplara, ahiret gününe inanmak şeriatın olmazsa olmazlarıdır. Ayrıca bu iman gerçek imana davet olup Kur’an ayetleri ile sabittir, Enfal suresi 2,3 ayetleri bu imanı vurgulamaktadır. 2. ayet; “Gerçek müminler şol kimselerdir ki, Allah anıldığında kalpleri titrer ve onlara bir ayet okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve onlar yalnız rablerine güvenip dayanırlar. 3.ayet; Namazı yerine getirirler onlar ve rızık olarak verdiklerimizden dağıtırlar.”
Nisa suresi 136.ayet;“ Ey iman edenler! Allah’a, O’nun resulüne, resulüne indirmiş olduğu kitaba, daha önce indirdiği kitaba iman edin.” Tevbe 124.ayette; İnen sure ve ayetlerin iman edenlerin imanlarını arttırdığını beyan etmektedir. Bu ve benzeri ayetler gerçek imanı ortaya koymakta olup taklit imanda kalmış olanları gerçek imana davet etmektedir. Sen daha önce taklit imanla Allah’a, Resulüne ve inen kitaba takliden iman ediyordun şimdi asr dediğimiz zamanın mürşidi kamilin şahsında açığa çıkan ilmi ledün ile iman ederek hakiki imana ulaşın demektedir. İşte asr suresin de kim iman eder ayeti bunu vurgulamaktadır, yani zamanın kamil mürşidinde açığa çıkan hidayeti Nuru Muhammed irşadı ile iman etmiş olanları ifade etmektedir. Çünkü bu şahsiyetler vermiş olduğu telkin ve irşad ile Allah’ı, ve O’nun resulünü ve kitabı tanıtarak ve kendisine tabi olanların kalplerine Zikrullahı nakşederek gerçek iman sahibi olmalarına imkan vermektedir. Kişi daha önce anasından babasından, çevresinden hocasından vs. duymuş olduğu dine ait bilgiler vardı işte bu bilgiler onda taklidi imanı oluşturmakta idi, kamil mürşide gelerek taklidi imandan veya delilli imandan, gerçek imana ulaşmış olmaktadırlar. Bu gibi taklit imanda kalmış olanlara Allah nerededir? diye sorsan Allah bu alemi yarattı ve çekildi derler veya ressam gibi resmi yaptı ve çekildi örneğini verirler oysa Bakara 115.ayet ise; “Doğuda batıda Allah’ındır siz nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır.” demektedir. Kaf 16.ayette ise; “Biz ona şah damarından daha yakınız. Hadid4.ayette ise; O, nerede olursanız olun sizinle beraberdir. Allah bu ve benzeri ayetlerde kendisinin mevhumda değil bilakis mevcutta olduğunu beyan etmektedir. Bu itibarla ayet bizi mevcutta olan Allah’a, Resulüne ve kitaba iman etmeye davet olduğunu algılamamızı istemektedir.
2-Ameli Salih; İlmi tarikattır. Zikrullahın telkin olunmasıdır. Rad 31; “Kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur, dikkat edin kalpler Allah’ın zikri ile tatmin olur” Enbiya 7, ve nahl 43; “Siz zikri bilmiyorsanız ehline sorun” Araf 69; “İçinizden bir recülün size zikri öğretmesine şaştınız mı?” ayetleri bize zikrin öğrenilmesinin farz olduğunu beyan eden ayetlerdir. Şeriatın fiilen uygulanmasının birinci yolu zikri talim etmekten geçer. İkinci yolu ise işlerin ihlas üzerine yapılmasıdır. İhlas; katkısız, şirksiz yapılan amellerdir.
Ayrıca, İsmail Hakkı Bursevi (ra) “İbadeti Hak’la eda etmektir” İşte
salih amelin en alası budur bundan aşağısı nefisle yapılan ameldir ki; bunda da
bir talep sahibi olmamak icap eder. Aksi halde amel batıl olur demektedir. Hz. Ali
efendimiz de bir sözlerinde “ilim ameli
sesle davet eder, amel icabet ederse ne ala etmezse ilim oradan firar eder”
buyurmaktadır. İşte ameli salih, ameldeki ruhtur, bu ruh olmazsa yücelerin
yücesine hareket edemez.
3-Hak’kı Tavsiye; Tevhidi hakikiye süluk etmeye
yönlendirmektir. Araf 181; “Bizim yarattıklarımızdan bir topluluk vardır ki! Hak ile
kılavuzluk yapar ve yalnız O’nunla adalet sunarlar” Maide 8; “Ey iman
edenler,adil şahitler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun.” Yunus 108; “De ki,
ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayet bulursa o
ancak kendi nefsi için hidayet bulmuştur. Kim saparsa, o da kendi aleyhine
sapmıştır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.”
Rad 14; “Hak olan çağrı yalnızca O’na dır.” Bu ve benzeri ayetler
Hak’kı ve gerçeği tavsiye edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Çünkü
gerçeğin gelmesiyle batılın yok olması kaçınılmazdır. Yine birçok ayette, biz
Kur’anı hak olarak indirdik gibi beyanlar Kur’ana daveti ve Kur’anda açığa
çıkan çıkan değerler üzerine davettir. Bu davetler hep hakka davettir. Yani
doğruya davettir, hidayete davettir ve tavsiyedir. Ankebut 44; “Allah
gökleri ve yeri hak olarak yarattı şüphesiz bunda iman edenler için bir ayet
vardır.” Göklerin ve yerin hak olarak yaratılması ve bunların birer ayet
olması bir hikmeti vurgulamaktadır. Bu ayetler resulü nebevinin (sav) hadisine
atıf olmaktadır “ya rabbi eşyanın hakikatını bana bildir” sözü bizi bu ayetleri
anlamaya çağırmaktadır.
Hep kitabı Hak’tır eşya sandığın
Ol okur kim seyri evtan eylemiş.
Dizelerinin sahibi Niyazi Mısri hazretleri yine bizleri eşyanın
hakikatını çözmeye yani Hak’ka davet etmektedir.
4-Sabrı Tavsiye; Marifetullahı tavsiyedir. Nefsini bilen Rabbini
bilir hadisi şerifin bir kişide geçekleşmesidir. Rabbini bilen bu eşyanın iç
yüzünü de bilir. Hz Resulullah (sav) bir sözlerin de eşyayı Rabbimle bildim
ifadesini kullanmıştır. Pir Muhammed Nurül Arabi Hz.leri Rububiyetin mevcudata
has olduğunu beyan ederek, ilim akılla elde edilir marifet ise müşahade ile
elde edilir demektedir. Sabrın marifetle ilişkilendirilmesi, Rabbin her
tecellisine ve esmasına arif olmayı gerekli kılar. Bu ise müşahede ile olur. Genelde
sabır hiçbir şekilde şikayet etmemek olarak söylenir ve kabul edilir oysa
derdini söylemeyen derman bulamazmış kibarı kelamını duymayan yoktur. İşte
sabır burada başlıyor. Derdimizi Hak’tan başkasına söylemeyeceğiz. Yine bir
kibarı kelam vardır, şikayeti Hak’tan başkasına yapmamak. Yakup (as) Yusuf
(as)’ı kaybettiğinde gelene geçene Yusuf (as)’ı sordu. Diğer oğulları Yakup
(as)’ın bu durumunu kınadılar. “dediler ki! Sen bir peygambersin yaptığın doğru
mu?” Yakup (as) cevaben, “ben Yusuf (as) ‘u kime sorduğumu biliyorum” dedi. İşte
bu hal sabrın ta kendisidir çünkü şikayet Hak’tan başkasına yapılmamış oluyor. Bu
ise Hak’kın esmasını tanımayı gerekli kılar, çünkü rububiyet vahidiyetin zuhuru
olup cenabı Hak’kın zahir isminin açığa çıkması ile igilidir. Bu ise Hak’ka ait
esmalarla halka ait esmaların ilişkisidir. Bu alemde bu esmalar birlikte açığa
çıkar ve halka ait isimler Hak’ka ait isimlerin mazharıdır. Bu da marifeti
oluşturur. İşte sabrı tavsiye etmek de bu marifete ulaşmayı sunmaktır.
Vesselam…………………….
Sahabelerden iki kişi karşılaşıp sohbet ettikten sonra asr suresini
okumadan ayrılmazlarmış. Mezhep imamlarından Şafi Hz.leri “şayet Kur’an da
başka bir şey nazil olmasaydı asr suresi insanlara yeterdi” kibarı
kelamını kullanmıştır. Çünkü yukarıda da ilmimizin yettiğince açıklamaya
çalıştığımız bu sure Kur’an ın içeriği olan dört ilim ve yedi mertebeyi
kuşatmaktadır. Ayrıca zamanın mürşidi kamilini işaret ettiği için irşat
fırsatının her zamanda ve anda mevcut olduğunu ifade ederek, kişilere
insanlığını açığa çıkarma yetisini verdiğini de anlatmak istemiştir. Mürşidi
kamilden yani zamanın elçisinden irşat olmayan asr suresinin belirttiği ilmi
şeriat, ilmi tarikat, ilmi hakikat ve ilmi marifeti tahsil etmeyen insanlığını
açığa çıkaramaz ve noksan kalır. Hz. İsa (as) “iki kere doğmayan melekuta dahil
olamaz ve melekutun sırrını keşf edemez.” Demektedir. Hz. Pir Muhammed Nurül
Arabi’nin birinci kuşak halifelerinden hacı Kadir Bey “hiçbir kişi davetsiz
insanlığını açığa çıkaramaz” buyurmaktadır.
İşte asr suresinin içeriğinde bunların hepsi mevcuttur ve bunları işaret
ederek, insanların daha bu alemde iken uyanmaları ve hakiki kullukla ibadet
etmelerini istemektedir. İsra 72. Ayette; “ Bu dünyada kör olan ahirette de
kördür. Yolca da daha sapıktır o” Yusuf 108.ayette; “De ki! İşte benim yolum
budur. Ben ve bana uyanlarla Allah’a basiret üzere çağırırım. Allah süphandır, ben
müşriklerden değilim” Hz peygamber (sav) efendimiz bir hadisi şeriflerinde
“körlük basarı kör olan değil basireti kör olandır” yani körlük, baş gözü kör olan
değil gönül gözü kör olandır.Buyurmaktadır. Zariyat 56.ayettede; “Ben insi
ve cinni ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” bu ayete göre bizim
yaratılışımızın amacı Allah’a ibadet olduğu anlaşılmaktadır. Sahabeler Hz.
Peygamber (sav) efendimize sorarlar “İbadet nedir? Ya resulallah” Hz peygamber
cevaben: “Ehli arifun, ehli vahidun” olmak der. Yani Allah’ı bilmek ve Allah’ı
tevhid etmek olarak belirtir. İşte bizim dünyaya gelişimizin yüce gayesi budur.
Rabbimizi bilip O’nu birlemektir. Allah’ı bilmek ve tevhid etmek de ancak bir
mürşidi kamili bulup ondan irşat olmakla gerçekleşir.
Sözün özü olarak da, Allah’ın, asr suresi üzerine yemin etmesiyle, zamanın elçisini bulmayı ve O’ndaki ilmi ledün ile irşat olmayı tavsiye etmektedir. Vesselam…………………
En iyisini Allah bilir. Hataları ve doğruları ile Asr suresi tamam olmuştur.
30/05/2024
Mehmet Naci GÜNEY
Emekli
öğretmen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder