23 Eylül 2025 Salı

HASAN BASRİ’NİN KADER HAKKINDA HALİFE ABDÜLMELİK B.MERVAN’A MEKTUBU

HASAN BASRİ’NİN KADER HAKKINDA HALİFE ABDÜLMELİK     B.MERVAN’A MEKTUBU

Abdülmelik b.Mervan’ın Hasan basri’ye mektubu: Emirül müminin Abdülmelik b. mervan’dan Hasan basri’ye : Sana selam olsun. Zatından başka ilah olmayan Tanrıya hamdü sena ederim. Bundan sonra: Daha önce geçen alimlerden hiç birinde duyulmamış bir tarzda kader meselesini izah etmekte olduğun Emirel Müminine ulaştı; Emirel Müminin zamanına kadar yaşayan sahabeden hiç birinin bu konuyu senin izah ettiğin gibi anladığını ve hakkında fikir yürüttüğünü bilmiyordu; Halbuki senin salahi halini, dinindeki faziletini, ilme karşı olan anlayış, istek ve titizliğini biliyordu. Bütün bunlardan sonra Emirel Müminin senden nakledilen bu sözü beğenmedi. Bu meseledeki fikrini O’na yaz Bu iddiada nereye dayanıyorsun? Resulullahın ashabından birinin rivayetine mi yoksa kendi fikrine mi? Yahutta Kur’anın tasdik ettiği bir hükme mi? Biz bu mesele hakkında senden önce münakaşa etmiş veya söz söylemiş bir kimse işitmedik, bu husustaki görüşünü Emirel Müminine bildir ve açıkla. Tanrının selam, rahmet ve iyiliği sana olsun.                                                                    

Hasan Basri’nin Allah ana rahmet etsin cevabı: Hasan Basri’den Allah’ın kulu Abdülmelik’e; Ey Emirel Müminin sana selam olsun ve Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Zatından başka ilah olmayan Allah’a hamdü sena ederim. Bundan sonra; Allah, Emirel Müminin’i salaha erdirsin ve O’nu taat ile amel ve rızasını talep eden, emrettiği şeylere uymakta sürat gösteren velilerden eylesin. Emirel Müminin; Allah O’nu salaha erdirsin. Geçip giden birçok iyi insanların birkaçı arasındadır. Sayısı az olan iyilik ehli örnek ittihaz(sayma) edilir. Kendilerine itimat edilir ve işlerinde O’na uyulur. Allah’ın emriyle amel eden, O’nun hikmetini güden ve hazreti Resulullah’ın sünnetine uyan, seleften birçoklarına ulaştık. Onlar Hak’kı inkar etmezler, batılı hak göstermezler. Allah’ın kendi nefsine isnat ettiğinden başka şeyleri O’na isnat etmezler ve Allah’ın mahlukatına karşı kitabında gösterdiği hüccetlerden başka bir hüccet getirmezlerdi. Allah’ü Teala şöyle buyuruyor; “İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım. Onlardan ne bir rızık, ne de beni beslemelerini istiyorum.”(51/56-57) Allah bu ayette ibadeti için yarattığı mahluklarına ibadetle emretmiştir. Allah onları bir iş için yaratıp sonra iş ile onlar arasına girmemiştir. Zira Allah kullarına karşı zalim değildir. Daha evvel geçen selefiyeden hiçbiri bu sözü inkar ve münakaşaya kalkışmamıştır. Çünkü onların hepsi bu konuda bir tek fikir etrafına toplanmışlardır. Biz herkesi (Allah’ın adaletini) inkar edip

-1-

sapıklığa sevk edici heva ve hevese kapılmış, Allah’a yakınlaşmadan alıkoyan günahlar işlemiş ve Allah’ın kitabını tahrif etmiş bulduğumuz için bu konuda görüşümüzü ortaya atmış bulunuyoruz. Allah’ın dininde keyfi fikirlere yer yoktur. Allah’ü Teala şöyle buyuruyor; “Ne sizin boş arzularınız ne de ahli kitabın boş kuruntuları ile(Allah’ın vadettiği sevap) elde edilemez.”(4/122) Her kim fenalık bir yaparsa onun cezasını bulur. Allah’ın kitabından delil getiremeyen her söz muhakkak sapıklıktır. Allah’ü Teala; “Gerçek söylüyorsanız haydi davanıza isbat getirin.”(2/111)  ve heva ve hevesinizle uydurduğunuz ve bana nisbet ettiğiniz hususlarda delil gösteriniz ve onlar o zaman “Hakkın Allah’a ait olduğunu bilip anlar ve uydurdukları putlar da onlardan ayrılıp nihan olurlar.”(28/75) demektedir. Ey Emirel Müminin! Allah’ın hükmünü ve kazasını bilmeyenlerin boş lafını bırakta kitabın sana söylediğine kulak ver. Allah bir kavme ihsan ettiği nimeti onlar kendileri değiştirmedikçe üzerlerinden eksik etmeyeceğini söylemektedir. O halde nimetin başı Allah’ü Teala’dan ve bu nimetin değiştirilmesi; onlara emrettiği şeylere muhalefetlerinden dolayı kullardandır. Allah’ın; “Allah’ın nimetini küfre çevirip değiştirenleri ve kavimlerini cehennem olan helak yurduna sokanları görmüyor musun.” (14/27-28)  Ayetinde buyurduğu gibi, nimet Allah’tandır, onu tebdil etmek de kullardandır. Çünkü onlar Allah’ın emrettiklerini terkedip nehyettiklerini işlediler. Allah, “Kötülüğün gizlisine de aşikarına dayaklaşmayın” (6/15) diyor. Allah’ın nehyettiği kendinden değildir zira O hoş görmediğine razı olmaz ve razı olduğuna da hoşnutsuzluk göstermez. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır; “Küfrederseniz şüphe yok ki Hak Teala sizden müstağnidir.”(her ihtiyacın fevkindedir),kulların küfretmesine razı olmaz, şükrederseniz hoşnut olur.(39/7) Küfür Allah’ın kaza ve kaderinden olsaydı, Allah da yaptığından (küfürden ) hoşnut olurdu. Allah’ü Teala kaza ettiği bir şeyden sonradan hoşnutsuzluk duymaz. Eziyet ve zulüm,Allah’ın kazasından değildir. O’nun kazası, maruf’u, adl’i,ihsanı ve akrabalara yardımı emir, fuhuş, fenalık ve azgınlığı nehyetmektir. Allah şöyle buyuruyor; “Rabbin irade buyurdu ki, O’ndan başkasına tapmayın, ana ve babanıza iyilik edin”(17/23) Ey Emirel Müminin! İşte Allah’ın kitabı konuşuyor. Allah’tan daha güzel kim söyleyebilir. “Her şeyi bir ölçüye göre yapan, sonra yol gösteren”(87/3)  buyurmuş, bu ayette her şeyi bir ölçüye göre yapıp sonra onu sapıtır dememiştir. Allah kullarına yol göstermiştir. Onları dinlerinde ve işlerinde şüphe içinde bırakmamıştır. Hatta Allah hidayetin verilmesini kendinden, yanılmanın peygamberinden olduğuna hükmediyor. Ve diyor ki; “De ki, ben yanılırsam

-2-

yanılmamın vebali bana aittir. Doğru yola gidersem bu da Rabbimin bana olan vahyi sayesindedir.”(34/50)  Peygamber yanıldığı vakit yanılmanın vebalinin kendinden olmasını sen (Emirel Müminin) kabul edip, yanlışlığın bizden olabileceğini kabul etmez misin? Allah’ü Teala; “Doğru yolu göstermek bize aittir.”(92/12) buyuruyor. Yanıltmak bize düşer demiyor. Allah’ın kitabına hakkını ver, sakın O’nu tahrif ve olmayacak şekilde tevil etme, Allah bir şeyi kullarına açıkça nehy ettikten sonra, cahil gafillerin dedikleri gibi onların gizlice yapmalarına muktedir kılmaz. Böyle olmuş olsaydı “Dilediğinizi işleyin” (41/40)  yerine üzerinize takdir ettiklerimi işleyin der. “Dileyen inansın, dileyen kafir olsun”(18/29) demeyip, bunun yerine istediğim kimse iman etsin, istediğim kimse de kafir olsun derdi. Allah buyuruyor ki... “Allah’ın emri olup bitmiş kat’i bir fermandır.(33/38)  O’nun emri kaderi, kaderi de emridir. O, fuhşu ve fena olan şeyleri emretmez. Emretmiş olduğunu iddia eden birtakım insanları Allah şu sözü ile ayıplıyor. “Onlar bir hayasızlık yaptıkları zaman babalarımızı bu hal üzere bulduk, Allah’ta bize bunu emretti derler. De ki, Hak Teala hayasızlığı asla emretmez, siz bilmediğinizi mi Allah’a isnat ediyorsunuz”(7/28)                  Allah’ın kitabı karanlıkta nur ve ölüm vaktinde de hayattır. Allah kullarına kitap ve peygamberlerinden başka bir hüccet vermemiştir. “Ta ki helâk olacak olan kimse bile bile helak olsun, diri kalacak olan da bilerek diri kalsın.”(8/42) Buyuruyor. Ey Emirel Müminin! Allah’ü Teala’nın  “İçinizden ileri geçmek veya geri kalmak isteyenler..”(74/37) Sözü üzerinde düşün. Muhakkak ki Allah iyilik yapıp ileri geçenlere cenneti hak etmeleri, fenalık yapıp geri kalanlara da cehennemi hak etmeleri için kudret vermiştir. Eğer hakikat batıl itikat sahiplerinin iddia ettikleri gibi olsaydı, ne ileri gidebilmeleri ne de geri kalmaları mümkün olurdu. Ne ileri giden yaptığı işten dolayı övülür ve ne de geri kalan azarlanırdı. Böylece iddialarına göre bu (kudret) onlardan da değildir, onlara verilmiş de değildir. Onların işlemiş oldukları bir şey olduğuna göre de Allah bu konuda söz söylemiş ve cezalarının yaptıklarının bir karşılığı olarak onlara yazıldığını şöyle ifade etmiştir. “Bunlar işlediklerinin karşılığıdır.” (56/24) Ey Emirel Müminin! İnsanlar Allah’ın kitabına itiraz ederek O’nu tahrif ettiler. Allah’ın sözlerinin bazısı, diğer bazılarını yalanlamaz. O ancak bazısı bazısına benzeyen beliğ şekilde söylenmiş bir kitaptır. Onun ayetleri birbirine zıt değildir. Zira O (kitap)  Her işi çeviren, her mahluk tarafından övülen Allah’ın vahyidir.”(41/42) sonra....

-3-

Ey Emirel Müminin! Allah’ın  “Ruha ve ruhun kemaline (dikkat et),ona hak yoldan uzak kalmamayı,  kötülükten sakınmayı ilham ile öğretti.”(91/7-8)  Sözünü düşün. Allah, adem oğlunun tabiatına ilhamla iyiliği kötülükten ayırma (kudretini) vermiştir. Sonra Allah’ü Teala diyor ki! “Kim öz canını tertemiz tutarsa felah bulur, kim öz canını kirletirse hüsrana uğrar.” (91/9-10) Eğer onun öz canını kirleten Allah olsaydı hüsrana uğramaması gerekirdi. Ey Emirel Müminin! Allah’ın, “yine onlar, Rabbimiz diyecekler, kim bizim bu hale uğramamıza sebep olduysa, onun ateş içindeki azabını kat kat arttır.” (38/61)  Ayetini düşün. Onların o hale uğramasına sebep olan Allah olsaydı ......  Fakat Allah onların bu hale uğramasına ve sapıtmalarına kimin sebep olduğunu söylüyor ve diyor ki; “Onlar Rabbimiz diyecekler, biz büyüklerimize, ileri gelenlerimize uyduk, onlar da bizi sapıttılar, yolumuzu şaşırttılar.”(33/67)   O büyükler ve ileri gelenler onların küfre sapmalarına ve yollarını şaşırmalarına sebep olmuşlardır.

Ey Emirel Müminin! Allah’ın, kafir olanlar; “Rabbimiz! Cinlerden,    insandan, bizi baştan çıkarıp sapıklığa götürenleri bize göster ayaklarımızın altına alalım ki aşağılarda bulunanlardan olsunlar.”(41/29) diyecekler. Sözünü düşün. Yine Allah “Biz insana yolu gösterdik ya şükredici olur ya da nankörlük eder.”(76/3) Bu ayetinde cenabı Hak şöyle söylüyor; Biz kula doğru yolu gösterdik ya şükreder onu mükafatlandırırız yahut da küfreder, küfrüne karşılık olarak cezalandırırız. “Kim şükrederse kendi öz canı için şükretmiş olur, kim küfrederse bilsin ki Hak Teala müstağnidir(şükre muhtaç olmadığı halde) hamdü senaya layık olan O’dur.(31/12) Yine Allah’u azze ve celle ; “Zaten firavun kavmini saptırmış ve doğru yola götürmemişti.” (20/79) diyor. Ey Emirel Müminin! Allah’ın dediği gibi sen de, de ki! Kavmini saptıran firavundur. Allah’ın sözüne muhalefet etme, Allah’ın nefsi için razı olduğundan başkasını Allah’a isnat etme. O şöyle söylemiştir; “Yolu göstermek bize düşer, sonraki hayatta önceki hayatta bizimdir.”(92/12-13) O halde yolu göstermek Allah’tan, sapıtma kullardandır. Ey Emirel Müminin! Allah’ın şu sözünü düşün; “Bizi ancak günahkarlar saptırmışlardır.”(26/99) ve “samiri onları baştan çıkardı.”(20/85) ve “şeytan insana apaşikar bir düşmandır.”(17/53)  “semuda gelince, onlara dosdoğru yolu göstermiştik, fakat körlüğü hidayete tercih ettiler. Onları işleyip kazandıkları yüzünden kör edici azabın yıldırımı tuttu.”(41/17) Yol gösterme işi Allah’tan başlamış onların körlüğü hak kazanmaları heva ve heveslerine uymaları ile olmuştur.

-4-

Ey Emirel Müminin! Mektubum ve sözüm sana uzun gelmesin, çünkü mektubumda zulmü Allah’a nisbet edip, kendilerini bundan uzak tutanlara karşı açık deliller vardır. Rabbına asi olduğu zaman “Rabbımız! Kendi nefsimize zulmettik, sen bizi yarlıgamayı(suç ve günahı bağışlama) esirgersen, muhakkak ki ziyan edenlerden oluruz.”(7/23) dediğinden dolayı kendisine uyulması en doğru olan babamız Adem(as)’ı misal gösteriyorum. Adem(as) Rabbına bu başıma gelen senin kaza ve kaderindir dememişti. Yine Musa(as) bir adam öldürünce “Bu iş şeytan işidir dedi, şeytan apaşikar ve baştan çıkarıcı bir düşmandır. Musa(as) ulu rabbım dedi, Ben öz nefsimi ziyana uğrattım beni affet, Allah’da O’nu afetti.(28/15-16) buyurmuştur. Musa(as),  bu iş şeytandandır, cahil ise bu Rahmanın işidir der. Allah’ın bize kitabında kıssasında anlattıkları kimselerin hepsi bunu kabul etmişlerdir. Allah şöyle buyurmuştur. “Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeyi kolaylaştırdı, o da onu öldürdü. Böylece hüsrana uğrayanlardan oldu.”(5/30) İnsanlar arsında sen zalimsin, kötülüklerin sebebi sensin. Sözünü kabul edecek kimse yoktur. Hoşlanmadıklarını Allah’a hoşlandıklarını kendi nefislerine isnat ederler. “Kalplerinde eğrilik ve bozukluk bulunanlar, saptırmak maksadıyla müteşabih ayetlere tabi olan ...(3/7) Kavim, bu işte ancak helak olmuştur.  Bunları münakaşa ederler ve Allah’ü Teala; “Allah istediğini saptırır, istediğini de doğru yola götürür.”(13/27) Demiştir derler. Fakat ayetin öncesine ve sonuna bakmazlar. Ayetlerin öncesinin ve sonunun delalet ettiği manayı düşünseler, dalalete düşmezler. Allah şöyle buyurmuştur; “Hak Teala iman edenleri bu dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözlerle temkinleştirir. Zalimleri sapıklıkta bırakır ve Allah dilediğini yapar.”(14/27) Yani iman edenleri imanlarıyla ve iyilikleriyle yollarında temkinli kılar, zalimleri de Allah’ı inkar ve O’na düşmanlıkları ile saptırır. İşte Allah’ın iradesi budur. Allah şöyle buyurmuştur; “Vaktaki onlar döndüler, Allah’ta onların kalplerini döndürdü.”(61/4-5) O halde onlar dönünce, Allah onların kalplerini döndürmüştür. Yine Allah şöyle buyuruyor; “Birçoklarını dalalette bırakır, birçoklarına da hidayet nasip eder. Dalalette kalanlar ancak fasıklardır. Bu fasıklar, Allah ile müebbed bir surette akdolunan misakı bozarlar. Allah’ın bitişmesini emrettiği şeyi parçalarlar, yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte asıl öz canlarına zarar verenler bunlardır.”(2/26-27)  Yine Allah’ın; “Azap hükmünü giyecek olan kimseyi ateşten kurtarmak senin elinde midir? (39/19) Sözlerinde münazaa ederler. Allah şu sözü ile de kimin azaba layık olduğunu mahlukatına beyan ediyor. “Böylece kafir

-5-

olanların cehennemlik oldukları hakkındaki söz ve hüküm yerini buldu.”(10/33) O halde onların cehennemlik oldukları hakkındaki söz ancak fıskı işlemelerinden sonradır. Allah’ın şu sözü de üzerinde münakaşa edilenlerdendir. “Hiçbir kimse Allah’ın izni olmaksızın iman getiremez.”(10/100) Buradaki izin kelimesi serbest bırakma manasınadır. O halde Allah herkesi iman karşısında serbest bırakmış ve iman edebilmeye muktedir kılmıştır. Allah diyor ki! “Gönderdiğimiz her resulü ona Allah’ın izniyle itaat olunsun diye göndeririz.”(4/64) O halde Allah’tan itaat edilmesi için bir elçi gönderip sonra onunla, halkı ve taatı arasına girmek istemez. Bu Allah’ın sıfat adalet ve hikmetinden ne kadar uzaktır. “İçinizden ileri geçmek veya geri kalmak isteyenler...”(74/37) ayeti ile “içinizden isteyen doğru yola gider, bütün alemlerin Rabbi olan Allah bir şeyi dilemeden siz onu dileyemezsiniz.” (81/29) ayeti üzerinde münazaa(çekişme) vardır. Allah doğru söylemiştir. O hayır dilediği zaman bizim için diler. Mesela biz dilemeden bizim için dilemiş olduğu hayırlardan birisi bizi iyiliğe yöneltip onu bize göstermesidir. Şöyle buyuruyor; “Allah size kolaylık ister, zorluk değil. Allah, sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tövbenizi kabul etmek istiyor. Allah her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir”(4/26) Allah bizim tevbe etmemizi isteyip sonra ondan bizi menetmez ve men etmemiştir. Gayrı meşru çocukları ve bu gibilerini yaratmış olduğundan dolayı ona itiraz ederler. Allah zaniye çocuktan dolayı değil, emrine karşı gelmiş olmasından dolayı azap eder. Bu karşı gelme çocuktan ayrı bir şey olan zina işidir. Meşru olmayan yere nutfeyi koyan zani, kendisinin olmayan yere tohum eken çiftçi gibidir. İstediğini yetiştirir istemediğini yetiştirmez.Allah’ın şu sözü üzerinde de çekişiyorlar: “Yeryüzünde veya kendi öz canınızda uğradığınız hiçbir müsibet yoktur ki yaratılmadan evvel kitapta bulunmasın” (57/22) Bunu kendi görüşleriyle küfür ve iman, taat ve masiyetle tevil ediyorlar. Halbuki bu böyle değildir. Bu müsibetler ancak mallarda, nefislerde ve yapılan işlerin neticelerindedir. Allah bize böylece bildirmiştir. Bu dünyanın meta ile şımarık kimselerin yaptıkları gibi sevinmememiz ve ele geçiremediğimiz şeylere müteessir olmamamız için bizi zenginlik ve fakirliğe,  zorluk ve kolaylığa müptela kılmıştır. Sonra bize sabredenleri beyanla diyor ki;   “Fakat sen sabredenleri müjdele, onlar ki bir müsibete uğradıkları zaman biz Allah içiniz ve Allah’a dönücüyüz derler. Bunlar onlardır ki, Rableri tarafından yargılanır, bağışlanırlar. Doğru yol üzerinde olanlar da onlardır.” (2/156-157) Eğer bu iman ve küfürde olmuş olsaydı, Allah  “Ta ki elinizden çıkana tasalanmayınız ve Allah’ın size

-6-

verdiği ile sevinip şımarmayınız.”(57/23) Buyurmaz, bilakis ta ki, imanınızı kaybettiğinize tasalanmayınız ve Allah’ın size verdiği ile sevinip şımarmayasınız derdi. O halde insan dininden çıkan şeye müteessir olmaz da neye olur? Allah’ü teala buyuruyor ki; “De ki Allah’ın inayeti ile rahmeti ile ve yalnız bunlarla sevinsinler. Bu onların bütün toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.” (10/58) Uyanık olan kimseler için hakikat açıktır lakin birçokları bunu farketmezler.

Ey Emirel Müminin! Allah bir kulu kör edip sonra gör yoksa sana azap ederim. Veya sağır edep sonra işit yoksa sana azap ederim,  yahut dilsiz edip, konuş yoksa sana azap ederim demeyecek kadar insaflı ve adildir. Ey Emirel Müminin! Bu akıl sahipleri için gizlenmeyecek bir hakikattır. Allah’ın “onların bir kısmı bedbaht, bir kısmı da bahtiyar olacaktır.” (11/106) Sözünde münazaa(çekişme) ve bu ayeti şöyle tevil ettiler; Allah Teala kullarını annelerinin karnında bedbaht ve bahtiyar olarak yaratmıştır. Bedbaht yarattığının bahtiyarlığa ve bahtiyar yarattığının da bedbahtlığa çevrilmesine imkan yoktur. Eğer hakikat tevil ettikleri gibi olmuş olsaydı, Allah’ın kitap ve Peygamberlerinin bir manası kalmadığı gibi, peygamberlerin onları takvaya davetleri ve salaha teşviklerinin de fayda ve manası kalmazdı. Gerçekte bu ayetin tevili onların iddia ettikleri gibi değildir. Allah şöyle buyurmuştur; “O gün bütün insanların bir araya toplanacakları bir gündür. O gün ana baba günüdür” (11/103) sonra şöyle devam ediyor; “Allah’ın emri yerine geldiği gün hiç kimse O’nun izni olmaksızın bir söz söyleyemez. O gün onların bir kısmı bedbaht, bir kısmı bahtiyar olacaktır.”(11/105) O günün bahtiyarı, bugün Allah’ın emrine uyup o şekilde amel eden ve o günün bedbahtı, Allah’ın dinini istihfaf(hor görme, küçümseme) ederek emirlerini hiçe sayan kimsedir. Ey Emirel Müminin! Bil ki, Allah’ın emir, kitap ve adaletine muhalefet edenler dinlerinde çok ifrata gitmiş olanlar ve cehaletlerinden dolayı her şeyi kadere yüklemiş olanlardır. Dünya işinde ise, bununla yetinmeyip bu gibi işlerde azimli ve tedbirli davranırlar. Bu hakikatın ağır batılın hafif olmasından ileri gelmektedir. Onlardan birine dine ait bir emir verecek olsan; Kalemler kurumuş ve alınlara bahtiyar veya bedbaht yazılmıştır cevabını verir. Birisine, dünya yolunda nefsini yorma, sıcak veya soğukta kendini işe koşma ve canını yolculukta tehlikelere atma, nasıl olsa rızkın hazırlanmıştır desen kabul etmez. Yine koyunlarının başına çoban bırakma, kurtların yiyeceği ve hırsızların çalacakları, ölecek ve kaybolacak olanlar takdir edilmiştir. Sen onları

-7-

korumaya muktedir olamazsın. Allah’ın muhafaza edilmesini takdir ettiği hiç bir şeyi zayi olmaz desen kabul etmez. Yine, atını ve deveni kaçacak diye iple bağlama, ne takdir edilmişse o olur, bağlasan da bir bağlamasan da desen kabul etmez. Yine sakın dükkanını ve evin kapısını, malının ve eşyanın kaybolmasından korkarak kapama, zira senin kapıyı kapaman Allah’ın takdirini değiştirmez desen bunu da kabul etmez. Dünyaya ait herhangi bir işinde bütün ihtiyat tedbirlerini alarak sağlamlaştırmaksızın hareket etmez. Eğer böyle yapmamasını söylersen bilgisizliğini öne sürer, sonra da söyleneni kabul etmez. Bütün bunlara rağmen din meselelerini kadere terkeder. Bunlar hakkın ağır batılın hafif olmasından ileri gelir. Allah’ın şu sözünde münazaa(çekişme) ederler “Allah dileseydi hepsini hidayet üzere toplardı, öyleyse sakın cahillerden olma.”(6/35) Bu, müşriklerin müslüman olmamalarından dolayı müteessir olduğu için Allah’ü Teala’nın peygamberine ettiği sitemdir. Bir ayetinde de buyuruyor ki; “Sen onların bu söze inanmayıp, yanından çıkıp gitmeleri yüzünden üzüle üzüle kendini öldürecek misin.”(18/6) Allah’ü Teala bu ayetinde peygamberine kudretinden haber veriyor ve Allah onları itaata icbar(mecbur) etseydi muhakkak buna gücü yeterdi. Bu O’nu aciz kılmazdı. Fakat O, herkesi kendi ameline göre mükafatlandırmak için onların bu şekilde hareket etmelerini irade etti. Buyuruyor ki; “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?(10/99) Allah’ın şu sözü de münazaa(çekişme) ettiklerindendir. “Biz cehennem için ins ve cinden birçoğunu cehennem için yaratmışızdır, kalpleri vardır onlarla idrak etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. işte asıl gafiller onlardır.”(7/179) Bu ayeti şöyle tevil ettiler: Allah yaratma işine başladığı vakit bazı kimseleri cehennemlik kıldı. Bunlar Allah’ın istediği taati yerine getirmeğe muktedir değillerdir. Diğer bazı kimseleri de cennetlik yaratmıştır. Bunlar da Allah’ın istemediği masiyeti(isyan) işlemekten acizdirler. Nitekim (Allah) kısayı uzamaya kudreti ve siyahı da beyazlanmaya kabiliyeti olmaksızın yaratmıştır. Cehennemlik olanları mümin olmakları için azaba düçar etmiştir. Böylece Allah’ı en çirkin sıfatlarla tavsif ettiler. Halbuki Allah şu sözüyle onların kötü işleri ve şüphelerinden dolayı cehenneme gideceklerini bildiriyor. “Kalpleri vardır bu kalplerle idrak etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler,(7/179) Nitekim Allah şu ayetinde şöyle demişti; “Firavun hanedanı, sonradan kendine düşman kesilecek ve onların üzülmelerine sebep olacak olan Musa’yı aldılar.”(28/8) Halbuki onlar Musa’yı kendilerini neşelendirmesi için

-8-

almışlardı. Yine Allah; “Onlara mühlet vermemiz günahlarını arttırmaları içindir.”(3/177)  Ayetiyle Allah onların ibadeti terketmeleriyle günahlarının çoğaldığını bildiriyor. Allah arapların aşina oldukları dille konuşuyor. Mesela bir arap şairi şöyle söylemiştir. Zamanın harap etmesi için bina yapılması gibi Anneler de yavrularını ölüm için beslerler. Burada şair, çocukların sonunun ölüm, binaların sonunun da harabiyet olduğunu bildiriyor. Halbuki yavrular, ölüm için değil, beka için beslenirler. Meskenler de harap olmaları için değil, mamur kalmaları için yapılırlar. Ey Emirel Müminin!  Kur’an da arapça bir kitaptır ve Allah onu araplara kendilerinin bildikleri dille indirerek, onlara alışık oldukları bir dille hitap etmiştir. Allah’ın ilmi konusunda da münakaşa ederek; Bir kavmin küfrünü Allah bilir bunlar iman edemezler. Zira mani olan Allah’ın ilmidir derler. O halde onların iddiaları şöyle oluyor: Allah kullarına kaldıramayacakları ve terk edemeyecekleri şeyleri yüklüyor. Allah şu ayetle onları yalanlar; “Allah bir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez.”(2/286) Ancak onların küfür ihtiyar etmelerinin kendi heva ve hevesleri ile olduğunu bilir. Onlar bu bilgiyi Allah’ın, dışına çıkamayacakları renk, suret, uzunluk ve kısalık gibi alacakları şekli bilmesine benzetirler. Hakikat dedikleri gibi değildir, zira uzunluk, kısalık, suret ve renkler Allah’ın fiilleridir. Bunlarda onların seçmek ve değiştirmek kudretleri yoktur. Allah onların küfrü kendi hevalarına uymakla ihtiyar ettiklerini bilir. İman ve adalet hususunda onları tecrübe etmek gayesiyle, kendilerine verdiği kudretle bunu yapmağa muktedirdirler. Yine Allah, onların istemediklerini bırakacaklarını bilir. Nitekim Hızır’ın kusurlandırdığı gemi de böyledir. Eğer bu gemi sağlam olarak kralın yanına uğrasaydı onu gasp edeceğini ve Hızır onu kusurlandırınca almayacağını, yine Hızır’ın öldürdüğü çocuğun, yaşadığı takdirde ebeveynini küfür ve azgınlıkla yıldıracağını, öldürürse, ebeveynin küfür ve azgınlığından kurtulacağını, yine Hızır’ın tamir ettiği duvar; duvar tamir edilmemiş olsa, altındaki hazinenin kaybolacağını, yapıldığı takdirde ise duvarın altındaki hazinenin kalıp iki çocuğun yetişerek Allah’ın fazlu keremiyle hazinelerini çıkaracaklarını bilir. Sonra Musa’ya (hızır) şöyle der; “Ben bunları kendi reyimle yapmadım.”(18/83) Zira bunu bana Allah öğretti. Nitekim Allah’da şöyle buyurmuştur. “O’na kendimizden ilim öğrettik.” Resulullah(sav) yol uzun ve meşakkatli olduğu için terk eden münafıkların durumunu bilir. “Kazanç kolay yol yakın olsaydı arkasından gideceklerini bilir fakat mesafe onlara uzak geldi. Onlar Allah namına yemin edecekler, gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık diyecekler. Bunlar kendi öz canlarını helak ediyorlar. Allah onların yalancı olduklarını bilir.”(9/43)

-9-

Zira onlar isteselerdi sefere iştirak edebilirlerdi. Allah’ın şu ayetleri üzerinde de ihtilaf ederler. “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana gelen her fenalık ise kendindendir. De ki, hepsi de Allah’tandır.”(4/79) “Fakat bu adamlara ne oluyor kendilerine anlatılanı anlamağa yanaşmıyorlar ”(4/78) Bunu kendilerine göre taat ve masiyetle tefsir ediyorlar ve küfür, fısk, isyan, zulüm, cevr, bühtan ve bütün kötülüklerin Allah’tan geldiğini iddia ediyorlar. Hakikat böyle değildir fakat münafıklar, Allah kendilerine geçim ve sağlık hususunda bir lütufta bulunursa “bu Allah’tandır” ve geçim darlığı, hastalık, çoraklık, kıtlık ve kısırlık gibi hoşlanmadıkları bir şeye Allah onları düçar ederse “Hz.Muhammed (as) dandır” derler. Allah “de ki: Hepsi Allah’tandır” diyor. Yani hepsini Allah yapıyor. Nuh kısasındaki Allah’ın şu sözü üzerinde münakaşa ederler, “Hak Teala sizin helakınızı istese, benim size öğüt vermem hayırlıkta bulunmam size hiçbir fayda vermez. Rabbiniz O’dur dönüşünüz O’nadır.”(11/34)    Bunu bilgisizliklerinden şöyle tevil ediyorlar; Nuh (as) kavmi arasında 950 sene kaldı. Allah yoluna davet edip nasihatta bulundu. Halbuki O, kavminin kendine icabeti ve nasihatlerini kabul etmesinin kendilerine bir faydası dokunacak mı dokunmayacak mı bilmediği gibi, Allah onlara bu nasihatleri kabul ettirecek mi,  ettirmeyecek mi onu da bilmiyordu. Hakikat onların tevil ettikleri gibi değildir.  Nuh kavmi usanıncaya kadar onlarla münakaşa etti. Sonunda O’na şöyle dediler!        “Ey Nuh bizimle çok uğraştın, çekiştin (artık yeter, davanda) gerçek isen haydi bizi ne ile tehdit ediyorsan onu getir. Nuh onlara dedi ki; Onu size dilediği takdirde ancak Allah getirir ve siz ondan kaçıp kurtulamazsınız.” (11/32) Yani getirdiği vakit azabından kurtulamaz ve ondan korunamazsınız. “Size azabın içinde “size nasihat etmek istesem” o vakit nasihatlerim fayda vermez. (11/34)”  Nuh(as) azap inipte onlar tarafından görüldükten sonraki imanın onlara bir fayda vermeyeceğini biliyordu. Allah şu sözüyle helak ettiği milletleri beyan ediyor. “Onların ceza ve azabımızı görünce böylece iman etmeleri onlara bir fayda vermedi. Allah’ın kullar arasında öteden beri kanunu hükmü budur. Kafirler işte o zaman ziyana uğrayacaklardır.” (40/85)  Bu Allah’ın sünnetidir. Azap müşahede edildiği vakit artık tevbeyi kabul etmez. Allah’ın şu sözüne gelince; “Hak Teala sizin sapmanızı istese benim size öğüt vermem, hayırlıkta bulunmam bir fayda vermez. Rabbiniz O’dur, dönüşünüz O’nadır.” (11/34)  Esasında sapmak manasına gelen gayya’dan  murad, Allah’ın şu sözünde olduğu gibi azabıdır. “Onlardan sonra bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bunlar azgınlıklarının karşılığında elim azaba (gayya) tutulacaklardır. (19/59)” Araplar,

-10-

filanca bugün gayyaya (azaba) atıldı derler. Bu filancayı, emir şiddetle dövdü, yahut büyük bir cezaya çarptırdı demektir. Allah’ın şu sözü üzerinde münakaşa ettiklerindendir. “Hak Teala her kimi doğru yola iletmek isterse, onun gönlünü islamiyete açar. Her kimi sapıklıkta bırakmak dilerse onun gönlünü darlaştırır, sıkıştırır ve bu adam zorla göğe çıkıyormuş gibi olur. Hak Teala böylece iman etmeyenleri belaya ve horluğa uğratır.” (6/125) Bu ayeti bilgisizlikleri yüzünden şöyle tevil ettiler; Allah’ü teala salih amel işlemeden bazı kullarının gönüllerini islamiyete açmış, bazı kullarının da küfür, fısk ve sapıklığı olmadıkları halde gönüllerini darlaştırmış ve sıkıştırmıştır. Halbuki bu kimselerin Allah’ın kendilerini mükellef kıldığı ibadeti yapmaları imkanı olabilirdi. Bunlar ebediyen cehennemde kalacaklardır.

Ey emirel müminin! Hakikat cahillerin iddia ettikleri gibi değildir. Rabbimiz kullarına bunları yapmayacak, çünkü O Rahim, adil ve kerimdir. O buyuruyor ki; “Allah bir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendine, işlediği fenalık yine kendinedir.”  (2/286) İnsanlar ve cinler Allah’a ibadet etmeleri için yaratılmışlardır. Allah onlara teklif ettiği ibadetlerin birkaç katını yapabilecek kudrette işitmek, görmek ve sezmek kabiliyeti vermiştir. Eğer emredilenleri yapıp, nehyedilenleri yapmamaya kudreti varsa, Allah emredilenleri yapan kimsenin ibadetlerinin karşılığı olarak bu dünyada gönlünü islamiyete açar.  İyi işleri kolay kılar, küfür, itaatsizlik ve isyanı zorlaştırır. Büyük olsun küçük olsun ibadet yönünden bu mertebeye ulaşan herhangi bir kimsenin hakkında Allah’ın hükmü böyledir. Tevbe ve itaate gücü yettiği halde dünyada Allah’ın emrettiği itaatten ayrılıp küfrüne devam eden kimsenin gönlünü, sanki o göğe yükseliyormuş gibi darlaştırır, sıkıştırır. Bütün bunlar, onun bu dünyada olan küfür ve dalaletinin cezasıdır. Tevbe emredilmiş ve yapılmasına çağrılmış bir iştir. İtaatsizlik ve küfür bakımından bu mertebeye ulaşan bir kimse hakkında Allah’ın hükmü yine budur.

Ey Emirel müminin!Allah hikmetinde gönüllerini açmakla kullarını yapmaları gereken işlere teşvik ve yine hikmetinde onların gönüllerini darlaştırmakla  yapmamaları gereken işlerden uzaklaştırmasını kulları için rahmet olarak  kitabında zikretmiştir. Allah bunu iyi hareket ettikleri zaman rahmeti ve fazlından ye’se (üzüntü) kapılmaları, bağışlanma, af ve kereminden ümitsizliğe düşmeleri için zikretmemiştir. Allah’ü Teala kitabında bunu beyan ederek buyuruyor ki; “ Yahudiler ve Hıristiyanlar dediler ki, biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz. De ki: "O halde niçin size günahlarınız yüzünden

-11-

azap ediyor?" Hayır, siz de O'nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğine azap eder. Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah'ındır. Dönüş de O'nadır. (5/18)” Ey Emirel müminin! Bunu iyi düşün ve anla, Allah’u Teala , O kullarımı müjdele ki; “Sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar, Allah’ın hidayet ettikleri bunlardır. Tam akıllı insanlar da bunlardır.” (39/18) Allah’u Teala’nın şu ayetinde buyurduklarına kulak ver; “Ehli kitap olanlar inanıp sakınsalardı, şüphe yok ki, kötülüklerini örter onları nimet cennetlerine korduk. Onlar Tevrat’ı İncil’i ve onlara gönderileni yerine getirmiş olsalardı tepeden yağan ve yerden çıkan bütün nimetler içinde kalır ve onları yerlerdi.”(5/68-69)  ve yine  “Şehir halkı iman edip sakınmış olsalardı gökten yerden bereketler yağdırırdık. Fakat onlar inkar ettiler, biz de onlara yapıp kazandıklarının cezasını verdik.”(7/95)

Ey Emirel müminin! Bilmiş ol ki, Allah kullara yapılacak işleri kesin olarak mukadder kılmamıştır. Fakat şöyle yaparsanız size böyle yaparım, böyle yaparsanız size şöyle yaparım diyor ve onları ancak yaptıkları amellere göre cezalandırıyor. Allah kendine ibadet, dua edilmesini ve kendinden yardım dilenilmesini emrediyor. Eğer kullar Allah’ın indinde ecri isterlerse Allah onlara yardım eder ve iyiliği elde etmek, kötülükleri bırakmak hususunda onlara başarmaları için kolaylık gösterir. Allah’a itaat edip yanındakini isteyen kimse hakkında Allah’ın hükmü budur ki bence de söz budur.Ey Emirel müminin! Dikkatli ol, sakın Allah’ın yasakladığı şeyi kullarına takdir etmiştir, kulları ile emrettiği şeyin arasına girmiştir, kulları arasında kaza ettiğinin zıttına davet eden peygamberler göndermiştir. Sonra yola gitmelerine izin vermediği halde emirlerine uymayan kullarına ebediyen azap edecektir.  deme, zira Allah zalimlerin iftiralarından beri ve yücedir. Bu cahiller kime itiraz ettiklerinin farkındalar mı? Onlar “iman ediniz, hakkınızda hayırlı olur.(4/169)  diyen Allah’u Teala’ya itiraz ediyorlar. Cahiller; Onlar iman edemezler. Allah’u Teala; “Allah’a davet edene icabet edin.”(46/31) Cahiller; Allah, onlarla icabet arasına girmiştir. Allah’u Teala; “Rabbiniz tarafından bağışlanmaya koşa koşa yarışın.” (57/21) Cahiller; Onlar nasıl yarışabilirler? Allah onlara kati olarak hareketleri konusunda cebretmeştir. Allah’u Teala; “Onlara ne oluyor da iman etmiyorlar”(84/20) Cahiller; Zira Allah onları iman etmekten alıkoymuş ve küfre daldırmıştır.  Allah’u Teala; “Ey ehli kitap! Hak’kı gördüğünüz halde ne diye

-12-

gördüğünüz halde ne diye Allah’ın ayetlerini inkar ile kafir oluyorsunuz ?” (3/70) Cahiller; Çünkü Allah onların kafir olmalarını takdir edip, bu şekilde bırakmıştır. Bu Allah’a karşı itiraz ve kötü niyettir. “Bundan vazgeçmek hakkınızda daha hayırlı olur.”(4/170) Cahiller; Allah’ın, “Size kaza ettiğimden vazgeçin, bu sizin için daha hayırlıdır.” Demek istediğini zannediyorlar. Allah’u Teala buyuruyor ki; “Allah’a karşı yalan uydurmayın”(20/61) ve “Öksüzün malına ergenliğe ulaşıncaya kadar en güzel bir tarzdan başka bir surette yaklaşmayın.”(6/152) ve (17/34)” “Zinaya yaklaşmayın” (17/32)” “Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı hiçbir canlıyı öldürmeyin, meğer ki hak ile ola.(17/33)” “Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın.(2/41)” Cahiller, Kur’an-ı Kerim’deki bunlara benzer bütün ayetlerden, Allah kaza ve kaderinden kullarını yasakladı manasını çıkarıyorlar. Yine; “Allah, peygamberine helal kıldığı bir şeyi haram kıldıktan sonra kazasıyla amel etmesinden dolayı O’nu azarlamıştır.” Diyorlar. Allah şöyle buyurmuştur; “Ey nebi! Allah’ın sana helal ettiği şeyleri nefsine niçin haram ediyorsun? (66/1)” Cahiller diyorlar ki; Allah peygamberine kaza ediyor, sonra ona izin veriyor, sonra da yaptığı işten dolayı onu azarlıyor. Allah buyuruyor ki; “Allah seni affetsin! doğru söyleyenler belli olmadan, yalancılar bilinmeden, onlara niçin izin verdin? (9/43)”  Her nebi hata işlediği takdirde bunu rabbına değil, kendi nefsine nisbet eder. Allah’ın konuşturduğu hüdhüd diyor ki; “Kendisini de kavmini de Allah’ı bırakıp güneşe secde eder gördüm. Şeytan onların işlediklerini gözlerine süslü göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuş, bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar.”(27/24) Bu şekilde Kuran’ın Kerim’de birçok ayet vardır.

Ey Emirel müminin! işte cevaplandırılmasını istediğin soruları böylece açıklayıp beyan ettim. Bu mektup üzerinde dur, iyi düşün, çünkü  “O kalplere şifadır.” (10/57)   Risale tamam oldu.........

-13-

 

 

Çevirenler:   Lütfi DOĞAN ve Yaşar KUTLUAY

Mesleki resule kazandıran:  Mehmet Naci GÜNEY

 

 


15 Eylül 2025 Pazartesi

EVRAD-I ALİ RİSALELERİ

1) HAZRETİ PİR’İN BİYOGRAFİSİNİN SADELEŞMESİ






















                                                                                                              Sadeleştiren Mehmet Naci GÜNEY

VARİDAT

        Kitabın günümüze ulaşmasına vesile olan Melami büyüklerinden  ve Türk  ulularından KEMAL ZURNACI’ya ve onun aziz hatırasına hediye olunur.                     

                                                                                                                    Ruhu şad olsun…………..    

       
ÇEVİRENLER:SEMRA   ZEYNİLOĞLU (ZURNACI)
                          İSMAİL   ZEYNİLOĞLU                    


15 Ağustos 2024 Perşembe

Halife-i Melâmiyeden Hacı Kemâl ZURNACI Efendi' nin 25/09/1964 tarihinde gördükleri lüzum üzere NAMAZ Hakkındaki soruya vermiş olduğu cevaplarıdır.

Esselâmü aleyküm ya ihvan kardeşim Cûdi Bey merhaba. Göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuzu aldık okuduk. Yazdıklarınız satırları tefekkür ederek müşahedeye daldık ve sözlerinizden büyük zevk aldık. Cenâbı Allah’a hamdü senâlar olsun ki Bu küre-i arzda böyle kulları vardır. Evet namaz kılan çok kulları vardır ama namazın ne olduğunu bilmezler. Onlar namazı bir borç bilirler ve o borcu ödemeye yatar kalkarlar. Pekiyi onlara sorsak ne zaman siz Allah’a borçlandınız? Ve sen kim oluyorsun ki cenabı Allah’a borçlanacaksın? Ne derler? Evet kardeşim Cudi Bey, işte benim yukarda yazdığım şuhudlen büyük büyük zevk aldım. Sizin namaz kılmanızdan ziyade, namazın hakikatının araştırma yollarını arıyorsunuz ve bu hakikat ayan olduğu vakit ve ayan olunan şeyin zevk edildiği vakit işte ne oluyorsa orada olacak. Namazın hakikatı zahir oldu mu Hak’kın varlığı zahir olur. Hak’kın varlığının hakikatı zahir oldu mu Hazreti Muhammed’in varlığı zahir olur. Hazreti Muhammed’in varlığı zahir olduğu vakit, Âdemiyet ve insaniyet zahir olur. Ademiyetin zahir olan esrarının hakikatı bilindiği zaman bütün mükevvenâtın esrarı çözülür. İşte kardeşim bu dört büyük deryalara dalmak lazım. Bu dört rumuz, Cenâbı Allah’ın, hazreti peygamberimizin, hazreti Adem babamızın ve dördüncü mükevvenâtın bu da namazda cem olur. Zaten namazın farzları ceme işaret, sünnetleri de farka yani kesrete işaret. Şimdi sizin sualinize hazrete Muhammed’e gelelim. Namaz miraçtan bize hediye getirildi ve beyti haramdan beyti mukaddese vardı. Orda ervahı enbiyaya imam oldu. Oradan yedi kat semavata geçti ve sidreyi müntehaya vardı. Cebrâili orda bıraktı ve oradan maverâsinden yani aklın ötesinden cenabı Allah’ın huzuruna vasıl oldu. Orada Rabbına selam verdi. Cenabı Allah hadisi kudsilen şu hitapta bulundu; “Kif ya Muhammed! Fe innuke rabbi ya salli aleyke” Yani “Sen dur ya Muhammed! Senin rabbın senin içün namaz kılıyor.” İşte kardeşim namaz beyti mukaddesde başlanır, arşüstevada hatim olur. Şimdi biz bu hesapları daha yakın getirelim. Namazın dört rüknü vardır.1-Kıyam, 2-Rükû, 3-Secde, 4-Ettehiyyat ve 5.Selam.

Kıyam: Ef’ali ilâhiyeye işaret, Rükû da sıfatı ilâhiyeye işaret. Şimdi kıyamda yani tevhidi ef’alde ruh imam, cesediye ve ruhiye ruha cemaat oluyor. Şimdi sen camide imama uyduğun vakit ne şekilde müşahede etmen lazım? Sen şu zevkle müşahedede olmalısın: Seni ve bütün cemaati imamda ifna edeceksin. Yani cemaati önünde hiç kimseyi görmeyip doğrudan doğruya imamın arkasına yani birinci safta olacaksın. Yani cemaati ifna edip, imamdan başkasını görmeyeceksin. İşte onun içün hadisi şeriflen beyan edilmiş birinci safta namaz kılanlar en efdâldir. Bu şekilde efdâlsen, istersen en son safta namaz kıl bu şuhud üzere kılarsan birinci safta sayılırsın. Orada bulunduğun mertebenin şuhudile yani, her mertebenin farkı da var, cemi de var. Yazdığın mertebenin farkı oluyor. Şayet mertebeni cem ile bilmek istersen o zaman cemaati ve imamı sende cem edersin, imam sen olursun. O zevkte tevhidi sıfat mertebenin cemi oluyor. Hareket ve sükunda ve tekellümde bir kelam çıkar, senin vücutta cem ettiğin içün orası tam vahdet olur. Yalnız bu zevk tahiyyata gider. Zira yerlerde ve göklerde ne varsa ya kıyamdadır, ya rükudadır ya secdedir. O sebepten namaz her şeyi cem etmiştir. Şimdi gelelim birinci şuhutta kıyamda ellerini bağlarsın ve kendi nisbet fiilini terk edersin. Ondan öteye tecelli-i ef’alden hareket edersin, Ondan sonra rükuya varırsın. Allah’ü ekber dersin ve şu zevklen “Allah’ım fiil benim değil senin” tecelli-i fiiliyesiyle kıyamda durdum. Şu halde nisbet ettiğim sıfatlar da benim değil senin. Azemetine ve uluhiyetine eğilirim. Ve senin büyük Rab ismini tesbih ederim. Rükudaki “Sübhane rabbiyel azim” cenabı Allah’ın rububiyeti zahir olunca kıyamdan hemen rükua varılır. Nisbet ettiğin sıfatlar da ifna olunca cenabı Allah kul lisanından “Semiallahü limen hamideh” der. Burada cenabı Allah uluhiyet ceketi ile senden sana söylüyor. Hamdını işiten sende Allah’ın bu hitabını işitince “Rabbena lekel hamd” Yani, ey benim rabbım! bütün hamdım sana olsun. İşte benim fiilsiz vasıtasız kalan vücudumu da ifna ediyorum. “Allah’ü ekber” ben yokum sen varsın, secdeye varırsın ve orada tesbih değişir. Rükuda sen Rububiyeti tesbih ediyordun secdede iş değişiyor: Orada rububiyet uluhiyete tesbih ediyor. Orada nisbet vücut kalmıyor. Kalan vücut cenabı Allah’ın Rab isminin tezahürü, rabbil alemin bütün alemlerde zahir olan rab’tır. İkinci secde ise; Kul diğer nisbetleri  gibi ismini de kendine nisbet etmişti. İkinci secdede ismini de ifna ediyor. İşte kardeşim Cudi bey kıyamın, rükuun ve iki secdenin rumuzu çözüldü mü senin nisbetlerden eserin kalmaz. Senden ruhi Muhammediye zahir olur ve ettehiyyatüde ruhi Muhammediye ruhi Haklen tekellüm eder. Sen orada hayrete düşersin. İmam selam verdiği zaman bi sağ tarafına, bir de sol tarafına selam verir. Müezzin hemen “Allahümme entesselam ve minkesselam” der. Burada müezzin arif olduğu içün diyor; “Selamı verende sensin, alanda sensin.” Sağ tarafta bekâda olanlara verir, sol tarafta fenada olanlara verir ve imam yüzünü cemaata doğru gösterir. Cemaatta onun cemalini görür. Bu kesret halidir. Vahdetten sonraki kesret. İşte kardeşim sorduğunuz namaz hakkındaki suallerin bir nebzecik fakir cevabı. Zira namazın taşıdığı esrarı bütün ins ve melekler yazamaz ben nasıl yazabilirim. Cenabı Allah cümlemizi namazın esrarına ve o esrarın zevkine erdirsin ve o zevkin kurbanları olalım. Amin..     

 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Esselamü aleyküm ve rahmetullah.

Evvela selamlarımı sunar ve hasretlen kucaklarım. Pek sevgili kardeşim Cûdi Bey göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuzu aldık ve yazmış olduğunuzu anladık. Cenabı Allah’a şükürler olsun ki bizleri insan olarak halketti ve yine bizi kendi öz hakikatımızı aramaya sevketti. Ve kendi öz hakikatın sırrını bildiğimiz zaman biz kimiz, aslımız ve neslimiz nerden geldiğini anlar ve bileriz. O zaman on sekiz bin alem dedikleri bu alemlerin rumuzunuda çözdük mü o zaman bu alemlerde kendi varlığımızı müşahede ederiz. Alemlere baktığımız zaman kendimizi görürüz, kendi iç alemimize baktığımız zaman alemleri kendimizde görürüz ve her iki mertebede kul hayran olur. Burada hayretten başka hiç birşey yoktur. Burası tam vahdet yeridir. Buraya hiçbir kul ne ilimlen, ne akıllen, ne varlıklen girebilir. Buraya girmek kuyudattan soyunduktan sonra bir Lütfi ilahilen olur. İşte vahdeti vücut sırrı. Allah hepimize bu zevki nasip etsin amin. Cûdi Bey yazıyorsunuz sizin eksper arkadaşınız bu ilmi tevhitten haberdar, yalnız intisabı yoktur. İşte daha evvel konuştuğumuz gibi hiçbir memleket boş değil. İşte onlarda evliya hali mevcut yalnız kendileri bilmez ve cenabı Allah sonunda yine bir insanı kâmillen buluşturur ve ilmi tevhidi nasip eder. Eğer burada olmazsa alemi berzahta mutlaka nasip eder. Biz çok memnun olduk, sizin orada böyle bir arkadaşı bulduğunuz içün. Senin için de çok iyidir. Allah her ikinizin de zevkinizi arttırsın. Amin. İşte kardeşim yukarıda yazdığımız gibi bu dünyaya insan olarak geldik ve kendimizi bilmezsek, nereden geldik? Nereye gideceğiz? Biz kimiz? Rabbımız kimdir? Buraya niçün geldik? Bunları bilmezsek o zaman ayeti kerimenin buyurduğu gibi “Onlar hayvan gibidir beklide hayvandan daha beter” Zira buraya yalnız yemek, içmek, yuva kurmak, çocuk yetiştirmek için gelmedik. Bunu kuşlarda yapıyor. Biz insan olduğumuza göre yalnız bu kadar mı yapacağız? O zaman nerde kalır bizim insaniyetimiz. Yunus Emre’nin buyurduğu gibi

“İlim ilim bilmektir

İlim kendini bilmektir

Yasen kendini bilmezsen

O bir kuru emektir.”

Cûdi bey, ilmi tevhitten bihaber olan bir kişi diğer bütün ilimleri yutsa, O’nun ölümüyle bütün o ilimler sona erer. Çünkü o ilimler buraya mahsus idi. Hayat ise bâkidir. Onunla o bâki hayattan bi haberdar. İşte o’da o bâki hayatta burada hangi sıfatta göründüyse orada o sıfatlen o bâki hayata o sıfatlen mukayyed olacak ve insan sıfatını kaybettiği içün daima ızdırapta kalacak.   

 Evradı Ali olarak isimlendirilmiş kitaptaki risalelerin sadeleşmesi 7ekim 2013 pazartesi günü tamamlanmıştır.

   

                                                                                Sadeleştiren

                                                                                  Mehmet Naci GÜNEY 

 

 


13 Ağustos 2024 Salı

SEVDALININ BAHÇESİ SADELEŞMESİ

Allah bizi öyle bir zevkten ayırmasın ki bütün aşıklar, hazreti Muhammed’in zevkiyle ki bütün suretlerden zuhur etmiş O’nun bütün vücutlarından zuhuru ve zuhurda O’nu müşahade ettikleri için sarhoş olmuşlar ve O’nun al ve eshabın aşkıyla bütün suretlerdeki zuhuru ile O’nun büyüklüğünü müşahede etmişlerdir. Onun için daima Allah Allah der ve daima niyaz ederiz. Yarabbi bizi O’nun muhabbet ve O’nun aşkıyla daim kıl. Ve O’nun varlığı Abdülmâlik Hilmi’den daima görünsün. Çünkü o Resulullah’tan hiçbir zaman ayrı düşmek istemez. O muhabbet ile bu risaleyi yazmaya başladım. Senin irfanlığını anlamaya, ya mevlâm. Onun için risalenin adını  “SEVDALININ BAHÇESİ” adını koydum. O aşıklar için ki senin yoluna girmek istiyorlar.

Hak’ka gitmek için üç yol vardır: Birinci yol: şeriat yoludur. O yola girmekle kendini ve bütün alemi müşahede ederek der ki; “Ben ve bu alem yokken beni ve bu alemi bir yaratan mutlaka vardır. O bizi meydana çıkardı. Bu şekilde Allah’ın varlığını kabul eder. Çünkü kendini ve bütün alemin varlığını delil kılıp Allah vardır. Mademki ben yokken meydana çıkaran mutlaka bir yaratan var der” ve böyle bilmekle şeriat yoluna girer. Bu yol “istidlâl yoludur. Delille Hak’kı bilmek. Çünkü kendini ve bütün alemi delil kılıp der ki Allah vardır. Bu yolun bir adı da “ilmel yakîn”dir. Ancak şüpheden arınmış değildir. O sebepten bu yolda ümmet fırkalara ayrıldı ve bu fırkalar için Resulullah efendimiz “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunlardan yetmiş iki dalalette bir fırka hidayette kalacaktır.” Sahabeler sordular; “Bu hangi fırkadır ki cehenneme girmeyip selâmette kalacak ya Resulullah diye sorunca?”  “Ben ve ashabım hangi yoldadır o yol selâmet yoludur.” Çünkü onlar yalnız delil ve akli yola durmayıp Kur’an ve hadisleri araştırır. Zira böyle araştırma yapmayıp kendi aklıyla giden bazen isabet eder çoğu zaman yanlış bilir ve yanlış hareket eder. Hadislere yanlış mana verir. Çünkü onlar ilimsiz ve bahtına peygamber efendimizi yorumlarlar. Amma Kur’anı delil ederse yanlış yapmaz, doğru yolu bulur. Çünkü Kur’an sağlam ve doğruyu söyler.

İkinci sulûk: Tarikata girmektir ki, onlara zikir ve esma telkin edilmiş, onlar çile ve riyazatla kendine zahmet verip Allah’ı zikredip halvete girip daima korku içindedirler. Bu yol hâl’dir, makam değildir. Bu yol zor ve çileli yoldur, zahmetlidir. Seni Allah’a götürmez.

Üçüncü sulûk: Hakikat yoludur. Bu yol gayet kolaydır fakat bu yolda mürşit bulmak çok zordur. Mürşitlerin pek çoğu ilmel yakindedirler. Delillerle Hak’kı bilmeye çalışırlar. Daha evvel söylediğim gibi kendi düşüncesi ile Hak’kı buldum zannederler. Hakikat üzere, şuhud üzere, Hak’kı müşahede ve zevk etmek lazımdır. İşte bu doğrudur. Hak’kı bulmak üç türlüdür: İlmel yakin, aynel yakin, hakkel yakin.

         Birinci; İlmi şeriat. İkinci; İlmi tarikat. Üçüncü; İlmi hakikat. Ve bu yolların mürşitleri ya delil ya müşahede ya da hakikat iledir. Şimdi mürşidin vasıflarını size bildireyim ki onlar hakikat vasıfları üzeredirler. Sizin kalplerinizi uyandırıp zikrullah ile doldurup kalblerinizi masivadan arındırıp zevkullah ile doldurup ve bu yolda vasılı illallâh olup, Hak’ka kavuşmak demektir. O mürşit ki bütün seyranları toplamıştır. Birinci seyr: Seyri illâllah ki bütün tevhid mertebeleridir. İkinci seyr; Billâh. Üçüncü seyr; Anillah. Dördüncü seyr; Meallah’tır. Nasıl ki seyri illâllah, fena makamları ise bu üçüne de bekâ makamları denir. Eğer mürşit, bu makamlardan haberdar ise işte o mürşidi kâmildir. Haberdâr değilse o mürşidi kâmil değildir.

Mürşidi kâmili bulmak lazımdır, yalnız çok zor bulunur.

Cenabı Hak’kın dört tecellisi vardır. Birinci tecelli; Tecelli-i zat’tır. Orada ne isim ne suret vardır. Ancak zâtıyla zâta tecellisi vardır. Yani kendinden kendine tecelli olur. Bu tecelliye  “Ehadiyetül ilâhiye” denir. Orada halkın kokusu yoktur.

           İkinci tecelli; Tecelli-i sıfattır. Hayat, ilim, irade, kudret, işitmek, söylemek,  görmektir. Bu sıfatlarla cenabı Hak tecelli ve zuhur etmiştir. Bu tecelliye “tecelli-i vahdet”  ve “Hakikati Muhammediye” denir.

Üçüncü tecelli; Esmâ’dır. Hayat sıfattır, hay esmadır. Bütün sıfatlar böyledir. Sıfatların zuhuru esmâdır. İşte bu gibi sıfat halk ile zuhur ederse o zuhur yerlerine esmâ denir. Hasılı kelam Hakkın zuhur yeri sıfat, sıfatın esmâ, esmâ’nın ef’al, yani zatı sıfatı, sıfatı esmayı, esmâsı işi meydana çıkarır, zuhur eder. Bu tecelli, “tecelli-i esmâ ve ehadiyet ve hakikatı insâniyedir.”

Dördüncü tecelli; Tecelli-i ef’aldir. Tecelli-i ef’al, görmek ve akli olarak suretlerin zuhurunu müşahade etmektir. Bu tecelliye “hakikatı şuhudiye ve suveriye ve hakikatı Muhammed’iye ve Rububiyet” denir. Dördüne bir “uluhiyet” denir. Hak ancak Rububiyet mertebesiyle dünyada ve ahrette  maddesiz olarak  görünür ve müşahede edilir. Nitekim Kur’anı kerimde hazreti Musa cenâbı Hak’ka Araf-143,Yarabbi seni görmek istiyorum” başka ayetlerde Kıyamet-22-23, “Siz ahret gününde sevinçli gözlerle Rabbınızı göreceksiniz.” Allah’ı rububiyet mertebesiyle göreceksiniz. Hadisi şerifte buyurulmuştur. “Yakında Rabbınızı göreceksiniz, ayın on dördü göründüğü gibi.” Resulullah efendimizin buyurduğu söz ile anlaşıldı ki bir  salik, suretlerin görünüşü yani bu alemde görünen suretlerle ve zihinde ve aklındaki görünmeyen suretlerle, Hak’kın esmâ ve sıfatlarıyla, mutlak olan mevcudu  müşahede eder. Buna aynel yakin denir. Burada hulûl lazım gelmez. Yani Hak’kı halkla görmede hulûl yoktur. Çünkü Hak’kın varlığından başka varlık yoktur. Bu makamda salik bütün âza ve kuvvetiyle ismi celâli zikrederken Hakikati Muhammediyeyi müşahede eder, O’na bağlanırsa Allah deyip O’nun hakikatini ki, zâtı Hak’dır müşahede ederse kalb ile bağlanıp hayal edip o görüşle  varlığa bağlanıp Allah derse bu mertebeye “cem” denir. Suretlerden bağlantıyı kaybeder de halkı görmezse Mâkamı Cem denir. Cemiyyeti Muhammediyeyi aklında ve hayalinde alıp bağlanırsa “Hazreti Cem” denir. Bir rabıta daha yaparak; hayalinde Cemi Ehadı ve Cemi Muhammedi cem ederse bu müşahedeye “Cemül Cem” denir. Cemde olan bir hakikat eğer müşahede edilirse ve bu düşünceye bağlanırsa “Ehadiyetül Cem” denir. İmanı tahkiki buraya kadardır. Bundan daha iyi bir makam yoktur. Bir salik için gaflet uykusundan uyanması vacip ve borçtur. Zikrullahla yani kalbi daima Allah demesiyle olur. Zira bu alemin temeli ve mayası Hazreti Muhammed’in Cem’idir. Güneş bu alemi aydınlattığı gibi O’nun nuruda bu suretleri öyle aydınlatmıştır. O’nun nuru hayalde ve zahirde müşahede edilirse nurun nuru ve aslın aslı olan o nur salikte parlar. Her şeyin aslı olan O nuru pak ki O’nu daima rabıta ederek müşahede ve zikredilirse, işte o zaman nuru Muhammediye vücudunda zahir olur, Muhammed bir dakika senden uzaklaşmaz. Sadat evliyalarından olanlar demişler ki “Bizden hazreti Muhammed ayrılırsa kendi kendimize mürted hükmünü veririz.” Yarabbi ! Bizi de onlardan kıl. Hazreti Muhammed hürmeti için bu hâl üzre yola giren aşıklar; o dilbere vuslat etmek isterse; zahirde bu beşeriyetin perdelerini kaldırması, benlikten ve kendi varlığından soyunması gerekir. Sonra kalan o temiz varlıkta ruhâni elbiseyi giymek ve o temiz elbiseyle o dilbere gitmek lazımdır. Yarabbi bizi o dilberin güzelliğinden ayırma. Sakın bizi dilberin sevmediklerinden kılma. Şimdi dinle hakikat üzre elhamın manasını:

Elhamdülillâhi Rabbil âlemin: Elhamdülillâhi hamd cenâbı Hak’kın kendi kendisini meth etmesidir. Resulullah (as) demiştir. “Ben seni senin gibi lâyıkıyla meth edemem, senin zâtını tâzim edemem, senin zâtın mukayyetsizdir. Ancak mukayyetsiz olduğunu biliriz. Hamd senden sanadır.” Rabbül âlemin yani zâtı ile sıfatı ve ef’ali ile bu alemi meydana çıkardın ve her bir dakikada imdat ve yardım sendendir. Hamd rabbül âleme mahsustur.

Alemden murad mahlûkatın mertebeleridir. Birinci mertebe: Ruhi Muhammedidir, s.a.v’dir. İsmi bedî meydana çıkardı. Bediin zuhurudur. İkinci mertebe: Nefsi nâtıkadır. Bais isminin zuhurudur. Nefsi nâtıka bais isminin zuhurudur. Yani nefsi nâtıkanın zuhuru bais isminin zuhurudur. Üçüncü mertebe: Tabiat: Bâtın isminin mazharıdır. 4-Heyûlâ: Ahir isminin mazharıdır. Heyûlâ, şekerin hamuru gibidir. O hamurdan şekerci suret düzer. Yani bu alemin mayasıdır. O mayadan bu suretler vücut giydi. 5-Şekil: Zahir isminin mazharıdır. 6-Cismi kül: Ruhun isminin mazharıdır. 7-Arş: Muhit isminin mazharıdır. 8-Kürs: Şükür isminin mazharıdır. 9-Feleki atlas: Gani isminin mazharıdır. 10-Feleki münâzil: Mukadder isminin mazharıdır. 11-Feleki Zühal: Rab isminin mazharıdır. 12-Feleki mekevkeb,13-Feleki müşteri, 14-Feleki şems: Nur isminin mazharıdır. 15-Feleki Zühre: Musavvir isminin zuhurudur. 16-Feleki utârit: Muhsi isminin zuhurudur. 17-Feleki kamer: Mübin isminin zuhururdur. 18-Feleki ekber: Kâbis isminin zuhurudur. 19-Kürre-i hava: Hay isminin zuhurudur. 20-Su küresi: Muhyi isminin zuhurudur. 21-Kürre-i türab: Mümit isminin mazharıdır. 22-Maden: Aziz isminin mazharıdır. 23-Nebat: Rezzak isminin mazharıdır. 24-Hayvan: Mudil isminin zuhurudur. 25-Cin: Lâtif isminin zuhurudur. 26-Melek: Kâvi isminin zuhurudur. 27-İnsan: Câmi isminin zuhurudur. 28-İnsan mertebesi: Refiüt derecât isminin zuhurudur. Bütün bu alemlerin mertebelerin sahibi cenâbı Hak’tır.

Errahmânirrahim: Yirmi bin alemi icad eden ve onlara yardım eden rahimdir.

Mâlikiyevmiddin: Kıyamet günün sahibi cenâbı Hak’tır. O gün ki bütün  halkın  haşr  ve sonra neşr olmasıdır. Haşır; Toplamak, neşir; dağıtmak. İşte o günün sahibidir. Bir haşır ve neşir daha vardır ki ikinci kıyametle olur. Hadisi şerif; “İzâ mâte abduhu kıyameti” Yani kulun ölümü kıyametidir. Ölüm iki türlüdür: Birincisi ister istemez mecburidir. İkinci ölüm: Senin arzuna bağlı, istersen ölürsün istemezsen ölmezsin. Birinci ölüm bütün alemler içindir. Ali İmran-185 “Küllün nefsin zâikatün mevt”. Bu ayeti kerime der; “Herkes ölümü tadacaktır.”  İkinci ölüm ki fenafillah’tır. Bu fenafillah olan taife onlar haşrı  ve neşri dünyada gördüler. Bu sınıf için izdirâri ölüm dünyadan fani olmak ayrılmak ve neşri bâki olan ahirete gitmektir. Zira bu sınıf yerde ve göklerde mukayyet olmaz. Mukayyet bağlı olmak demektir. Yerden ve göklerden bağlı olmayanlar kâmil insanlardır. Birinci ölümle ölenler onlar iki sınıftır.

        Birincisi; Mü’minler ki onlar Allah’a itaat edenlerdir. İkinci; Kâfirler, Onlar Allah’ın emrini tutmayanlardır. Mü’minlerin ruhları âlâyı illiyyinde yani yükseklerde orada bağlıdırlar gezemezler. Mutaffifin-7, “Kâfirlerin ruhları siccîndedirler.” Orada bağlıdırlar çıkamazlar. Cenâbı Hak mü’minlere cemâl ile tecelli eder. Yani onlara sevindirici tecellisi ile tecelli eder ve onlar gayet rahattırlar. Kâfirlere ise celâl tecellisi tecelli eder ve onlar daima azaptadırlar. Onlar dünyada hangi sıfatla göründü iseler o sıfatla azap olacaklar. Kiminin ruhları maymun, kiminin hınzır, kiminin yılan, kiminin akrep, dünyada hangi sıfatla göründü iseler ahrette o sıfatla görünecekler. İşte o ruhlar o sıfatlarla siccinde haps olurlar. Bu devriye değildir. Devriye batıl mezheplerdendir. Onlar batıl itikattadırlar. Birinci itikat; Tenâsüh. İkinci; Temâsüh. Üçüncü tefâsüh. Dördüncü; Terâsüh. Dördü de bâtıldır. Birinci; Ruh insan vücudundan çıktığı vakit tekrar insan suretine girer. Temâsüh: Ruh insandan ayrıldığı vakit tekrar hayvana girer. Tefâsüh: Ruh nebata girer. Terâsüh: Ruh madene girer. Onların itikatlarına göre ruh, nebata veya madene girerse ebediyen kalır, devir yapamaz. Hayvana veya insana girerse o ruh devreder derler. Bu itikatta olanlar mezhebi devriyedir. Bunlar Yahudiler, masonlar, Protestanlar ve başka mezhepten olanlardır. Bu itikatların hepsi batıldır. Çünkü suretleri değişir. Ahmet Ömer olmaz. Beşir Bekir olmaz. İnsan hayvan olmaz. Nebat hayvan olmaz. İyi anla ki bu bâtıl itikatlara sakın budala olma. Bâtıla inanmamakla hayvan olunmaz.

İyyâke nâbüdü ve iyyâke nestein: Yani Ya Allah! Seninle ibadet ederiz. İbadet cennete girmek veya cehennem korkusu ile yapılırsa yapılan ibadet ibadet

sayılmaz. Yani cenneti istemek cehennemden korkupta yapmak ibadet sayılmaz.

İhdine sırat-el mustakîm: Yarabbi! Bize hidayet ettik ki sırâtı müstakîmde olalım Doğru yol kâmillerin yoludur. Tevhit yoludur. Yusuf-108, “Bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar, sizi akılcı ve gerçekçi olarak Allah’a davet ediyoruz.”  Allah’ın söylediğiyle ispat olunmuştur ki bu yolda davetçi mürşidi kâmillerdir. Mürşidi kâmillerin şeriattan, tarikattan ve hakikatten haberdar olmaları lâzımdır.

Sırat ellezine en amte aleyhim: Öyle bir doğru yoldur ki o yol peygamberlerin ve kâmillerin yoludur ki o yol sâfi tevhittir. Allah vardır başka hiçbir şey yoktur.

Gayril mâğdübü aleyhim: Bizi o yoldan ayır ki onlara gadap etmişsin. Onlar Yahudilerdir ki biz mevcuduz, Hak zihinde gizlidir dediler. Varlıklarını kendilerine nisbet ettiler.

Veleddâllin: Ve sakın bizi nasrânilerin yolundan etme ki onlar halka Hak derler. Nasıl ki hazreti İsa için Allah dediler. Yarabbi! bizi bu itikatlarda bırakma.

Amin…

Bu risale aşıkların çiçek bahçesidir. Gözünüzü açın ve iyi anlayın. Zira burada yazılanlar ruhun sermayesidir. Öldükten sonra hayat isteyenler için bu satırlardaki hikmet dolu cevherleri toplasın. Kim ki arif olmak isterse o okur ve anlar ki, ALLAH birdir. Amin…………………          

 

Sadeleştiren

Mehmet Naci GÜNEY