11 Ekim 2011 Salı

21.BÖLÜM İRADE VE MEŞİYYET’İN SADELEŞMESİ

Hak bütün varlıkların kaynağıdır.Bu kaynaklık, herne kadar,tutma, alıkoyma isimlerinden olsa da,biz gerçek kamiller yanında Yüce Hak’kın esma ve sıfat yönünden yayılması o’na bir mahal belirtmek için yapılmıyorsa mümkün görülür.Çünkü Hak,icad yönünden halkı halk edendir.Hak’kın idrak edilmesi fiili ile yani halkıyla olur.İhtiyar anlamı da budur.Veyahut İhtiyar,Hak’kı anlamak için halkın ne olduğunu anlamak demektir.
                     Hakikatü’l hakayıkta der ki:Bilincin çıktığı yer (şuuru’l masdar) ile anlatılmak istenen,ondan ortaya çıkan fiiliyle şuurdur.Fiil bilincidir.Ondan ortaya çıkan fiil demek,o genel fiildir anlamına gelir ve hakimlerin dedikleri gibi değildir ki,ihtiyar,vacip olan yüce Allah’ın iradesidir.İhtiyar,uygun bir şekilde tertiplenmiş olgun bir nefsin ilmidir.Masdar için yer yoktur.Gayra’ş şuur sözünde Hz pir der ki: Açığa çıkmak ve görünmek zatının mertebeleri gereğidir ki,buna da meşiyyet denir.Meşiyyet ile isimlenmesi gereğinden dolayı,ilmiyle açığa çıkması ihtiyardır.Yani ihtiyar ile anlatılmak istenen,sözü geçen meşiyyet olmayıp,vacibin lüzumunun gerekli olmasıdır. Belki,gerçek ilim sahipleri yanında ihtiyar,sebeplerin toplanmasıyla ortaya çıkan meşiyyettir. Alemler ef’al ile açığa çıkar. İhtiyar,dilediğini işler ve yapar, dilediğini terkeder anlamında değildir.Kudret sahibi ise,dilediğini işler ve dilediğini terkeder. İşte,ihtiyar bu anlamda değildir.Yüce Hak’kın halk etmesi hikmetinin gereğidir. Hikmetinin gereği, birbirinin benzeri olan hiçbirşey yaratılmamıştır.Yaratılan bütün yaratıklar da hikmetinin gereği yerli yerindedir.Dilediğini yapması ve terk etmesi ihtiyar ile olmadığını, sebep ile ilgili sorulan sorunun cevabında belirterek şöyle der:Meşiyyet ile irade arasındaki fark;İbrahim suresi 27.ayette belirtilen,”Allah dilediğini yapar.”Maide suresi 1.ayette belirtilen,”Allah dilediğine hükmeder.”Ayetleri ile bilinir.Evrâd-ı seb’a açıklamasında belirtilir ki: ’Subbûhun’ ile ‘kuddûsün’ meşiyyet ile irade gibidir.İkisi de sıfattır. Ancak, meşiyyet,fiilin icadına ve kemale yönelik,İrade ise; hükmün kemal ve noksanlığına karşılık gelir. Hac suresi 18.ayetinde belirtildiği gibidir.Bu ayetin anlamı ise:”Şüphesiz Allah dilediğini yapar.” Şu bilinmelidir ki;Meşiyyeti ilâhiye,halk olacak şeyin icadı ile ilgilidir. Yani,Cenabı Allah’ın, yaratması ve icad etmesi meşiyyet iledir.Yaratılanın kabiliyeti gereği olan ahkamı,yaşayışı vs.kısmı ilahi iradenin hükmüdür.Örneğin;Bir insanın altmış sene ömürle yaratılması Allah’ın meşiyyeti iledir.Fakat,o kimsenin,ömrünün kısalması veya uzaması ilahi meşiyyet ile olmayıp,ilahi iradenin kararı ile olmaktadır.Ömrün uzaması ve kısalması bir hadisi şerif ile sabittir.‘Sadaka ömrü uzatır,belayı defeder.’İşte ömrün uzaması  ilahi iradenin tesiri ile olup, meşiyyet ile ilgili değildir.Ömrün uzaması veya kısalmasını Hz.Pir efendimiz şöyle açıklamaktadır:Kıyamet gününe kadar insanın iki ömrü vardır.Bir ömrü dünya’da yaşadığı, diğeri ise berzahta geçireceği ömrüdür.Berzah ömrü,bir deyişle de kıyamet gününe kadar kabirde geçireceği ömürdür.Mesela;Bir kişi,dünyada iyi hal üzerine olur ve Allah’ın emir ve yasaklarına göre işlerde bulunursa,onun ömrü altmış sene verilmiş ise,belirtilen iyi durumundan dolayı,berzahtaki ömründen otuz sene alınarak dünya ömrüne ilave edilmesi ile doksan sene yaşar.Berzahtaki ömrü otuz sene kısalmış olur.Eğer bir kişi, günah ve men edilmiş işlerle meşgul olursa o’nun ömrüde kısaltılır.Yani,Dünya ömründen alınır berzah ömrüne eklenir.İşte ömrün uzaması ve kısalması bu şekilde gerçekleşir.Bu hadisi kuvvetlendiren ayet ise;Fatır suresi 11.ayettir.Ayetin anlamı: “Yaşayan bir varlığa daha çok ömür verilmesi de onun ömründen biraz uzatılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Bu Allah için gerçekten çok kolaydır.”İşte meşiyyet ile irade bir,fakat alaka yönüyle başka başkadır.Artma ve azalmaya ilgi yönünden İradede meşiyyet bulunmaz.Ancak meşiyyetin bulunduğu alakada irade bulunur.Çünkü ef’al meşiyyetledir. Mertebe ve suretlenme meşiyyetledir.Yani,suret ve mana meşiyyetle açığa çıkar.Dış ve iç sebepler ile mertebe ve suretler meşiyyet gerektirir. Şimdi,dış sebepler üçtür.Birincisi:Vücutta yani Allah’ın ilminde sabit birşey olmak. İkincisi:Bilinen imkan, vücuda gelmeye kabiliyeti olan şey olmak,yani Failin iradesi ile halk olunması mümkün olmaktır.Üçüncüsü:Yaratılmayı kabul etmektir.Yani Fail’in sıfata yönelmesi ve tekvin(yaratıcı sıfat) ile,kün sözü gereği bilfiil(bizzat) yaratılışı kabul edip halk olmaktır.İç sebepler de üçtür.Birincisi:Yüce failin vücudu, İkincisi:İradesi, Üçüncüsü:Kün sözüdür.Sözün özü olarak,Allah’ın ilminde sabit şey olmak,İlmullah’da sabit olan şeyin vücuda gelmesi mümkün olmak yani failin iradesini işitip yaratılma ve halk olunması mümkün olmaktır.Yani failden sıfata tekvin için yönelmesi sırasında kün sözü ile bizzat yaratılmayı kabul edip halk olmaktır. Bu yaratılış ayetle sabittir.Yasin suresi 82.ayette ve nahl suresi 40.ayette denildiği gibidir.”Onun işi,O birşeyi yaratmak istediği vakit sadece ‘ol’demektir ve o şey derhal var olur.Hak’kın vücudu olmak,Fail’in ilminde sabit olmak, iradesinin yönelmesi ile ilminde sabit olan şeyin,iradeyi işitip halk olmasının gerçekleşmesidir.Hak’kın kün demesi de tekvini demek olup,eşyanın yaratılıp zuhura gelmesi demektir.Örneğin,camın kırılması için bir kırıcıya gereksinim vardır.Kırıcının iradesi kırmayı istemesi ve fiil olan kırılmanın icad olmasıdır.Bunun için üç işlemci gerekir.İlki;camın var olması, ikincisi; kırılmayı kabul etmesi,üçüncüsü;Kırma işinin yapılmasıdır.Camın kırma işleminin tamamlanması için de üç kabil yani kabul edenin olması gerekir. Bu yüzden sebepler altıdır.Yani,üçü yapan üçü de kabul edendir.İşte bu altı sebebin bir araya gelmesi ile icad olur,aksi durumda sonuca ulaşılmaz.Neticelenme,bir hükümden çıkarılan sonuç sonrasıdır ki,kıyasın sınırı olan üç faktör gibidir.İşte teslisin(üçleme) sırrı budur.Yani üç yapan ve üç kabul eden tarafından olanlar teslis sırrıdır.Belirtilen altı sebebin toplanması ile meşiyyet zorunlu hale gelir ve icad gerçekleşir.Sonuç,yapılan kıyasa bağlı olduğu gibi, meşiyyet de bu altı sebebe bağlıdır. Bu altı sebeb bir araya gelince,meşiyyet de hikmet gereği mahlukatın yaratılmasını gerekli kılar.Bu mertebede ve bu durumda terk söz konusu değildir. Ancak kudreti gereği yaratma ertelenebilir. Kudreti gereği olan bu erteleme, fiil yoluyla değil kuvvet yoluyla olur.İşte Bedreddin Hz.lerinin zaruret sözündeki mana yönü budur.Yoksa yüce Hak fiilinde mecbur demek değildir,Cenabı Hak fiilinde mecbur olmaktan temiz ve paktır. Cenabı Hak bu halden yüce ve büyük,sıfatları gereği pak ve temiz olup yüceliklerin yücesidir. Şimdi,ef’al,altı sebep ile açığa çıkar.Oysa onu terk etmeye kadir olduğu zan ve anlayışı vardır. Bu böyle değildir.Hakikatül Hakayıkta ‘ve hüve’(O) zamirini kul olarak verip,’yahsebü’ fiili bilinen şeydir denmektedir.Çünkü kudret,onu icad ederken fiilin terk edilmesi söz konusu olmaz,eğer fiilin terki gerekiyorsa icad etme söz konusu olmaz.İşte doğrusu budur bundan başkası batıldır,yani boştur.Bedreddin Hz.leri buyurur;Halbuki terk etmekte kadir olduğu zan edilir,böyle olmadığı yukarıda açıklandı.Gerçek ehilleri yanında fiilin kaynağını baki kılan ancak şuhuddur.Şu etraflıca verilen bilgi,Yüce Hak’kın ef’ali icadında ve kulun bu fiilleri kazanmaya çalışmasına izin vermektedir.Bu açıklamalarda ef’al için kulun kazancı ve fiilin sebeplerinin vücuda gelişinin terkinde izinsizliğe yer vardır ve yine fiilin sebeplerinin vücuda gelişinin terk edilmesinde de fiilin oluşmamasını sağlamaya izin vardır.Şekil ve şüpheye işaret eden Bedreddin Hz.leri:Birbirine zıt fiillerin hayvandan meydana çıkışına dahi,hayvan için cüzi irade vardır demektedir,anlaşılması dikkat olunur.
Onun için yukarıda belirtilen altı sebebin toplanmasına ait verilen bilgi anlayıp kabul ettiğin gibidir.Yani,gerçek olarak verilen açıklamada işittiğin altı sebebin toplanmasında,Yüce Allah’ın sözüyle o sebepler belirtilmiştir.Şanımızdandır,bir şeyin olmasını istediğimizde,o
şeye ol dememiz yeterlidir.(36/82),(16/40)Altı sebep bu ayetlerde mevcut olup açıklaması yukarıda verildi.Şu bilinmelidir ki, şuuru’l masdar olarak belirtilen ve isimlendirilen ihtiyar, cüzi iradedir ki,sevap ve günahlar bu sebep üzerinedir.Yani,cüzi irade olan ihtiyar,bütün hayvanatta mevcut olup bulunur.Fakat fiilin icad edilmesi ve terk edilmesine dair ihtiyar hayvanatta bulunmaz.Bu yüzden Bedreddin hz.leri söze şöyle devam eder;Kargaların gübre içindeki eşelenmelerinde ve su içmelerinde,horozun,gece yarısında ötmesinde ve buna benzer işlerde,avam insanlar arasında meşhur anlamı ile iradeleri olduğu zan edilir.Onların bu zanları doğru değildir,bu sözler hatadır,yalan konumundadır.Bu konuya dair verdiğimiz bilgiler hernekadar noksan akıllara göre muhalif de olsa,keşfi bilgiler olup ilahi hediyedir.Noksan akıldan kastedilen aklı meaştır.Akıl ve kalpleri hasta olan kişilerden Allah’a sığınırız.Bu durumdaki avam insanlara göre ihtiyar,dilediği işleri yapar ve dilediğini terk eder işlemez, anlamında kullanılır.Oysa,gübre içinde karganın eşelenmesi ve horozun gece yarısı ötmesi avamın bildiği ihtiyar üzere gerçekleşmez.Belki bu,yukarıda açıklanan altı sebebin toplanmasıyla ortaya çıkan ve ihtiyar olarak belirtilen cüzi irade olabilir.Ehli Hak olan arifibillah anlayışında mutlak alem hakikat ilminden başka birşey değildir. Görünürdeki bu vücut,Hak’kın vücududur.Bu ise ancak hakikat ilmi ile anlaşılır. Onun için Malik Hz.leri şöyle buyurur;Alem,cins,çeşitlenme ve şahıslar,mutlak yönünden kadimdirler. Burada cins demek gerçek beraberlik anlamındadır.Hayvan gibi...
         Gerçekte hayvan;insan at vb.şeyler arasında ortak isimdir.Nev’i(çeşit) ise,gerçek olarak fertler arasındaki tekliktir.Zeyd ve Amr gibi şahıslar kendileri açısından tekdirler. Nihayetsiz olmalarına rağmen benzersizdirler.Alem,cinsler,çeşitler ve şahıslar mutlak yönden ezeli ve ebedidir.İster yüce alemde olsun isterse süfli(hayvani yaşayış) alemde olsun hepsi ilmi hakikat çerçevesindedir.Çünkü hakikatta cehalet yoktur.Yani hakikat ilminde cahillik yer almaz,halk edilmemiştir.Ancak değişime açık yaratılışlar vardır ki;bu halkiyet,Hak’kın vücudundan tecelli yoluyla açığa çıkar.Değişim gösteren olaylar ve sonradan yaratılmış alemler zatının zuhurudur.Ayrıca sonradan yaratılmış alemler zamanla kayıtlı değildir yani zamanla ilgisi yoktur.Çünkü zaman gerçekte mevcut değildir.
               Hak’tan zıtlık görünebilir,Cenabı hak bu zıtlıkların bazısından razı,bazısından da razı değildir.Bu zıtlıklar;iman ve ibadet ile küfür ve isyandır.Allah,kendisine iman ve ibadet yönünden razı, küfür ve isyan açısından razı değildir.Allah kulun küfründen razı değildirAllah kendi katında rıza gösterse de göstermese de yukarıda adı geçen bu özelliklerin hepsi mertebe ile zatının gereğidir.Yani zatının celal ve cemal yüzünden görüntüsüdür.Olgunluk için elbette celal ve cemal tecelliler olacaktır.Bu alem içinde yaratılmışlardan daha güzel bir şey yoktur. Bunlar bedii dir.Bedii demek;Benzeri olmayan,varlık aleminden meydana gelen demektir. Bundan dolayı apaçık görünen bu alemden daha güzel yoktur.Güzel olan bu düzen ve alemden bize uygun olanı,marifet elde etmek ve olgun bir kullukta bulunmaktır.Rıza budur, bunun dışındakiler de Hak’kın rızası yoktur.
    Konunun daha iyi anlaşılması için bazı örnekler verilmiştir,aşağıda bunlar anlatılmaktadır.
Bir kadı hırsızlık yaptığı zaman elinin kesilmesine razı değildir,fakat kaza mertebesine göre hükmüne razıdır.Bu sebepten bizim için kazaya rıza göstermek gerekir.Kaza olan şey günah ve isyan ise bunda rıza yoktur.Eğer kaza olunan ibadet ve iman ise bunda rıza vardır.Bu durum şu kişinin davranışına benzer;Kızgınlık durumunda iradesi dışında kötü söz ve işlerde bulunabilir.İrade dışı demek, bilinçsizce yapılan anlamındadır.İhtiyarın bilinç anlamına geldiği daha önce belirtildi.Kişi,sukunete kavuştuğunda yaptığı kötü işlerden dolayı kızgınlık halinden memnun olmaz.Bu örnekten şu sonuç çıkarılabilir;İhtiyar denilen şeyin şuurdan yani bilinçten ibaret olduğu anlaşılır,belirtilen şahsın kızgınlık halinde ihtiyar dediğimiz bilinci ve şuuru yani seçimi yoktur. Oysa,Cenabı Hak’kın,cemal ve celal tecellisinde ihtiyarı(seçimi) vardır.İşte bu sebepten Bedreddin hz.leri meşiyyet, zatının gerekli kıldığı mertebeleri gereğidir,demektedir.Yani  Meşiyyet; Hak’kın yönelmesi olup,Zat mertebesi yönüyle fiilin icadını talep etmesidir.Eğer dersen,açığa çıkma,fiillerin icadı zatın ve mertebelerinin icabı ve gereği ise;Kitapların gelmesinde, peygamberlerin gönderilmesinde ve mürşidlerin irşad ve Allah’a davetlerindeki hikmet nedir?Ayrıca,insanlar niçin kendi kabiliyetleri üzerine  bırakılmayıp,ezeli kaza,üzerlerinde işlemiş olsun.Hz.Pir bu soruya şöyle cevap vermiştir: Zahir alimlerinin bu düşünceleri gerçeğe yakın olmadığı gibi doğru değildir.Zahir ehlinin dediği şudur;ilahi meşiyyetin,yukarıda verilen, önceden var olan bu altı sebebin toplanmasıyla işin bir anda hem bırakılmasına hem de icad edilmesiyle alakalı olduğunu savunurlar.Yüce Allah,zalimlerin bu sözlerinden temizdir,paktır ve yücedir.Düşüncelerinde meşiyyet kelimesine verdikleri mana;çirkin işler ve haramlar dahi meşiyyetledir demektedirler.Bu düşünceler tamamıyla yanlıştır.Oysa,önceden var olan bu altı sebebin oluşmasıyla beraber iyi işlerin vücuda gelmesi hep meşiyyetledir.Kötü ve pis işler,Allah’ın meşiyyetiyledir konusuna gelince;Hal ve şan budur ki,gerçekte kötü işler kula,iyi ve güzel işler Rab’be isnat edilir.Bu iki isnat edeben,kul ile Rab arasında taksim olunur.Yoksa her ikisini de icad eden Allah’tır.Bu sözler,nisa suresinin 79.ayeti ile pekişmektedir.”Ey insan! nimet ve iyilikten sana isabet eden herşey Allah’tan,sana kötülükten isabet eden herşey nefsindendir.”Yani iyi ve övgüye layık olan işlerde Rabbini zahir,kendini batın görürsen,Hak zahir,nefs ve halkın batın olduğu mertebe ile müşahede olursun.Bu mertebe kurbi feraizdir ve cem makamıdır.Kötü ve çirkin işlerde,kendini zahir,Rab’bini batın kıl.Hak’kın batın kulun zahir olduğu bu mertebeye kurbi nevafil ve Hazretül cem denir.Demek oluyor ki;edeb ölçüsü olarak, İyi işlerde,Hak’kı zahir, kendini batın müşahedesinde cem makamında ol.Kötü ve çirkin işleri kendine isnat edip, Allah’ı batın ve kendini zahir müşahedesinde Hazretül cem makamında ol.
Sırf kendi görüşüyle bakanın dört hali vardır. 
Birincisi:Sırf,zatın vahdetliğini(birliğini) müşahadede olanın hali cem’dir.
İkincisi:Sırf,kesrete(çokluğa) nazar edenin hali hazretül cem’dir.
Üçüncüsü:Eğer,vahdete ve kesrete bir bakışla müşahedede olursa bu kişinin hali cemül cem’dir.Dördüncüsü:Asla çoğalma olmadan Hak’tan gayrıya nazar etmezse bu müşahedeye hazretül ayn ve ehadiyetül cem denir.Arifler icaba göre bu dört nazar arasında döner dururlar.
Niyazi mısri Hz.leri.bir beyitinde:”Arife eşyada esma görünür/cümle esmada müsemma görünür. Demektedir.Kuranı Azümüşşan dört ilim üzerine indirilmiştir.Bunlar,İlmi şeriat,ilmi tarikat,ilmi hakikat ve ilmi marifettir.Ameller ve ahkama ait olana şeriat denilir.Ahlak ve ahvale ait olanlara ilmi tarikat adı verilir.Allah’ın esma ve sıfatlarına ait olana ilmi marifet,İlahi hakikatlara ve Muhammedi sırlara ait olana da ilmi hakikat denir.İşte ariflere sıfatıyyun denir ki,bunlar sırf esma görür, müsemmayı(zat) Hak olarak görüp bilemez. Hakikat sahiplerine ise zatıyyun denir ki, bunlar müsemmadan başka şey görmezler.Yani esma ve sıfat kayıtlarıyla bağlı değillerdir.Anlaşılması dikkat olunur.Konun devamı olarak: Edep ölçüleri içinde çirkin,kötü ve ayıp işler kula aittir,iyi,güzel ve sevap işler ise Hak’ka aittir.”Kul küllün min indallah”Deki,herşey Allahtandır.Ayeti gereği halk ve icad yönüyle herşeyin Allah tarafından olduğuna tam iman edilmesi gerekliliğine işaret edilmektedir.Talip olan yani isteyen kişi hastaya benzer,kemalat(olgunluk) ise sıhhat gibidir.Cehalet,uzaklık yani ayrı düşme illeti ve hastalığıdır.Bu hastalığa yakalanan kendini bir doktora teslim eder.Doktor da hastada dilediği gibi tasarrufta bulunur.Hasta,yakalandığı illetten kurtulabilmasi için tedavinin ve çeşitli ilaçların verdiği acılıklara katlanması ve sabırlı olması gerekir.Doktora boyun eğmiş halde onun emir ve sözlerine bağlı bir şekilde hareket ederek sağlığına kavuşmaya çalışmalıdır.Doktorun vermiş olduğu reçete aynen uygulandığında bir gün hasta mutlaka sağlığına kavuşur.Eğer kişi gerçekten sağlığını istiyorsa emir ve telkinlere ayrılmamak üzere uyması gerekmektedir.Emirlere uymaması durumunda sağlığını bulamaz. Emir ve yasaklara uyan kişi çeşitli amaçlardan sonra sıhhate erer ve iyileşir.Buna rağmen sıhhat bulamayan kişi varsa onun daha çok çalışması gerekir.Salik için; “ben şeyhimin sözleri ve emirleri ile meşgul olmam ama yine de isteğim hasıl olsun”demek olmaz.Çünkü bu ve buna benzer sözler talepsizliğin belirtileridir.Bu yüzden kişi menfaati olan şeylerde çok çalışmalı ki, istek hasıl olsun.Bu çalışmada zaman aranmamalıdır.Salik,bu amaç ve çalışma ile bir menfaat elde ederse görevini yerine getirmiş olur.Eğer salikte takdir edilmiş bir hal ortaya çıkarsa,şüphesiz o salik kabahatlidir,azarlıdır.Makdurdan(takdir edilmiş) amaç;kişinin kendi elinde olarak yapması veya yapmaması gereken işlerdir.Yani,kişinin isterse yapabileceği istemezse yapmayacağı şeylerdir.Örneğin,dünya ile meşguliyeti kesmek, Hak’ka vuslat için uyulması gereken büyük emirlerdendir.oysa bazı kişiler,hem dünyevi işlerle meşgul olmak hemde Hak’ka vuslat isterler.Hatta der ki:Ben meşguliyetimi terk etmeden vuslat edeyim.Bu ise mümkün değildir.
Hz.ti pir dünyayı şöyle tanımlar;Kişiyi Allah’tan ayıran ne kadar şey varsa o dünyadır der.

Hiç yorum yok: