11 Ekim 2011 Salı

34.BÖLÜM:MUTLAK ZAT,TENZİH VE TEŞBİH KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Ey hakikata talip olan!bilmelisin ki,Yüce Hak’kın,zatının aslı bilinmez.Hak’kın mutlak zatı için,şöyle midir,böyle midir diye bilinmesine kullarının çaba harcamalarını Cenabı Hak istememiştir.Uluhiyet deryasında hayran olmamaları ve kullarının zamanlarının boşa gitmemesi için, ayrıca,Yüce Allah’ın bu yönle bilinmesinde kullara bir fayda vermeyeceğini ancak uluhiyet sahibi olan yüce Allah’ın kullarının çalışmalarının boşuna olmasından  ötürü merhametinden dolayı sakındırmanın gerekli olduğuAli İmran 30. Allah sizi, kendisinden sakınmaya çağırır. Allah, kullarına karşı Raûf'tur, çok şefkatlidir.Ayetlerin sözleri ile açıklanmıştır. Bâtının bâtınından haber istemek yasaktır.Bunun için Cenabı Hak’kın zahir olan yüzünün bilinmesi,düşünülmesi ve müşahede edilmesi istenmiş ve bu şekilde elde edilecek ilâhi marifet herkese farz olarak bildirilmiştir.Bedreddin Hz.nin Hak’kın zatının özü bilinmez dediği sözün içeriği,yaratılmış bütün alemlerin suretlerini,zatının içine almış olması ve bu alemlerin zatıyla ayniyet göstermesidir.Yani,bütün alemlerin sureti,Hak’ın zatında gayb ve fani olmakla beraber zatı bu alemleri kaplamıştr.Çünkü vücud,Hak’kın vücududur ve O’nun vücudundan başka vücud yoktur.Zatta gizli olan işlerin,hazreti ilmine gelmesiyle açığa çıkan feyze,feyzi akdes,eşyanın,ilmi ilâhideki sabit olan suret ve hakikatlerine de âyân-ı sabite denir.İlminden,ayan-ı sabitenin zahire çıkmasını sağlayan feyze’de feyzi mukaddes adı verilir. Bu eşyanın suretlerinin çokluğu ve çeşitliliği sonsuzdur. Bunlar Hak’kın zatında gizli ve yoklukla vasıflıdırlar.Zahir olan alemlerin sureti de Hak’kın zatıyla ayaktadır ve diridir. Çeşitlenmiş şekerlerin şekerle ayakta kalması gibi. Birbirini ardı sıra takip eden ve nihayetsiz olan bu çokluk bütün zamanlarda Hak’kın zatıyla ayaktadır ve vardır.Çokluğunun çokluğu birbirini ardı sıra takip etmesi ve şekillere bürünmüş şekerlerin, şekerin özüyle var olması gibi sözler konuyu kuvvetlendiren misallerdir. Şekerlerin çok şekilli ve suretlerde olması şekerin çoğalması anlamında değildir.Zahirde görülen eşyanın suretleri de böyledir,bunlar konunun misal yoluyla anlatımıdır.Bu alemdeki eşyanın suretleri Hak’kın zatının içindedir,yani Hak’kın zatıyla vardır.Birbiri ardınca gelen ve nihayetsiz olan bu çokluğunun çokluğu ve de alemlerin sureti O’nun zatıyla kaim olduğuna göre Hak’kın zatının aslına ulaşmak nasıl mümkün olur?Zahir olanın hepsi O’dur.İster his ile ister akıl ile isterse suret ve şekil ile zahir olsun,hepsi O’nun zatının zuhurudur.Bedreddin hz.nin belirttiği bu sözler,Hak’kın teşbih (benzetme) yönüdür.Hak için,his,akıl ve suret ile zuhurunda tenzih (Bir şeye benzememe) yönü de vardır.Çünkü Hak,his ve suretlerden arınmış ve temizdir. Cenabı Hak kendisinin teşbih ve tenzih yönünü bir ayetiyle ortaya koyar.Şura suresi 11.ayet:” Leyse ke mislihi şey’ün ve huve’s semi’ul basîr.O’nun benzeri gibi bir şey yoktur,O her şeyi işiten ve görendir.”Yani,Hak’kın zatının veya sıfatının misli, bizim(yaratılmışların) katında olan suretlerden bir surete benzemesi gibi değildir.Duyan ve gören ancak Hak’tır.’vehüve’(O) bilinen,tarif edilendir,e’s semi’ul basir de lâmı tarif olup,yani bir kelimeyi belirsiz halden belirli duruma koyandır.Bu şekilde bunlarda bilinen olmaktadır.Toparlanacak olunursa;İşitme ile sıfatlanmış olup,Hak’tan başka duyucu yoktur,ancak duyan Hak’tır.Görme ile sıfatlanan olup,Hak’tan başka görücü yoktur,ancak gören Hak’tır.Bu ayetten hareket ederek Yüce Hak,  tenzih ve teşbihi kendinde toplamış olmaktadır.”Leyse ke mislihi”sözüyle zatını tenzih eder.
“vehüve’s semi’ul basir” sözüyle de teşbih eder.Sözün özü olarak,Hak teşbih yönüyle bilinir,  tenzih yönüyle bilinmez.İşte Bedreddin Hz.lerinin,O’nun zatının aslı bilinmez dediği sözündeki mana budur.
               Füsus şerhinde Abdül Gani Hz.leri “leyseke mislihi şey’ün”sözünün açıklamasında der ki,Hak’kın mislinin misli yoktur.Hak mislini kendine ispat etmiştir.Misli de kendi sureti üzere halk olunan alemlerin bütünüdür.Bu yönden yaratılmış bütün alemler,Hak’kın mislidir ki,bu alemler ilâhi sıfatlarının tesiriyle zuhur etmiş olup,şey’in sureti,zatının tafsilatıdır.
O’nun mislinin misli İnsanı Kâmil’dir.Çünkü İnsanı Kâmil bütün alemin sureti üzeredir.Şey yoktur,misli de bütün alemlerdir,amma mislinin misli İnsanı Kâmil’dir.Alemler,İnsanı Kâmil ile şeref buldu.Onun için şey mevcut değildir.Çünkü İnsanı Kâmil şey olsa alemlerin birinden olurdu ki,bu da O’nun noksan olmasını gerektirirdi,bu durumda O kendi nefsinde kamil olmaz,insanı kamil şey ve mevcud olduğu takdirde yanmış yok edilmiş olurdu.Kendisinde mevcud Hak’tır.  Şimdi,İnsanı Kamil vücutda yokluktadır,vücud onun katında yüce ve bir olan Allah’ındır.Yüce zatı için,mutlak vücud gereklidir.Çünkü vücudsuz olmak doğru değildir ve olamaz.  Vücut ile adem(yokluk) birbirine aykırı olduğu için aralarında zıtlık vardır.Vücut,adem ile;adem de vücut ile vasıflanamaz.Çünkü yukarıda belirtildiği gibi vücut ve adem arasında zıtlık vardır.Kısaca vücut için adem mümkün olmadığı gibi,adem için de vücut mümkün olmaz. Vacibsizlik O’na layık değildir.Kevnühü(var olması)’nün anlamı,Yüce Hak’kın gerekli olması ve kendisinin ademlikle öne çıkarılmasının doğru olmadığının vurgulanmasıdır.O’nun zatını ademlikle vasfetmek doğru olmadığı gibi,ademlik O’nun zatına ulaşamaz.Mutlak vücudun anlamı,teşbihle kayıtlamak ve genelle kayıtlamakdan temiz ve mutlak olması demektir. Şeyhül Ekber miskü ezfer konusunda der ki,
                        Cenabı Hak’kı; Tenzih edecek olursan O’nu sınırlamış olursun.
                                                  Teşbih edecek olursan O’nu kayıtlamış olursun                          
                                                  Hem tenzih hem de teşbih edecek olursan gerçeği söylemiş ve,
                                                  Allah’ı bilmede önder ve seyyid olmuş olursun.                    Şeyhül Ekber,misk adı verilen kokunun,Tibet ve Çin gibi Asya’nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylânın karın derisi altındaki bir bezden elde edildiğini belirtir.Bazıları da ceylânların her otu otlamasıyla miskin oluşmadığını ancak lâle ve sümbül yenmesiyle oluştuğunu açıklamışlardır.Ceylânların devamlı surette taze ve bozulmamış,sedef içindeki inci gibi lale ve sümbülleri yemekden nefesleri misk ezfer ile kokar.Ezfer,miskin kuvvetli ve şiddetli kokmasına denir.
Füsus’da Nuh bahsinde şu konu geçer:Şimdi sen,tenzih ile inanırsan Hak’kı sınırlamış olursun.Çünkü,Hak’kın,masivadan tenzih edilmesi ile çıkarılmış olması,O’nun sınırlandırılmasına sebebiyet vermiş olur.Eğer sen,teşbih ile inanırsan yani benzetme görüşüne sahip isen,tenzihsiz Hak’kı kayıtlamış olursun,çünkü teşbih,Hak’kın bir şeye benzetilmesi ile kayıtlanmasıdır.Eğer tenzih ve teşbih ile inanırsan doğru yola sevkedilenlerden olursun.Yüce Hak,senin müşahedene bu iki yön ile sığıyorsa Allah’ı bilmede önderlerden ve evladı resulden olmuş olursun.Çünkü Hak’kı bilmede talep edilen ve amaçlanan bu iki yöndür.Hak’kı hem tenzih hem de teşbih ile bilen bir kişi hata ve suç işlemekten kurtulmuş ve hidayet yoluna yönlenip zafer elde etmiş olur.O kişi,marifette önder olup ilim ve fazilet sahibi olmada mensubu olduğu milletin hem dünyada hem de ahirette ileri gelenlerinden olur.Câmi hz.leri der ki,Müsedded(doğru yolda olan),işin,Allah tarafından yapılmış olduğunu gösteriyorsa,Cenabı Allah o kişiyi doğru yola iletmiş olmaktadır. (Müseddid) Eğer,işi yapan kendisi oluyorsa o kişi kendisini doğru yola sevk etmiş olur   Sözün özü olarak,münezzehdir(benzetilmeme) diyerek tenzih edersen Hak’kı sınırlamış, müşebbehdir(benzetilme) diyerek teşbih edersen Hak’kı kayıtlamış olursun.Münezzeh ve müşebbeh dedinse doğrusun,öndersin ve Hak’kı bilmede seyyidlerdensin.Bundan dolayı,
 Zikrin hem mecâzi hem de hakikisine sahip olanların üzerine,Hak’kı bu iki yön ile bilmek yani Hak’kı tenzih ve teşbihle cem etmek vaciptir.Buradan da şu söylenebilir,kişi Hak’kı his ile tenzih,kalb ile teşbih etmelidir.Ta ki,o makamı Muhammediyeye kadar yükselebilsin.

Hiç yorum yok: