11 Ekim 2011 Salı

41.BÖLÜM:HÜVİYYET VE ENİYYET KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Bazı ehlullah,arifler için iki hal vardır demişlerdir.Biri Cem halidir,bu halde arif aynı Hak’tır, lisanı,Hak’kın lisanıdır.Hak’kın lisanı ile konuşur.İkinci hali ise,fark’tır.Bu halinde arif halkın lisanı ile konuşur.Şimdi Cem,Hak’kın Hüviyetidir,fark ise Eniyyetidir.Hüviyyet Hak’kın batınıdır,eniyyet Hak’kın zahiridir.Hak’kın batını tenzihtir,zahiri teşbihtir.Allah’ı zikredenin anlayışı şu olmalıdır.Lisanıyla veya kalbiyle veyahut sırrıyla Allah dediği vakit,zikrinde duyularıyla teşbih ve kalbiyle tenzih ederek,teşbih ve tenzih arasını cem ederek zikrini bu tertib üzere yaparsa bu birliktelikten bir sonuç elde eder.Bunun için Şeyhül Ekber(ks) hüviyet ile eniyyetin birlikteliğini şu şekilde belirtir;Hüviyet ve eniyyetin birleşmesinden vücut ortaya çıkar demektedir.Bu bölümde verilen beyitlerin kısaca açıklaması şöyle yapılabilir.
1-Eğer bir olan zatı mutlak olmasaydı ve de bizim yoklukla sabit olan görüntümüz olmasaydı hazreti vahidiyette sıfat ve isimlerin açığa çıkması mümkün olmazdı.Keza halkı icad etmek için,eğer Hak’kın vacipliği(gerekliliği) olan vücudu,sıfatı,fiiliyesi ve Rabbani isimlerle tesir etmesi olmasaydı;Ayrıca,hakikatlerin bütün olarak onda açığa çıktığı olgun kulluk ve tesirlerle hareketlenmemiz ki,Hak’kın vücudunu kabul etme ve fiil tecellilerini kabul etme kabiliyetimiz olmasaydı,icad,ekvan ve zahirlik ortaya çıkmazdı.
2-Biz gerçekte Hak’kın kuluyuz.O,bütün ilahi isimleri toplayan suret olan,zat birliğinin cemiyetiyle bizim mevlamızdır.
3-Sen bizi,ilahi isimleri cem eden ve bunların sureti olan,ayrıca zatı birliğinin mazharı olan
İnsan ismiyle isimlendir ve bize insan de.Çünkü biz Hak’kın aynıyız.
4-Şimdi sen insanın beşer olan beden yönüne bakarak,ondan görünen ve açığa çıkan bir vücud sahibi Hak’tan perdelenme.Çünkü insan Hak’kın vücuduna delildir.Hak,bu suretle sana birçok ihsanlarda bulunmaktadır.
5-Sen,hakikatinle Hak ol.Beşer olan yaratılışınla da halk ol.
6-Hak’kın yarattıklarına Hak’tan gıda ver.
7-Çünkü sen halka gıda vermede Hak’kın vekilisin.Şimdi bu takdir üzere sen,keder ve ızdırabla zayıf yaratılışta olan insanlara,yaratılışın gerçeği olan ruh olursun ki,bu ruh ile onları irşad ederek onlara rahatlık verirsin.
Bu beyitlerin batın yönüyle zevk edilişini Hz.Pir şöyle izah eder.Felevlâhü sözü ile,evvel olanın vücudu olmasaydı ikinci varlık olmazdı anlamına gelmektedir.Kelimenin sonundaki gizli zamir olan vav harfinin benzeşmesiyle “hüve” okunur ki bu Hüviyyet’tir.Hüviyyet,zatın bütünlüğüdür.Velevlânâ’daki “nâ” ismin yerini tutmaktadır ve Hak’kın eniyyetidir. Eniyyet, zatın zuhurudur.Yani,zatın esma ve eserleriyle açığa çıkışıdır.Bu durumda beytin manası şöyle olur;Eğer bize nisbetle zat batın ve onun eserleri ile zuhuru olmasaydı bu yaratılmış olan kainat ve mahlukat da olmazdı.Çünkü halk,hüviyyet ve eniyyetin birlikteliğinden meydana geldi.Hz. Pir devam ederek,“feinnâ nağbüdühü”sözündeki feinnâ’daki ‘nâ’ zamiri daha önce geçtiği gibi enaniyetten ibarettir,nağbüdühü kelimesine bitişik olan ‘hüve’zamiri ise ismin yerine konulmuş olarak hüviyyet’ten ibarettir.Bu beytin manası da şöyle olur: ‘Feinnâ’ey eniyyet yani ey halk!‘nağbüdühü’yani biz eniyyetimiz yönüyle hüviyyete ibadet ederiz.Şimdi,abid olan halk,Hak’kın eniyyetidir.Mabud ise Hak’kın hüviyyetidir ki, mutlak olan zattır.Hüviyyet abid olma yönüyle suretle kayıtlıdır ve mabud olma yönüyle de mutlaktır. Bu ifadeden hareketle kayıtlı bir surete secde eden bir kişi kafir olmaz ancak yukarıda belirtilen bilinçle yapılması şartı ile.Bu durumda secde Allah’a yapılmış olur.
Melaikenin Âdem (as)’a secdeleri ve bizim Kâbe tarafına secdemiz gibi.Bakara suresi 115. ayette belirtildiği üzere:“Doğuda batı da Allah’ındır,nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.”ifadesine göre,kayıtlı olanı kıble yapıp secde etmek mutlak olan yüce Hak’kadır, ancak bu hareket şer’i edebe aykırıdır.Kitabü’l evrad’da gelir ki,ilimle uğraşan,tasarruflarında (kadılar,hakimler,valiler vb,) adil olanlara,alimlere,beylere hürmet ve saygı yönünden elini göğsüne koymak ve alçak bir sesle onları övmede bir sakınca yoktur.Dürrü’l muhtarda ise bu konu şu şekilde verilir;Bir insan arkadaşı ile karşılaştığında onun elini öpmesi,fikirbirliği ile hoş görülmeyen davranış olarak belirtilir.İbni Abidin der ki:Hürmet ve saygının din ve diyanet adına yani ilim sahibi adil kimseler için yapılması gerektiğini belirtirken,ilim sahibi olmayan kişiler ve din adına yapılmayan övgü,hürmete dair saygının hoş olmayacağını belirtmektedir.Bu nedenle bir müminin elinin öpülmesinde sakınca yoktur.Çünkü peygamber (sav) hadisi şeriflerinde musahafayı (tokalaşma ve el öpme) meşru kılmıştır.Hürmet ederken biraz eğilmesinde de sakınca yoktur.Tarikatı Muhammediyenin birinci cildinde Abdül Gani hz.leri der ki;Bir kimse büyüklerden biriyle karşılaşırsa başını ve bedenini eğmesi,bu eğilme çok da olsa amacı selam ve hürmetse yani ibadet kastı yoksa mahsurlu değildir.Eşbah ve Nezâyırda der ki;Bir sultana secde etmek,selam ve hürmet kastı ile olursa küfre girmez,secde, namaz kastı ile olursa küfür olur.Çünkü Allah,melekleri Ademe secdeyi emretti.Birde Yusuf (as)’ın kardeşleri kendisine secde etti.Ayetleri delildir. 
Tabakatı Şaranide ikinci cildin yüz onbirinci sahifesinde şu ifade vardır:Meleklerin Âdem (as)’a secdesi küçüğün büyüğe olan hürmeti ve saygısı gibidir.Çünkü Âdem(as), Muhammed (as)’ın zuhuru olup O’ndan suret ve nişan taşımaktadır.Âdem(as)’ın sureti Muhammed (as)’ın sureti üzerine olması şu şekilde açıklanmaktadır.Âdem’in başı ‘mim’elleri ‘ha’ göbeği ‘mim’ ve ayakları ‘dal’ dır.Hat yazı ve resimleri bu şekilde yazılmakta idi.Bu konu ile ilgili olarak, üç yüz on üç peygamberin isimlerinin,Muhammed isminden çıktığı söylenebilir.Muhammed isminin evveli ‘mim’dir.söylenirken üç harf olur.‘mim-ye-mim’ve ‘ha’dır.‘ha’iki harfdir.He ve elif dir ki bu elif okunmayandır.İki ‘mim’ altı harftir. ‘dal’ da ise üç harf vardır. Muhammed isminin harflerini zahiren ve batınen çoğaltabilirsin.Üç yüz on üç Muhammed’ den birbirinden farklı çok sayıda elçi ortaya çıkar ki,bunlar nübüvveti toplarlar. Bu sayıdan bir tanesi geri kalır ki,makamı velayeti Muhammediyedir.Enbiyaların getirdiği vahye tabi birbirinden farklı bütün evliyanın mertebesi olan,velayet mertebesidir.Demek oluyor ki,enbiya ve evliya Muhammed’de toplanmıştır.Anlaşılması dikkate sunulur…
   Tekrar beyite dönülürse;Bu beyitte belirtilen ‘Hak’kan’Hz pirin sözüne göre ister istemez sabittir anlamındadır.Yani ister istemez ibadet sabittir.İsra suresi 23. ayetinde belirtildiği gibi Hak’dan başkasına ibadet edilmez.Bu ayetten anlaşılıyor ki,eniyyet abiddir ve hüviyyet’de mabuttur.yine Hz.ti pirin,‘İnnallâhe mevlâna’mısrasında,Allah’ın isimlerinden olan mevlâ ismine işaret vardır ki,Mevlâ;fail ve tasarruf eden anlamındadır.Bu durumda mana şöyle olur ki,bize iyilikte bulunduğunda veya bazı işlerden men ettiğinde veyahud bizimle bir iş yaparsa ve işlerse ve de bunlardan başka emirlerin tümü ancak eniyyet yönündendir.Yani bize ihsanda bulunan veya bazı şeyleri yasak kılan,bizde fiili ile açığa çıkan vesair bütün emirlerde ancak eniyyet yönüyle zuhur eden Allah’tır.Bunun üzerine biz hüviyyeti için ve hüviyyeti yönüyle O’na tevazu ile yalvarıp O’nun huzurunda alçalırız.Mesela,sen bir kimseden bir şey talep edip kalbin ile hüviyyeti kasd etsen sana yaptığı ihsan eniyyeti ile olur. Velhasıl bütün bu tariflerin hepsi hüviyet ve eniyyet arasındaki fark dili ile söylenmiştir.ama hüviyyet ve eniyyet arasını birbirinden ayırmaz ve fark etmezse bu durumda abid ve mabud, isteyen ve istenen hüviyettir başkası yoktur.Bu makamda hüviyyet aynı eniyyettir.Bu mertebeye makamı mahmud denir.Bu makam,efendimiz Muhammed(sav)’e mahsustur ve ümmetinin kamilleri içindir.Bunun için Beyazid Bestami(ks) hz.leri şu sözü söylemişlerdir; ‘Biz bir deryaya daldık enbiya(as) ise sahilindedir.’Derya,o makamdır yani makamı mahmuttur.Ancak bu söz ile biz kamiller olarak enbiya üzerine bir üstünlüğümüz vardır anlamı çıkarılmamalıdır.Çünkü bu makama ulaşmak ancak efendimiz Muhammed(sav) vasıtasıyla olur.Yani bu makama ulaşmak Muhammed (sav) efendimizin varislerine tabi olmakla gerçekleşir.Seyyidimiz Muhammed(sav)’in bu makamdan dolayı diğer enbiya üzerine bir üstünlüğü vardır.Bu makamın sahibi bizzat kendisi olup,O’na aittir.
Feraha’r Ruh’ta denir ki,Bu deryaya batmanın anlamı ve amacı beka makamlarının nihayetine varmaktır.Bu söze Resulallah(sav) efendimizin mekke’den Medine’ye hicreti şeklinde mana verilmiştir.Yani Mekke bir derya Medine’de onun sahili oldu.Fahri alem efendimizin bu deryadan sahile çıkışı tedbirli ve azar azar gerçekleşti.Velhasıl bu derya cemiyetinden insanların irşadı için öz olan farka çıktı.Bu makamda Beyazid bestami(ks) kendi durumunu açık edip şöyle der:“Biz derya ortasındayız ve enbiya (as) sahildedir.”Yani biz bu cemiyette gark olmuşuz ve kendimizden fena bulmuşuzdur.Bundan başka bir menfaatimiz yoktur. Enbiya (as) ise bu cemiyyet ve fenadan sonra bekabillah ile şeref bulmuşlar,hem genel hem de özel olarak avam ve havası şeriat ve hakikat ile irşad için bu deryadan taşraya gelmişlerdir. Şimdi onlar her yönden üfleyici,giderici ve faydalı (nafiğ) ismine mazhar olarak yüksek rütbe (rütbe-i ulyâ), ilim irfan yönünden şeref ve yücelik(fazilet-i uzmâ) bulmuşlar ve büyük cemiyet (cemiyet-i Kübra) elde etmişlerdir.

Hiç yorum yok: