11 Ekim 2011 Salı

44.BÖLÜM:TASAVVUF KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Tasavvuf üç şey için kullanılan bir isimdir.Sırrı Sakatî hazretlerinin de beyanı bu yönde olup açıklaması aşağıdaki gibidir.Tasavvuf ismi,yünden dokunmuş giysiden çıkarılmıştır.Yün giyen anlamındadır.Çünkü yünlü giysi,koyun ahlakını,yumuşaklığı,teslimiyeti ve boyun eğmeyi belirtir ki,bu ahlak sülûkun (yolun) aslıdır.Avârifi Maarif adlı eserde,işe başlama ve teslim olma anlamında kullanılarak,kişinin şeyhinin elinden hırka giyilmesi şeklinde belirtilir. Bu da,Allah’ın ve resulünün getirmiş olduğu hükümler olan şeyhinin hüküm ve kaidelerine dahil olmaktır.Resulü Ekrem (sav)’e olan bağlılığın hayat bulmasını işaret eder. Zeynüddin Hâfi’nin hâşiye adlı eserinde şu açıklama yer alır:Bu açıklama meşhur ve gerçektir.Bu konu büyüklerden büyüklere aktarılmış olup,şeyhlerin icazetleri adlı eserde yazıldığı gibidir. Resulullâh,hırkayı şerifini İmamı Aliye giydirmiştir.Ali(kv)’de bu hırkayı Hasan Basri hz.leri ve Kümeyl Bin Ziyad(ra) giydirmişlerdir.Bu konu Şifayı şerif tercümesinde de vardır.Hasan olarak bahsedilen kişi,seçkin ariflerden ve tabiinden olan Hasan Basri hz.leridir ki,sevgili annesi,müminlerin anası olan Ümmü Seleme (ra)’nin hizmetçisiydi.Hasan,çocuksu davranışlarda bulundukça,Ümmü Seleme hz.leri,gönül bahçelerinin cennetlerini O’na verip beslemiş,bereketli ve yüce manaya ulaşmasına vesile olmuş,ilimde ve amelde büyük olgunluk kazanmasını sağlayarak ibret alınacak mükemmel ve kamil bir insan olmasına katkıda bulunmuştur.Hadislerin senedi ve müfessirlerin imamı olduğu,Hilafeti Faruki adlı eserde bu isimle kesin olarak yer almış ve kayıtlanmıştır.Ümmü Seleme Hz.leri Sened 114 tarihinde seksen sekiz yaşında kutlu hayatı,Hak’ka yürümekle sona ermiş ve Basra’da cennet bahçesine defn edilmiştir.Hazreti şeyhin,Allah’ın arslanı (kv) ile buluşup sohbet ettiğini ve meşhur yün hırkayı giydiğini belirten sözler,hadis alimlerinin bazıları tarafından inkar edilmiştir.Fakat Celâlettin Suyuti hz.leri yukarıda belirtilen kıssayı risaleyi münif adlı eserinde doğruluğu kesin olan ve Ali (kv) ‘nin kendi ifadesi olan güzel topluluklar dediği sözüyle iddiayı isbat etmiştir.Ayrıca Hafız İbni Hacer (ra) inkarcıların inkarına itibar yoktur ve Sünnül Hasan bu durumun ihtimal dahilinde olduğu sözüyle doğrulamış,olumlu olan olumsuzdan önce gelir şeklinde ifade etmiştir.Bunlar şehab’dan hikaye edildiği gibidir. Doğrusunu Allah bilir. Hazreti Şeyhül Ekber (ks) buyurur ki,dış giysiden amaç,zorunlu olarak giyilen örtüdür demiştir.Bundan daha iyi giysi ise fakirlerin süsü olan elbisedir.Bu örtü korunması gereken takva giysisidir.Mutlaka haram olandan sakınmaktır.Saidlerin yani iyilerin iç örtüsü budur.İç olan bu süsler ve örtü, peygamber (sav) efendimizin yüksek ahlakıdır ve onunla ahlaklanmaktır.Bu da nevafil ibadetle meşgul olan iyi ve saf kimselerin halidir. Buradan hareketle,ehlullah bu iki elbiseyi de giymişler,hem zahiren ve hem de batınen bu süsleri kendilerinde toplamışlardır.İki güzellik olarak ifade edilen bu giysileri kendileri giydikleri gibi başkalarına da giydirmişlerdir.İç giysi ile murad ettikleri kişinin gaflete düşmemesi ve daim zikirle uyanık kalmaları kast edilmiştir.Fakat Şeyhül Ekber burada şunu da ilave eder:Bu elbiseden anladığı ve kalbine gelen ilhama göre gerçek olan,hadisi kutside söylenendir.Kutsi hadisde Cenabı hak:“Yer ve göklere sığmadım mü’min kulumun kalbine sığdım.” Kâmus’da der ki,sûf ‘sad’ın zammıyla yüne denir.Yün ve hırka örneğinde olduğu gibi:Uyuz karının biri yün bulur,yünü işleme ve örmedeki marifet ve becerisi tam olmadığından onu bozar ve karıştırır yani telef eder.Bu misal,eline bir miktar mal geçip o malı değerlendiremeyip heba eden yani boşa harcayan kimse için verilir.Bu söz buraya uyan anlam taşımamaktadır.Ancak tasavvufun lugat karşılığı belirtilirken tesadüf olarak yer almıştır.
Konuya dönecek olursak,sûf,yukarıda da belirtildiği gibi koyun ahlakı olan yumuşaklık ve teslimiyeti belirtir ki,bu ahlak sulukun aslıdır.Bedreddin hazretlerinin sözü:Tasavvuf tamam olunca asıl nifak olan iki yüzlülük başlar.Gerçek sûfi;gözlerin görmediği,kulakların işitmediği ve hiçbir insanın gönlüne düşmeyen şeylere ve bilgiye sahip olur.İnsanlara,anlayışlarına uygun olarak konuşur.Bazı bilgileri gönlünde saklar ve onları açık etmez.Eğer insanlar O’nun gönlünden geçenleri bilse onu katlederlerdi.Çünkü onun sözlerini kendi inanış ve davranışlarına uygun bulmazlar.Nitekim İmamı Ali (kv) bu konuda şöyle buyururlar:“Ya Rabbi bilgi cevherinin ve ilahi esrarın halka açıklanmasını isteseydim,bana sen puta tapanlardansın derlerdi.Müslümanların ileri gelenleri kanımı dökmeyi uygun görürler ve helal sayarlardı.İşledikleri en çirkin işi güzel görüp beğenirlerdi.”Bu şiir için Şeyhül Ekber, Fütühat’ın baş taraflarında buyurur:İlahi esrar gizli olmasa İmamı Ali(ra) hazretlerinin torununun aktardığı bu şiirin manası olmazdı.Aynı konu üzerinde Ebu Hüreyre (ra)’da şöyle buyurur:“Resulullah (sav)’den iki ilim öğrendim. Birisini size açıyorum.Diğerini açıklarsam bu boynum kesilir.”Talak suresinin son ayetinin manası İbni Abbas’dan açıklanması istenir. İbni Abbas cevabında,bu ayetin manasını Resulullah’dan işittiğim gibi açıklamış olsaydım beni taşlar ve boğazımı keserdiniz.Dediği rivayet edilir.Talak suresi 12.ayeti:“Allah O’dur ki,yedi göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır.Emir/iş ve oluş onlar arasında sürekli iner ki,Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın bilgi bakımından her şeyi kuşattığını bilesiniz.”
Şimdi,sufi nasıl münafık olmaz ki,gönlündekini ve bilgisini avama söyleyemez ve olduğu gibi görünemez.Sırrı Sakati (ra) şu sözleri ile buna işaret ederek buyurur:Tasavvuf üç manalı bir isimdir.
Birinci anlamı:Marifet nurudur.Vera ve takvasının nurunu söndürmemektir.Yani,İnsanın manevi veya bedeni yapısını ayakta tutan şeylerde şeriata göre bir sapmanın veya zarar ve kuşkunun bulunduğu her şeyden sakınarak bu bilgi nurunu söndürmemektir.
Şeyh Üftade (ks) hazretleri buyurur:İrfan sahibi,insanı kamil öyle bir kimsedir ki,O’nda Rububiyet ve kemal kokusu kalmaz ve benlik davasında bulunmaz.Saf ve kalender bir meşreple görünür.
İkinci anlamı:Tasavvufu tam öğrenen bir kimse kitabın zahirine yani dışına ters gelecek batın ilmi ile konuşmaz ve söz söylemez.Çünkü kur’anı kerime muhalif olan batıldır,boştur.
Tasavvufun üçüncü anlamı:Kerâmetini yüklenmez.Buradaki kerametten maksad ise ilmin hakikatına dair olan keramettir.Kerameti kevniye ise onu temsil edemez.Çünkü kerameti kevniye olağan üstü olayların ortaya çıkmasıdır bu ise zahidlerden meydana gelir.Zühdü terk ettiği anda kerameti kevniyesi de kaybolur.Fakat kerameti ilmiyenin yok olması söz konusu değildir,asla son bulmaz.Allah’ın yasaklarını unutmak veya çiğnemek gibi durumları yüklenmez ve kimseyi de çiğnemeye teşvik etmez.Sofi,Allah’ın sırları olan tasavvuf ilmini daima örter,ulu orta konuşmaz.Çünkü bu ilmin ehli olmayandan gizlenmesi gerekir.Şayet kim bu sırları açık eder ve ehli olmayana açarsa bu kişinin kanını dökmek helal olur.
Şeyh Müslihiddin şerhinde der ki:Tasavvufdan amaç,kalbini şirk,kusur ve ayıplardan temizlemek,ilim ve irfan gibi yüksek meziyetlerle bezemektir.Tasavvuf bu iki manayı işaret eder.Ayrıca,tasavvuf kelimesindeki “ta”tövbeden ibaret olup,Allah sevgisinden başka bütün sevgilerden uzaklaşmaktır,yani kişi,kalbini Allah sevgisi ile donatmasıdır. “sad”kalbin saf olmasıdır. “vav ve fa”ezeli sözleşmedir.“Elestü birabbüküm”(Rabbiniz değilmiyim?) sözüdür.Cenabı Allah Araf suresi 172.ayette şöyle buyurur: “Hani Rabbin, ademoğullarından,bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu:“Rabbiniz değilmiyim?”Onlar;Rabbimizsin,buna tanıklık ederiz demişlerdi. Kıyamet günü biz bundan habersizdik demeyesiniz.”İşte ezeli sözleşme budur.
fa”fenadan ibarettir.Nokta dahi kalmamak üzere benliğinden kurtulmaktır.Zerre miktarı dahi şirk bırakmamaktır ve de Allah ile donanmak,bezenmek ve süslenmekten ibarettir.Büyükler katında tasavvufun tamam olması, insani kederlerden uzaklaştıktan sonra Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak sureti ile olur.Buradan hareketle sofi olan kimse karşısındaki kişinin anlayışına uygun gelecek söz söyleyip ilahi sırlara ait bilgisini kalbinde tutarak gizler bu ise nifaktır.
Nifak:İki yüzlülüktür,Kalbde olanı söylemeyip muhatabın anlayışına göre konuşmaktır.Sırrı Sakati (ra)’da gördüğü lüzum üzerine tasavvuf için,nifaka işaret eder sözünü kullanmıştır.
Bundan dolayı tasavvufun üç manalı bir isim olduğunu telaffuz eder.Bu üç mana da onun müsemması olduğunu belirtir.Eğer bir şahısta bu üç mana bulunmadığı taktirde tasavvuf kelimesi,adı geçen şahısla ilişkilendirilemez.  
Birinci mana:Marifet ve takva nurunu söndürmemek.Söndürmemekten kasıt,onları giyinmektir.Nurdan amaç ise zuhurdur.Bunun için şeyhül Ekber hazretleri buyurur,marifetten murad ilahi esrardır.Vera ve takvadan amaç ise,zühd ve bu uğurda gayret ve benzeri uğraşlardır.
Öz olarak tasavvuf:Şeri edep ve davranışları tüm azalarda gösterme gayreti içinde olarak bu nurun sönmemesini sağlamaktır.İlahi sırları içine alan batın ilmi ile amel etmemektir.Bu ifadeden de anlaşılan şudur ki,ilahi esrarı kalbinde saklayıp,şeri hükümleri anlamına uygun yaşamak ve uygulamaktır.
İkinci mana:Batın ilmi ile konuşmamak,batın (iç) ilminden murad:İlmin cevheri ve ruhu olan ilahi sırlardır.zahir ilmi;ruhu olan batın ilminin suretidir.Oysa ruh,surete zıttır.Bu sözden hareketle şunu söyleyebiliriz:Sûfi için,zahir ilmine ters gelecek,ilahi sırlar olan batın ilmi ile konuşmak doğru olmaz.Anlayışı kısır ve akılları noksan olanlar söylenenleri anlamadıklarından yanlışa düşerler ve kişiyi öldürmeye kalkarlar.
Üçüncü mana:Kerametini yüklenmez.Açık keramet göstermek sufi için doğru olmaz çünkü toplumu karışıklığa ve isyana sürükler.Yine bu konu ile ilgili Sırrı Sakati (ra) hazretleri buyurur:Avamın yanında ilahi sırları açık edip konuşmak sufi için doğru değildir.Onların anlayışlarına uygun konuşmak gerekir vesselam..Bunun nedeni ise,ilahi sırlar ehli olmayana gizlidir,açık edilmesi doğru değildir.Eğer bir kimse seyri süluk görüp makamları seyir eder ve keşfine vakıf olursa bu gibi kişilerle bunları konuşmak doğru olur.Seyri sülukun öncesi olan zahir ilmini avama açmak ve ahkam üzere konuşmak daha uygundur.Seyri süluk kapısına ulaşmak ancak ahkamı şeri ile olur.Ayrıca bu yola ve batın ilmine iman gerekir.Bu ilimde yol almak samimi bir kalp ile mümkün olur.Amaca ulaşmak için de şiddetli arzu ve istek duymak gerekir.Eğer dinin dış yönünü inkar edip sadece iç yönünü kabul ederek bu sırları açık eden için asla maksad oluşmaz,batın ilimden mahrum olur ve hz.pirin dediği gibi tevhidden eli kesilir.Onun için avamla dinin zahir konularını konuşmak ve batın yönünü yani ilahi sırları  onlardan gizlemek gerekir.Çünkü batın konuları açık etmek onların arasında gıybete hatta düşmanlığa sebep olur.Avamın anlayışı kısır olduğundan düşmanlık ortaya çıkar,bundan sakınmak gerekir.
                    
           Şeyh İbrahim Efendinin tasavvufu beyan eden kasidesi
       
        Bidayette tasavvuf sûfinin kıvamında olmaya derler
        Nihayette gönül tahtında sultan olmaya derler
                 Tasavvuf ayıplı söz giysisinden arınmış olmaktır.
                 Tasavvuf,cismi sırf Cenabı hakkın nuruyla olmaya derler
        Tarikatta tasavvuf ,sureti mahv etmekten ibarettir
        Hakikatte serabı sırda mihman olmaya derler.
                 Tasavvuf mutlak nurun parlaklığı ile uyanmaktır.
                 Tasavvuf aşkın ateşi ile yanmaya derler.        

                                        Hazreti  Mevlana

Tasavvuf nedir? Diye sual ettiler.Şeyhlerden bir dedi ki,Vicdânı ferah tutmaktır,Kalbinde gam ve bulanıklıktan eser kalmamaktır.

                                       Hazreti Sünbül Sinan

Tasavvuf aramaktır Hak rızasın   Dahi etmektir herkes sezâsın

                                         Sivasi Efendi

Tasavvuf gönlü saf etmektir  Her işte kasd insaf eylemektir.

                                         Ömer Ruşeni

Tasavvuf geçici olan dünyayı terk eylemektir,bu sözü söyleyen Ruşenidir.

                                           Şeyh Ramazan

Tasavvuf kimsenin gönlünü yıkmamaktır/Haram ve yasak olana bakmamaktır.

                                          Sadreddin Safa

Tasavvuf dünya ve ukbayı terk eylemektir/kala irade sadece zatı Mevla.

                                         Vahdeddin Kirmani

Tasavvuf bütünü ile geçmektir özünden/Dahi incinmemektir el sözünden

                           Müstakim Zâde Süleyman Sadeddin

Tasavvuf zikru fikru Hak’tır bil/Bunu terk eyleyen ahmaktır bil
Tasavvuf vasıl olmaktır hüdâya/Habibi hem rasuli Mustafaya

                                           Tercüme için                                         
Tasavvuf terki terk eylemek ey can
Safasıyla edersin mesi kur’an
                                             Dahil olur melekuta her an
                                             Fena bulan bekasıyla kemâ kân
                                              
                                           Tercüme için

Tasavvuf “ta”sı tövbeye işarettir
Sivadan ki rücua hem delalettir.
                     
                     Safaya “sad” ki israya müjdedir
                     Uruc vahdet nüzülünde ki kesrettir

Ve “vav” geldim diyen halden ibarettir
Keramet cem ile zahir hilafettir
                   
                     Fena fakre,beka fahre alamettir
                     İki sırrı bilene ‘fa’bir tacı hayrettir


Tasavvuf üç harf bir isim sirettir
Bu da kendini hiç bildirmemektir.

Tasavvuf ilmi tamam olunca sır örtülür,bu sebepden dolayı iki yüzlü olursun.Sırrı Sakati hazretleri bu iki yüzlülüğe işaret ederek tasavvuf üç manalı bir isimdir demiştir.Bu üç mana da tasavvuf ilminin örtülmesinin gerekli olduğunu belirtir.
Bedreddin hazretleri;tasavvufun tamamlanması iki yüzlü olmayı gerektirmez demektedir. Çünkü gerçek ehillerinin ilim ve davranışları ile ortaya koydukları,inançları gereğidir.Bu halde iki yüzlülük olmaz.Tasavvuf ehlinin inandığı gibi yaşaması ve konuşması ile iki yüzlülük ortadan kalkar.Ancak elde ettikleri ilim ve iman, Hak’tan perdeli olanların inançlarına ters geldiğinden yine iki yüzlü sayılırlar.Bu ifade oldukça yumuşaktır. Bedreddin hazretleri,çok zayıf bir ifade kullanmakla beraber bunun acayip ve hayret verici bir durum olduğunu belirtmiştir.Acayiplik,inanışında iki zıddı toplamaktır.Burada acayip sözü zayıf ve yumuşak kalır.Oysa acayip bir durum yoktur.Çünkü her biri kendi halinde doğru ve gerçektir. Hak’tan perdeli olanlar gibi bu varlığa ‘halk’ dersen doğrusun çünkü söylemek istediğin bu suretler hakkındadır.Perdeli olanların düşündüğü gibi değildir.Eğer bu varlığa ‘Hak’ dersen yine doğrusun.Çünkü muradın mutlak olan vücuttur.İşte küfür ehlinin küfürleri bu kayıt yüzünden olmuştur.Vücudiye mezhebinde olanlar gibi.Bu görüşe sahip olanlar, Hak’kı bu alem ile kayıt ederler.Halbuki vücut,vücudullah’tır,yani Hak’tan başka vücut sahibi yoktur. Alemin ise kendilerine has müstakil vücutları yoktur.Yokluktadır.Bir de Nusayriye mensupları vardır ki,Hak’kı İmamı Ali (kv) ile kayıtlayarak Ali’yi Hak bilirler.Rafizi mezhebinde olanlar ise Hak’kı oniki imamla kayıtlarlar.Münavele mezhebi görüşünde olanlar da,Hak’kı Hakim biemrillah ile kaydederler.Bunlardan daha aşağı derecede olanlar da vardır, onlar,Güneş’e,Ay’a,yıldıza ve ateşe taparlar.Bunlar ve benzerleri kayıtlı olanlara ibadet ederler ve Hak’kı bir suret ile kayıtlarlar.İnanaçları gereği bunlar tanrımızdır derler.
Şeyhül Ekber (ks) Fütühat’ı Mekkiye’sinde buyurur:Yaratılanlardan her birinin uluhiyet hakkında ayrı ayrı inanışları oldu.Fakat benim inanışım,yaratılanların inançlarının tümüdür. 
Füsus şerhinde Nablusi hazretleri der ki:Kişiye ölümle perde açılır.Dünya aleminden çıkıp, mana alemine girdiğinde,Dünya aleminin hayal,vehim ve zandan ibaret olduğunu anlar. Gerçek hayatın ahiret aleminde olduğunu görür.

Hiç yorum yok: