3 Temmuz 2024 Çarşamba

SELANİK’TE MEVLİHANE KAPUSU CİVARINDA HAK’KA DEFN EDİLMİŞ MELAMİ HALİFELERİNİN BÜYÜKLERİNDEN ŞEYH HACI ALİ URFİ EFENDİNİN SORULU VE CEVAPLI RİSALESİNİN SADELEŞMESİ

                                                          BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salat ve selam Seyyidlerin evveli ve sonuncusu Muhammed (sav) Efendimize ve onun yüce ailesine ve arkadaşları üzerine olsun.

Ey birader; bilmelisin ki, Hak Teala Hazretleri zatında, sıfatında, esma ve efalinde şirk kabul etmediği gibi din dahi şirket(ortak) kabul etmez. Resulun bir olması gibi din de birdir. Zümer Suresi 3.Ayet: “Gözünüzü açıp kendinize gelin! Halis din yalnız Allah’ındır.” Yani şirkten arınmış olan dindir ki, Aleyhisselatü Vessellem Efendimiz Hazretleri ve O’na tabi olanlara emredilen din İbrahim (as) dini üzerine olan milleti İbrahim dinidir. Yüce Allah, Ali-İmran Suresi 95.Ayetinde buyurur: “Hadi artık hanif olarak İbrahim dinine uyun. Müşriklerden değildi o.” Sıkı sıkı tenbih edilen emri ilahi, sırf tevhid üzere olmaktır. Yine Bakara Suresi 130.Ayette buyrulur: “Milleti İbrahim’den ancak sefih(zevk ve eğlenceye düşkün) olanlar yüz çevirir.” Hakikat yönüyle “Nefsini bilen rabbini bilir.” hadisi şerifin manası budur. Yani, Adem zamanından bu ana kadar bütün ümmetlerin sadık oldukları din, Ahmedi dindir. Tevhid üzerine dayanır. Elçilerin gelmesi ve kitapların inmesi, bozulan muamelat ve ahkamın değişmesidir. Din eskiden olduğu gibidir. Cümle kitapların ve vahiy yoluyla inmiş kitapların beyan ettikleri din O dindir. Ancak dini tam kemal üzere açıklayan yüce Kur’an’dır. Nasıl ki, Fahri Alem (sav) Efendimiz, bütün peygamberlerin imamı ise, Kur’anı Kerim de inzal olunan kitapların özüdür.

Tevrad’ı şerif; Tevhidi tenziyeyi.                 

İncil’i şerif; Yüksek teşbihi açıklar.

Tenzih: Allah(cc)’ü bütün noksanlıklardan temiz kılmak. Birşeye benzetmemek.

Teşbih: Bir şeye benzetmek.

     Geçmiş ümmetlerin istidatları olgun olup ikisini de anlamağa kabiliyetleri vardı. Şura Suresi 11.Ayet: “O’nun misli olan hiçbirşey yoktur, işiten ve gören O’dur.” Ayeti fermanınca daim ve baki üzere, yüce Kur’an tenzih ve teşbihi kendinde toplamıştır. Yüce Mevla Hazretleri bu özelliği Kur’an ve Furkan olarak buyurmuştur. Cem ve farkı kendinde toplamıştır. İmam Ali (kv) buyururlar: “Cemsiz fark şirk, farksız cem de zındıklıktır.” Sırrı nurlu Hazreti Şeyhül Ekber(ks) buyurur: “Sen cem ile fark arasında bulun, en doğru yerde olursun.” Yani fark ki, zahirdir, kayıt ve teşbihtir. Cem’siz yalnız fark ile kayıt olan açık şirkten kendini kurtarırsın ancak gizli şirkten kurtaramazsın. Benzer şekilde, sırf cem ki, batındır ve mutlak tenzihtir. Farksız yalnız cem ile olursan zındıklıkla kayıtlanmaktan kurtulamazsın.

Tevhid: Şer’i şerifin gerek zahirini ve gerek batınını cem ederek ikisinin de hükümlerini yerine getirmektir.

Zahir: Afakta olan görünen ve kitapla açıklanan.

Batın: Enfüsde olup avamın şuhud edemediği, zahir olan kitaplarda açıklanmayan ilahi ayetlerdir.

        Fussilet Suresi 53.Ayet: “Onlara ayetlerimizi afaklarında ve enfüslerinde göstereceğiz. Ta ki, onun Hak olduğu ayan beyan belli olsun.” Ayeti gereğince avam, açık olan ayetleri afakta görüp de enfüste göremediklerinden enfüsteki ayetler onlardan örtülü kalır ve batın olarak tabir ederler. Ehli vahdet, afakta gördükleri benzer ayetleri enfüste de şuhud ettiklerinden onların katında zahir ve batın bir şey olmakla zahir ve batını cem ederler. Mesela; İslamın binası beş şart üzerine oturur. Bu beş şartı açık olarak yerine getiren Müslüman olur. Ancak batın olan enfüste de belirtilen beş şart olduğundan adı geçen beş şartı zahiren ve batınen gerçekleştirenlerin, Tevbe Suresi 124.Ayet: “Onların imanları üzerine imanları arttı.” Hak’kın yüce fermanınca afaktaki imanları enfüsteki imanları ile ziyadelenir. Ehli tevhid ve ehli yakin olurlar ve şirkten kurtulurlar. Şeriatın hükümlerini gereği üzere yerine getirmiş ve sıdkıyet makamında bulunmuş olurlar. Şer’i şerif, uçsuz bucaksız bir deniz olduğundan ince eleyip sık dokuyanlara göre, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet olarak isimlendirildi. Şeriatın nihayeti tarikatın başlangıcıdır. Tarikatın nihayeti tevhidi hakikinin başlangıcıdır. Tevhidi hakikinin nihayeti, marifetullahın başlangıcıdır.

Şeriat: Şer’i şerifin ahkamını söz ile tahsil edip öğrenmektir.

Tarikat: Şer’i şerifin hükümlerini fiilen uygulamaktır. Bunların ikisi de zahirdir.

Hakikat: “Allah’ım eşyanın hakikatını bana göster.” hadisine dayanarak aleyhisselatı vessellemin sözü üzerine eşyanın özünü, nisbet olmaksızın, gerçekte olduğu gibi anlamak ve şüphe duymamaktır.

Marifet: “Nefsini bilen rabbini bilir.” Hazreti nebevi sözü üzerine kendi nefsini bilmektir. Dikkat edilmelidir ki, irfaniyet kitaplardan araştırılmakla öğrenilmez ve anlaşılmaz. “Rabbımı Rabbımla bildim.” Sözü delilince Rab, Rab ile bilinir. Yol gösterici olarak Maide Suresi 35.Ayet: “O’na ulaşmak için vesile arayın.” Emri gereğince kişi terbiye olunmak için Mürşidi Kamile muhtaçtır.

        Hakiki tevhide sülük ederek kendini, ilahi beş varlığa sahip olan vacip ve vücut sahibi zatta mahv ve fena etmektir. “La faile illallah, la mevsufe illallah, la mevcude illallah”sırrı gerçekleşerek meratibi ilahiyeyi zevk ve şuhud etmektir. Rahman Suresi 26 ve 27.Ayet: “Herşey yokluktadır. Ancak, Rabbin celal ve ikram yüzü bakidir.” ayeti kerimesince masivadan, kendi görüş ve anlayışından ifna ve izole ile mevcut olan, gören ve görünen, fail ve tasarruf  eden Hak Teala olduğunu Şuhut etmektir.

Soru: Masivanın vücudu, sıfatı, fiilleri ve hükümleri görünürken nasıl yok olur? Yok olunca o emri ilahi, rabbani teklifat ve ahiret ve de ahirette verilecek yukarı ve aşağı dereceler olmaması gerekir.

Cevap: Yok olan var olmadığı gibi var olan da hemen söylemekle yok olmaz. Görünen bütün masivanın müstakil vücutları olmayıp ilahi zuhurattır. Vücut ve sıfatları Hak’kın vücudu ve mevsufluğu ile var iken cehaletle masivaya vücut ve sıfat verilmektedir. Gerçekte yok olanı var bildiğimizden yok ve izole edilecek kendi cehaletimizdir. Yoksa Hak’kın tecelliyatı bir an dahi yok olamaz, tecelliyat sonsuzdur, yok olmadığını bilmek de irfaniyettir. İki anda bir tecelli olmadığı gibi bir anda da iki tecelli olmaz. Ankebut Suresi 19.Ayet:  “Hiç görmediler mi, Allah yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra onu yeni baştan yapıyor.” Emri üzere her anda olan baki tecelli, gayriyetin gayrıdır. Cehalet irfaniyette yok olunca gerçek vücut sahibi ortaya çıkar. Hak’kın vücudundan gayrı vücut olmadığı ve masiva denilen kesretin, tecelliyatı ilahiye olup vahdaniyetinin inkar olunamayacağı anlaşılır. Benzer şekilde “Ben bir gizli hazine idim bilinmekliğimi muhabbet ettim ve halkı halk eyledim.” Kutsi hadis üzere bilinmekliğini muhabbet etmesi, uluhiyet mertebelerinin icabı, rububiyet ve vahdaniyetini kesrette açığa çıkarmak suretiyle zuhura gelmesidir. Bundan dolayı kesret, ilahi zuhurat olduğu gibi kesrette görünen vücut, sıfat, efal ve ahkam ve de hareket ve sükunluk dahi yüce Rabbimizin çeşitli renklerle görünmesidir. Emir ve yasaklar, teklifatı ilahi, ahiret ve ahirette olacak sual, hesap, sırat, mizan, yukarı ve aşağı dereceler Kur’anı Azümüşşanda söylendiği gibi hepsi gerçektir. Amir, hakim ve fail olan zat’dan, memur, hüküm giyen ve kabul edene hitaptır.

Soru: Görünen kesret, Hak’kın zuhuratı olduğu için aynı olması gerekir, aynı olunca da sayıya gelen ilah olmasını gerektirir, teklifat kendinden kendine olunca dünya ve ahirette azab görecek olanın Hak Teala Hazretleri olmasını icab eder bu ise olası bir şey değildir.

Cevap: Zuhuratı ilahi, isim ve görüntü yönüyle gayrıdır. Onun için kendi kendine teklif vermesi ve azab etmesi olmaz. Çünkü teklifat ve azab görme rububiyet hükümlerindendir. Rububiyet mertebesi ise terbiye edilecek olanı talep eder. Terbiye olacak olanı, şeriat teklifi ile, azap görme ve nimetlenme gibi değerlerle işleme tabi tutar.

Soru: Hak Teala Hazretlerini denize, bu tecelliyatı da dalgaya benzetirsiniz, dalgalar denizin aynı olup denizde ortaya çıkar ve denizde kaybolur, benzer şekilde, bu mahlukatta Hak’da zuhur eder Hak’da yok olur dersiniz, buna da , Rahman Suresi 26 ve 27.Ayetler : “Herşey yokluktadır. Ancak, Rabbin celal ve ikram yüzü bakidir.” ayetiyle, Mümin Suresi 16.Ayet: “Bugün mülk kimindir? sadece kahredici Allah’ındır.” Ayetini delil getirirsiniz. Deniz olayında olduğu gibi, dalgalar denizden zuhur ederek denizin aynı iseler de gayrı görünür, işte isimler de dalga gibidir. Bazen denizi dalgasız görürüz, dalgaları da rüzgarın esmesiyle denizin kabarması olarak niteleriz amma zuhuratı ilahi dediğimiz kesretin noksan bulması yoktur. Her an yok olup var olurlar. Açıklanan iki ayetin hükümleri suretlerin üflenmesinden sonradır.

Cevap: Denizi dalgaya benzetmek kesretteki görünenlerin vücudunun bir vücut olmasından dolayıdır. Surette her ne kadar zıt görünse de hakikatta birdir. Bazı zamanlarda dalganın görünmemesi, Muhammed (sav) efendimizin makamı olan tevhidi ehadiyyet ve tevhidi sırfı işaret eder. Bundan önceki makam kesret ve vahdet, cemülcem makamıdır. Bu makam noksandır. Bundan dolayı Resulu Ekrem efendimizin gölgesi yere düşmedi. Gölgesi olmadı ve makamı sırf tevhide işarettir.

Soru: Rabbi Teala Hazretlerinin görünür olduğunu söylüyorsunuz ve İmamı Ali hazretlerinin “Görmediğim rabbe ibadet etmem.” buyurduğunu delil getirirsiniz bununla birlikte görme ahirete mahsustur, dünyada, hazreti Musa, salat ve selam O’nun üzerine olsun, görmemiş iken başkaları nasıl görmüş olabilir?

Cevap: Yüce Allah (cc)’ü hazretlerinin zahir, hazır ve nazır olduğuna şüphe yoktur. Ancak görünmesi ve bilinmesi beşeri özelliklerden hariç olduğundan hazreti Musa(as)’a “Göremezsin” buyruldu. Ancak eserlerin mazharı efal, efalin mazharı esma ve esmanın mazharı sıfat olup, hazreti sıfat hakikatı Muhammediye olmakla, yukarıda geçen bütün görünenleri kendinde toplayan hakikatı Muhammediye’yi gören, sayılmış görünen eserleri ile beraber eser sahibinde yok olduğunu müşahede eden, baki ve mevcut sıfatlarıyla zuhur eden yüce zat hazretleri olduğunu görür ve bilir. “Beni gören Hak’kı görür.” diyen peygamberimiz (sav) efendimizin emirleri üzere eserde, Bakara Suresi 115.Ayet: “Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü ordadır.” İlahi ferman yönüyle her tarafta görünen ve cilvegar olan kendidir. Amma kesret gören vahdeti göremez. Kesret vahdete perde olur. Perde kalkmadan sevgili görülemez.

Soru: Görünen Hak’kın tecelliyatı, tecelli, tecelli edenin aynı olduğuna göre her ne görürsek leş ve pisliğe varıncaya kadar Hak mı diyelim?

Cevap: Saydıklarımızla birlikte bu, şu, o her dediğin kesrettir. Kesret ise vahdetin zıttıdır. Kesret gören vahdet göremez ve vahdet gören leş de pislik de göremez. O halde bu yönde yapılan açıklamanın anlaşılması ve gerçeğin görülmesi ve zevk edilmesi ancak eşyanın hakikatının feth edilmesi ve müşahedesi ile olur. Zevk ve şuhudu olmayan “Dünyada ama olan ahirette de amadır.” İlahi emir üzere ama olan ne görebilir? Bu renk çeşitliliğini ve şekilleri nasıl anlayabilir. Medreseye girmeden fıkıh ilmi anlaşılmadığı gibi tevhide sülük etmeden ilmi tevhid anlaşılmaz. Her ilmin iyi olup olmadığını uzmanı anlar.

Soru: Bu görünen kesrete, tecelliyatı ilahi ve rabbin yarattıkları demek bir tabirden ibarettir. Bu ifadeye göre yaratılmışların zatlarında değişme olmadığı sürece iki tabirin arasında ne fark vardır? 

Cevap: Gerçekte fark yoktur. Farkı yaratan cehalettir ki, avam, yaratılmışları, kendilerine ait müstakil vücudu, sıfatı ve fiileri olan mahlukat zanneder ve onların Hak’tan ayrı olduklarını vehm ederler. Bundan dolayı  Hak’kın vücut, sıfat, efal, kudret ve kuvvetinde şirk koşarlar. Tevbe Suresi 18.Ayet: “Bütün müşrikler pistir.” Emri fermanına mazhar olurlar. Her ne kadar bazıları alemin vücudu Allah’ın vücudunun gölgesi, bazıları da alemin vücudu Allah’ın vücudunun gayrısı olduğuna inansalar da, Yüce Hak vücudunda ortak kabul etmediğinden gölge diyenler gölgenin gayriyetiyle ve ayrıdır diyenler gayrının gayrıyetiyle Hak’ka ortaklık ederler. Arifler ve hakikat ehilleri bu varlığı Hak’tan ayrı görmediklerinden ve alemi Hak’kın zuhuru olduğunu, kendilerine mahsus vücut ve sıfat kokusu koklamadıklarını bilip müşahede ettiklerinden şirk koşmazlar. Olgun bir tenzihten maksat Hak’kın birliğine arif olmak ve şirkten uzak durmaktır. Mevcut, mevsuf, fail ve tasarruf edenin Hak olduğunu ve kesrette görünen varlığın vahdetin aynı olduğunu ikrar ve Şuhut ederler. Alemi kesret, mevcudat, mahlukat, tecelliyatı zuhurat, her ne dersen de yine kendidir. Tabir ile değişmez. 

Soru: Bu senin buyurduğun ifadeyi niçin ulema efendilerimiz ifade ve açıklamada bulunmuyorlar.?

Cevap: Benim açıkladığım bir tabirden ibaret değildir. Bu olayın kendisi olup dört kitabın ortaya koyduğu tevhiddir. Bunun yanında alim demek; şeriat, tarikat ve hakikata vakıf olmak demektir. Yani şer’i şerifi zahiren ve batınen bilip uygulayan demektir. Fakat sadece zahir yönünü bilenler bildikleri kadarını yerine getirirler. Sebep ve manasını bilenler bu uslüp üzerine ifade ve tarifte bulunurlar. Hepsinin vaaz ve nasihatları şer’i şerif üzerinedir. Amma şeriatsız hakikat mümkün değildir. Daha başlıngıçta ahkamı şeriat bilmek ve yerine getirmek gerekir. Sonra tarikat ilmine sülük etmek, şer’i şerifin hükümlerini bizzat uygulamak demektir. Hakikat, ilmi ledün olup kitaplarda yazılı olmadığından ulema efendilerimiz, kitaplarda yazılanları çalışmaları karşılığında avama anlatırlar. Oysa kamil mürşit olan efendilerimiz ise hakikat ilmi ve marifet ilmi olan tevhid ilmini telkin etmeleri  görev bilinci ve aşkına sahip olmalarındandır.

Soru: Ahmedi dinin ilmi, akıl ve nakile dayanır. İlmi batın kitapları olmayınca akıl ve nakile güvenmemek gerekir?

Cevap: İlmi zahir, Rusullah (sav) den bu yana rivayetten rivayete ve kitaptan kitaba alındığından şüpheden arınmamıştır. İlmi batın ise; Kehf-65 “Biz O’na kendi katımızdan ilmi ledün bağışladık.” buyruğu üzerine yüce Mevla hazretlerinden almakla şüpheden kurtulmuştur. Gerçi, ilmi batın kitapları, ilmi zahir kitaplarından birkaç misli fazladır. Hepsi de ayet ve hadis üzerine yazılmıştır. Bu kitapları bir araya getirenler, Resulü Ekrem (sav) efendimizin varisleri olup zahiren ve batınen görevli olan kiram ve hakikat ehilleri kamillerdir. Ancak, ilmi zahir ilmi derstir. Bu da ders okumakla tahsil edilir. Amma ilmi batın, ilmi nefstir yani kişinin kendinde gerçekleşir. İlmi batın kitaplardan okumakla elde edilmediğinden, arifler kitaplarda yazılı olanlara itibar etmezler. Kitaptan öğrenilen ilmel yakindir, arifler ise aynel yakine bile kanmazlar, hakkal yakin oluşmadan konuşmazlar.

Soru: Söylemiş olduğunuz kişiler ve mürşitler zamanımızda pek azdır. Çok nadir hatta yok gibidir.

Cevap: Bu ve bu benzeri Allah erleri Ahmedi dinin doğrulayıcılarıdır. Ahmedi din durdukça onlarda bu alemde var olacaklardır. Beni İsrail zamanı, nebilerden ve İsa (as)’dan yoksun olmadıkları gibi. “Kavminin içindeki şeyh ümmetin içindeki peygamber gibidir.” Resullah (sav) efendimizin sözü üzere mürşitler, içinde bulunduğu toplumda nebi ayarında olduklarından kıyamete kadar bir an dahi noksan olmazlar. Her zamanda, her beldede mevcutturlar. Ancak bilinmeleri ehline mahsustur. Avam, zühtü takva ile bilmeyi arar. Bununla birlikte zahit ve Allah’tan korkanlar taliptir ve Hak’kı talep ederler fakat onlar istenilendir, Yüce Hak onları talep eder. Onun için zahirde bütün zamanlarını, Allah’ın farzları ve hazreti nebevi (sav) efendimizin sünnetleri ile geçirirler, ayrıca “Bir saatlik tefekkür bin yıllık ibadetten hayırlıdır.” fermanınca, yaratılmışların en hayırlısına en üstün ve yüce salat ve selam üzerine olduklarından vahdet denizinin tefekkürü, huzur ve müşahedesi  ile sohbettedirler. Gerçi herkesin haline göre konuşurlar, ticaret işleri ile uğraşırlar ise de “Nur Suresi 37.Ayet: “Öyle erler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alış veriş onları Allah’ı anmaktan, namaz  kılmaktan, zekat vermekten alıkoymaz.” İlahi emir üzerine huzurdan ve daim namazdan, dualardan ve Resullah (sav) efendimize olan bağlılıklarından bir an dahi gaflet etmezler. Onların suretleri halkla, siretleri (iç yönleri) Hak’ladır.

Soru: Resul (sav) Efendimiz ibadet ve riyazat ile meşgul oldukları halde, bu kişiler ibadet ve riyazatla niçin meşgul olmazlar?

Cevap: Aleyhisselatı vessellem efendimizin ibadet ve riyazatla meşgul olmaları şeriatı yaymak içindir. İbadet, Rabbani tecelli olup Allah’a şükrü belirtir. İbadet değildir. Hatta, “Geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladım.” Sözü hatırlatıldığında yani, af ve bağışlanmış olduğu söylendiği halde bu nasıl bir ibadettir? diye sual ettiklerinde “Ben Allah’a şükreden kul olmayayım mı?” buyurdular. “Ben Allah’a ibadet eden kul olmayayım mı? buyurmadılar. Çünkü ibadet, cehennemden kurtulmak  ve cennete kavuşmak amacıyla yapılır. Katıksız ve ihlasla yapılmadığından ve bu kesretle meşgul ettiğinden itibar etmezler.

Soru: Rabbani olan ibadet Allah’a şükrane olarak yapılan ibadettir dediğin nasıl bir ibadettir?

Cevap: Kulun kendi varlığı olmayarak belli amaç ve beklenti içinde bulunmadan, Hak için, Hak’tan Hak’ka yapılan ameli salihtir. Bu şekilde yapılan ibadet enbiya ve varislerine mahsustur. Sebe Suresi 13.Ayet: “Ey Davud ailesi, şükür olarak işi yapın. Kullarım içinde şükredenler o kadar az ki..” bu özellikteki kişiler şükreden kullardır. İbadet eden kul değildirler. Bundan dolayı ibadetleri ubudettir. Avam bunların hallerine vakıf olamadıkları gibi sözlerine ve ubudetlerine de vakıf olamazlar. “İnsan bilmediğinin düşmanıdır.” sözü delilince Resul (sav) Efendimize yapılan iftiralar, buna benzer gün be gün yaptıkları kötülemeler ve ayıplamalarla kendilerini örterler. Cahillerden Allah’a sığınırız.

Soru: Hak’tan Hak’ka, Hak için ibadet nasıl olabilir?

Cevap: Meratibi saltanat bilinmeden, sultan bile tam olgunlukla bilinmez. Bütün noksanlıklardan arınmış olan Hak Teala hazretlerinin Uluhiyyet ve Rububiyyet mertebelerini bilmeden Hak’ka nasıl arif olabilirsin? Tevbe Suresi 28.Ayet: “Bütün müşrikler pistir.” Buyrulmuş iken, pislikle beraber padişaha değil sarayına bile yaklaşamazsın. “Vücudun en büyük günahtır. Başka günahla kıyas kabul etmez.” hadisi şerif delilince Vücudu unsuriyende mevcut oldukça ve benlikte bulundukça pislik olan şirk senden hiçbir zaman ayrılmaz. Ancak mürşidin telkini ile, vücudundan ve bütün masivadan kurtulup yok olduğunda, Rahman Suresi 27.Ayet: “Herşey yokluktadır. Ancak, Rabbin celal ve ikram yüzü bakidir.” ilahi fermanı üzere Hak’tan gayrı olmadığını söylemek ve fail Allahu Teala olduğunu, bunun hem enfüste hem de afakta gerçekleştiğini kabul edip bu şekilde müşahedede  bulunmakla şirkten kurtulmuş olursun. Fail ve yüklenici kendi olduğu gibi abid ve mabudun dahi kendi olduğuna şüphen kalmaz. Medresede bulunmadan en küçük bilgisizlikten dahi kurtulamazsın. Bunun gibi mürşidi kamilin önüne teslimiyetle diz çökmeden cehaletten ve şirkten kurtulamazsın ve marifetullahı tahsil edemezsin. Sözlerin şeriatla, işlerin tarikatla, halin hakikatla olmadan Resul(sav)’e tabi olamazsın, kamil bir mümin ve fırkayı naciyeden de olamazsın.

    Resulullah(sav) efendimiz buyurdular, “şeriat sözlerin, tarikat fiillerin, hakikat hallerindir”  Salat ve selam, başlangıçtan sona kadar, peygamberimize, ailesine ve arkadaşlarının üzerine olsun. Bütün yardım ve hidayet onlara mensup olanlar üzerine olsun. Amin Yarabbel Alemin… 

 

                                                                                                                            Sadeleştirme 

                                                                                                                    Mehmet Naci GÜNEY

 

 

Hiç yorum yok: