BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salat
ve selam yüce önder Muhammed (sav) Efendimize ve onun yüce ailesine ve
arkadaşları üzerine olsun.
Tarifi zengin olan, insanların ve cinlerin
alemi gaybden alemi şehadete zuhurları, noksanlıktan arınmış Hak Tealâ
hazretlerine arif olmak için gerçekleşmiştir. Zariyat-56 “Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye
yarattım.” Ayeti kerimesindeki ibadet kelimesini ehlullahdan İbni Abbas
Allah ondan razı olsun şöyle tefsir ettiler; Şimdi, tafsil olarak arif olmak
mümkün değildir, buna, “Biz seni
hakkıyla tanıyamadık, Ey! Bilinen Allah” sözü şahiddir. Toplu ve tam olarak
arif olmak ise, ilâhi vasıfların kulda zuhur etmesiyle olur. Bu da mevcut,
mevsuf, fail ve tasarruf edenin Yüce Hak’kın olduğunu ve gayriyet olan
masivanın vücut, efal ve tasarruf sahibi
olmadığını bilmekle olur. Bu anlayışın oluşması için şeri şerife tam uymak ve
Mürşidi kamilin nefesiyle ve tevhidi hakikiye sülük etmekle olur. Yani tevhid
makamlarının tahsil ve zevk edilmesi ile ulaşılır. Makamat yedidir. Üçü
fenafillah, dördü de bekabillahtır. Ehlullah bunları, nefis yurdunda
gerçekleşen makam ve mertebe isimleri olarak tarif etmişlerdir. Bu ifade de
anlaşmazlık var gibi görünse de gerçekte ihtilaf yoktur. Hepsi bir tabirden ve
meramlarının anlaşılmasından ibarettir.
Tevhid birlik demektir. Bir olanın birliğe
ihtiyacı olmadığı bilinse de, gaflet olan beşeriyet perdesi sebebiyle, vahdetin
kesreti, gayriyet gibi göründüğünden Yüce Hak’kın zatında, sıfatlarında ve
efalinde şirk koşulur. Yani fail, Yüce Hak iken ve bütün sebeplere sahip olan
kendisi iken şu işi felan şöyle yaptı, ben böyle yaptım, felan sebep oldu
diyerek her şey Hak’ka nisbet olunmadığından gizli şirk meydana gelir. Müşriklerin,
ilâhi marifetten yoksun olduğu, Nisa-48
“Allah kendine şirk koşulmasını affetmez,onun dışında kalanı dilediği kişi için
affeder.” Ayeti ile sabittir. Gizli
ve açık şirk yok edilmediği sürece fırkayı naciyeye (kurtulmuşlar
zümresi) dahil olmaları ve irfaniyet elde etmeleri, kendine ve saireye nisbet olunan
efal, sıfat ve varlığın Hak’kın efal sıfat ve varlığında mahv ve yok edilmesi
ile olur. Bunun için her mü’minin tevhidi hakikiye sülükü elzemdir.
Tevhid iki kısımdır; Birincisi tevhidi
şer’i ki, Mü’minleri, açık şirk işleyen müşriklerden ayırır. Neticesi “Lâ ilahe illâllah’tır.” Şeriatın
muvahhidi, her şeyi mevcut, mevsuf ve fail gördüğünden ve kesreti, vahdeti
ilahiden ayrı bildiğinden gizli şirkten kurtulamaz. İbadete layık Hak Teala
hazretleri ve ibadet edilecek O’ndan başka ilah olmadığını ikrar ettikleri halde,
cahilliklerinden dolayı Hak’kı örterler ve
O’ndan ayrı olarak, O’nu tevhid ettiklerini zannederler. Herşeyin zuhur ve açığa
çıkışı Hak’kın emriyle ve kudretiyle olduğunu itiraf ederler ve bu durumu
cenabı Hak’kın sıfatlarına nisbet ederler. Onun için, ehli tahkik, şeriat
ehline sıfatıyyun derler. İkinci kısım; Hakiki tevhiddir ki, Bu görüş
sahipleri, Hak’dan gayrı mevcut, mevsuf ve tasarrufta bulunan
görmediğinden ve her şeyin meydana gelişi olan zuhuratın, Hak’tan olduğunu zevk
ve müşahede ettiklerinden zatiyyun ve muvahhidun olarak tabir olunurlar.
Neticesi, “Lâ mevcude illâllah”tır. Vücut
variyet demektir. Bu mertebe fenafillah olarak adlandırılan makamların üçüncü
mertebesidir. Fenafillahın evvelki makamı, tevhidi efal, fenayı efal ve tecelli
efaldir. Tevhidi efal demek; Efali,
Yüce Vahid Hazretlerinde birlemektir. Yani Yüce Vahid Hazretlerinden başka
failin olmadığını kavramaktır.
Fena-i Efal: Efali halktan
soyutlayıp, Hak’ta ispat etmektir. Aslında fiil Hak’kın olup ve fail hak Teala
iken cehalet ve gaflet sebebiyle halka nisbet edildiğinden efali, halktan ifna
edip gerçekte olduğu gibi Hak’ka verip, Hak’tan başka fail olmadığını şüphe
kalmayacak derecede kanaat oluşturmaktır.
Tecelli-i Efal: Hak’kın
tecelliyatı nihayetsiz olduğundan zuhura gelen fiillerin, ilahi tecelli
olduğunu zevk etmektir. İkinci mertebesi, tevhidi sıfat, fena-i sıfat ve
tecelli-i sıfattır.
Tevhidi Sıfat: Sıfatı Hak Celle Hazretlerinde
birlemektir. Yani sıfatların mevsufu ancak Hak’tır. Hak’tan başkasında sıfat
olmadığını kavramaktır.
Fena-i Sıfat: Halka nisbet
olunan bütün sıfatlar, Hak’kın sıfatları olmakla, bu sıfatları halktan soyup
Hak’ka vermektir.
Tecelli-i Sıfat: Zuhur eden
sıfatların, Hak’kın tecellisi olduğunu
zevk etmektir. Sıfatların sonu olmadığından, Hak’ka ait olan bu sıfatların
sayıya gelmesi mümkün değildir. Yüce hak her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.
Asıl olarak sıfatlar yedidir. İlahi sözün
delili olduklarından sabit sıfatlar olarak isimlendirilir. Bunlar; hayat, ilim,
irade, kudret, semi, basar ve kelamdır. Bu sıfatlar ve bununla birlikte diğer
vasıflar da Hak’kın olup, Halkta bulunmasını hakikat kabul etmediği gibi akıl
dahi kabule izin vermez. Çünkü, hayat sıfatı mahlukta olsa fena bulmaması ve
helak olmaması gerekir. İlim sıfatı için de, kulun her şeyi bilmesi ve hiçbir
kulun cahil olmaması, İrade ve Kudret sıfatı kula ait olsa, istediği şeyi ol
demesi ile meydana getirmesi, her şeye gücü yetip bir şeyden aciz kalmaması
gerekli olur. Aynı şekilde, işitmek ve görmek kula ait olsa, uzaktan ve perde
arkasından işitir ve görürdü. Kelam kula ait olsa, her lisan ile konuşması
gerekirdi. Yaratılanlar bu özelliklere zıttır. Sıfatların halk ait olduğuna
dair kayıtlı bir delil de yoktur. Bundan dolayı, kulun bu sıfatlardan nasibi
olmadığı gibi dahil olması da mümkün değildir.
Her fiilin açığa çıkması, bu sıfatların
tamamına veya bazısına ilgisi bulunduğundan sıfatsız hiçbir iş meydana
gelmeyeceği böyle bir ayırımı gerekli görmemekle de bir fiilin meydana
gelişinde kula ait bir payın olmadığı anlaşılmış olur. Fail ve Mevsuf Hak Teala
hazretleridir. Kul ise, efal ve sıfattır. Sıfatı ilahi, semavi olsun veya arz’a
ait olsun cüz’iyatta açığa çıktığından cüz’i sıfat ve cüz’i irade olarak tabir
edilir. Yoksa, cüz’iyatta zuhur eden
irade, ilahi iradeden başka bir irade olmayıp, noksanlık ve bölünme kabul etmeyen ilahi iradeden bir cüz değildir. Rahman-27 “Herşey yoktur. Ancak,
Rabbin celal ve ikram yüzü bakidir.” Rahmanın fermanı üzre, bütün masivanın
kendilerine ait bir mevcutluk, mevsufluk, faillik ve tasarrufu olmadığı gibi
her an fanidir ve yokluktadır. Üçüncü mertebesi tevhidi zat, fena-i zat ve
tecelli-i zattır. Zat; Vücut variyet demektir.
Tevhidi Zat demek;
Vücudu,
Yüce ve Vahid olan Zat Hazretlerinde birlemektir. Yani vacip olan Hak Teala
hazretlerinin vücudundan başka vücud ve Hak’tan gayrı mevcut olmadığını zevk
etmektir.
Fena-i Zat; Kişilerin
kendilerine ait olduğu zannedilen varlıklarının, Yüce Zat Hazretlerinin
varlığında yok etmektir. Yani halka nisbet olunan vücut ve varlık, Hak’kın
vücut ve varlığıdır. Halka ait olduğu zannedilen vücudun, Hak’kın vücudunda yok
etmek ve vücutla mevcut yalnız Hak Teala hazretleri olduğunu isbat etmektir.
Tecelli-i zat; Yaratılmış olan
tüm varlığın kesret olarak görünmesi zatı ilahiyenin bir tecellisi olup, halkın
kendilerine ait varlıklarının olmadıklarını anlamak ve zevk etmektir.
Tam fena ile Allah’ta yok olmak mertebesi
budur. Yokluğu kabul edilmeyen ve bulunması daima gerekli ve elzem olan vücut,
Hak Teala hazretlerine mahsustur. Ancak, “İnsanlar
uykudadır öldükleri zaman uyanırlar.” Hadisinin hakikatını, nefsani
istekler ve gaflet içinde bulunduklarından bir nebze dahi kavramaları mümkün
değildir. Ölmeyi anlayamadıklarından, peygamber (sav) efendimiz akabinde “Ölmeden evvel ölünüz” buyurdu. Yani, zorunlu
ölüm sana gelmeden kendi isteğinle öl. Hakikat sırrı olan bu sözü söyleyen
buyurdu. Kişinin kendi isteğiyle ölmesinin gerçekleşmesi, Lâ mevcude illâllah, sırrının anlaşılması ile olur. Bu sırrın
anlaşılması ise, beşeriyetten sıyrılıp, Vücutla mevcut, sıfatla mevsuf ve fiil
ile fail, Hak Teala hazretleri olduğunu ve halkın kendi nefislerinde vücut ve
sıfat kokusu koklamadıkları yönünde bir
anlayışın oluşması ile gerçekleşir. Bu mertebeye ihtiyari ölüm, tevhidi hakiki,
masivanın yokluğu, fenafillah ve tam sarhoşluk derler. Yükselme ve ilerlemenin
sonudur. Sonra ayılıp bekabillahda seyran eder. Bekabillah makamatı dörttür. Evvelki
makam Cem’dir. Zuhuru olmayan
kesreti içinde toplar. Bu makamda ilahi vücut ihsan olunur. Yani kendinde ve
bütün masivada görünen vücudun Hak’kın vücudu olduğu ve her şeyi hulul ve
ittihad olmaksızın vücudun, Hak’la mevcut olduğunun irfaniyeti ihsan olunur.
Hulul: Bir şeyin,bir
şeyin içine girmesi
İttihad: iki şeyin
birleşmesi.
Hulul ve ittihadın olması iki vücut
olmasını gerektirir ki, biri diğerine hulul etsin. Vücut, vahidi Teala
vücudundan gayrı olmayınca hulul ve ittihat olamaz. Bu makamda halk batın, Hak
zahir olduğundan, makam sahibi efal ve sıfatı ve bütün mevcudatı Hak’kın vücudu
olarak müşahede eder. Mansuru Hallac bu makamda iken vücudu, Hak’tan ayrı
görmediğinden “Enel Hak” dedi. Bu makamda, kesretsiz vahdet olduğundan
vahdet şuhudu galiptir. Her zerre Hak’kın aynı olmakla, makam sahibi, Hak’kı, eşyadan
evvel müşahede eder. “Ben hiçbir şey
görmedim ki onun önünde ve arkasında O olmasın.” kibarı kelamı
söylenmiştir. Bu makama seyri billah (Allah’tan
seyir) ve seyri muhibbi denir.
İkinci
makam, Hazretül Cem makamıdır. Bu
makamda ilahi sıfatlar ihsan edilir. Yani kendinde ve sairinde olan sıfat, ilahi
sıfatlar olduğunu ve hululsüz, Hak’kın sıfatıyla mevsuf bulundukları yani, hayatı,
ilahi hayat ile, ilmi Hak’la alim, irade ve kudreti Hak’la mürit ve muktedir, işitmesi
ve görmesi, Hak’la işiten ve gören ve Allah’ın kelamıyla konuşan olduklarını
idrak eder. Bu mertebede kesret açığa çıktığından makamı zahir yani Hak batın
halk zahir olarak müşahede edilir. Mertebe sahibinin kesret müşahedesi, vahdet
müşahedesine galiptir. “Ben her şeyin
sonunda Allah’ı gördüm.” Yani kesreti, vahdetten evvel müşahede eder ve
kesretin aynı vahdet olduğundan da gaflet etmez. Bu makamın karşılığı sıfattır.
Yine bu makama seyri mahbubi ve seyri anillah (Allah’tan seyir) olarak da tarif
edilir.
Üçüncü makam, Cemül Cem makamıdır. Vahdet aynı kesret olmakla hem vahdeti hem de
kesreti toplar ki, marecel bahreyn’dir. Herkesin
ittifakı ile kabe kavseyn de derler. Bu makamda efali ilahi ihsan olunur. Yani
her şeyin vücudu ve sıfatı, Hak ile mevcut ve mevsuf olduğu gibi efalde de
Hak’kın fail olduğunu idrak etmektir. Kesretin Hak’kın zuhuru olduğunu ve
kesretin Hak’k ın bütün mertebeleri olmakla beraber, Kesret her yönden vahdetin
aynı ve vahdet her yönden kesretin aynı olduğunu gayriyetsiz müşahede etmektir.
“Ben her şeyin beraberinde Allah’ı
gördüm.” kibarı kelamı söylenir. Yani halkı, Hak ile birlikte bir olarak
görür. Bu makamın karşılığı efal dir. Tam uyanıklık ve noksansız kemalat
makamıdır.
Dördüncü makam vahdeti ilahi olduğundan
aynı vahdettir. Bu makama Ehadiyetül Cem
ve ev edna makamı derler. “Ben
Allah’ı Allah ile gördüm.” sözü söylenir. Çünkü hak’tan gayrı olmadığından
Hak’kı Hak’ta görür ve kendi kendine kendinde arif olur. Bilen ve bilinen
kendidir. Alem,Hak’kın vücudu ile hululsüz ve ittihatsız mevcut olunca alemin
dahi daimül baki olmasını, ahiret, teklifat, ceza, mükafat olmamasını veya
bunların Hak’ka ait olmasını gerekli kılar. Bunu sorana cevap şudur ki, Hakikatte
vücudullahtan gayri vücut olmadığı için Hak’tan
başka mevcut yoktur. Teklifat, mükafat ve ceza Hak’kın tecellisi olup,
mertebelerinin gereğindendir.
Hadid-3,Cenabı Hak
buyurur; “Evvel, ahir, zahir ve batın
O’dur.” Vücudu evvel, ahir, zahir ve batın olunca hiçbir fert kalmaz. Ayrı
olarak zannedilen zahir mertebesinin gereği olan, kendi zuhuratı ve tecelliyatı
ve de görünen suretler, tecelli edenin gayrı gibi görünsede vücut ve hakikatta
gayri değildir. Kendi cemalinin kemalidir. Dalgalar denizin aynı olup
görünüşleri denizden ayrı gibi algılanır. Dalgalar denizden gayrı olmayıp, denizin
aynı olduğu gibi Cenabı Hak’ta “Ben gizli
bir hazine idim bilinmekliğimi sevdim ve halkı halk ettim.” Hadisi kutsi
sözü anlamınca, her tecellide ve kemalatıyla bilinmesini muhabbet ettiğinden
ilmi ilahiyesinden olan kendi tecelliyatını kendine açtı ve uluhiyet ve
kemalatını tecelliyatta aşikar eyledi. Dalgaların ortaya çıkışları ve
kayboluşları denizden tekrar denize olup hariçten olmadıkları gibi tecelliyatı
ilahinin zuhuru da zatadır. Harice değildir. Teklifat, yaratan hazretlerinden
yaratılana olduğuna şüphe yoktur. Tecelli eden cenabı Hak, zuhura getirdiği
tecelliyatını teklifatla muhatap kıldı. Zahir, mazhara muhtaç olduğundan
ihtiyacın şiddetli olması ve zillete katlanılması, teklifatın icrası gereğidir.
Yine de gayriyet yoktur. Batın mertebesi yönüyle teklif eden, zahir mertebesi
yönüyle mükellef olan kendisidir. Kendi kendimize olan emir ve yasaklar
içimizden geldiği ve içimizde olan ruhun, zahirimiz olan görünen cesedimizden
gayrı ve ayrı olmadığı gibidir. Mükafat ve cezaya gelince inkar olunmaz,
dünyada dahi müşahede edilir. İlahi tecelliyat ve rabbani saltanat ahirette de
devam eder kesintiye uğramaz, aralıksız uygulanır.
Zilzal-7-8
“Artık kim bir zerre miktarı hayır işlemişse onu görür ve kim bir zerre miktarı
şer işlemişse onu görür.” kutlu fermanı üzre herkes dünyada yaptığı ameline göre
kazandığı mükafat ve cezayı ahirette görecektir. Ceza Hak’kın celali, mükafat
ise Hak’kın cemalidir. Celal ve cemalin zuhuru dünyada tecelli ettiği gibi
ahirette dahi suretle tecelli eder. Hak Tealâ Hazretleri taayyünsüz
(görünmeksizin), sırf zat yönüyle alemlerden ganidir. “Allah bütün alemlere muhtaç olmayacak bir
Gani’dir.” Ali imran-97. Azab, azab eden ve azabı görenin kendinden ayrı
olmadığından bunların uygulanışı hüküm ve alakaları mazharlara olur. Hak’ka
ilgisi olamaz. Ancak bu sırrın idraki zevk ve müşahedeye muhtaçtır. Söz ile
açıklamak ve varlığı nefsaniyetle zevk etmek mümkün değildir. Zevk ve
müşahedenin bir nebze gerçekleşmesi, mesleki resul yönünden açıklandığı gibi
şer’i şeriften bir an dahi ayrılmadan, fenafillah ve bekabillah zevk ve keşfi
irfanı ile ihsan olunur. Hak’kın yardımıyla tamam oldu….
Sadeleştiren
Mehmet Naci GÜNEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder