10 Temmuz 2024 Çarşamba

TEVHİD RİSALESİ SADELEŞMESİ

                                                      BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salat ve selam yüce önder Muhammed (sav) Efendimize ve onun yüce ailesine ve arkadaşları üzerine olsun.

 Tarifi zengin olan, insanların ve cinlerin alemi gaybden alemi şehadete zuhurları, noksanlıktan arınmış Hak Tealâ hazretlerine arif olmak için gerçekleşmiştir. Zariyat-56 “Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.” Ayeti kerimesindeki ibadet kelimesini ehlullahdan İbni Abbas Allah ondan razı olsun şöyle tefsir ettiler; Şimdi, tafsil olarak arif olmak mümkün değildir, buna, “Biz seni hakkıyla tanıyamadık, Ey! Bilinen Allah” sözü şahiddir. Toplu ve tam olarak arif olmak ise, ilâhi vasıfların kulda zuhur etmesiyle olur. Bu da mevcut, mevsuf, fail ve tasarruf edenin Yüce Hak’kın olduğunu ve gayriyet olan masivanın vücut, efal ve tasarruf  sahibi olmadığını bilmekle olur. Bu anlayışın oluşması için şeri şerife tam uymak ve Mürşidi kamilin nefesiyle ve tevhidi hakikiye sülük etmekle olur. Yani tevhid makamlarının tahsil ve zevk edilmesi ile ulaşılır. Makamat yedidir. Üçü fenafillah, dördü de bekabillahtır. Ehlullah bunları, nefis yurdunda gerçekleşen makam ve mertebe isimleri olarak tarif etmişlerdir. Bu ifade de anlaşmazlık var gibi görünse de gerçekte ihtilaf yoktur. Hepsi bir tabirden ve meramlarının anlaşılmasından ibarettir.

 Tevhid birlik demektir. Bir olanın birliğe ihtiyacı olmadığı bilinse de, gaflet olan beşeriyet perdesi sebebiyle, vahdetin kesreti, gayriyet gibi göründüğünden Yüce Hak’kın zatında, sıfatlarında ve efalinde şirk koşulur. Yani fail, Yüce Hak iken ve bütün sebeplere sahip olan kendisi iken şu işi felan şöyle yaptı, ben böyle yaptım, felan sebep oldu diyerek her şey Hak’ka nisbet olunmadığından gizli şirk meydana gelir. Müşriklerin, ilâhi marifetten yoksun olduğu, Nisa-48 “Allah kendine şirk koşulmasını affetmez,onun dışında kalanı dilediği kişi için affeder.” Ayeti ile sabittir. Gizli  ve açık şirk yok edilmediği sürece fırkayı naciyeye (kurtulmuşlar zümresi) dahil olmaları ve irfaniyet elde etmeleri, kendine ve saireye nisbet olunan efal, sıfat ve varlığın Hak’kın efal sıfat ve varlığında mahv ve yok edilmesi ile olur. Bunun için her mü’minin tevhidi hakikiye sülükü elzemdir.

 Tevhid iki kısımdır; Birincisi tevhidi şer’i ki, Mü’minleri, açık şirk işleyen müşriklerden ayırır. Neticesi “Lâ ilahe illâllah’tır.” Şeriatın muvahhidi, her şeyi mevcut, mevsuf ve fail gördüğünden ve kesreti, vahdeti ilahiden ayrı bildiğinden gizli şirkten kurtulamaz. İbadete layık Hak Teala hazretleri ve ibadet edilecek O’ndan başka ilah olmadığını ikrar ettikleri halde,  cahilliklerinden dolayı Hak’kı örterler ve O’ndan ayrı olarak, O’nu tevhid ettiklerini zannederler. Herşeyin zuhur ve açığa çıkışı Hak’kın emriyle ve kudretiyle olduğunu itiraf ederler ve bu durumu cenabı Hak’kın sıfatlarına nisbet ederler. Onun için, ehli tahkik, şeriat ehline sıfatıyyun derler. İkinci kısım; Hakiki tevhiddir ki, Bu görüş sahipleri, Hak’dan  gayrı  mevcut, mevsuf ve tasarrufta bulunan görmediğinden ve her şeyin meydana gelişi olan zuhuratın, Hak’tan olduğunu zevk ve müşahede ettiklerinden zatiyyun ve muvahhidun olarak tabir olunurlar. Neticesi, “Lâ mevcude illâllah”tır. Vücut variyet demektir. Bu mertebe fenafillah olarak adlandırılan makamların üçüncü mertebesidir. Fenafillahın evvelki makamı, tevhidi efal, fenayı efal ve tecelli efaldir. Tevhidi efal demek; Efali, Yüce Vahid Hazretlerinde birlemektir. Yani Yüce Vahid Hazretlerinden başka failin olmadığını kavramaktır.

Fena-i Efal: Efali halktan soyutlayıp, Hak’ta ispat etmektir. Aslında fiil Hak’kın olup ve fail hak Teala iken cehalet ve gaflet sebebiyle halka nisbet edildiğinden efali, halktan ifna edip gerçekte olduğu gibi Hak’ka verip, Hak’tan başka fail olmadığını şüphe kalmayacak derecede kanaat oluşturmaktır.

Tecelli-i Efal: Hak’kın tecelliyatı nihayetsiz olduğundan zuhura gelen fiillerin, ilahi tecelli olduğunu zevk etmektir. İkinci mertebesi, tevhidi sıfat, fena-i sıfat ve tecelli-i sıfattır.

Tevhidi Sıfat: Sıfatı Hak Celle Hazretlerinde birlemektir. Yani sıfatların mevsufu ancak Hak’tır. Hak’tan başkasında sıfat olmadığını kavramaktır.

Fena-i Sıfat: Halka nisbet olunan bütün sıfatlar, Hak’kın sıfatları olmakla, bu sıfatları halktan soyup Hak’ka vermektir.

Tecelli-i Sıfat: Zuhur eden sıfatların, Hak’kın tecellisi olduğunu zevk etmektir. Sıfatların sonu olmadığından, Hak’ka ait olan bu sıfatların sayıya gelmesi mümkün değildir. Yüce hak her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.

 Asıl olarak sıfatlar yedidir. İlahi sözün delili olduklarından sabit sıfatlar olarak isimlendirilir. Bunlar; hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar ve kelamdır. Bu sıfatlar ve bununla birlikte diğer vasıflar da Hak’kın olup, Halkta bulunmasını hakikat kabul etmediği gibi akıl dahi kabule izin vermez. Çünkü, hayat sıfatı mahlukta olsa fena bulmaması ve helak olmaması gerekir. İlim sıfatı için de, kulun her şeyi bilmesi ve hiçbir kulun cahil olmaması, İrade ve Kudret sıfatı kula ait olsa, istediği şeyi ol demesi ile meydana getirmesi, her şeye gücü yetip bir şeyden aciz kalmaması gerekli olur. Aynı şekilde, işitmek ve görmek kula ait olsa, uzaktan ve perde arkasından işitir ve görürdü. Kelam kula ait olsa, her lisan ile konuşması gerekirdi. Yaratılanlar bu özelliklere zıttır. Sıfatların halk ait olduğuna dair kayıtlı bir delil de yoktur. Bundan dolayı, kulun bu sıfatlardan nasibi olmadığı gibi dahil olması da mümkün değildir.

 Her fiilin açığa çıkması, bu sıfatların tamamına veya bazısına ilgisi bulunduğundan sıfatsız hiçbir iş meydana gelmeyeceği böyle bir ayırımı gerekli görmemekle de bir fiilin meydana gelişinde kula ait bir payın olmadığı anlaşılmış olur. Fail ve Mevsuf Hak Teala hazretleridir. Kul ise, efal ve sıfattır. Sıfatı ilahi, semavi olsun veya arz’a ait olsun cüz’iyatta açığa çıktığından cüz’i sıfat ve cüz’i irade olarak tabir edilir. Yoksa, cüz’iyatta  zuhur eden irade, ilahi iradeden başka bir irade olmayıp, noksanlık ve  bölünme kabul etmeyen ilahi iradeden bir cüz  değildir. Rahman-27 “Herşey yoktur. Ancak, Rabbin celal ve ikram yüzü bakidir.” Rahmanın fermanı üzre, bütün masivanın kendilerine ait bir mevcutluk, mevsufluk, faillik ve tasarrufu olmadığı gibi her an fanidir ve yokluktadır. Üçüncü mertebesi tevhidi zat, fena-i zat ve tecelli-i zattır. Zat; Vücut variyet demektir.

Tevhidi Zat demek; Vücudu, Yüce ve Vahid olan Zat Hazretlerinde birlemektir. Yani vacip olan Hak Teala hazretlerinin vücudundan başka vücud ve Hak’tan gayrı mevcut olmadığını zevk etmektir.

Fena-i Zat; Kişilerin kendilerine ait olduğu zannedilen varlıklarının, Yüce Zat Hazretlerinin varlığında yok etmektir. Yani halka nisbet olunan vücut ve varlık, Hak’kın vücut ve varlığıdır. Halka ait olduğu zannedilen vücudun, Hak’kın vücudunda yok etmek ve vücutla mevcut yalnız Hak Teala hazretleri olduğunu isbat etmektir.

Tecelli-i zat; Yaratılmış olan tüm varlığın kesret olarak görünmesi zatı ilahiyenin bir tecellisi olup, halkın kendilerine ait varlıklarının olmadıklarını anlamak ve zevk etmektir.

         Tam fena ile Allah’ta yok olmak mertebesi budur. Yokluğu kabul edilmeyen ve bulunması daima gerekli ve elzem olan vücut, Hak Teala hazretlerine mahsustur. Ancak, “İnsanlar uykudadır öldükleri zaman uyanırlar.” Hadisinin hakikatını, nefsani istekler ve gaflet içinde bulunduklarından bir nebze dahi kavramaları mümkün değildir. Ölmeyi anlayamadıklarından, peygamber (sav) efendimiz akabinde “Ölmeden evvel ölünüz” buyurdu. Yani, zorunlu ölüm sana gelmeden kendi isteğinle öl. Hakikat sırrı olan bu sözü söyleyen buyurdu. Kişinin kendi isteğiyle ölmesinin gerçekleşmesi, Lâ mevcude illâllah, sırrının anlaşılması ile olur. Bu sırrın anlaşılması ise, beşeriyetten sıyrılıp, Vücutla mevcut, sıfatla mevsuf ve fiil ile fail, Hak Teala hazretleri olduğunu ve halkın kendi nefislerinde vücut ve sıfat kokusu koklamadıkları  yönünde bir anlayışın oluşması ile gerçekleşir. Bu mertebeye ihtiyari ölüm, tevhidi hakiki, masivanın yokluğu, fenafillah ve tam sarhoşluk derler. Yükselme ve ilerlemenin sonudur. Sonra ayılıp bekabillahda seyran eder. Bekabillah makamatı dörttür. Evvelki makam Cem’dir. Zuhuru olmayan kesreti içinde toplar. Bu makamda ilahi vücut ihsan olunur. Yani kendinde ve bütün masivada görünen vücudun Hak’kın vücudu olduğu ve her şeyi hulul ve ittihad olmaksızın vücudun, Hak’la mevcut olduğunun irfaniyeti ihsan olunur.

Hulul: Bir şeyin,bir şeyin içine girmesi

İttihad: iki şeyin birleşmesi.

         Hulul ve ittihadın olması iki vücut olmasını gerektirir ki, biri diğerine hulul etsin. Vücut, vahidi Teala vücudundan gayrı olmayınca hulul ve ittihat olamaz. Bu makamda halk batın, Hak zahir olduğundan, makam sahibi efal ve sıfatı ve bütün mevcudatı Hak’kın vücudu olarak müşahede eder. Mansuru Hallac bu makamda iken vücudu, Hak’tan ayrı görmediğinden “Enel Hak” dedi. Bu makamda, kesretsiz vahdet olduğundan vahdet şuhudu galiptir. Her zerre Hak’kın aynı olmakla, makam sahibi, Hak’kı, eşyadan evvel müşahede eder. “Ben hiçbir şey görmedim ki onun önünde ve arkasında O olmasın.” kibarı kelamı söylenmiştir. Bu makama seyri billah (Allah’tan seyir) ve seyri muhibbi denir.

  İkinci makam, Hazretül Cem makamıdır. Bu makamda ilahi sıfatlar ihsan edilir. Yani kendinde ve sairinde olan sıfat, ilahi sıfatlar olduğunu ve hululsüz, Hak’kın sıfatıyla mevsuf bulundukları yani, hayatı, ilahi hayat ile, ilmi Hak’la alim, irade ve kudreti Hak’la mürit ve muktedir, işitmesi ve görmesi, Hak’la işiten ve gören ve Allah’ın kelamıyla konuşan olduklarını idrak eder. Bu mertebede kesret açığa çıktığından makamı zahir yani Hak batın halk zahir olarak müşahede edilir. Mertebe sahibinin kesret müşahedesi, vahdet müşahedesine galiptir. “Ben her şeyin sonunda Allah’ı gördüm.” Yani kesreti, vahdetten evvel müşahede eder ve kesretin aynı vahdet olduğundan da gaflet etmez. Bu makamın karşılığı sıfattır. Yine bu makama seyri mahbubi ve seyri anillah (Allah’tan seyir) olarak da tarif edilir.

 Üçüncü makam, Cemül Cem makamıdır. Vahdet aynı kesret olmakla hem vahdeti hem de kesreti toplar ki, marecel bahreyn’dir. Herkesin ittifakı ile kabe kavseyn de derler. Bu makamda efali ilahi ihsan olunur. Yani her şeyin vücudu ve sıfatı, Hak ile mevcut ve mevsuf olduğu gibi efalde de Hak’kın fail olduğunu idrak etmektir. Kesretin Hak’kın zuhuru olduğunu ve kesretin Hak’k ın bütün mertebeleri olmakla beraber, Kesret her yönden vahdetin aynı ve vahdet her yönden kesretin aynı olduğunu gayriyetsiz müşahede etmektir. “Ben her şeyin beraberinde Allah’ı gördüm.” kibarı kelamı söylenir. Yani halkı, Hak ile birlikte bir olarak görür. Bu makamın karşılığı efal dir. Tam uyanıklık ve noksansız kemalat makamıdır.

 Dördüncü makam vahdeti ilahi olduğundan aynı vahdettir. Bu makama Ehadiyetül Cem ve ev edna makamı derler. “Ben Allah’ı Allah ile gördüm.” sözü söylenir. Çünkü hak’tan gayrı olmadığından Hak’kı Hak’ta görür ve kendi kendine kendinde arif olur. Bilen ve bilinen kendidir. Alem,Hak’kın vücudu ile hululsüz ve ittihatsız mevcut olunca alemin dahi daimül baki olmasını, ahiret, teklifat, ceza, mükafat olmamasını veya bunların Hak’ka ait olmasını gerekli kılar. Bunu sorana cevap şudur ki, Hakikatte vücudullahtan gayri vücut olmadığı için Hak’tan başka mevcut yoktur. Teklifat, mükafat ve ceza Hak’kın tecellisi olup, mertebelerinin gereğindendir.

 Hadid-3,Cenabı Hak buyurur; “Evvel, ahir, zahir ve batın O’dur.” Vücudu evvel, ahir, zahir ve batın olunca hiçbir fert kalmaz. Ayrı olarak zannedilen zahir mertebesinin gereği olan, kendi zuhuratı ve tecelliyatı ve de görünen suretler, tecelli edenin gayrı gibi görünsede vücut ve hakikatta gayri değildir. Kendi cemalinin kemalidir. Dalgalar denizin aynı olup görünüşleri denizden ayrı gibi algılanır. Dalgalar denizden gayrı olmayıp, denizin aynı olduğu gibi Cenabı Hak’ta “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi sevdim ve halkı halk ettim.” Hadisi kutsi sözü anlamınca, her tecellide ve kemalatıyla bilinmesini muhabbet ettiğinden ilmi ilahiyesinden olan kendi tecelliyatını kendine açtı ve uluhiyet ve kemalatını tecelliyatta aşikar eyledi. Dalgaların ortaya çıkışları ve kayboluşları denizden tekrar denize olup hariçten olmadıkları gibi tecelliyatı ilahinin zuhuru da zatadır. Harice değildir. Teklifat, yaratan hazretlerinden yaratılana olduğuna şüphe yoktur. Tecelli eden cenabı Hak, zuhura getirdiği tecelliyatını teklifatla muhatap kıldı. Zahir, mazhara muhtaç olduğundan ihtiyacın şiddetli olması ve zillete katlanılması, teklifatın icrası gereğidir. Yine de gayriyet yoktur. Batın mertebesi yönüyle teklif eden, zahir mertebesi yönüyle mükellef olan kendisidir. Kendi kendimize olan emir ve yasaklar içimizden geldiği ve içimizde olan ruhun, zahirimiz olan görünen cesedimizden gayrı ve ayrı olmadığı gibidir. Mükafat ve cezaya gelince inkar olunmaz, dünyada dahi müşahede edilir. İlahi tecelliyat ve rabbani saltanat ahirette de devam eder kesintiye uğramaz, aralıksız uygulanır.

 Zilzal-7-8 “Artık kim bir zerre miktarı hayır işlemişse onu görür ve kim bir zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” kutlu fermanı üzre herkes dünyada yaptığı ameline göre kazandığı mükafat ve cezayı ahirette görecektir. Ceza Hak’kın celali, mükafat ise Hak’kın cemalidir. Celal ve cemalin zuhuru dünyada tecelli ettiği gibi ahirette dahi suretle tecelli eder. Hak Tealâ Hazretleri taayyünsüz (görünmeksizin),  sırf  zat yönüyle alemlerden ganidir. “Allah bütün alemlere muhtaç olmayacak bir Gani’dir.” Ali imran-97. Azab, azab eden ve azabı görenin kendinden ayrı olmadığından bunların uygulanışı hüküm ve alakaları mazharlara olur. Hak’ka ilgisi olamaz. Ancak bu sırrın idraki zevk ve müşahedeye muhtaçtır. Söz ile açıklamak ve varlığı nefsaniyetle zevk etmek mümkün değildir. Zevk ve müşahedenin bir nebze gerçekleşmesi, mesleki resul yönünden açıklandığı gibi şer’i şeriften bir an dahi ayrılmadan, fenafillah ve bekabillah zevk ve keşfi irfanı ile ihsan olunur. Hak’kın yardımıyla tamam oldu….

                                                                                                                   

 

                      Sadeleştiren

              Mehmet Naci GÜNEY

 

Hiç yorum yok: