10 Ocak 2012 Salı

Derbeyân-ı Sırr-ı tesbih-i âlâ meslek-i tahkik’ül Hilmi-4

Uzun imame ramizdir
Hem ism-i Zat’a tabi'dir
Tesbihin uzun imamesi, Hakk’ın zatını remzettiğinden besmeledeki Allah ismi, Hakk’ın zatı’na tabi olup zat’ı temsil eder.
Tevhid-i Zat’a hem işaretdir
O'dur mevcud u mutlakdır
Hem de tevhid mertebelerinden tevhidi Zat mertebesine işaret eder. Ki tevhidi zat mertebesi müşahadesinde O’ dur mevcud- u mutlak olan Zat. Yani şeksiz şüphesiz kesinlikle mevcut olan Hakk’ın Zatı’dır.
Ve la ilahe gayruk' sırrı andadır
Bunu bilmez muanniddir
Muannid: inatçı demektir. “Lâ ilâhe gayruk- Allah’tan gayrı yoktur” (Hadisi şerif) beyanındaki sırrı, tevhidi Zat keşfi irfanı ile arifibillâh olan bilir. Fakat bu sırrı, makamatı tevhid irfanını kâmil’den tahsil etmemekte inat eden muannid (inatçı) bilmez.
Ki tesbih dane ma'duddur
Selâse vü selasûndur
Selase: üç, selasün: otuzüç, madud: sayılan, anlamındadır. Tesbihin taneleri üç hane / bölüm olup her hanede otuz üç er adet vardır.
Bu bir hane diziliptir
İşit hikmet ne oluptur
Tesbihin Üç hanesinden bir hanesine otuz üç tanenin dizilmesinin ne anlama geldiğini anlatayım da, anlattıklarımdaki hikmetin ne olduğunu işit / duy.
Mürid mürşide teslim olur
Ki otuziki hurûfdur
Mürid, yani Hakk’a vuslat edip kavuşmayı talep ile arayan demektir ki, müridin bu âlemde arayıp ta bulduğu mürşidin irşadına teslim olması, osmanlıca alfabenin otuz iki harfini remzeder.
Biri hem kayd-ı mürşiddir
Sûr-ı kaydla görünüptür
Biri hem mürşide kaydolup bağlanmaktır. Ki kâmil olan mürşide kaydolup bağlanmak, onun suretine olmayıp Allahın emirleri, yasakları ve tevhid makamlarından ibaret olan mürşidi kâmilin telkin-i irşadına bağlanmaktır. Ve her zamandaki mürşidi kâmil, bir suretle kayıtlı olarak görünür, deniliyor.
Mesela, aynı olan Allahın emir ve yasakları, zikri daim ve tevhid makamlarının telkin-i irşadı, yedi yüz yıl evvel Hz. Mevlâna, Yunus Emre, hacı Bektaşi veli vb. velilerin suretinde. Üç yüz yıl evvel Niyazi Mısri vb. velilerin suretinde. Doksan yıl evvel Abdülmalik Hilmi vb. velilerin suretinde. Yirmi beş yıl evvel Süleyman Kolari, Kemal Zurnacı vb. velilerin suretlerinde görünüp zahir olması gibi, her zamanın mürşidi kâmili, bir isim ve suretle kayıtlı olarak zuhur edip görünür.
Hurufların sağışıdır
Duzah cennet tabakıdır
Huruflar: tüm harfler, sağış: sağmak, Duzah: cehennem, tabak; tabaka, derece, anlamında olup hurufların sağışı / harflerin sağılması ise, her harfin kendine özel mahiyet ve ahenkli sesle zahir oluşunu seyretme keyfiyetidir. Ki tüm harfler, İnsanın mazhar olduğu tüm tecellileri remzeder.
Bu itibarla insanın mazhar olduğu her bir tecelli, ayrı bir isim mahiyet ve ahengi ifade ederek insanı etkiler. Ve insanı etkileyen her isim, cehennemi oluşturan Allah’ın celali, ya da cennet tabakalarını / derecelerini oluşturan Allah’ın cemal tesiri ile zahir olduğundan, insanı etkileyen her tecellideki mahiyet ve ahenk’te, cehennemi oluşturan celal ve cennet tabakalarını / derecelerini oluşturan cemal vardır.
Bunu beyanla, insan tesir eden ve harflerin remzettiği cümle tecellilerin meydana gelişindeki mahiyet ve ahenk, duzah (cehennem) ve cennet tabakalarıdır deniliyor. Allahu âlem.
Biri yedi sekiz boydur
Bu mecmu on beş eder
Buna göre biri yedi, yani cehennem tabakaları / dereceleri yedi, cennet tabakaları ise sekiz olup, bunların mecmu / toplamı on beş eder.
Yedi olan semavatdır
Dahi yerler yedi kattır
Semavat, yani gökler de yedi kat olduğu gibi, yerler dahi yedi kattır.
Ki bunlar böyle ondörttür
Hem arşile dahi kürsidir
Yedi kat Göklerin ve yedi kat yerlerin toplamı on dörttür, bunlara ilaveten hem arş hem de kürsi vardır.
Ki levh ile kalem hemdir
Otuz üç dane bunlardır
Ki levh (levhi mahfuz / muhafazalı levha) ve kalem ile beraber bunlar otuz üç adet / tane olur. Yani yedi cehennem, sekiz cennet derecelerinin toplamı on beş, on dört de yedi kat yerlerle yedi kat göklerin toplamı yirmi dokuz eder, buna ilâveten dört de arş, kürsi, levh ve kalem toplamı otuz üç olur, demektir.
Hem insanda siperlerdir
Bu masiva surlarıdır
Bu otuz üç adet değer her insanda mevcut olduğundan, bunları insan siperler, yani insan koruyup muhafaza eder. Ki bunlar masiva surlarıdır, yani ehli masiva olup cümle eşyayı ve kendilerini Hak’tan gayrı zanneden cahillerin, hudut ve sınırlardır, buyruluyor.
Tesabih, daneler çeker
Tefekkür âleme geçer
Tesbihin taneleri Subhanallah, Allahu ekber, ya Gaffar vb. gibi çekilirken, bu tesbihatın ne anlam taşıdığını ve bunların mahiyeti sırrını araştıran bir kimse ancak, tefekkür âlemine geçer.
Müsebbih böyle vird eyler
Sûr-ı harfden veda eyler
Müsebbih yani tesbih çeken bir kişi yaptığı tesbihatı araştırıp sırlarını tefekkür ederse o, harflerin remzettiği cümle masiva tecellilerinin onu hudutlayıp sınırlamasından kurtulur. Cehaletle nisbet varlık kayıtlanmasına veda eyler.
Otuzüç den dahi geçer
O kul sırrı nedir bilir
Otuzüç ten dahi geçer; Ki otuzüç harf cümle varlıklar olup, bir kimse Osmanlı alfabesindeki otuz üç harfin remzettiği, Hak’tan gayrı zannettiği cümle varlıklara cehaletle varlık nisbet etmekten tevhidi hakiki keşfi irfanı ile geçerse o, kulluk sırrının yokluk olduğunu bilir.
Çü zat zevkini hem ol bulur
Otuzüç Sinni tam olur
Yokluğa / fenaya erişen bir kul, Hakk’ın vahdet-i Zat’ına kavuşarak cennetül Zat zevkini bulur. Ve böyle bir kul cennet sinni / yaşı olan otuz üç yaşını tamamlayarak, bu âlemde irfan cennetine dâhil olur.
Bu andan dakika vü bir andır
Hem "inde'n-nas" otuzüçdür
İlmi şeriata göre, amel cennetindeki herkes otuz üç yaşında olacak ve her an amel cenneti nimetleriyle lezzetleneceklerdir. Ki bu âlemde her kim bu an’ın, yani dakikanın veya her bir an’ın vahdet-i Zat tecellisi olduğuna arif olursa o, indennas / insanlar içinden bu âlemde irfan cennetine dâhil olur. Ve cennet yaşı olan otuz üç yaşla irfan cennetinde zevk-i ilâhiyle zevklenir, demektir.
Bu erlerin balığıdır
Kemâl sırrı urucudur
Er: ruha mensub olan, balık; ruha mensup olan arifibillâh ve ehli kemâlin gönlüne Hak tarafından bağışlanan ilham ve doğuşlardır. Uruç; ise yükselme, demektir. Bu itibarla, ruha mensub olup nazarında Zat-ı vahdetten gayrı bir varlık olmayan erlerin, Hak bağışı olan ilham ve doğuşlarla irfan cennetine girmesi, aynı zamanda İnsanın kemalat sırrına urucudur / yükselmesidir, deniliyor.
Bu mikdar Zat makamıdır
Bu varlıkdan medet fenasıdır
Bu mikdar / bu nicelik, tevhidi Zat makamı olup bu makam şuhudu gereği insan, kendinin ve cümle halkı âlemin fenasına / yokluğuna arif olarak Hak’tan gayrı varlıklardan medet / yardım istemez.
Bu sırra yevm ü nefs yekdir
Ki bin sene bedel hemdir
Yek; bir, demek olup, tevhidi zat mekamı keşfi irfanına ulaşmak kuran sırrına ulaşmaktır ki bunu beyanla İmamı Gazali Hz: “Kuranın sırrı Hakk’ın efal sıfat ve zatıdır. Kuranın neresini okursanız okuyun, ya Hakk’ın ya efalinden, ya sıfatından ya da zatından bahseder” diyor. Ki kuran sırrına erişmek aynı zamanda kuranın toptan inzâl olduğu kadir gecesi hikmetine kulun mazhar olmasıdır. Ve kadir gecesi ledduni hikmetine erişmenin bin geceden daha afdal ve hayırlı olduğunu yüce Allah, “Şüphesiz biz onu (kuranı) kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir-1, 2, 3) Ayetleriyle beyan eder.
Bu itibarla ayette geçen “bin ay” beyanı, bin yıl ile tafsil ve mübâlâğa edilerek; Bu tevhidi Zat makamı sırrını, yani Rabb’in Zat’ına kavuşarak bir ile bir olmak sırrı’nın kıymet ve değerini, bu gün eğer bir nefs / bir kişi bilmiş olsa, bu bin sene yapılan kulluğa bedeldir, Buyruluyor. Ki tevhidi Zat makamı keşfi irfanıyla Rabb’ine kavuşmak, kulun yaratılışının yüce amacı olduğu için, Rabb’in zatına kavuşmamış bin senelik kulluğa, Rabb’ine kavuşarak bir ile bir olmak bedeldir. Hatta bin yıllık kulluktan Rabb’ine kavuşmak daha efdâl’dır, buyruluyor.
Böyle tevhid Zat seyranıdır
Bu kudse iren fedai dir
Kur’anı kerim’in; Allah yolunda öldürülür yahut ölürseniz, Allah'tan bir bağışlanma ve bir rahmet onların derleyip topladıklarından çok daha iyidir. Ölür yahut öldürülürseniz elbette ki Allah'a götürüleceksiniz.” (Ali İmran- 157,158) Beyanlarından ve benzer ayet beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi, Allah yolunda canını feda edip ölenler ve öldürülenler” olmak itibarıyla şehitlik iki kısımdır. Birincisi; Allah yolunda öldürülenler ki, bunlar kılıç şehidi olup din vatan uğrundan öldürülenlerdir. Süleyman Kolari hz.leri; “Din insanı, vatan ise dini muhafaza ettiğinden, vatan için öldürülenler şehit olurlar” buyurmuşlardır.
Şehitlerin ikincisi ise, Allah yolunda ölenler olup bunlar Hz.resulullah’ın “Ölmeden evvel ölün” buyruğundaki hikmet gereği, tevhidi Zat keşfi irfanı ile vücud-u varlığını feda edip, ölmeden evvel ölerek irfan şehidi olan fedailerdir.
Bunu ifadeyle böyle tevhidi Zat seyr-i süluku keşfi irfanı olan bu kudsi / mukaddes arınmışlıkla, masiva ve gayrıyetten kurtuluşa eren bir kimse fedai’dir. Yani Allah yolunda canını feda ederek şehid olan fedailerdendir, buyruluyor.
Tesabih sırr-ı kudsidir
Ki masivadan abd-i teberridir
Kudsi; kutsal, yüce, âl’i arınmışlık, teberri; alâkasız olma, sevmeyip yüz çevirme demektir. Ki tesbihin sırrı kutsal âl’i bir arınmışlığı ifade ettiğinden bu arınmışlıkla abd / kul, masiva olan Hak’tan gayrı olan her bir şeyden teberri eder, yani alâkayı keserek yüz çevirir.
O hu mevcud görünübdür
Hurufat hep siliniptir
Hu; cenab-ı Hakk’ın gaybı mutlak Hüviyet’inin ismidir. Ki gaybı mutlak Hüviyet, Hakk’ın Zat-ı ehadiyet / tekliğidir. Zat-ı ehadiyet zuhuru, görünen cümle mevcudiyeti oluşturur. Ve cümle varlıkların mevcudundaki Zat’ı ehadiyete / tekliğe ehl-i kemal kavuşup vasıl olduğundan onlara, cümle varlıklarda gaybı mutlak hüviyet olan Hu, yani Zat’ı ehadiyet mevcudiyeti görünüp durur. Bu itibarla kutsi arınmışlığa erenlerin nazarında hurufatın remzettiği ikilik kesreti / çokluğu, makamatı tevhid keşfi irfanıyla hep silinmişir.
Dediler sırr-ı esrâdır
Bunu bilmek ne ma'nadır
Kur’an’da “Subhanellezi esra bi abdihi leylen minel mescidil harami ilel mescidi aksellezi barekna havlehu linüriyehu min ayetina innehu huves semiy’ul basir. / Tenzih o subhana ki ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim / kendisini ayetlerimize gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya yürütmüştür. Hiç kuşkusuz o işitendir, görendir.” (Isra -1) ayeti ile beyan olunan ve Hz.Resulullah efendimizin bir gece Mescidi Haramdan Mescidi Aksaya gidişi ile vuku bulan miraç sırrı, sırrı esrâ olup, bu miraç sırrı hangi menevi değerle bilinir, deniliyor.
Uzun imamdan başlanır
Yine ana rücu olur
Tesbih çekmeye tesbihin uzun imamından başlanır, yine imama rücu olunur (dönülür) buyruluyor. Ki bu sırra işaretle Kur’an’da; ...Biz yalnız Allah’a ait’iz ve O’na döneceğiz(Bakara-156) buyrulur. Yine Kur’an’daki “...Her şey fanidir / yoktur, var olan ancak O’nun vechidir / yüzüdür...” (Kasas, 88) ayeti ve benzer ayet beyanlarından anlaşıldığı gibi, her şeyin hakikatı ve aslı cenab-ı Hak olduğu gibi, “…De ki, her şey Allah’tandır…” (Nisa- 78)ve “o zahirdir…” (Hadid-3) ayet ifadelerinde belirtildiği gibi, her şey denilen cümle varlıklar, Hakk’ın zahir olup açığa çıkışından başka bir şey değildir.
İşte bu şuur ve anlayışa, yani her şeyin aslı hakikatının Hak olması ve her şeyin ancak Hak zuhuru olmakla Hak’tan başka bir şey olmadığı keşfi irfanına ancak, Hakk’a kavuşmakla erişilir. Ki o zaman her şeyin nasıl Hak’tan başladığına ve nasıl Hakk’a rücu edip döndüne arif olunur.
Ki salik Zat’ta mahv olur
Hem alem-i fena görür
Meslek-i resulde seyri süluk gören salikin, Hakk’ın Zat’ına kavuşmasıyla kendinin ve cümle âlemin nisbet varlığını mahv ederek, fenafillâh keşfi irfanı ile cümle âlemi fena / yok görür.
Görür evvel Hak ahirdir
Dahî batın u zahirdir
Ve böyle bir görüşe erişen bir kul Kur’anı kerim’deki “O evvel, ( ilk) ahir, (son) zahir (apaçık) ve batın. (gizlidir)(Hadid, 3) Ayeti hikmetine de mazhar olarak, Hakk’ın evvel ahir olduğunu, dahi batın ve zahir olduğunu bekâbillâh marifeti kemalatıyla müşahade eder.
Huzur ehli bunu anlar
Pabuç bırakıp gidip kaçar
Pir seyyid Muhammed nur Hz: “zikir salikinin imanı, imanı huzurdur” buyurur. Ki bir kulun fenafillâh ve bekabillâha ulaşmasının anlayış ve kemalâtı, ancak kalbi zikri daimle uyanmış ve her nefeste Hakk’ın huzurunda olan “imanı huzur” ehillerinde hâsıl olur.
Bu itibarla, hangi ilmi tahsil etmiş olursa olsun, hangi ilmin âlimi olursa olsun zamanın kâmil mürşidinden zikri daim telkini almamış ve her nefeste daim zikir’den gafil olan kişi, fenafillâh bekabillâh keşfi marifetine ulaşamaz, pabuç bırakıp kaçar. Yani kalbi zikri daimle uyanmayan her kim olursa olsun, fena ve beka olan tevhid makamları marifet ve kemalâtından nasiplenemezler, demektir.

Hiç yorum yok: