Allah’a hamd olsun ki, Hak geldi batıl gitti. Peygamber üzerine salat ve selam olsun ki, Hak’kı o ispat etmiştir ve Hakkı örten bir perde kalmamıştır ve bütün ashabına salat ve selam olsun.
Öncelikle bilinmeli ki, melamiye denilen
saadet gurubu hakikat ehli olup ince sırlara vakftırlar. Allah katında
yücelmişler ve eşyayı Allah’ın tarifi ile bilmişlerdir. Gizli ve açıkta olan
bütün yaratılanların istidat ve kabiliyetlerini gereği ile bilip, hissiyatıyla
hüküm ve tasarrufta bulunan yüce tayfa
olup, sırlarını ancak Hak bilir. “Gök
kubbemin altında öyle veli kullarım vardır ki, onları benden başka bilen yoktur.”
Hadisi kutsi sırrının gayri olan bazı kimseler batıl ve bozuk aynalarında, yanlış ve
bozguncu olan hissiyat yüzlerini tüm renkleri ile göstermektedirler. Bozuk olan
bu aynada kimi zındık meşrebi suretinde kimi ise kendi hali üzere küfür meşrebi
suretinde kafir olarak görünür. Bunun gibi avamın çeşitli renkteki nefsani halleriyle renklenip bu renklerle
göründüklerinden kendilerini Melami ismiyle tanıtmaları gölge ile hakikatı fark
edemediklerindendir. Bu durum “suyun rengi camın rengidir” kabilinden olup
düşkünlüklerinden dolayı suyun rengi ile kabın rengini yani hakikatı
taklitten ayırt edemediklerinden
sapkınlıkta kalmışlardır. Kendilerine hakim olan nefsin rengiyle zahire göre
hüküm verdiklerinden yanlış düşünceye
sahip olmuşlardır. Adı geçen tayifeyi alun, dalalette olup, hak dinden
ayrılarak sapkınlık perdesi ile örtülü
kalmışlardır.
Kur’an da belirtildiği gibi Bakara suresi 26.ayet “Bir çoğunu dalalete düşürür, bir çoğunu da hidayete erdirir.” Ayetinin anlamı gereğince hazreti zata vasıl olanlar hakkında övülme sıfatı olarak “her iki cihanda da yüz karasıdır.” Sözü söylenmiştir. Oysa bu tayfanın sahip oldukları manevi kişiliklerinin yüzü açığa çıkmış olsa, bütün alem onlara secde eder ve onları mabut edinirlerdi. Ancak “Allah kıskançtır” sözü gereği adı geçen melami tayfası büyük ve şerefli meclisin sevgisine mazhar olmuşlar, umumun adet ve gelenekleriyle hallenmeye gayret etmişler ve bu suretlerle kendilerini örtmüşlerdir. Bu yüzden hakikatlarının anlaşılması imkanını vermemişler ve bu konuda çok çekingen davranmışlardır. Yüce Hak’kı bilmeden adı geçen taifeyi alunu bilmek oldukça güçtür. Çünkü Hak celle ve ala hazretleri tenzih yoluyla ve bütün noksanlıklardan izole edilerek bilinir. Oysa taifeyi alun, suyun rengi kabın rengidir hükmünce her renk ile örtünmüş belki her rengin sureti ile zuhur ettiklerinden renklerin taklit edilmesi gibi yanlış anlayışa bırakılmışlardır. Renk ve suret ehli, onları gereği gibi anlayamadıklarından onlara tabi olamayıp onlara eziyet ederek sıkıntıya sokmaktan geri kalmamışlardır. Her ne olursa olsun sonuçta ilahi kahra düşmüş olsalar da fahri kainat sallallahü aleyhi vessellem efendimiz bu tayfadandır. Onun için bu suret ehlinin ekserisinin halleri vehim ve vesvesenin getirdiği işaretlerle göründü. Bundan dolayı adı geçen taife-i âlun kendi zatlarında görünen her işin hakikatına aşina olduklarından, bir kimse tarafından kötülenseler ilahi gadap ile gadalanıp kabul etmezler. Eğer meth edilmiş olsalar son derece hoşnut olurlar ve gönülleri şenlenir. Çünkü bu taife-i âlun, övülen ve kötülenen yeri ve makamı gayet iyi bilirler. Nisa suresi -78 : “Onlara bir iyilik isabet ettiğinde bu Allah katındandır derler,ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda bu senin yüzündendir derler.” ayeti hükmünce iyiliği, yerin kaynağına, kötülüğü ise noksan nefislere nisbet ederler. Her ne kadar bu iki söz birbirinden ayrı gibi gözükse de hakikat itibarıyla aynıdır. Nisa suresinin 78.ayetinin devamında belirtilir. “De ki; “Hepsi Allah katındandandır.” Zahir ile mazhar arasında fark olduğundan eşyayı yerli yerine koyup bu görüş ile hareket ederler. Diğer tayfa ise müşahede ehli olmayıp henüz nefislerinin etkisinden kurtulamamış tarikat mensubu kişiler yaptıkları bir işten dolayı kınansa bundan zevk alırlar, yine yaptıkları bir işten dolayı meth edilseler üzülürler. Ekmek dilimi ile kaşar dilimini fark edemediklerinden övülme ile yerilmeyi eşit tutarlar ve bu görüşü de kemalat zannederler. Eşyayı yerli yerine koyamadıkları için zulüm ehli olup övülme ve kötülenme sırrını bilmediklerinden hayvani meşreb üzere kalmışlardır.
Gelelim kayıtsızlık meselesine azizim! Allah’ü Teala yüce kitabında buyurur; saffat suresi 180.ayet: “O izzet sahibi olan rabbin, onların yakıştırmalarından münezzehtir.” Resulullah (sav) efendimiz de bir hadislerinde buyurur; “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın.” Vaktaki, Hak celle ve alâ hazretleri, bedenlerden gizlenip gayıbdan da gayıb, cemi sıfat ve nisbetlerden, kayıt ve bağlardan, övülme ve kötülenmeden, ilim ve cehaletten, yokluk ve vücuttan, serbestlik ve bağlanma, küfür ve imandan, tevhid ve ortaklıktan lâ ve illâ dan temiz olup kendini bire katmış olan erler nerede kaldı? Cenabı Hak yüce kitabında buyurur; İsra-81. Ayet: “Hak geldi batıl yok oldu.” ayetine misal olması bakımından anka kuşu ki ismi var cismi yoktur.
Bundan dolayı “Beni gören Hak’kı görür.”hadisi şerif gereğince asıllarının vasfıyla kendilerine lâkayd(kayıtsız) demek doğru olur. İsmi var cismi yok demekten amaç; İsim kendilerine bu yolla asliyet ve kayıttır ve isimdir ve sıfattır demek değildir. “Önce yeri belirle sonra otur.” söz gereği mevsuf katında vasıf ve isim olsun. Asla ne önce ne de sonra Allah korusun. Buradaki gerçeklerden de “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın” sırrı anlaşılmış oldu. Bu söz makamı ehadiyet olup “ev edna” makamı olarak da ifade edilir. Bu makam zevk edilmezse anlaşılması mümkün değildir. Lâkayd (kayıtsız) demenin manası budur. Yoksa lâkayd, Hak celle ve alâ hz’lerinin o kişiye olan tecelliyatının kesilmesi gırayim ve nebat ile hal ve hareket ile vasıflı olmayıp ayrıca kayıtsız ve mevsufun hali ve tecellileri olmaması demek değildir. Şu bilinmelidir ki, İlahi kudret sırrının gerekliliğidir ki, ilim tahtında bulunan bilinen tecellilerin sonu yoktur kesilmez ancak bir anda da iki tecelli olmaz. Bu durum kudret ve varlığının sırrıdır. Ciddi olarak anla.. Hazreti melâmiye tefsirinden alındığı gibi sen onu al ve cahillerden olma. Bu sözlerin başka yerlerden alındığını zannetme. Noktası ,harekesi ve durağı hepsi belgelidir. Sen her ne kadar bilmesen de bu böyledir. Hepsi cevherlerin anasıdır. Allah’tan başka bir şey yoktur. Her şey O’dur. O O’dur. Sen O de….
Sadeleştiren
Mehmet Naci GÜNEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder