26 Haziran 2024 Çarşamba

HADİSİ ŞERİFLERİN SADELEŞMESİ

1- Ebubekir benden, Ebubekir’den ben. O benim dünya ahiret kardeşimdir.

2- İnsanın en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır. En kötüsü ise zararı dokunandır.

3- Bir kimse zengine zenginliğinden dolayı hürmet ederse dininin üçte biri gider.

4- Kim namaz vaktinde uyur veya unutursa hatırladığı zaman namazı kılsın. Onun vakti o zamandır.

5- Cuma namazından sonra namaz kıldığınız zaman onu 4 veya 6 yapın.

6- Namaz mü’minin miracıdır.

7- Şüphesiz namaz tevazu ve alçak gönüllülüktür.

8- Kimin namazı kendisini kötülüklerden ve fuhşiyattan men etmiyorsa o namaz onu Allah’tan uzaklaştırır.

9- Nice gece namazı kılanlar vardır ki eline yorgunluk ve meşakkatten başka bir şey geçmez.

10- Kişinin namazı aklı kadardır.

11- Kıblesi Allah olmayanın namazı da yoktur.

12- Allah namaz kılanların kıblesidir.

13- Namaz dinin direğidir. Kim namaz kılarsa dinin direğini dikmiş, kim namazı terk ederse dinin direğini yıkmış olur.

14- Camiler beni anmak için yapılmıştır. Kim namaz safına katılırsa o benim rahmetim içindedir.

15- Dünya, ahiret ehline haramdır. Ahiret, dünya ehline haramdır. Ehlullaha ikisi de haramdır.

16- Bana cennetim için ibadet edenden daha zalim kim olabilir. Cennet ve cehennem olmadan bana ibadet eden kulum daha hayırlıdır.

17- Allah cahillerden hiç kimseyi dost edinmemiştir. Allah ledün ilim sahiplerini dost edinmiştir.

18- Kişinin her duyduğunu söylemesi yalancı olmasına yeter.

19- Hz. Peygamberimize soruldu: “Allah’ın dostları kimlerdir?” Cevaben “Allah’ın zikrine riayet edenlerdir.” dedi.

20- Ben Allah’tan, mü’minler de benim nurumdandır.

21- Allah ile öyle zamanlarım olur ki, aramıza ne bir mukarrebin melek ne de mürsel peygamber giremez.

22- Ulema gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yola girersiniz.

23- Ulema peygamberlerin mirasçısıdır.

24- Ümmetimin uleması beni İsrail peygamberleri gibidir.

25- Ümmetimin en şereflileri Kur’anı yüklenenlerdir.

26- Ulemanın en kötüsü umeranın (amirlerin) kapısında bekleyendir.

27- Kim kardeşinin kuyusunu kazarsa kendisi o kuyuya düşer.

28- Sadaka rahmanın iki eline düşer.

29- Sadaka ömrü uzatır belaları def eder.

30- Cömertin yedirdiği şifa, cimrinin yedirdiği hastalıktır.

31- Siz bazı işlerde tereddüte düştüğünüzde kabir ehlinden yardım isteyin.

32- İnsanların en cimrisi selamda cimrilik edendir.

33- Allah’ım beni haset edilenlerden kıl. Kim hevasına tabi olursa vuslattan haram olur.

34- Kim alçak gönüllülük ederse Allah O’nu yükseltir. Kim ki kibirlenirse Allah’ta O’nu küçültür.

35- Kibirlenene karşı kibirlenmek sadakadır.

36- Kim Hak’ka ihtiyari olarak tapmazsa halka mecburen tapar.

37- İlim Çin’de de olsa isteyiniz.

38- Kim ki gözünü seviyorsa ikindiden sonra yazı yazmasın.

39- Kim aşık olur, iffetini, aşkını gizlerse şehit olarak ölür.

40- Ali benden Ali’den ben.

41- Ali beşeriyetin en hayırlısıdır. O’nun hakkında kim şüpheye düşerse küfre düşer.

42- Beşikten mezara kadar ilim isteyin.

43- Ali beşeriyetin en hayırlısıdır. O’ndan imtina (kaçınan) eden küfre düşmüş olur.

44- Hüseyin benden Hüseyin’den ben.

45- Ehlibeytimden bana en sevimlileri Hasan ve Hüseyin’dir.

46- Ben ilmin şehri, Ali ise kapısıdır.

47- Nefsini bilen Rabbını bilir.

48- Kul (mugayenel) yaptığı zaman insanlardan marifeti kesilir.

49- Beni bilen beni arar, arayana bulunurum. Bulunduğumu aşık ederim. Aşık ettiğimi katlederim. Katlettiğimin diyeti ben olurum. Kimin diyeti olmuşsam onunla benim aramda fark kalmaz.

50- Vücudun en büyük günahtır. Onunla hiçbir günah kıyas kabul etmez.

51- İnsanlar uykudadır öldükleri zaman uyanırlar.

52- Ölmeden evvel ölünüz.

53- Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın.

54- Kim Hüseyin’i kabrinde ziyaret ederse Allah’ı arşta ziyaret etmiş gibi olur.

55- Rabbımı tüysüz bir genç suretinde gördüm.

56- Rabbımı en güzel surette gördüm.

57- Rabbımı Halilin suretinde gördüm.

58- Beni gören Hak’kı görür.

59- Garip olarak ölen şehit olarak ölmüştür.

60- Kim aşık olarak öldüyse şehit olarak ölmüştür.

61- Ya ! Ali sen benim yanımda Musa’nın yanındaki Harun gibisin.

62- Aşık olun, velev ki bir kediye bile olsa.

63- Allah kimi severse onun günahı zarar vermez.

64- Bir milletin efendisi o millete hizmet edendir.

65- Hizmet eden hizmet görür.

66- Allah Adem’i kendi suretinde veya Rahman suretinde yarattı.

67- Allah sizin suretinize bakmaz sizin kalp ve niyetinize bakar.

68- Dünyada Allah’ı görmeyen ahirette de göremez.

69- Mahlukatın lisanı rahmanın kalemleridir.

70- Yolculuk edin sıhhat bulun.

71- Mü’minin ferasetinden sakının. Onlar Allah’ın nuruyla bakarlar.

72-73-Kim Allah yanındaki değerini bilmek isterse Allah’ın kendi yanındaki değerine baksın.

74- Selman ehlibeytimdendir.

75- Allah tektir tekleri sever.

76- Allah ferttir fertleri sever.

77- Bana Rahmanın kokusu Yemen tarafından  geliyor.

78- İnsan ve Kur’an ikizdir.

79- İnsan ölünce kıyameti kopmuştur.

80- Alimin ölümü alemin ölümü gibidir.

81- Abdest mü’minin silahıdır.

82- Benimde kalbim bazen paslanır. Onun için günde yetmiş veya yüz defa istiğfar ederim.

83- Bekarları tercih edin. Onların sevgisi şiddetli, nazları azdır.

84- Dört şey ömrü uzatır. Seherde elma yemek, bakire kız almak, akarsuda yıkanmak, sağ tarafa yatmak.

85- Belalar en çok peygamberlere sonra velilere sonra benzerlerine gelir.

86- Resulullah ve bütün peygamberler ve onların varisleri, hulâfai raşidin ve onların yolunda giden ehli tevhid hepsi melâmi idi.

87- Garp ehli daima Hak üzerinedir. Hak onlarla beraberdir, onlar içindedir, onlardandır ve onlardır.

88- Kimin sözü çok olursa hatası da çok olur. Hatası çok olanın günahı da çok olur. Günahı çok olan da cehenneme yakışır.

89- Kim bana bir kez salat getirirse Allah ona on kez salat getirir.

90- Bana bir kez salat getirenin zerre kadar günahı kalmaz.

91- Çocuk babanın sırrıdır.

92- Hz Ali (ra) diyor ki: Ben Mekke’de peygamberle beraberdim. Bazı bölgelerine çıktık. O’nu dağ ve taş karşıladı.

93- Sana gelmeyene sen git. Sana haksızlık edeni sen affet. Sana vermeyene sen ver.

94- Her kabın içinde ne varsa dışarıya o sızar.

95- Kalplerinizi zikirle yenileyin ve tefekküre devam edin.

96- Kâmil bir şeyh kavminin içinde, peygamberlerin ümmetindeki gibidir.

                                                                                                                                          Sadeleştiren

                                                                                                                               Mehmet Naci GÜNEY   

 

12 Haziran 2024 Çarşamba

İNSANIN NEREDEN GELDİĞİNİ VE NEREYE GİTTİĞİNİ AÇIKLAYAN RİSALE

                                                         BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Salat ve selam yüce elçi olan Muhammed (sav) ve o’nun yüce evlatlarının tümü üzerine olsun. Şu bilinmelidir ki, insan , kamil olmayınca Hak katında makbul değildir ve tam bir kabul görmez. Şimdi insanın olgunluğu, nereden geldiğini bilmekle olur. Aslını, ne amaç için yaratıldığını, halini ve nereye gideceğini yani sonunun ne olacağını bilmek, insanın olgunluğudur. İnsanın bu erdemliği yakalamasının püf noktası ise yukarıda ifade edilen iki özelliğin anlaşılmasıdır. Çünkü bu iki aslı, yani nereden geldiğini ve nereye gittiğini  bilmeyen hayvandan daha aşağıdır. Ey aşık! Yüce Hak Kur’anı Keriminde Kassas Suresi 88. Ayetinde “Allah’ın yüzünden başka her şey helaktadır.” Bir hadisi kutside ise “Allah vardı O’nunla şey yoktu.” buyurdu. Şimdi dahi böyledir. Ancak bu sırrı bilmek, nereden geldiğini bilmekle olur. Ey aşık! Hak’kın aslından yani Hak’kın zatının gayrı değilsin şimdi de değilsin. Bu sırrı bilmeyen kördür, ağyar görür. Denir ki, “Burada kör olan ahirette de kördür.”  Yani dünyada  kalbi kör olanın ahirette de kalbi kördür. Dünyada Hak’kı bir yüzden dahi idrak etmeyen, ahirette de bir yüzden idrakı olmaz. Körün işittiği gibi işitir ancak güneşi göremez, o’nu ısısından anlar. Şimdi zatı hak mutlaktır, bir esma tecellisi ile kayıtlanmadığından her görünende ve görünmeyende tecelli eden O’dur.

Görülmeyen, akli olan alemi gaybdır, görülen yani açık olan alem ise şehadet alemidir. Gayb olan zuhurdan evvel sıfattır ve sıfatın zuhuru esmadır. Mesela, çakmak taşında ateş olmak sıfattır, çakmak ile ateşin  zuhura gelmesi esmadır. Diğerleri de bunun üzerine kıyas edilebilir. Mesela, mevsufun zuhuru olan kudret sıfattır, sıfatın zuhuru ise kadir ismini alır. Makul olan sıfata esma perdedir, sıfat ,alemi gaybdır, esma ile zuhur eder. Gizli hazine olan da budur. Hadisi kutside; “Ben bir gizli hazine idim bilinmekliğimi muhabbet ettim ve halkı yarattım.” buyurulmuştur. Halk, arap dilinde fani olana derler. Yani gizliyim ve sabitim, zatı mutlakım, isim ve resimle idrak olunmam. Halkı yani fani olanı yarattım yani zuhura getirdim. Halkı yüce isimlerime cilve yaptım. Zuhura gelen esma tecellilerini kimi delille, kimi zevk ile, kimi şuhud ile bildiler. Bu şekilde bilmeyen kördür. Şimdi, esmanın cilvesi olan halkın evveli aklı evveldir, Nuru Muhammed’dir. Cümle mevcudat Nuru Muhammed’den zuhura geldiler. “Allah evvela benim nurumu yarattı.” Hadisi zahir oldu. Nuru Muhammed nefsi kül ile göründü. Tabiat, heyula, şekil, cisim, arş, bütün felekler, melek, hayvan, nebat ve insan bu tertip üzere Nuru Muhammed’den bir biri ardınca açığa çıktı. Bu halkiyet “Sen olmasaydın alemi yaratmazdım” kutsi hadisi ile kuvvet buldu. Ancak, insanın maddesi olan Nuru Muhammed’in aslı ve yolu ise, zattan sıfata, sıfattan esmaya, esmadan Nuru Muhammed’e ve Nuru Muhammed’den nefsi küle, sonra bu tertip üzere mertebe-i insana gelindi.

Hut Suresi 6. Ayeti olan “Onların duracak ve saklanacak yerlerini bilir.” Sözü buna şahittir. İstikrar manada, kabiliyet cisimde olur. Şimdi bu yürüyüşle insana gelen, insanı kamildir ve istidatı tamdır. Çok çalışması olmadan riyasızca kemalat tahsil eder ve yol O’na kolay olur. Fakat bu yürüyüşle mertebe-i insana gelemeyenin istidadı uzak olur. Bu insanın kabiliyetinin uzak olmasının nedeni, belki nebat aleminde veya hayvan aleminde iken bir şey sebep olup eğlenip kalmasıdır. Mesela; Bitki bir afete maruz kalıp ebeveynlerden birisi yemeden bozulabilir, yense bile meni olmadan bozulabilir veya ruh üflenmeden araza tutulabilir, yenilmeyen bir nebat veya hayvan da ise, bu bitki veya hayvana afet tesir ederek bozulabilir. Velhasıl hangi madende veya bitkide yahut hayvanda eğlenmiş ise onun sıfatını kazanır böylece istidatı uzak olur. Bundan dolayı kimileri az çalışma ile kimileri çok çalışma ile yola gelirler ama kimi de bir şekilde asla yola gelemez. Mürşidi kamili fark edemez ve insanlığını bulamaz. Velhasıl hangi doğuşta ne kadar eğlenirse o kadar kabiliyeti uzak olur. Mertebe-i insanı bulmadan üç doğuşta devreder. Ancak insana ruh üflendikten sonra artık devr yoktur. Çünkü insanın yaratılışı en güzel surettedir. En güzel sureti bulmayan, maden, bitki ve hayvana geri dönüp devretmez. Bunun delili Tin Suresi 4.Ayettir “Biz insanı en güzel surette yarattık.” Ruh bedenden ayrıldıktan sonra başka bir bedene girdiğini söyleyenler vardır bu düşünce batıldır. Fakat silinmiş veya değiştirilmiş bir suretle suretlenenler olmuştur, bu durum gerek dünyada gerekse ahrette gerçekleşebilir. Nitekim, israiloğulları daha hayatta iken  maymuna ve domuza dönüştürülmüştür. Buna benzer olaylar bazı kötü ruh sahipleri için de daha dünyada iken gerçekleşmiştir.

Nisa Suresi 47.Ayeti buna delildir. “Ey kendilerine kitap verilenler! Biz bir takım yüzleri silip arkalarına çevirmeden, yahut cumartesi ashabını lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden önce, yanınızda bulunanı tasdikleyici olarak indirdiğimize inanın.” Bu değiştirme cismanidir. Fakat ölümden sonra da kötü ruhlar için dönüşüm olabilir. Ancak, ruhun bir bedenden çıkıp başka bir bedene girmesi şeklinde olmaz. Belki, günah ve çirkin hareketler sonucu oluşan hayvan tabiatı şeklinde olabilir. Kötü ruh sahiplerinde hangi hayvan tabiatı galipse onun suretiyle haşr olsa gerektir. Mesela; Tamah domuz,  hased maymun, kibir fil, nifak yılan, kin deve, gadap köpek, yalan şeytan, diğerleri içinde buna benzer bir kıyas yapılabilir. Yani, insan ahlakından olmayan her bir ahlak o hayvanın suretinde olsa ve o suretlerle azap görse gerektir.

Zümer Suresi 71. Ayeti buna delildir. “İnkar edenler bölük bölük cehenneme sevk edilirler. Oraya geldiklerinde onun kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: “Size içinizden resuller gelmedi mi ki, Rabbinizin ayetlerini karşınızda okusunlar ve sizi şu güne kavuşmamız hususunda uyarsınlar?” Onlar “Evet, derler, geldiler ama inkarcılar hakkında azap hükmü  hak oldu.” Çirkin birer iş olan zina ve erkekler arasındaki cinsi sapıklık ve diğerleri gibi kötü suret olup sahibine azap ederler. Tıpkı güzel işlerin sevilen bir suretle suretlendiği gibi. Bu suret bir dostun sureti olabilir. Belki cennet nimetleri ve cehennem azaplarının hepsi, bunların karşılığı yapılan işlerin suretlenmesi olsa gerektir. Bunun için “onların amelleri kendilerine geri çevrildi.” Sözü söylendi. Ölümden sonraki değişim ruhanidir. İnsan belki bu değişimi görmez ama diğer yaratılanlardan ancak keşf sahibi olanlar görebilir. Bazı kötü ruh sahiplerinden yalancı ve şer olanlar bu alemde ziyankar olup Hak’tan uzak kaldılar. “Her zararlı öldürülür” yaklaşımı ile katledilirler. Velhasıl kötü ruh sahipleri gerek dünyada gerekse ahirette anasırdan ayrılamazlar. Çünkü cehennem zaten unsurlar yeridir. Amma mü’min bir ruh ise, eğer olgunluk kazanmadıysa ruhları bahtiyar olacakları cennetle kayıtlanırlar. Bazı asi olanlar ise Allah korusun cehennemle kayıtlanırlar. Ancak dua, kuran, mevlüt, tesbih ve sair ibadette sadık olan ayrıca hayır ve hasenat işleri ile uğraşan gamlı ve kederlenmiş ruhlar ise  bu halleri ile afva uğrayabilir. Bundan dolayı cehennemden uzaklaşıp cennetle kayıtlanırlar. Bu, Resulullah salallahü aleyhi vessellem efendimizin duaları bereketiyle Ebu Talib’in  hayat bulup iman etmesi gibidir.

Yaratılış zamanında, Resulullah (sav)’in yardım ve ikram ediciler olan  ebeveynleri hazreti Abdullah ve hazreti Amine vefat ettiler. Resulullah (sav) efendimizin duaları ile hayat buldular ve peygamberliğine iman getirdiler. Amma kamil ve büyük zatlar olan enbiya ve evliyadan bazıları ahirete intikal etmeyip semaya yükseltildiler. Hazreti İsa, İdris, Hızır, İlyas ve Ali İbni Talip gibi. Kimi meşhur ismiyle kimi ise değişik isimle tekrar yeryüzüne inerler. İsa (as), İdris (as) ve Ali İbni Ebi Talip gibi. İdris (as) dört bin sene sonra bağleyk bölgesine İlyas ismiyle nebi oldu. Hazreti Ali, İsa (as) gibi ahirete intikal etmedi, Nisa Suresi 157.Ayette buyrulur. “O’nu öldürmediler ve asmadılar, sadece onlara benzer gösterildi.” Nuh (as), gemisinin durduğu yerde bir tahta buldu , tahtada Ali İbni Ebi Talip ismiyle yazı gördü ve onu koruma altına aldı. Ali semaya yükseldi, ahir zamanda, ahir ismiyle gelecek yazıyordu. Tıpkı İdris (as) gibi. En iyisini Allah bilir.

Ahirete intikal eden kamiller asla bir mekan ve zaman ile kayıtlanmayan mutlaklardır. Her mekanda hazırlardır ve asıllardır. Bazen latif olurlar, bazen de kesif suret giyerler. Bundan dolayı kabirlerin ziyareti meşru oldu. Eğer kabiri ziyaret eden kamil ise, kabirdeki, yapılan duadan fayda görür, Kabirde yatan kamil ise ziyarete gelene fayda verir. Çünkü ihtiyaç görür. Bunun için ehlullah her zaman fayda sağlar. Kötü ruh olan vampir ise zarar verir. Ehlullah’ın fayda vermesi, “Siz bir işte tereddüte düşerseniz kabir ehlinden yardım isteyin” hadisi ile şahitlidir. Çünkü veli ahirete intikal etmesiyle tasarrufu kesilir. “Allah benim vekilimdir, O, ne güzel vekildir.

                                                                                                                        

                                                                                                                             Sadeleştiren

                                                                                                                     Mehmet Naci GÜNEY

11 Haziran 2024 Salı

İMAM ESSELMİ (KS) TEVHİDE DAİR İNCE MANALI SÖZLERİN TEFSİRİNİN SADELEŞMESİ

     Nebi (as) buyurdu; “En faydalı zikir lâ ilâhe illallah” ve en faydalı dua  “Elhamdülillah” dır. Bilinmelidir ki, Seyri sülük yani makam gören kişi katında gaflet unutkanlıktan hasıl olur. Bunun niçin Kehf-24 ayette;  “Unuttuğun zaman Rabbını an. ” buyrulmuştur. Unutmaya konu olan husus şudur; Ruh vücuttan evvel halk olundu (Allah evvela ruhumu yarattı). O’nun vücudu ile hazreti akdes arasında karşılık olarak ve misli ile çoğalmadan dolayı ikilik zahir oldu. Şimdi, bilinmeli ki, ruhun ilk yaratılışında ilmi vardı amma marifeti yoktu. Çünkü marifet müşahededen oluşur. Müşahede kendi mevcutluğundan meydana gelir, ruh ise müşahedeye göre yok ve mahv olur. Şimdi, şuhud ve irfan zihinde nasıl şekillenir? Şüphesiz, şuhud ve irfan, vücud ve vicdanın zıddı olur. Bu takdirde “zıtlar birleşmez” manasınca, ruhun cisme ilgisinden murad şudur ki, ruh, cisim de halife ve vekildir. Bu ancak, tevhid tahsil edilmesi ve kendisinin yok olması ile anlaşılır. İşte bunun için irfan elde etmek ve anlayış gerekir. Ruhta müşahede oluştuğunda, nefs, kalb ve akıl yok olur. Bu müşahede sırasında esirgemeden vücudunu görünenin vücudunda ifna ve helak eder. 

    İsra-81.ayet “Hak geldi batıl gitti” buna işarettir. Şimdi ruh fani olduğunda bu üçü yok olmayıp marifetullahtan hisse ve pay sahibi olurlar ve ruhun fenasından haber verirler. Bu büyük bir sırdır ki, Kaf-37.ayeti “Hiç kuşkusuz bunda, kalbi olan yahut tam bir tanık olarak kulak veren için mutlak bir öğüt vardır.” Buna delildir. Çünkü ruh, ilk yaratılışında Hak’kın vahdaniyetini olgunlukla tanımış, birlemiş ve bu anlayışı elde etmiştir. Ancak o zamanda Hak’kı şeriksiz zikir edemedi. Çünkü kendi vücudundan vazgeçemeyip hem kendini hem Hak’kı zikretmek gerektiği ortaya çıktı. Bundan dolayıdır ki, Kehf-24 “Unuttuğun zaman rabbini an” ayeti buyuruldu. Bunun manası “beni zikrettiğinde kendini unut” diye emir olundu. Hak’kın zikri ortaksız ola…Bundan sonra ruh, alemi melukütü seyr edip gördü ki, bakışı her neye olduysa zikredinin zikri ruh ile ilişkilendi. 

     Hem Hak’kı hem de alemi melekuttaki zikrine meşgul oldu ve hazreti Allah’ın zatını zikretmeyi unuttu. Şimdi Allah da onlara rahmet etmeyi unuttu.Haşır-19. “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu” ayeti buna delildir. Kalp hastalığına tutuldu. “Şüphesiz ilaç hastalığın zıddıdır.” Manasınca. Ahzap-41 “Ey iman edenler ! Allah’ı çok anın” ta ki, kalbe kasd eden gaflet hastalığından kurtulasınız. Bu durumda en faydalı zikir “Lâ ilâhe illallah” kelimesine mahsus olduğuna sebep,hazreti Resulun “en faydalı zikir lâ ilâhe illallah” şerefli sözü delil olmuştur. Yüce Kur’an da Fatır-10.ayetinde “Temiz ve güzel kelime O’na yükselir.” buyurulmuştur. Araf-160.ayette: “Biz onları, oniki torun kabileye ayırdık. Toplumu kendisinden su istediğinde de Musa’ya “asanı taşa vur” diye vahyettik. Taştan oniki göz fışkırdı. Her oymak su içeceği yeri belledi.”

                                                                                                                                                                                                                                                                                               Sadeleştiren

                                                                                                                           Mehmet Naci GÜNEY

7 Haziran 2024 Cuma

HAZRETİ NİYAZİ SIRRI KUTLU OLSUN ESSÂMİ YÜCE CENABLARINDAN VÜCUDA GETİRİLEN ONİKİ İSİM ŞERHİNİN SADELEŞMESİDİR

Şarabdan murat: Marifetullah ve Allah sevgisidir ki, aşk’dır. Aşk ile muhabbet aynı anlamdadır.

Meyhaneden murat: Mürşidi kamilin gönlüdür ki, muhabbetullah hazinesidir.

Kadehden murat: Kamilin talip olana telkin ettiği Allah ismidir. Yüce olan belirsizliği yönününden, ilahi marifetlerin suret bulduğu kelimelerdir.

Mahbubdan murat: Mürşidi Kamildir. Çünkü sevgili denilen mürşidi kamil, aşkı isteyene candır.

Zülüften murat: Kamil olan mürşidin talibe tenezzül etmesiyle ona, cezb edici kelimeler söylemesidir.

Halden murat: Allah’da yok olma halidir. Zat denizinde gark olduğunda gönlünün irşaddan tok olduğu haldir.

Yanaktan murat: Talip olana göründüğünde, talibin gönlündeki iki cihan olan dünya ve ukba fikrini veya sevgisini ondan gidermesi, belki de kendi vücudunu sevmesi halidir.

Yüzündeki hatların Kur’an a benzemesinden murat: Ahlakı ilâhiyedir ki, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın sözü hasıl olmuştur.

Beni aşfir çıkmak: İnsan da halk olunan bir sıfattır. Yecüc mecüc dür. İnsan da olan kötü sıfatların ve bozuk fikirlerin bütünüyle açığa çıkmasıdır.

Deccalın görünmesi: İnsanda, aklı meaşın ve dev olan kibir sıfatının ulvi değerleri işgal etmesi ile  kötü huyların  görünmesidir.

Hz.İsa (as)’ın yere inmesinden murat: Aklı meadın yakın nuru ile zuhurundan ibarettir. Deccalı katletmesinin hikmeti ise kişide hakim olan kötü huyları temizlemek ve o’nu bu huylardan kurtarmaktır.

            Sadreddin Konevi(ks)  Hz.leri buyurdular; Deccal, Dünya’nın hakikat mazharıdır. Onun içindir ki, sağ gözü kördür, Hak’kı göremez. Hz.İsa (as),ahiretin hakikat mazharıdır. O’nun zuhuru  ahiret anlayışının doğuş vaktidir. Çünkü aklı meadın zuhur etmesi ile aklı meaş ölür.

Hz. Mehdi’den murat: Aklı kül ve ruhu azamın zuhurudur. Bu ruh seçkinlere üflenir, herkese olmaz. Hicr suresi 39.ayette belirtildiği gibi..“O’na ruhumdan ruh üfledim..” Bu ruh, Allah’ın halifesi olan mürşidi kamil tarafından talibe üflenir. Buna ruhu Muhammedi de derler.

Dabbetül arz çıkmak: Levvame nefsin ibadetinin zuhurudur. Bir elinde Musa’nın asası diğer elinde Süleymanın mührü olup, asa ile mü’minlerin yüzünü yıkayıp cennet ehli olduğunun beyan edilmesi, mührünü kafir yüzüne vurup onun kafir olduğunu işaretlemesidir. Yani nefsi levvamenin bir yüzü nefsi mülhimeye bir yüzü de emmareyedir. Bundan dolayı şaki ve said yani kötülerden veya iyilerden olma imkanı vardır. Mülhimeye tabi olursa iyilerden olur ve bu iyi halinin nişanı yüzünde belirir.

Güneşin batıdan doğması: Ruhun bedenden ayrılmasıdır. Çünkü cisimle alakalı olan ruhun ona olan ilgisi kesildi ve dolanarak batıdan doğdu.

 Bu sözleri duyan bir kişinin, en aşağı derece olan tabiat halinden kurtularak göklerin melekutuna dahil olması gerekir. Bunun için de kişinin iki kere doğması gerekir. Bir doğuş anasından, diğeri ise kendinden dir. Bunun için İsa(as) buyurdu; “Bir kimse iki kere doğmadıkça göklerin ve yerin melekutüne dahil olamaz. ”Yani iki kere doğmayan cevher olan eşyanın  hakikatını anlayamaz ve nefsini hakkıyla bilemez vesselam…..

        Her zerrenin zahiri yine zerredir amma, batını arşı azimdir. Cümle  mahlukat o zerrenin batınındadır. Yüce Hak’kın arşı azime olan teveccühü ne ise her zerreye de öyledir. Görmez misin insanın yüreğinde şu siyah noktanın içindeki sahranın azametini  ki,  her köşesinde arş, kürs, ay ve yıldızlar mevcut olmasın. Mevcudun batını böyledir. Tevhide dair bu nükteler Remzi Muhammed Efendi (ks) hazretlerinin risalesinden alınmıştır.

Resulullah (sav) buyurdu ki;

Allah evvela ruhumu yarattı.                       Allah evvela Aklımı yarattı.

Allah evvela nurumu yarattı.                       Allah evvela kalemi yarattı.


            Bu dört cevherin birçok isimle isimlendiğini açıklar. Bunlar: Ruhu evvel, nuru evvel, aklı evvel,  kalemi evvel, kavsi evvel, ruhu azam, sırrı azam, ruhu musavvir, ruhu mahluk, ruhu izafi, ruhu kutsi, ruhu nulvi, ruhu insani, ruhu hayati, ruhu rabbani, aklı kül, bahrı muhid, zatı mucid, nuru basid, nurul envar, sırrıl esrar, vasılı usül, aklı akul, ezeli azal, ruhu vahid, feyzi vahid, cevheri vahid, noktayı vahid, mahbubu hak, ahseni takvim, berzahı Kübra, illeti gaye, müsammayı kül,  insanı kamil, sırrı sübhan,mebdayı miad ve kaf diye bunca isimlerle isimlenen hakikatı muhammediyedir ki, kenzi mahfinin sırrı ve nuru ve on sekiz bin alemin çekirdeğidir. Nefs ruh ile zinde, ruh akıl ile zindedir ve akıl Hak’kın elçisidir ve tercümanıdır. Akıl ilim ile zinde olup ruh emrinin ve ruh sultanının veziri ve hizmetkarıdır….

                                                                                                                                                                   

                                                                                                                                      Sadeleştiren

                                                                                                                                Mehmet Naci GÜNEY

4 Haziran 2024 Salı

SEYYİD HOCA MUHAMMED NURİL ARABİ EL MELÂMİ EL BEDRİ HAZRETLERİNİN MELÂMİLERİ TARİF EDEN YÜCE RİSALESİNİN SADELEŞMESİDİR

Allah’a hamd olsun ki, Hak geldi batıl gitti. Peygamber üzerine salat ve selam olsun ki, Hak’kı o ispat etmiştir ve Hakkı örten bir perde kalmamıştır ve bütün ashabına salat ve selam olsun.

Öncelikle bilinmeli ki, melamiye denilen saadet gurubu hakikat ehli olup ince sırlara vakftırlar. Allah katında yücelmişler ve eşyayı Allah’ın tarifi ile bilmişlerdir. Gizli ve açıkta olan bütün yaratılanların istidat ve kabiliyetlerini gereği ile bilip, hissiyatıyla hüküm ve tasarrufta bulunan  yüce tayfa olup, sırlarını ancak Hak bilir. “Gök kubbemin altında öyle veli kullarım vardır ki, onları benden başka bilen yoktur.” Hadisi kutsi sırrının gayri olan bazı kimseler  batıl ve bozuk aynalarında, yanlış ve bozguncu olan hissiyat yüzlerini tüm renkleri ile göstermektedirler. Bozuk olan bu aynada kimi zındık meşrebi suretinde kimi ise kendi hali üzere küfür meşrebi suretinde kafir olarak görünür. Bunun gibi avamın çeşitli renkteki  nefsani halleriyle renklenip bu renklerle göründüklerinden kendilerini Melami ismiyle tanıtmaları gölge ile hakikatı fark edemediklerindendir. Bu durum “suyun rengi camın rengidir” kabilinden olup düşkünlüklerinden dolayı suyun rengi ile kabın rengini yani hakikatı taklitten  ayırt edemediklerinden sapkınlıkta kalmışlardır. Kendilerine hakim olan nefsin rengiyle zahire göre hüküm verdiklerinden  yanlış düşünceye sahip olmuşlardır. Adı geçen tayifeyi alun, dalalette olup, hak dinden ayrılarak sapkınlık  perdesi ile örtülü kalmışlardır.

Kur’an da belirtildiği gibi Bakara suresi 26.ayet “Bir çoğunu dalalete düşürür, bir çoğunu da hidayete erdirir.” Ayetinin anlamı gereğince hazreti zata vasıl olanlar hakkında övülme sıfatı olarak “her iki cihanda da yüz karasıdır.” Sözü söylenmiştir. Oysa bu tayfanın sahip oldukları manevi kişiliklerinin yüzü açığa çıkmış olsa, bütün  alem onlara secde eder ve onları mabut edinirlerdi. Ancak  “Allah kıskançtır” sözü gereği adı geçen melami tayfası büyük ve şerefli meclisin sevgisine mazhar olmuşlar, umumun adet ve gelenekleriyle hallenmeye gayret etmişler ve bu suretlerle kendilerini örtmüşlerdir. Bu yüzden hakikatlarının anlaşılması imkanını vermemişler ve bu konuda çok çekingen davranmışlardır. Yüce Hak’kı bilmeden adı geçen taifeyi alunu bilmek oldukça güçtür. Çünkü Hak celle ve ala hazretleri tenzih yoluyla ve bütün noksanlıklardan izole edilerek bilinir. Oysa taifeyi alun, suyun rengi kabın rengidir hükmünce her renk ile örtünmüş belki her rengin sureti ile zuhur ettiklerinden renklerin taklit edilmesi gibi yanlış anlayışa bırakılmışlardır. Renk ve suret ehli, onları gereği gibi anlayamadıklarından onlara tabi olamayıp onlara eziyet ederek sıkıntıya sokmaktan geri kalmamışlardır. Her ne olursa olsun sonuçta ilahi kahra düşmüş olsalar da fahri kainat sallallahü aleyhi vessellem efendimiz bu tayfadandır. Onun için bu suret ehlinin ekserisinin halleri vehim ve vesvesenin getirdiği işaretlerle göründü. Bundan dolayı adı geçen taife-i âlun  kendi  zatlarında görünen her işin hakikatına aşina olduklarından, bir kimse tarafından kötülenseler  ilahi gadap ile gadalanıp kabul etmezler. Eğer meth edilmiş olsalar son derece hoşnut olurlar ve gönülleri şenlenir. Çünkü bu taife-i âlun, övülen ve kötülenen yeri ve makamı gayet iyi  bilirler. Nisa suresi -78 : “Onlara bir iyilik isabet ettiğinde bu Allah katındandır derler,ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda bu senin yüzündendir derler.” ayeti hükmünce iyiliği, yerin kaynağına, kötülüğü ise noksan nefislere nisbet ederler. Her ne kadar bu iki söz birbirinden ayrı gibi gözükse de hakikat itibarıyla aynıdır. Nisa suresinin 78.ayetinin devamında belirtilir. “De ki; “Hepsi Allah katındandandır.” Zahir ile mazhar arasında fark olduğundan eşyayı yerli yerine koyup bu görüş ile hareket ederler. Diğer tayfa ise müşahede ehli olmayıp henüz nefislerinin etkisinden kurtulamamış tarikat mensubu kişiler yaptıkları bir işten dolayı kınansa bundan zevk alırlar, yine yaptıkları bir işten dolayı meth edilseler üzülürler. Ekmek dilimi ile kaşar dilimini fark edemediklerinden övülme ile yerilmeyi eşit tutarlar ve bu görüşü de kemalat zannederler. Eşyayı yerli yerine koyamadıkları için zulüm ehli olup övülme ve kötülenme sırrını bilmediklerinden hayvani meşreb üzere kalmışlardır.

 Taife-i âlun ise şeriat ile göründüklerinden, meth edilme makamında övülmenin en ince manasını ve kötülenme makamında da yerilmenin en ince manasına arif olduklarından bütün bunların hükmünü en ücra yerlere ulaştırmayı hedef aldıklarından hikmet ehli olmuşlardır. Onun için bu taife-i âlun, sözleri ile davranışları uygunluk gösterdiğinden makamlarından perdelenecek bir sır oluşmadı. Hayvan tayfası ise zıtlıklarla hareket ettiklerinden dinin zaruri kısmından konu açılsa “cahilin itikadı eşek yalanıdır” hükmünce ya bir hocayı ya bir şeyhi veya bir kitabı yahut geçmiş zaman hakimlerinin verdiği hükümleri senet gösterip taklit ettiğine baş delil yapar. Sırrın kaynağı olan Kur’anın görüşünü kavrayamadıklarından “eşeğin gaa gaa diye ses çıkarması gibi” söz gereği azabta kalıp bu yöndeki fikir ve sözleriyle ömürlerini boşa harcarlar. Şüphe gibi bir zulümün  getirdiği kuruntu ve vesvese ile berbat bir halde kalırlar. Böyle bir durumdan Allah’a sığınırız.

 Taife-i âlun ise, “Her şey aslına döner” sözü gereğince din ve irfanını gerçek kaynaktan alıp, hakikat üzere görüşlerinin cümlesi bu kaynak olur. Bundan dolayı kendi nefsine yüz vermeyen insanlarla dolu olan toplulukların tümüne imam olur. Çünkü kendisi son safta da olsa yine kendi imamına imam olup bunun gibi tuhaf sıfatlarla vasıflanırlar. Zamanımızda bulunan akılları kısa olan kişiler bunları nasıl fark edebilir ve ayırabilirler. Meğer ki, ilahi yardım bunları, arifibillah şahsiyetlerin seyri süluk irşadında ve sohbetlerinde bulunmaya izin vere..

        Gelelim kayıtsızlık meselesine azizim! Allah’ü Teala yüce kitabında buyurur; saffat suresi 180.ayet: “O izzet sahibi olan rabbin, onların yakıştırmalarından münezzehtir.” Resulullah (sav) efendimiz de bir hadislerinde buyurur; “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın.” Vaktaki, Hak celle ve alâ hazretleri, bedenlerden gizlenip gayıbdan da gayıb, cemi sıfat ve nisbetlerden, kayıt ve bağlardan, övülme ve kötülenmeden, ilim ve cehaletten, yokluk ve vücuttan, serbestlik ve bağlanma, küfür ve imandan, tevhid ve ortaklıktan  lâ ve illâ dan temiz olup kendini bire katmış olan erler nerede kaldı? Cenabı Hak yüce kitabında buyurur; İsra-81. Ayet: “Hak geldi batıl yok oldu.” ayetine misal olması bakımından anka kuşu ki  ismi var cismi yoktur.

Bundan dolayı “Beni gören Hak’kı görür.”hadisi şerif  gereğince asıllarının vasfıyla kendilerine lâkayd(kayıtsız) demek doğru olur. İsmi var cismi yok demekten amaç; İsim kendilerine bu yolla asliyet ve kayıttır ve isimdir ve sıfattır demek değildir. “Önce yeri belirle sonra otur.” söz gereği mevsuf katında vasıf  ve isim olsun. Asla ne önce ne de sonra Allah korusun. Buradaki gerçeklerden de “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın”  sırrı anlaşılmış oldu. Bu söz makamı ehadiyet olup “ev edna” makamı olarak da ifade edilir. Bu makam zevk edilmezse anlaşılması mümkün değildir. Lâkayd (kayıtsız) demenin manası budur. Yoksa lâkayd, Hak celle ve alâ hz’lerinin o kişiye olan tecelliyatının kesilmesi gırayim ve nebat ile hal ve hareket ile vasıflı olmayıp ayrıca  kayıtsız ve mevsufun hali ve tecellileri olmaması demek değildir. Şu bilinmelidir ki, İlahi kudret sırrının gerekliliğidir ki, ilim tahtında bulunan bilinen tecellilerin sonu yoktur kesilmez ancak  bir anda da iki tecelli olmaz. Bu durum kudret ve varlığının sırrıdır. Ciddi olarak anla.. Hazreti melâmiye tefsirinden alındığı gibi sen onu al ve cahillerden olma. Bu sözlerin başka yerlerden alındığını zannetme. Noktası ,harekesi ve durağı hepsi belgelidir. Sen her ne kadar bilmesen de bu böyledir. Hepsi cevherlerin anasıdır. Allah’tan başka bir şey yoktur. Her şey O’dur. O O’dur. Sen O de….

 

 

                                                                                                                              Sadeleştiren

                                                                                                                      Mehmet Naci GÜNEY 

                              

3 Haziran 2024 Pazartesi

ALİ RADIYALLAHÜ ANHA VE KEREMALLAHÜ VECHE HAZRETLERİNİN YAZDIĞI BİR ESERİNİN SEYYİD HOCA MUHAMMED NURİL ARABİ EL MELÂMİ TARAFINDAN YAPILAN ŞERHİNİN SADELEŞMESİ

          Hamd alemlerin rabbı olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam, Peygamberlerin Seyyidi olan Muhammed (sav)’e ve ehli beytinin cümlesi üzerine olsun.

İmam Ali (ra) buyurdu: “Me’l halku fi’t timsali illa keselcetin.”(Yaratılan her şey temsilde kar gibidir.) Yani bütün mahlûkatın vücutlarının zuhuru bir şeye benzemedi ancak kara benzedi. Karın vücudu olmadığı gibi, mahlukatın da müstakil vücutları yoktur. Zira karın vücudu suyun vücududur ve başka vücut yoktur. Halk da böyledir, vücutları Hak’kın vücududur. “Ve ente leha el-mâe ellezi hüve nâibun”(Kar dediğin şeyin aslı akar su gibidir.); Ve ente, halbuki sen. Ente de olan “te” Allah’ü tealaya hitaptır. Leha: Halkın vücutları ve zuhurları için, Allah’a hitapla “sensin” vücut senindir. Onun için zahiren kar su gibidir.

“Messelcü fi tahkiki gayri mâihi” (Kar gerçekte suyun gayrı değildir.) Yani hakikatte ve işin gerçeği olarak da kar suyun gayrı değildir. Ancak su, havanın soğukluğu ile kar suretinde görünür, su ismi gizli kalır, kar ismi zahir olur. İşin gerçeği olarak eşyanın vücudu  birdir, halk Hak’kın zuhurudur. Hak, her suretle cilvegar olur ve bu cilveler de halka isim olur. Gerçekte Hak’kın zatından başka zat yoktur. Halk ismi O’nun cilvesi olup zuhurudur. Cilve:İlahi isimlerin tecellisidir.

“Ve gayra enne fi hükmün deatiş şerayi”(Kar ile su şer’i hükümlere göre birbirine zıttır.); Yani kar ve su, şeri ve ahkamı zahirde birbirine zıttır. Çünkü su ile temizlik olur, fakat kar ile temizlik  olmaz. Hatta kardan başka bir şey bulunmazsa ve karı da eritecek bir vasıta yoksa ancak kar ile teyemmüm olur. Çünkü karın vücudu teyemmüme mani değildir amma suyun vücudu teyemmüme engeldir. Buradan da bilindi ki, ahkamı şeriye de zahiren kara su hükmü verilmez. Zira karın kendine has vücudu yoktur ki, ona su hükmü verilsin. Böylece, isim ve müşahedede, Hak’kın cilvesi olan halk, Hak’kın gayrıdır. Çünkü Hak’kın zatından başka zat yoktur ki ona Hak denmiş olsun. Velhasıl,kar suyun mazharı ve sureti olduğu gibi halk da Hak’kın mazharı ve cilvesidir.Bu yüzden halka Hak denmez.

“Velakin yezübüs selcü yürfeu hükmühü ve yüdeu hükmül mai vel emru vakiun.” (Ancak kar eridiğinde hükmü kalkar,suyun hükmü açığa çıkar.) Yani kar eriyip ismi ve hükmü olan temizlenmezlik ve teyemmüm ortadan kalkar su ismi ve temizlik hükmü  ortaya çıkar. Böylece Hak Teala, seyri süluk yani tevhid dersi görenlere tenbihte bulunur. Zariyat-56:  “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye halk ettim.” Ey liyüvahhidün! Cümle halk fanidir. Gerek tevhidi ef’al gerek tevhidi sıfat gerekse tevhidi zat ile halk erir yok olur. Bundan sonra Hak’kın zatını,Hak’kın bakışı ile ve bu yol üzere müşahede eder.Yani halkın fani ve Hak’kın baki olduğu müşahede edilip Hak zahir olur. Ancak tevhid anlayışı olmaksızın halka Hak demek küfürdür, bundan Allah’a sığınırız. Bektaşiye mensuplarının görüş ve düşüncelerinde tevhid olmadığı  halde  halka Hak demektedirler ve halka vücut vermektedirler. Allah korusun bu şekilde halka Hak demek küfürdür. Firavunun “ben sizin en ala Rabbınızım” iddiası gibi. Allah’ım bizi kovulmuş şeytanın şerrinden koru. Yukarıda konu edilen Hak’kın zahir olduğu makama cem makamı, hazreti ruh ve kurbu feraiz ismi verilir. Bu makamda “enel hak” demek caiz olur. Fakat bu sırrı açık etmek doğru değildir. Mansur İbni Hallac’ın bu sırrı saklama sabrı kalmadığından “Enel Hak” dedi ve sırrı aşikar oldu. Böylece kendisinin katl edilmesine dua okudu. Ehlullahın duasıdır; Kim bu sırrı açık ederse cezası, sureti yok olsun ve bu yücelikten indirilsin..

“Tecemmati’l ezdâdü fi vahidin ileyhâ ve fihi telâşetün fehüve anhünne sâdiun.” (Zıtların görünmesi bir olan hak’kın varlığı ile olur,onların bu görünüşleri aynı hak’tır, O’nun üzerine olur.) Bu ise hazretül cem makamıdır. Tüm sıfatların, hak’kın zatı ile kaim olduğu müşahede edilir ve aralarında zıddiyet vardır. Mesela; Evvel-ahir, batın-zahir, veren-engel olan, af eden-intikam alan ve diğerleri gibi.. Hak Tealanın esma ve sıfatları yani cemal olan güzelliği, bir olan zatın yüce hakikatının cilveleri ve vasıflarıdır.

Cemül cem makamı ise, görünen cemi ef’alin Hak’kın zatı ile var olduğunu müşahede etmektir. Ancak aralarında zıtlık vardır. Su-kar,ağaç-taş,hayvan-bitki ve diğerleri gibi. Ancak cümlesinin gerek ef’al gerekse sıfatları hak’kın zatı ile zahirdirler, kendilerine ait müstakil vücutları yoktur, zuhurları aynı Hak’tır.

Ve fihi telâşetün fehüve anhünne sâdiun. Bu mısra ile de, cümle sıfat ve efal, gerek mana gerekse suret, Hak’kın görüntüleri olduğuna işaret edilmiştir. Cümlesi Hak’kın zatında fani ve batın olup görünen görünmeyen varlık Hak’kın zatından başka bir şey değildir. Görmez misin ki, aynaya baktığın zaman, ayna yok olur, aynaya bakanın sureti zahir olur. Bundan dolayı aynaya bakmak sünnet oldu. Hatta, Allah’ın mezahirden görünmesi aynaya benzer, sözü varid oldu. Salat ve selam, Peygamberlerin Seyyidi olan Muhammed (sav)’e ve ehli beytinin cümlesi üzerine olsun…Amin..

                                                                                  

                                                                                                        Sadeleştiren

                                                                                                                       Mehmet Naci GÜNEY