25 Ocak 2016 Pazartesi

ZEVK-İ HAK'dan KENDİNİ KILMA CÜDA

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN


Zevk-i Hak'dan kendini kılma cüda
Cehl ü nefsle ömrünü etme heba
     

      Cüda: Ayrılık, ayrılmış,Zevk-i Hak:Kulun zevk-i ilâhi ile zevklenmesi, Cehl-ü nefs:Cahilce kulluk yapan kişi demektir.
Şeriat ehli olan bir kimsenin Allah rızası amacıyla yaptığı kullukta hâsıl olan hoşnutluğun Hak zevkinden gelmesi gibi, hakikata göre Hak zevki, kulun fenasında/ yokluğunda Rabbin zatına kavuşmasıyla hâsıl olan keyfiyetidir.
Nefs hakkında Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “kişi ulviyete yükselirse ruh tabir olunur, süfliyete düşerse nefs tabir olunur” buyurur. Bu itibarla rabbine vuslat ulviyetinden mahrum ve Rabbinden mahcup / perdeli olan şahsa, (kişiye) ehli nefs denir.
Cehl-ü nefs ise kişinin cahilce kulluk yapmasıdır. Yani cehaletle nefsin tabiat âleminden tattığı lezzetler peşinde ifa edilen kulluktur. Ki böyle bir kulluk yapmak, bu imtihan âleminde o kişinin ömrünü heba, kendini ise helâk etmesidir.   
Bu itibarla Kur’an’daki; “Muhakkak ki Allah indinde / katında din İslam'dır...” (Al-i İmran, 19) beyan gereği, İnsanlığa gelen cümle Peygamberlerin hepsi İslâm dinini tebliğ etmişlerdir. Ve İslam dini kulun bu imtihan âleminde geçici bir ömürle var olduğunu, geçici olmayan âlemin ise ahiret olduğunu, kıyametin kopması ile bu âlemde ve berzahta (kabir âleminde) hiçbir kimsenin kalmayıp, ebedi olan ahirete intikâl ederek orada ebediyen cennet veya cehennem ehli olarak yaşayacağının insanlığa tebliği olduğu gibi. İnsanın yaratılışının yüce amacının bu imtihan âleminde Rabbini bulup Rabbine vasıl olmasının tebliği irşadıdır.
Peygamberlerin sonuncusu Hz.Muhammed’de (s.a.v) bu doğrultuda tebliğ ve irşadıyla insanlığı aydınlatmış ve kıyamete kadar da aydınlatmaktadır. Hz.Muhammed’in tebliği ile ümmetinden yapılmasını istediği kulluk, Kur’an-ı Kerim’de ifade olunan kulluğun aynıdır. Ve bu kulluk ancak kişiyi dünya ve ahirette selamet ve esenliğe götürdüğü gibi insanın Rabbine bu âlemde vuslatını / kavuşmasını içerir.
    Bu itibarla bir kişi/nefs Kur’an-ı Kerim’deki emir ve yasakla-ra riayetle kulluk yapar, ilim irfan tahsil eder de cehaletten kurtulup Hakk’a kavuşarak zevki ilahiye mazhar olursa, dünya ve ahirette ebediyyen felâh bulur. Fakat kişi/nefs cehaletle kulluk yapar da yemek içmek, karşı cinse ilgi duymak, sadece kendinin ailesinin menfaatini düşünmek vb. anlayışıyla sadece tabiattan aldığı lezzetler doğrultusunda ahireti gözetmeden yaşarsa, o kimsenin ömrü heba olur. Böyle bir kişi bu yeryüzü olan imtihan âlemindeki ömrünü boşu boşuna tüketir.
      Bunu beyanla Rabbine kavuşarak zevk-i ilahiye ulaşmaktan cüda (ayrı) kalarak, cehl ile nefsini (kendini) avutup ömrünü heba etme buyruluyor.   

"Men ârefe " buyurdu şah-ı enbiya
Nefsini bil olma gafil ey baba

Şah-ı enbiya olan Hz. Resulullah Efendimiz; “Men ârefe nefse fekat arefe rabbe - Nefsini / kendini bilen Rabbı’nı bilir.”buyurmuştur ki, bu hadisi şerifin karşılığı, aynı manayı taşıyan Kur’an’daki; “Kendini / nefsini bilmeyenden başka kim İbrahim dininden / Hanif milletinden yüz çevirir…” (Bakara, 130) ayeti kerimesidir. Ve ayette ifade olunan İbrahim dini, tevhid dini olup Hanif milleti ise tevhit ehilleri demektir. İşte bu ayet ve hadis beyanlarından anlaşıldığı gibi kulun Rabbi’ni bilip, Rabbi’ne kavuşabilmesi için kendini / nefsini bilmesi gerekir. Ki, bunun için kulun tevhidi hakiki keşfi irfanına ulaşması icabeder.
      Bunu ifadeyle ey baba ey suretâ beşeri olgunluğa erişmiş kişi, peygamberlerin şahının “Men ârefe nefse fekat arefe rabbe - nefsini / kendini bilen Rabbı’nı bilir.”beyanındaki tevhidin hakikatine erişerek kendini / nefsini bilen arif kemâl ehli rüşd ve olgunlığına da ulaş, sakın gafillerden olma, buyruluyor. 

Varlığınla gezme düşersin gayya
"Yantıku ve yebtışü bi"dir Hûda

      Varlık: Kulun cehaletle kendine nisbet ederek var olduğunu zannettiği kendi şahsiyet-i varlığıdır, Gayya:Cehennem çukuru/kuyusu, “Yantıku ve yebtışü bi”: Benimle konuşur benimle eli tutar(hadisi kutsi), Hüda: Rab, Allah anlamındadır.
Bir kul’un Hakk’a arif olmadan şahsiyet-i varlığını kendinin zannetmesi, gizli şirk’tir. Ve gizli şirk kulun makam-ı insanı bulup insanı kâmil olmasına engel olan cehli cehennemidir. Ki bunu ifadeyle varlığını kendine nisbet etmekten vazgeçmezsen düsersin cehalet cehennemi kuyusuna, deniliyor. Ve devamla varlığını kendine nisbet etmeyip cümle varlığın Rabbine ait olduğu irfanı ile Hakka yakın olmaya bak. Çünkü Hâdi yani hidayet verici olan Allah kutsi beyanında; “Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el yürümesine ayak olurum o, benimle görür benimle işitir benimle konuşur benimle tutar ve benimle yürür…” diyor, buyruluyor.
Bunu beyanla varlığını kendine nisbet etmen seni cehl-i cehennem gayyasına / kuyusuna götürür. Aç gözünü uyan, hadi olup hidayete erdirici Allah, kulu için “benimle konuşur benimle eli tutar” diyor. Ki böyle kullardan olmaya bak, deniliyor.

Cümle ef’al u sıfatı ver Hakk'a
Kendini mahv eyle ol ehl-i fena

      Hz. Peygamber Efendimiz; “Ey Allah’ım, bana bu eşyanın iç yüzünü bildir!” buyurmuştur. Ki, bu beyanı ile Hz. Resulullah Efendimiz bizlere, eşyanın hakikatıni araştırmamızı tembih ediyor. Çünkü Cenab-ı Hakcümle âlemlerde ve yarattıklarında biz bilsekte bilmesekte ef’al, sıfat ve zat zuhuru ile mevcuttur. Nefs / kişi ilmi tevhid irfaniyeti ile fenafillâh (Allah’ta yok olma) keşfine ulaşmadıkça, cümle eşyadaki ve kendindeki Hakk’ın tecellilerini görmeyerek o tecellileri kendinin zanneder. Bunun çaresi, insanın zamanın mürşidi kâmili’ni bulup, onun irşadı olan daim zikir uyanıklığı ve meratibi tevhid keşfi irfanıyla, eşyanın ve kendinin fenasında (yokluğunda) ef’al-i ilahi, sıfat-ı ilah ve zat-ı ilahiye kavuşup fenafillâh olmasıdır.
      Bunu ifadeyle kendinin zannettiğin ef’al, sıfat ve vücud-u varlığını mahv eyleyip yokluğa ulaştırarak, sende fenafillâh keşfi irfanıyla arif ve kâmil ol buyruluyor.

Hubb-ı Hak'la zahir oldun Hilmi yâ
Âlemi yok bil dediler evliya

Hub: Muhabbet demektir ki, muhabbet Arapça bir kelime olup sevgiyi ve aşk’ı ifade ettiğinden,Hubb-ı Hak: Hak muhabbetinin, Hak aşkının ifadesidir.
Yüce Allah bir kutsi hadiste; “Ben gizli bir hazine idim; bilinmekliğimi muhabbet ettim / âşık oldum ve halkı yarattım.” buyurur ki, bu ilâh-i beyanı Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Ben süver-i malumatla zâhir idim, bilinmek-liğimi muhabbet / âşık oldum oldum ve halkı yarattım.”olarak yorumlamıştır.   
     Bu itibarlaCenâb-ı Hak zâhiren suretlerle olan tecellisiyle herkes tarafından tüm suretlere varlık nisbet edilerek bilinir iken; tevhîd-i hakikî irfânıyla suretlerin ve eşyanın hakikatının bilinmekliğine, Rabbimiz muhabbet edip âşık olduğu için, arif-ibillâh olan insan-ı kâmili yarattı. Bu yaradılış tevhîd-i hakikî keşf-i irfânıyla halen devam etmektedir. Ki bu yaratılma zikr-i dâim ve merâtib-i ilahînin keşf-i marifetiyle hâsıl olan Hak aşkıyla bu âlemde, ehl-i irfan ve ehl-i kemâlde zahir olup açığa çıkmaktadır. Ve her zamandaki insan-ı kâmil bu ilah-i aşk’la zahir olup insanlığı aydınlatmış ve aydınlatmaktadır.
Bunu ifadeyle ey Hilmi!İnsanları irşad edip aydınlattığın için âlemi halk arasında mürşid olarak tanınıp bilinmen, yüce Allah’ın kendi bilinmesine muhabbet edip âşık olmasındandır, diyerek; Hilmi lakâbıyla Malik Efendi Hazretleri bizleri uyarıyor. Ve devamla gelmiş geçmiş cümle evliyanın irşadındaki yüce gaye/amaç kulun, kendine ve cümle âleme nisbet ettiği varlığın yokluğunda zahir olan Hakk’a arif olmasıdır buyuruyor. Allahuâlem.

Hiç yorum yok: