ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Zevk-i Hak'dan kendini
kılma cüda
Cehl ü nefsle ömrünü etme
heba
Cüda: Ayrılık, ayrılmış,Zevk-i
Hak:Kulun
zevk-i ilâhi ile zevklenmesi, Cehl-ü nefs:Cahilce kulluk yapan kişi demektir.
Şeriat ehli olan bir kimsenin Allah rızası
amacıyla yaptığı kullukta hâsıl olan hoşnutluğun Hak zevkinden gelmesi gibi,
hakikata göre Hak zevki, kulun fenasında/ yokluğunda Rabbin zatına kavuşmasıyla
hâsıl olan keyfiyetidir.
Nefs hakkında Pir Seyyid
Muhammed Nur Hazretleri; “kişi
ulviyete yükselirse ruh tabir olunur, süfliyete düşerse nefs tabir olunur”
buyurur. Bu itibarla rabbine vuslat ulviyetinden mahrum ve Rabbinden mahcup /
perdeli olan şahsa, (kişiye) ehli nefs denir.
Cehl-ü nefs
ise kişinin
cahilce kulluk yapmasıdır. Yani cehaletle nefsin tabiat âleminden tattığı
lezzetler peşinde ifa edilen kulluktur. Ki böyle bir kulluk yapmak, bu imtihan
âleminde o kişinin ömrünü heba, kendini ise helâk etmesidir.
Bu itibarla Kur’an’daki; “Muhakkak ki Allah indinde /
katında din İslam'dır...” (Al-i İmran, 19) beyan
gereği, İnsanlığa gelen cümle Peygamberlerin hepsi İslâm dinini tebliğ
etmişlerdir. Ve İslam dini kulun bu imtihan âleminde geçici bir ömürle var
olduğunu, geçici olmayan âlemin ise ahiret olduğunu, kıyametin kopması ile bu
âlemde ve berzahta (kabir âleminde) hiçbir kimsenin kalmayıp, ebedi olan
ahirete intikâl ederek orada ebediyen cennet veya cehennem ehli olarak
yaşayacağının insanlığa tebliği olduğu gibi. İnsanın yaratılışının yüce
amacının bu imtihan âleminde Rabbini bulup Rabbine vasıl olmasının tebliği
irşadıdır.
Peygamberlerin sonuncusu Hz.Muhammed’de
(s.a.v) bu doğrultuda tebliğ ve irşadıyla insanlığı aydınlatmış ve kıyamete
kadar da aydınlatmaktadır. Hz.Muhammed’in tebliği ile ümmetinden yapılmasını
istediği kulluk, Kur’an-ı Kerim’de ifade olunan kulluğun aynıdır. Ve bu kulluk
ancak kişiyi dünya ve ahirette selamet ve esenliğe götürdüğü gibi insanın Rabbine
bu âlemde vuslatını / kavuşmasını içerir.
Bu
itibarla bir kişi/nefs Kur’an-ı Kerim’deki emir ve yasakla-ra riayetle kulluk
yapar, ilim irfan tahsil eder de cehaletten kurtulup Hakk’a kavuşarak zevki
ilahiye mazhar olursa, dünya ve ahirette ebediyyen felâh bulur. Fakat kişi/nefs
cehaletle kulluk yapar da yemek içmek, karşı cinse ilgi duymak, sadece kendinin
ailesinin menfaatini düşünmek vb. anlayışıyla sadece tabiattan aldığı lezzetler
doğrultusunda ahireti gözetmeden yaşarsa, o kimsenin ömrü heba olur. Böyle bir
kişi bu yeryüzü olan imtihan âlemindeki ömrünü boşu boşuna tüketir.
Bunu beyanla Rabbine kavuşarak zevk-i
ilahiye ulaşmaktan cüda (ayrı)
kalarak, cehl ile nefsini (kendini)
avutup ömrünü heba etme
buyruluyor.
"Men ârefe "
buyurdu şah-ı enbiya
Nefsini bil olma gafil ey
baba
Şah-ı enbiya olan Hz. Resulullah Efendimiz;
“Men ârefe nefse fekat arefe rabbe -
Nefsini / kendini bilen Rabbı’nı bilir.”buyurmuştur ki, bu hadisi
şerifin karşılığı, aynı manayı taşıyan Kur’an’daki; “Kendini
/ nefsini bilmeyenden başka kim İbrahim dininden / Hanif milletinden yüz
çevirir…” (Bakara, 130) ayeti kerimesidir. Ve ayette ifade
olunan İbrahim dini, tevhid dini olup Hanif milleti ise tevhit ehilleri
demektir. İşte bu ayet ve hadis beyanlarından anlaşıldığı gibi kulun Rabbi’ni
bilip, Rabbi’ne kavuşabilmesi için kendini / nefsini bilmesi gerekir. Ki, bunun
için kulun tevhidi hakiki keşfi irfanına ulaşması icabeder.
Bunu ifadeyle ey baba ey suretâ beşeri olgunluğa
erişmiş kişi, peygamberlerin şahının “Men ârefe nefse fekat arefe rabbe - nefsini / kendini
bilen Rabbı’nı bilir.”beyanındaki tevhidin hakikatine
erişerek kendini / nefsini bilen
arif kemâl ehli rüşd ve olgunlığına da ulaş, sakın gafillerden olma, buyruluyor.
Varlığınla gezme düşersin
gayya
"Yantıku ve yebtışü
bi"dir Hûda
Varlık: Kulun cehaletle kendine nisbet ederek var
olduğunu zannettiği kendi şahsiyet-i varlığıdır, Gayya:Cehennem
çukuru/kuyusu, “Yantıku ve yebtışü bi”:
Benimle konuşur benimle eli tutar(hadisi kutsi), Hüda: Rab, Allah anlamındadır.
Bir kul’un Hakk’a arif olmadan şahsiyet-i
varlığını kendinin zannetmesi, gizli şirk’tir. Ve gizli şirk kulun makam-ı
insanı bulup insanı kâmil olmasına engel olan cehli cehennemidir. Ki bunu
ifadeyle varlığını kendine nisbet etmekten vazgeçmezsen düsersin cehalet
cehennemi kuyusuna, deniliyor. Ve devamla varlığını kendine nisbet etmeyip
cümle varlığın Rabbine ait olduğu irfanı ile Hakka yakın olmaya bak. Çünkü Hâdi yani hidayet verici olan Allah
kutsi beyanında; “Kulum bana nevafille
öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak,
konuşmasına dil, tutmasına el yürümesine ayak olurum o, benimle görür benimle
işitir benimle konuşur benimle tutar ve benimle yürür…” diyor,
buyruluyor.
Bunu beyanla varlığını kendine nisbet etmen seni cehl-i cehennem gayyasına / kuyusuna götürür. Aç gözünü
uyan, hadi olup hidayete erdirici
Allah, kulu için “benimle konuşur benimle eli tutar” diyor. Ki böyle kullardan
olmaya bak, deniliyor.
Cümle ef’al u sıfatı ver
Hakk'a
Kendini mahv eyle ol ehl-i
fena
Hz. Peygamber
Efendimiz; “Ey Allah’ım, bana bu
eşyanın iç yüzünü bildir!” buyurmuştur. Ki, bu beyanı ile Hz.
Resulullah Efendimiz bizlere, eşyanın hakikatıni araştırmamızı tembih ediyor.
Çünkü Cenab-ı Hakcümle âlemlerde ve yarattıklarında
biz bilsekte bilmesekte ef’al, sıfat ve zat zuhuru ile mevcuttur. Nefs / kişi ilmi
tevhid irfaniyeti ile fenafillâh (Allah’ta yok olma) keşfine ulaşmadıkça, cümle
eşyadaki ve kendindeki Hakk’ın tecellilerini görmeyerek o tecellileri kendinin
zanneder. Bunun çaresi, insanın zamanın mürşidi kâmili’ni bulup, onun irşadı
olan daim zikir uyanıklığı ve meratibi tevhid keşfi irfanıyla, eşyanın ve
kendinin fenasında (yokluğunda) ef’al-i ilahi, sıfat-ı ilah ve zat-ı ilahiye
kavuşup fenafillâh olmasıdır.
Bunu ifadeyle kendinin zannettiğin ef’al, sıfat ve vücud-u varlığını
mahv eyleyip yokluğa ulaştırarak, sende fenafillâh keşfi irfanıyla arif ve
kâmil ol buyruluyor.
Hubb-ı Hak'la zahir oldun Hilmi yâ
Âlemi yok bil dediler
evliya
Hub: Muhabbet demektir ki, muhabbet Arapça bir kelime olup
sevgiyi ve aşk’ı ifade ettiğinden,Hubb-ı Hak: Hak muhabbetinin, Hak aşkının ifadesidir.
Yüce Allah bir kutsi hadiste; “Ben gizli bir hazine idim; bilinmekliğimi muhabbet ettim / âşık oldum
ve halkı yarattım.” buyurur ki, bu ilâh-i beyanı Pir Seyyid Muhammed Nur
Hazretleri; “Ben süver-i malumatla zâhir idim, bilinmek-liğimi muhabbet / âşık
oldum oldum ve halkı yarattım.”olarak yorumlamıştır.
Bu itibarlaCenâb-ı
Hak zâhiren suretlerle olan tecellisiyle herkes tarafından tüm suretlere varlık
nisbet edilerek bilinir iken; tevhîd-i hakikî irfânıyla suretlerin ve eşyanın
hakikatının bilinmekliğine, Rabbimiz muhabbet edip âşık olduğu için, arif-ibillâh
olan insan-ı kâmili yarattı. Bu yaradılış tevhîd-i hakikî keşf-i irfânıyla
halen devam etmektedir. Ki bu yaratılma zikr-i dâim ve merâtib-i ilahînin
keşf-i marifetiyle hâsıl olan Hak aşkıyla bu âlemde, ehl-i irfan ve ehl-i
kemâlde zahir olup açığa çıkmaktadır. Ve her zamandaki insan-ı kâmil bu ilah-i
aşk’la zahir olup insanlığı aydınlatmış ve aydınlatmaktadır.
Bunu ifadeyle ey Hilmi!İnsanları irşad edip aydınlattığın
için âlemi halk arasında mürşid olarak tanınıp bilinmen, yüce Allah’ın kendi
bilinmesine muhabbet edip âşık olmasındandır, diyerek; Hilmi lakâbıyla Malik
Efendi Hazretleri bizleri uyarıyor. Ve devamla
gelmiş geçmiş cümle evliyanın
irşadındaki yüce gaye/amaç kulun, kendine ve cümle âleme nisbet ettiği varlığın
yokluğunda zahir olan Hakk’a arif olmasıdır buyuruyor. Allahuâlem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder