26 Ocak 2016 Salı

HER TARAF BERBAD OLUP OLDU HARAB


ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Her taraf berbad olup oldu harab
Gönlüm içre duzah-ı aşk kıldı tâb

Duzah: Cehennem, Tab: Parıltı, aydınlanma demektir. Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Aşk’ın aşk, vahle ve heyman olmakla üç merhalesi vardır. Âşık zerresine varıncaya kadar maşukuna (İlah-i sevgiliye) yönelmesine aşk denir, bu hal’in sahibi âşıktır. Zerresine varıncaya kadar maşukuna yöneldikten sonra âşık’ın kendinden geçmesine vahle denir. Kendinden geçtikten sonra maşukunu kendinde müşahade etmesine ise heyman denir.” buyurmuştur. Ki ilah-i aşk her kimde hâsıl olursa, o kişinin gerek kendinin gerekse cümle âlemin varolduğunu zannettiği nisbet varlığı, ilâh-i aşk ateşiyle yanar. Ve Hak aşkı cahillerde olmaz, arif-ibillâh ve ehli kemâlde hâsıl olur; bunu ifadeyle İmam-ı Gazâli Hazretleri; “Mecaz / ağyâr aşkında bile bir güzelin güzelliği bilinip ve görüldükten sonra âşık olunur. Ki güzeller güzeli olan Allah’a bilinmeden ve görülmeden âşık olunmaz, ancak Allah’ın güzellikleri bilinip görüldükten sonra Allah’a âşık olunur.” diyor.
      Bu itibarla ilâh-i aşk’a mazhar olan âşık’ın cehaletle kendine nisbet ettiği cümle fiil ve sıfatların aşk ateşi ile yanıp fena / yok olmasını ifadeyle Malik Efendi Hazretleri;her taraf yani cümle âleme ve kendime nisbet ettiğim varlığım fena bularak berbad ve harab oldu. Gönlümün içindeki cehalet duzahı / cehennemi ilâh-i aşk ile tab oldu, yani pırıldayıp tevhidi hakiki irfanıyla aydınlandı, buyuruyor.

Kurb-ı sultan ateşidir bu ateş
Yedi cahîmi yakıp etti kebâb

      Kurb-ı sultan ateşi:Cümle âlemlerin ve âlemlerdeki her şeyin melik’i / sultanı olan Hakk’a, kul’un yakın olup kavuşma aşk’ından hâsıl olan ateş’tir. Yedi cahimi yakıp etti kebâb demek ise: İnsanı var eden hayat, ilim, irade, kelam, görmek, işitmek ve kudret olan yedi sıfatlardır. Cehaletle Allah’a ait olan bu sıfatları kendine nisbet eden bir kul eğer Hak aşkına mazhar olursa, kendine nisbet ettiği bu sıfatları tevhid-i sıfat keşfi irfanı ile fena bulup yok olur. Ki, bunu ifadeyle âlemlerin meliki / sultanı olan Hakk’a kurb (yakınlık) ve vuslat aşk’ı nın ateşi, kendime nisbet ettiğim yedi sıfatı kebâb gibi yakıp fena etti, demektir.

Hem hatab gibi vücudum yandı âh
Firkatin kibritiyle oldu türab

     Hatab: Odun, ağaç kütüğü,Firkat: Ayrılık,Türab: Toprak, demek olup, tevhid-i sıfat makamının keşfi irfanına ulaşan bir Hak aşığının sıfatları fena bulduğunda vücudu bir odun, ağaç kütüğü gibi kalır. Ki, ilâh-i aşk’ın nar’ı / ateşi o odun gibi olan vücut varlığını da yakıp kül eder. Bunu beyan ilehatab (odun) gibi vücudum firkat (ayrılık) kibriti ile tutuşup türâb (toprak) oldu buyruluyor. Ki ilah-i sevgiliden ayrı kalmak hasreti tutuşturdu da, bir ağaç kütüğü gibi olan vücudum, türab, yani yerle yeksan olup fenafillâha erişti demektir. Ki ilâh-i aşk’ın vahle mertebesi ile aşığın vücud varlığını fena / yok ederek kendinden geçmesi ifade ediliyor.

Kendi yakar hem yanar kendi dahi
Nice ider kendi kendini azab

      Kur’an-ı Kerîm’de;“Allah şahittir ki; Allah’tan başka ilah olmadığına, melekler bir de âdil âlimler şahittir.” (Al-iİmran, 18) buyrulur. Bu ayetin ledduni hikmet yönü, ilâh-i aşkın heyman hâlidir. Aşk’ın heyman hâlinde, aşığın yokluğunda maşuk olan Hak zahir olur. Ve aşığın kuvvasında Hak kendi zuhurunda kendi kendini müşahade eder, kendi kendini işitir, kendinden başka ilâh varlık olmadığına kendisi şahitlik edip, kendi kendine muhabbet ederek aşkını ilan eder. Ki bir kul buna ancak ilâh-i aşk’ın heyman tecellisiyle mazhar olur.
      Ehli kemâl’den rivayet edildi ki, Bağdat Halifesi Mecnun-un haline acıyıp, onları birleştirmek için Leylâ ile Mecnun’u huzuruma getirin diye emreder. Ve Leylâ ile Mecnun gelir.
            Halife: ey Mecnun nasılsın dediğinde,
            Mecnun: “ben olda bil” der.
            Halife: “işte leylâyı sana vereyim sen Leyla’yı al, bu hasret sona ersin de kendine gel” dedi.
            Mecnun ise: “Leylâ benim, beni bana nasıl verirsin” der.
            Leylâ: Ey Mecnun ben Leylâ’yım dediğinde
            Mecnun: ”Eğer sen Leylâ isen ben kimim? Leylâ iki’midir ki, deyip Leylâ’ya bakmadan, Leylâ Leylâ diyerek oradan gider.
      Bu itibarla ilâh-i aşk’ın heyman mazharıyeti ile Malik Efendi Hazretleri; aşk ateşi narından hâsıl olan yakıcılığın, yanıcılığın ve cümle tecellinin zat-ı vahdetin kendinden kendine olan zuhuru olduğunu beyan ediyor.

Mâlikîyâ arada kaldı mahv olub
Çün secerden ene rab oldu hitâb

Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak Hz.Musa’ya hitaben;“İnniy ene Rabbüke fahla na’leyk inneke bil vadil mukaddesi Tuva / Muhakkak ki ben senin Rabbinim! Hemen iki nalınını çıkar muhakkak ki sen mukaddes vadi tuva’dasın.” (Taha, 12) buyurur. Bu ayette Hz.Musa’nın mukaddes vadi olan tuva vadisine dâhil olduğunu yüce Allah o’na ağaçtan konuşarak “ene rabbuke / ben senin Rabbınım” demekle ifade etmiştir. Ki ledduni hikmet yönüyle “mukaddes vadi” olan tuva vadisi, ilah-i aşk vadisidir. “İki nalınlar” ise dünya ve ukba muhabbetidir. Her kim ilah-i aşk mazharıyetiyle dünya ve ukba muhabbetini terk edip, nisbet varlığını yakıp mahv ederse o kul, Hakk’ın ebediyeti-ne bekâsına intikâl ederek, Hak ile bekâ bulup ölümsüz olur. Ve onun müşâhadesinde Rabbin’den başka hiçbir şey olmaz. O, cümle suretlerdeki her tecellide Hz.Musa gibi daima rabbine nazar eder, Rabbini işitir. Bu hitabın yanan bir şecerden (ağaçtan) yapılması ise nisbet varlığı aşk’ın ateşi ile yanan Hak aşığı kulluğunda ancak “ene rabbuke - ben senin Rabbın’ım hitabının zuhur etmesini ifade eder.
Bunu beyanla Malik Efendi Hazretleri; Hak aşk-ı varlığımı fena (yok) ederek yakıp mahvetti, fakat mahv olan ve şecer gibi yanık kulluğumdan ene Rab (ben Rabbin’im) hitabı zahir oldu.

Hiç yorum yok: