ŞİİR:ABDULMALİK
HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Her taraf berbad olup oldu
harab
Gönlüm içre duzah-ı aşk
kıldı tâb
Duzah:
Cehennem, Tab: Parıltı, aydınlanma demektir. Pir Seyyid Muhammed Nur
Hazretleri;“Aşk’ın aşk, vahle ve
heyman olmakla üç merhalesi vardır. Âşık zerresine varıncaya kadar maşukuna
(İlah-i sevgiliye) yönelmesine aşk denir, bu hal’in sahibi âşıktır. Zerresine
varıncaya kadar maşukuna yöneldikten sonra âşık’ın kendinden geçmesine vahle
denir. Kendinden geçtikten sonra maşukunu kendinde müşahade etmesine ise heyman
denir.” buyurmuştur. Ki ilah-i aşk her kimde hâsıl olursa, o kişinin
gerek kendinin gerekse cümle âlemin varolduğunu zannettiği nisbet varlığı,
ilâh-i aşk ateşiyle yanar. Ve Hak aşkı cahillerde olmaz, arif-ibillâh ve ehli
kemâlde hâsıl olur; bunu ifadeyle İmam-ı Gazâli Hazretleri; “Mecaz / ağyâr aşkında bile
bir güzelin güzelliği bilinip ve görüldükten sonra âşık olunur. Ki güzeller
güzeli olan Allah’a bilinmeden ve görülmeden âşık olunmaz, ancak Allah’ın
güzellikleri bilinip görüldükten sonra Allah’a âşık olunur.” diyor.
Bu itibarla ilâh-i aşk’a mazhar olan
âşık’ın cehaletle kendine nisbet ettiği cümle fiil ve sıfatların aşk ateşi ile
yanıp fena / yok olmasını ifadeyle Malik Efendi Hazretleri;her taraf yani cümle âleme ve kendime nisbet ettiğim
varlığım fena bularak berbad ve harab oldu. Gönlümün içindeki cehalet
duzahı / cehennemi ilâh-i aşk ile tab oldu, yani
pırıldayıp tevhidi hakiki irfanıyla aydınlandı, buyuruyor.
Kurb-ı sultan ateşidir bu
ateş
Yedi cahîmi yakıp etti
kebâb
Kurb-ı sultan ateşi:Cümle
âlemlerin ve âlemlerdeki her şeyin melik’i / sultanı olan Hakk’a, kul’un
yakın olup kavuşma aşk’ından hâsıl olan ateş’tir. Yedi cahimi yakıp etti
kebâb demek ise: İnsanı var eden hayat, ilim, irade, kelam, görmek, işitmek
ve kudret olan yedi sıfatlardır. Cehaletle Allah’a ait olan bu sıfatları
kendine nisbet eden bir kul eğer Hak aşkına mazhar olursa, kendine nisbet
ettiği bu sıfatları tevhid-i sıfat keşfi irfanı ile fena bulup yok olur. Ki,
bunu ifadeyle âlemlerin meliki / sultanı olan Hakk’a kurb
(yakınlık) ve vuslat aşk’ı nın ateşi, kendime nisbet ettiğim yedi
sıfatı kebâb gibi yakıp fena etti, demektir.
Hem hatab gibi vücudum
yandı âh
Firkatin kibritiyle oldu
türab
Hatab: Odun, ağaç kütüğü,Firkat:
Ayrılık,Türab: Toprak, demek olup, tevhid-i sıfat makamının keşfi
irfanına ulaşan bir Hak aşığının sıfatları fena bulduğunda vücudu bir odun,
ağaç kütüğü gibi kalır. Ki, ilâh-i aşk’ın nar’ı / ateşi o odun gibi olan vücut
varlığını da yakıp kül eder. Bunu beyan ilehatab (odun) gibi vücudum firkat
(ayrılık) kibriti ile tutuşup türâb (toprak) oldu buyruluyor. Ki ilah-i
sevgiliden ayrı kalmak hasreti tutuşturdu da, bir ağaç kütüğü gibi olan vücudum,
türab, yani yerle yeksan olup fenafillâha erişti demektir. Ki ilâh-i aşk’ın
vahle mertebesi ile aşığın vücud varlığını fena / yok ederek kendinden geçmesi
ifade ediliyor.
Kendi yakar hem yanar
kendi dahi
Nice ider kendi kendini
azab
Kur’an-ı Kerîm’de;“Allah şahittir ki; Allah’tan başka ilah olmadığına, melekler bir de
âdil âlimler şahittir.” (Al-iİmran,
18) buyrulur. Bu ayetin ledduni hikmet yönü, ilâh-i aşkın heyman
hâlidir. Aşk’ın heyman hâlinde, aşığın yokluğunda maşuk olan Hak zahir olur. Ve
aşığın kuvvasında Hak kendi zuhurunda kendi kendini müşahade eder, kendi
kendini işitir, kendinden başka ilâh varlık olmadığına kendisi şahitlik edip,
kendi kendine muhabbet ederek aşkını ilan eder. Ki bir kul buna ancak ilâh-i
aşk’ın heyman tecellisiyle mazhar olur.
Ehli kemâl’den rivayet edildi ki, Bağdat Halifesi Mecnun-un
haline acıyıp, onları birleştirmek için Leylâ ile Mecnun’u huzuruma getirin
diye emreder. Ve Leylâ ile Mecnun gelir.
Halife: ey Mecnun
nasılsın dediğinde,
Mecnun:
“ben olda bil” der.
Halife:
“işte leylâyı sana vereyim sen Leyla’yı
al, bu hasret sona ersin de kendine gel” dedi.
Mecnun
ise: “Leylâ benim, beni bana nasıl
verirsin” der.
Leylâ:
Ey Mecnun ben Leylâ’yım dediğinde
Mecnun:
”Eğer sen Leylâ isen ben kimim? Leylâ
iki’midir ki, deyip Leylâ’ya bakmadan, Leylâ Leylâ diyerek oradan gider.
Bu itibarla ilâh-i aşk’ın heyman
mazharıyeti ile Malik Efendi Hazretleri; aşk ateşi narından hâsıl olan yakıcılığın,
yanıcılığın ve cümle tecellinin zat-ı vahdetin kendinden kendine olan zuhuru
olduğunu beyan ediyor.
Mâlikîyâ arada kaldı mahv
olub
Çün secerden ene rab oldu
hitâb
Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak Hz.Musa’ya hitaben;“İnniy
ene Rabbüke fahla na’leyk inneke bil vadil mukaddesi Tuva / Muhakkak ki
ben senin Rabbinim! Hemen iki nalınını çıkar muhakkak ki sen mukaddes vadi
tuva’dasın.” (Taha, 12) buyurur. Bu ayette Hz.Musa’nın
mukaddes vadi olan tuva vadisine dâhil olduğunu yüce Allah o’na ağaçtan
konuşarak “ene rabbuke / ben senin Rabbınım”
demekle ifade etmiştir. Ki ledduni hikmet yönüyle “mukaddes vadi” olan tuva vadisi, ilah-i aşk vadisidir. “İki nalınlar” ise dünya ve ukba
muhabbetidir. Her kim ilah-i aşk mazharıyetiyle dünya ve ukba muhabbetini terk
edip, nisbet varlığını yakıp mahv ederse o kul, Hakk’ın ebediyeti-ne bekâsına
intikâl ederek, Hak ile bekâ bulup ölümsüz olur. Ve onun müşâhadesinde Rabbin’den
başka hiçbir şey olmaz. O, cümle suretlerdeki her tecellide Hz.Musa gibi daima
rabbine nazar eder, Rabbini işitir. Bu hitabın yanan bir şecerden (ağaçtan)
yapılması ise nisbet varlığı aşk’ın ateşi ile yanan Hak aşığı kulluğunda ancak “ene rabbuke - ben senin Rabbın’ım” hitabının zuhur etmesini ifade eder.
Bunu beyanla Malik
Efendi Hazretleri; Hak aşk-ı varlığımı fena (yok) ederek yakıp
mahvetti, fakat mahv olan ve şecer gibi yanık kulluğumdan ene
Rab (ben Rabbin’im) hitabı zahir oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder