26 Ocak 2016 Salı

NOKTA-İ İLM OLDU BANA İLM-U VEHEB

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

                          


Nokta-i ilm oldu bana ilm u veheb
Nokta-i sır âleme göründü receb

Nokta-i ilm: Noktanın ilmi,İlmi veheb: Bağışlanan ilim, (vehhâb olan Allah tarafından bağışlanarak ihsan edilen ilim),Nokta-i sır: Noktanın sırrı, esrarı demektir.
İlim iki şekilde tahsil edilir ki biri kesb-î dir, (kazanılır) diğeri ise vehb-i dir (bağışlanır).
Kesb-i ilim: kulun gayretiyle kitaplardan, okullardan, örflerden, âlimlerden vb. tahsil edilerek kazanılan ilimlerdir.
Vehb-i ilim ise: Hakk’ın ilham ve doğuş ile bağışladığı ilimdir.
      Bunu ifadeyle hadis-i şerifte,“Siz bildiklerinizle amel edin Allah bilmediklerinizi size öğretir.” deniliyor ki, kulun gayretle kesb edip de kazanarak öğrendiği ilim ile kulluk / ibadet yapması, bildikleri ile amel etmesi” dir. Böyle bir anlayışla amel eden bir kul’un ilmi tevhid keşfi irfanı ile Hakk’a ârif olması ise“…ona Allah’ın öğretmesi”dir. Ve bu ilm-ivehbi’dir.
Bu itibarla bir kimsenin mürşid-i kâmil’den aldığı ilm-i tevhid telkinini ezberleyip hıfz etmesi kesbi’ dir. Fakat kâmil’den tahsil ettiği ilmi tevhid şuhudundan hâsıl olan irfâna mazhar olması isevehhab olan Allah’ın lütuf ve ihsanı olan ilmi veheb’dir. 
      Ki, Allah bağışı olan bu vehbi ilmi ifedeyle Kur’an-ı Kerim’de;“Rabbimiz bize hidayet ettikten sonra kalplerimizi döndürme ve bize leddünundan bir rahmet ver. Sen, yalnız sen vahhab’sın bol bol bağışlarsın(Al-i İmran, 8) ve “Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik. (Kehf, 65 ) buyrulur. Ki ayetlerde geçen “…bize leddünundan bir rahmet ver.” ve “...lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik.”  beyanlarıyla ifade edilen ve Allah’ın katından rahmet olarak lütfedip bağışladığı “ilm-i ledün”, ilm-i tevhid keşfi irfanı olan nokta-i ilimdir (noktanın ilmidir).
Bunu beyanlanokta-i ilm, vahdet-i zat (zat bir’liği)sırrı’nı içeren ilim olduğundan bu ilim hakkında Hz.Ali;“İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı.”demiştir. Kinokta, kalemi hareket ettirmeden kâğıdın üzerine bırakıldığında oluşandır. Ve her harf, şekil ve rakam kalemin bırakılması ile oluşan noktadan zuhura gelir. Bu itibarla cümle harfin şeklin ve rakamın evveli aslı noktadır. Ve nokta olmamış olsaydı harflerin, şekil ve rakamların hiç birisi olmazdı.
Nokta aynı zamanda rakam itibarıyla sıfır’ı ifade etmekle beraber, Arap alfabesindeki cümle harflerin ahengidir. Ve her harf, nokta ile bir anlam ifade eder. Mesela, iki ucu yukarıya kıvrılmış yatay çizginin altında bir nokta olursa B harfi olarak, içinde bir nokta olursa N harfi olarak, üstünde iki nokta olursa T harfi olarak, üstünde üç nokta olursa S harfi olarak okunur. Eğer nokta olmazsa Arapça hiçbir harf, kelime ve cümle oluşamaz. Velhasıl rakam yönü ile sıfır olan nokta, cümle harflerin rakamların ve şekillerin aslı evveli olduğu gibi, nokta cümle harflere mahiyet ses ve ahenk verendir.
      Bu itibarla her harf, rakam ve şekil’in evvel ve aslı nasıl nokta ise yaratılmış cümle âlemler ve âlemdeki her varlığın evveli asl’ı Allah’ın vahdet-i zatı’dır. Ve her varlık, asıl olan vahdet-i zat mevcudiyetiyle var olur. Bu varoluş yani yaratılış; Hakk’ın zat’ından sıfatlarına, sıfatlarından isimlerine ve fiillerine tecelli etmesiyle meydana gelir. Ki bizim gördüğümüz tüm suretler, Hakk’ın isim ve fiil’lerinin cem’inden hâsıl olan varlık ve suretler’dir. Ve cümle âlemlerdeki varlıklarda ve tüm suretlerde asıl olan vahdet-i zat mevcuttur. Başka bir ifadeyle zat’ı vahdet cümle varlıkta mevcut olmasa, hiçbir âlem ve âlemlerdeki hiçbir şey var olmaz. Ki, Her şey dediğimiz cümle varlıklar, suretler ve kendi varlığımız vahdet-i zat ile var olup, her bir yaratılmışta biz bilsekte bilmesekte zat-ı vahdet mevcuttur.
      Ehli kemâl;“Hakikatta Hakk’ın vahdet-i zatı’na taallûk etmeyen (zat’ı vahdet’le ilgili olmayan) anlayış ilim değil, zan’dır. İlim, Zat’ı vahdet’e taallûk ederse ilim’dir” demişlerdir. Ki Hakk’ın zatına taallûk eden ilgilenen ilim, ilmi tevhid irfanıdır. Çünkü tevhid irfanına göre ilim, zat-ı mefsufun zuhuru olan sıfattır. Ve her sıfatta mefsuf olan zat şuhut edilir. Bu itibarla, bir insanın kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Hakk’ın zatı’na ulaşıp vasıl olabilmesi (kavuşması) ancak ilm-i tevhid irfanı ile mümkün olduğu için tevhidi hakiki irfanı veheb olan Nokta-i ilm’dir. Bunu beyanla, beyitin birinci satırında, Nokta-i ilm oldu bana ilmi veheb demekle Malik Efendi Hazretleri; Tevhid-i hakiki irfanına mazhar olduğunu ifade ediyor.
     Kur’an’ın; ”Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab, 40) beyanı gereği, peygamberlikle olan davet ve irşad Hz. Muhammed (s.a.v) ile son bulmuştur. Ve kıyamete kadar tebliğ ve irşad Muhammed ümmeti içindeki âlimler ve velayet yolunun mürşid-i kâmili olan veliler tarafından ifa edilir.
Velâyet irşadı Hz.Ali ile zahir olup kıyamete kadar devam edecek olduğundan, velâyet mürşidlerinin imamı Hz.Ali’dir. Velâyet irşadı Hakk’ın zat’ı sırrı’na taalluk ettiği için Hz.Ali (kv);“B nin altındaki nokta benim.” demiştir. Ki velayet irşadının imamı / önderi olan Hz.Ali’nin valayet irşadı misyonunu kıyamete kadar her zamanda ve günümüzde devam ettiren mürşidi kâmil “nokta-i sır”dır.
      Nokta’nın rakam yönüyle sıfır olması gibi fenafillâh keşfi irfanıyla insanı kâmil, nisbet varlığı olmayan hiç’tir. Ve sıfır olan noktanın cümle harflere ses ve ahenk vermesi gibi, nisbet varlığı fena / yok olan mürşidi kâmil de irşadıyla cümle âlemde ve her tecellide mevcut olan Hakk’ı şuhut marifetiyle her tecelliye, cümle varlık ve eşyaya ahenk verir. Çünkü insanın yaradılışının yüce gayesi bu ahenge erişme kulluğudur. Bu kulluğa erişmek ise kâmilin telkini irşadıyla mümkün olduğundan nokta-ı sır ancak zamanın kâmil-i mürşidinde zahir ve ayan olup görünür.
Bunu beyanla beyitin ikinci satırında Malik Efendi O zamanın kâmil-i mürşidi ve Hz. Pir’in ilk halifelerinden olan Recep HulusiHazretleri’ni ifadeyle; nokta-i sır âleme göründi Receb, diyor. Yani noktanın sırrı, mürşidi kâmil Recep Efendi irşadıyla zahir olup açığa çıkmaktadır, demektir.              

Kubbe-i Beyzâ sırrı amma oldu ıyan
İsm-i elif nokta yed-i cümle mürekkeb

Kubbe: Kaplayan, kaplayıcı,Beyzâ: Nur-u ilâh-i aydınlığını remzeden beyaz ışık,Sır: Bilinmeyen, gözükmeyen,Kubbe-i beyzâ sırrı: Uluhuyet makamının gizliliğidir. Ve bu gizlilik / sır, mürşidi kâmil’in irşadı ile bu âlemde ayanolup açığa çıkar. Elif: arap alfabesinin ilk harfi,Yed-i cümle mürekkeb: Kâmil mürşidin mazhar olduğu marifet eli anlamındadır.  
      Bu itibarla Allah ismi uluhuyet makamını ifade eder. Ki Rab kimdir denilse Allah’tır, Rahman kimdir denilse Allah’tır, Razzak kimdir denilse Allah’tır denildiği gibi, her bir şeyi kim yarattı denilse elbette Allah yarattı denir. İşte bunun için cümle isimleri ve varlıkları Allah, makam-ı uluhuyetiyle kendinde toplayıp cem eden kubbedir. Allah, cümle isim ve varlıklara kubbe olduğu gibi cümle isim ve varlıklarda mevcut ve zahir olduğu halde bilinmezliği ve görünmezliğiyle de Allah sır’dır. Allah’ın cümle isim ve varlıklara kubbe olduğu halde varlıklarda sır olması, aynı elif harfi gibidir. Ki arap alfabesinin ilk harfi olan Elif, alfabedeki diğer tüm harflere vücut vermekle harflerin kubbesidir. Ve tüm harflerde görünmesine rağmen elif, sır’dır. Bunun izahı ise şöyledir;
      Elif harfi yukarıdan aşağıya düz bir çizgiden oluşan harftir. Fakat düz bir çizgi olan elif harfi, kıvrımlarıyla diğer cümle harfleri meydana getirir. Her harfi meydana getirmekle elif, her harfte zahir yani apaçık olduğu halde, vücut verdiği o harfin ismi ile bilinir görünür. Elif’in cümle harfleri meydana getirip te cümle harfler de zahir olmasına rağmen vücut verdiği harfin ismi ile bilinip görünmesi gibi, bu görünen ve görünmeyen cümle âlemleri ve âlemlerdeki varlıklara vücut veren Allah’tır. Ve yüce Allah uluhuyet mertebeleriyle vücut verdiği cümle varlıkta zahir olup apaçıktır. Bunu ifadeyle Kur’an’da; ”…O zahirdir…” (Hadid, 3) buyrulur.
      Bunu beyanla Allah’ın cümle âlemlerdeki her varlığa vücut vererek, o varlıklarda zahir olduğu halde görünmez ve bilinmezlik sırrı’na arif olmak için, nokta sırrını açığa çıkaran zamanın Kamil mürşidinin irşadı gerekir. Çünkü nokta’nın rakam itibarıyla sıfır olduğu halde cümle harflere ses ve ahenk vermesi gibi, fenafillâh keşfi irfanıyla yokluğa hiç’liğe ulaşmış kulluğuyla Kâmil, cümle varlıkta mevcut olan Allah’ın mertebelerinin telkini irşadıyla her tecelliye ve cümle varlığa ahenk verir. Ve kâmil mürşid’in yed-i mürekkebi, yani elindeki mürekkebi meratib-i tevhid kemâlatı olup, ancak Kâmilin yed-i mürekkebi olan makamatı tevhid kemalatı ile irşad olup aydınlananlara, kubbe-i Beyzâ olan uluhuyetin / Allah’ın sırrı ayan olur, demektir. 



                        Âlem-i Lâhutda göründü vahdet-i zât
Sırr'ı Hudâ mim-i Muhammed remz-i Çalab

      Âlem-i lâhut:İlâh-i âlem,Hüda: Hidayetin kaynağı olan Allah, Çalab: Cenab-ı Hak, Tanrı demektir.
Bu itibarla âlem-i lâhut mürşidi kâmilin telkin ettiği meratibi tevhid âlemidir. Ki tevhidin fena mertebeleri irşadıyla fena-ı-i ef’âl, fena-i sıfat ve fena-i zat şuhuduyla salikin ve cümle âlemin nisbet varlığı fena / yok olur. Tecelli ef’âl, tecelli sıfat ve tecelli zat şuhuduyla Allah’ın fiil’leri, sıfatları ve cümle varlıktaki mevcudiyeti müşahade edilir. Tevhid-i ef’âl, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat şuhuduyla ise her fiilde, sıfatta ve mevcutta fail, mefsuf ve mevcut olan vahdet-i zât gözükerek müşahade olunur. Ki bunu ifadeyle âlem-i lahut’da göründü vahdet-i zat, deniliyor.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Hidayetin baş mazharı Hz. Muhammed (s.a.v) dir.”diyor. Ki Allah hidayetini, Hz.Muhammed kulluğu ile açığa çıkararak insanları hidayete sevkeder demektir. Bunu ifadeyle Kur’an’da, “Ha mim. Bu kitabın indirilişi, Aziz ve Âlim olan Allah’tandır.”(Mümin, 1-2) buyrulur. Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî Hz. Birinci ayetteki “Ha” ve “Mim” harflerinden “Ha” Hakk’ı, “Mim” ise Muhammed’i remzeder” demiştir. Bu itibarla ayette ifade olunan Hak ve Muhammed kitabı, “Lâilaheillallah Muhammeden Resulullah” kelime-i tevhid iman kitabı olup, Hak tecelli ederek Muhammedi zuhura getirdi veya Hak Muhammed yüzü ile göründü anlamındadır. Ki Hakk’ın Muhammed yüzünden görünmesi, Hadi / hidayet verici olan Allah’ın Hz. Resulullah’tan hidayet tecellisi ile zahir olmasıdır. Bunu ifadeyle beyit’in İkinci satırında, sırrı Hudâ mim-i Muhammed remz-i çalap buyruluyor. Yani çalabın (Hakk’ın) hüdâ / hidayet zuhurunu, Muhammed kulluğu remz eder, demektir.

İhlâs içine hu ayn-ı ehadiyyet
İlm-i rusuh sırrı subbuh bil ayni zeheb

      İhlâs:Tüm katkılardan nisbetlerden arınmışlık olan has’lığı ifade eder. Ve Kur’an-ı Kerim’deki bir surenin ismidir,Ehadiyyet:Teklik, İlm-i rusuh:İlimde derinlik, kesinlik,Zeheb: Altın demektir. Ki İhlâs suresinin birinci ayeti Arapça;“Kul hüvallahü ehad.” olarak okunur. Türkçe ise “De ki, Hu ve Allah Ehad’dır / tek’tir.” demektir. Zahiri ilim âlimleri ayette geçen Hu ifadesini genellikle O, anlamında yorumlarlar. Fakat Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Hu” kelimesi esmayı ilah-i dir ve Hakk’ın gayb-ı mutlak hüviyetinin ismidir.”diyor. Ki bu itibarla Hu ismi, gayb-ı mutlak huviyet olan Hakk’ın zatı’nın hiçbir şeye benzemeyen ehadiyeti (tekliği) olduğundan, Hakk’ın Hu isminin remzettiği ehadiyyet makamını ihlâs suresinin içerdiğini beyanla bu beyitte, ihlâs içinde hu ayn-ı ehadiyet buyruluyor. 
İlmi rusuh; derinlik, kesinlik kazanmış ve emin olunmuş ilim demektir ki, bunu beyanla Kur’an’da; “… Onun tevilini ise bir Allah bilir bir de ilimde Rusuh’u olanlar / derinleşmiş olanlar bilir…” (Ali İmran, 7) buyrulur. İlmi rusuh, vehb-i olan ilm-i ledün, yani tevhid-i hakiki irfanıdır. Ki tevhid irfanı, Allah’ın makamlarının müşahadesinden hâsıl olan ve cümle âlemlerdeki Rabb’in tecellilerini yerli yerinde müşahedeyle Rabb’indan gayrı görmemektir. Bunu ifadeyle Kur’an’da; “Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerine bakacaklardır / O’nu göreceklerdir.” (Kıyamet, 22-23) buyrulur.
Sırrı subbuh isenoksanlıklardan eksikliklerdenmünezzeh olarak tesbih edilen Hakk’ın bilinmezliği ve görünmezliğidir. Bu itibarla noksandan münezzeh ve kemal vasıfları ile tesbih edilen Hakk’ın sırrı, ilm-i rusuh olan tevhid irfanıyla bilinip müşahade olunduğu için, aynı zehebtir (altındır). Çünkü altın her zaman da kıymetini muhafaza ettiği gibi, tevhid irfanı da her zamanda ve cümle âlemlerde Rabbin müşahadesiyle kula emsalsiz fayda sağladığı için beytin ikinci satırında, ilm-i rusuh sırrı subbuh bil aynı zeheb (altın), buyruluyor.

Hazret-i Kur'an başına ba yazdı kalem
Sin ile Hilmi hep devr-i edeb

      Kur’an’da; “O’dur kalemle öğreten. İnsana bilmediğini öğretti” (Alak, 4-5) buyrulur. “Kalem” kendinde topladığı ilâh-i sırları açıklayan manasına olup, kalem Ruh’ul Kuds olan Cebrail’i ifade ettiği gibi Cebrail yani Ruh’ul Kuds; aynı zamanda mazhar olduğu ilâhi sırları velayet irşadıyla tebliğ eden kâmil mürşidin mertebesidir.
      Hz. Ali (kv);“ilahi sırlar peygamberlere inen kitaplardadır, peygamberlere inen kitapların sırrı Kurandadır, Kuranın sırrı Fatiha suresinde, Fatihanın sırrı besmelede, besmelenin sırrı B harfindedir… buyurur. Ki, B harfi Allah’ın sırrı’nı kendinde topladığından yalnızca Tevbe Suresi,”Beraetün…” (Tevbe, 1) ifadesiyle yani B harfi ile başladığı için tevbe suresi besmele çekilmeden okunur. Tevbe suresinin haricindeki tüm sureler öncesinde besmele çekilerek okunduğundan, Kur’an’ın cümle sureleri B harfi ile başlanarak okunmuş olur.
Bu itibarlaHazreti Kur’an başına ba yazdı kalem demek, Cebrail’in Kur’an-ı vahyetmeye uluhuyetin yani Allah’ın esrarını içeren besmelenin B harfi ile başlaması gibi kâmil mürşid irşadıyla bize B nin sırrı hikmetini öğretti demektir. Ki bunun izahı şöyledir:Arap alfabesinde B harfi, Eliften sonraki ikinci harftir. Daha evvel de ifade edildiği gibi elif harfi zahiren cümle harflerin aslı olup elif harfi yukarıdan aşağı düz bir hat’dır yani çizgidir. Ki bu düz çizgi olan elif’in eğimlerinden, kıvrımlarından diğer alfabeyi oluşturan tüm harfler meydana gelir. Her harfi meydana getiren elif, mana yönü ile mevcut olup görünen ve malûm olup görünmeyen cümle âlemlerin aslı olan Allah’ı yani Hakk’ın uluhuyetini remzettiği gibi diğer harflerin tümü, uluhuyetin zuhuru olan cümle yaratılmışları ifade eder.Ba harfi de, zahiren elifin iki ucunun yukarı kıvrılmasıyla altındaki bir noktadan ibarettir. Mana yönüyle B harfi; Uluhuyetin zuhuru olmakla beraber, B harfi yerleri gökleri ve ikisi arasındaki cümle varlık ve her şeyi kuşatıp ihata eden uluhuyet sırrını kendinde toplar. Ki bu toplayıcılık, yerdeki gökteki ve ikisi arasındaki cümle yaratılmışlarda sır olan meratibi ilahinin yani Allah’ın makamlarının her nevi tecellisini yerli yerinde müşahade marifet ve kemâli’dir.
Bunu ifadeyle beytin birinci satırındaki Hazreti Kur’an başına ba yazdı kalem ifadesinin anlamı, kâmil mürşid kur’andaki uluhiyyet makamlarının sırrını kendinde toplayan B nin ledduni hikmeti irşadıyla bizi aydınlattı, demektir.    
Beytin ikinci satırında Sin ile Hilmi hep devri edeb ifadesinin manası ise şöyledir. Sin: Arapaça bir harfin ismi olup İnsanı remzeder. Ki, bir itibarla insan: İnsan-ı nakıs (eksik) insan-ı kâmil olmakla iki kısımdır. İnsan-ı nakıs; Sureta insan olmakla beraber, zikri daim ve tevhid-i hakiki irfanından mahrum kalmakla Allah’ın mertebelerini müşahade edemediğinden makam-ı insana ulaşamamış ve insanı kâmil olmayan kimselerdir. Başka bir ifadeyle ise B nin içerdiği marifet ve kemâlat’tan mahrum ve mahçup (perdeli) olan kimselerdir.
İnsan-ı kâmil isemeslek-i Resul seyri süluku olan zikri daim ve tevhid-i hakiki irfanıyla Allah’ın makamlarını müşahade ederek makam-ı insan-a ulaşmış olan kul’dur. Ve ancak insan-ı kâmil’in irşadında B harfinin sırrı mahiyeti olan marifet ve kemâlat mevcuttur. İşte bu marifet ve kemâlat har zamanda yeryüzünde var olan kâmil’in irşadıyla saliklerde açığa çıkıp zahir olmakla Kâmilden arifibillâha ve ehli kemâle devreder.
Bu itibarla beyitteki Sin ile Hilmi hep devreder beyanındaki Sin insan-ı kâmil-i ifade ettiğinden, B harfinin mahiyeti olan ulûhiyet sırrı olan kemâlat ve marifet, mürşidi kâmil’in irşadı ile tüm zamanlarda açığa çıkarak kâmil’den kâmil’e ve arifibillâha devreder demektir.
Bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerîm’de; “Biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur’an’ı verdik.” (Hicr,87) buyrulur. Ki bu “tekrarlanan yedi âyet” meslek-i Resûl’de mürşid-i kâmilin telkin ettiği yedi tevhîd mertebesi olan meratib-i ilâh-i dir. Ki Hz.Âdem’den Hz.Muhammed’e kadar cümle peygamberlerde ve insan-ı kâmil velilerde bu yedi mertebenin keşf-i kemâlatı ile hâsıl olan âli prensipler edep ve ehvâli devrederektekrarlanmıştır. Ve halen insan-ı kâmil velîler de devrederek tekrarlanmaktadır. Bunu beyanla, Hilmi lâkabı ile Malik Efendi Hazretleri; sin yani kâmil insan ile Hilmi hep devri edep, diyor. Allahuâlem.
Burada Hicr suresi 87. ayet hakkında bir açıklama yapmak icap etmiştir. Şöyle ki, birçok müfessir ve Kur’an mütercimi, bu ayette ifade edilen “tekrarlanan yedi ayetin,” Fatiha suresi olduğunu söylerler ki, bu doğru ve isabetli bir görüş değildir. Çünkü ayetin devamında “Yüce Kur’an-ı indirdik” buyruluyor. Ki Kur’an, bütün surelerin toplamı olup surelerin toplamına Kur’an denir. Fatiha da bir sure olduğu için, Kur’an’ın cem edip topladığı surelerden birisidir. Yani fatiha suresi Kur’an harici olmayıp Kur’an dâhilidir. Bu itibarla “biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur’an’ı indirdik.”ayet beyanı, aynen okunduğunda açıkça anlaşıldığı gibidir. Yani‘Ey Allah’ın elçisi Muhammed! Biz sana cümle peygamberlerde ve insan-ı kâmil velilerde tekrarlanan mesleki resul seyri süluku olan yedi ayeti / yedi meratibi ilâh-i mazhariyetini ve artı olarak yüce Kur’an-ı verdik / vahyettik.’ demektir. Çünkü Kur’an Hz. Muhammed’e inmiştir. Diğer Peygamberlere de tekrarlanan yedi ayet ve sayfa ve kitaplar vahyedildiği gibi, Hz. Musa’ya tekrarlanan yedi ayet ve Tevrat. Hz.İsa’ya da tekrarlanan yedi ayet ve İncil, vahiy olmuştur. Çünkü Hz. Âdem’le Hz. Resulullah Efendimiz arasında ne kadar kitaplı veya kitapsız peygamber gelip geçmişse, ayette beyan edilen ‘tekrarlanan yedi ayet’ mazhariyetiyle hepsi de insan-ı kamil velidir. Ve artı olarak onlara vahiy geldiği için peygamberlik verilmiştir.
Velhasıl son peygamber olan Hz. Muhammed (sav) de, bu tekrarlanan yedi ayet mazhariyetiyle insan-ı kâmildir ve kendisine Kur’an-ı Kerim vahy olmuştur. Bu tekrarlanan yedi ayete, sadece peygamberler mazhar olmayıp, cümle insan-ı kâmil olan veliler de mazhardırlar.Çünkü tekrarlanan yedi ayet, mevcutta kendisinden başka varlık olmayan Hakk’ın, zat-ı ehadiyetinin / tekliğinin, yedi meratiple/makamla olan zuhur ve tecellisidir. Ve İlk insan olan Hz. Âdem’den bu zamana kadar, ne kadar insan-ı kamil gelmiş geçmiş ve mevcut ise hepsi de ‘tekrarlanan yedi ayetin’ sırrına mazhar ve aşinadırlar. Kıyamete kadar gelecek olan cümle kamil insanda bu yedi ayetin marifet ve kemalatı tekraren zahir olacaktır. Bu gün dahi halen olmaktadır. Bu makamlara, yani tekrar edilen yedi ayetin marifetine bu âlemde, her zamanda mazhar olan insan-ı kamil mevcuttur. Vesselam.<<<

Hiç yorum yok: