26 Ocak 2016 Salı

İRCIÎ HİTÂB-I KU^R'AN'DIR BAHHAS

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN



  
İrcıî hitâb-ı Kur'an'dır bahhas
Mutmainne nefsine oldu miras

İrcıi: Dön,Bahhas: bahseden, çokça bahseden,Mutmain: Tatmin olmuş demektir.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde; “Ya eyyetü-hen nefsül Mutmainneh, İrcı’i ila rabbiki razıyeten marzıyyeh; Fedhuliy fiy ibadi; Vedhuliy cenneti. / Ey mutmain olmuş Nefs. Sen O’ndan razı O da senden razı olarak Rabbine dön. Gir / dâhil ol kullarımın arasına. Gir / dâhil ol cennetim’e.” (Fecr,27…30) buyurur. Ki Kur’an’ın bu ve benzeri ayetlerde çokça bahsettiği “ircıi / dön” muhatabının “mutmain olmuş nefs,” yani tatmin olmuş kişi /şahıs olduğu beyan ediliyor. Ki mutmain olmuş kişi, mürşidi kâmilin kalbi zikir telkini ile zikri daim’e mazhar olmuş saliktir. Bunu ifadeyle Kur’an’da; “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler ancak zikrullah ile tatmin olur.” (Ra’d,28) buyrulur.Çünkü kalp, merkezi aza olduğundan, kalpte galip olan her muhabbet tüm vücuda tesir eder. Eğer kulun kalbinde zikrullah hâkim ve galip olursa, o “kalp zikrullah ile mutmain olur.” Ve kalpteki mutmainliğin vücudun tamamına tesir etmesiyle o kul mutmain bir nefs,” yani mutmain bir kişi olur. Ki böyle zikri daim mazharıyetiyle mutmain olan bir nefs/şahıs, Kur’an’ın bahsettiği“İrcıi”hitabının mirasçısı yani muhatabıdır, buyruluyor.

Râziyye merzıyye oldu vasf-ı has
Ma' rifet kesbeylemek oldu beas

Raziyye: Razı olmuş,Merziyye: Razı olunmuş,Vasf-ı has: Özel vasıf, nitelik mazhariyeti,Kesb: Kazanma,Beas: diriliş, yeniden diriliş anlamlarını ifade eder.
Ki Fecr suresi’nin;Razıyeten marzıyyeh / Sen O’ndan razı O da senden razı olarak.” (Fecr,28) beyanındaki “râzıye” kulun rabbinden razı olması, “merzıyyeh” ise Rabbin kulundan razı olmasıdır. Ehl-i kemal; Kul’un nisbet varlığını fena etmesi rabb’ın kulundan razı olmasıdır. Kul’un Rabbin tevhid tecellisine mazhar olması ise kul’un Rabbin’den razı olmasıdır.”demişlerdir. Bu itibarla kulun fena-i ef’al, fena-i sıfat ve fena-i zat müşahedesine ulaşması, Rabbin kulundan razı olmasıdır. Tevhidi ef’al, tevhidi sıfat ve tevhidi zat müşahedesine ulaşmak ise kul’un Rabbin’dan razı olmasıdır.
Bunu beyanla; fena-i ef’al, kul’un kendi işinin ve cümle işlerin yokluğunun/fenasının müşahedesidir. Fena-i sıfat; hayat, ilim, irade, kudret, görmek, işitmek, kelâm ve tekvin olan sekiz sıfatı subutiyenin kul’un kendine ve cümle âleme nisbetle yokluğunun/fenasının müşahedesidir. Fena-i zat ise; kul’un kendine ve cümle âleme nisbet ettiği vücudun yokluğunun/fenasının müşahedesi-dir. Bu üç fena müşahadesi ile hâsıl olan kulluk marifeti, merzıyye, yani Rabb’in razı olduğu kulluktur.
Tevhidi ef’al; kul’un kendinin ve cümle âlemin işlerinde failin Allah olduğunu müşahede etmesidir. Tevhidi sıfat; kul’un kendinde ve cümle âlemdeki sekiz sıfatı subutiyenin mefsufunun Allah olduğunu müşahedesidir. Tevhidi zat; kendinin ve cümle âlemin vücud-u varlığının yokluğunda/fenasında kulun, rabbin zatından gayrı müşahede etmemesidir. Ki bu üç tevhid makamı müşahedesiyle hâsıl olan marifete ulaşmak râzıyye, yani kul’un Rabbin’den razı olmasıdır.
      Bu itibarla kalbi, zikri daimle uyanıp mutmain olmuş bir nefsin/şahsın, makamatı tevhid irfanına erişmesi o kulun, vasf-ı has (özel vasıf, nitelik) ile dirilmesi olduğu ifade edilerek; râzıyye ve merzıyye mazhariyeti kul’un has (özel) vasıf’la, yani arifibillâh insanı kâmil olarak beasıdır / yeniden dirilmesidir, deniliyor.     

"Fi ıbâdî vedhulî” didi Kerim
Cenneti-i manayı bulmak oldu has

Fedhuliy fiy ibadi: Kullarımın arasına dâhil ol, gir (Fecr,29) ayeti kerimesi,Cenneti mana: İrfan cennetidir.
Ki İrfan cenneti ve amel cenneti olmakla cennetler, iki kısımdır. Amel cenneti; kulun bu âlemde işlediği amel-i salihle, (iyi güzel işlerle) cehennem azabından korunarak nefsini lezzetlendirileceği ahiret âlemindeki umumi cennettir.
İrfan cenneti ise; kul’un bu âlem’de tevhidi ef’al, tevhidi sıfat ve tevhidi zat irfanı ile eriştiği rabbin katında, rabbine vuslat ve Rabb’in müşahedesiyle bu âlemde ve cümle âlemlerde cennet-i ef’al, cennet-i sıfat ve cennet-i zat olan irfan cennetinde zevkullah ile ebediyen zevklenmesidir. Ki irfan cenneti, sadece bu müşahadeye ulaşanlara has / özel cennettir. 
Buna göre, Fecr Suresi’ndeki;“Fedhuli fi ıbâdi. Vedhuli cenneti / Gir, Dâhil ol Kullarımın arasına. Gir, Dâhil ol cennetim’e” beyanı;‘Ey arif-ibillâh ve kâmil insan marifetiyle dirilmiş olan kulum, sen de gir dâhil ol arif kâmil kullarımın arasına. Ve gir dâhil ol irfan cennetime de, zevkullah ile cümle âlemlerde ebediyet zeki sefa sür’ demektir.
Ki bunu ifadeyle "Fi ıbâdî vedhulî” dedi kuran-ı kerim, cenneti-i manayı/irfan cennetini bulmak, Rabbin has arif, kâmil kulluğunun maksadı oldu, buyruluyor.

Ol metin hablen kılmak îtişam
İki âlem izzetinedir esas

Metin hablen: Sağlam ip, urgan,İtişam:Sıkıca sarılmak, sımsıkı sarılmak anlamındadır.
Buna göre, ol metin hablen kılmak itişam demek, sağlam ip’e sımsıkı sarılmak demektir ki bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “Va’tasimû bihablillahi cemî’a / Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın…” (Âl-i İmrân, 103) buyrulur. Ki Allah’ın ipi,sağlam ip olan hablül metindir. Kemâl Zurnacı Hazretleri; “Allah’ın ipinin bir ucu kulda, diğer ucu ise Cenâb-ı Hak’ta olmalıdır,” demiştir ki, meslek-i Resul’de mürşidi kâmilin saliklere telkin ettiği zikr-i dâim ve makâmat-ı tevhîd keşfi irfânı; hablül metin, yani sağlam iptir. Çünkü bir kul, zikr-i dâim ve tevhîd mertebelerinin irfânı ile ancak yaratılışının yüce gayesine ulaşarak, Rabbine vuslat eder ve Rabb’in müşahadesiyle cennet-i irfan’a dâhil olabilir.      
Bu itibarla sâlik’in, mürşid-i kâmil’in zikr-i dâim ve makâmat-ı tevhîd telkinine pekçe, sıkıca sarılması gerekir, çünkü bir insan rabbine başka bir yoldan vâsıl olup kavuşamaz. Zamanın mürşidi kâmilini bulup onun telkinine mazhar olan sâlik’e, her ne emredilmişse onu muhakkak yapmalı, her ne yasak edilmişse ondan kesinlikle kaçmalıdır. Mürşid dahi, kendinde emanet olan meslek-i Resul âli prensipler telkinine ne eksik, ne fazla kesinlikle riâyet edip uymak zorundadır. Mürşidin, kendisine emanet edilen âli prensipler telkinini, ne eksiltmeye ne de fazlalaştırmaya yetki ve salahiyeti olmaz. Mürşidin kendisi de âli prensipler telkinine uyduğu müddetçe istifadelenir, uymadığı zaman ise telkinin kemâlatından o da, istifade edemeyip zarar eder.
Pîr Seyyit Muhammed Nur Hazretleri’nin şahsında açığa çıkan meslek-i Resûl-ü Melâmîye âli prensipler telkininin tasnifi, düzenlenmesi, Hz.Resûlullah (s.a.v) tarafından yapılmıştır. Gerek sâlik gerek mürşid Hz.Pir’in şahsında zahir olup açığa çıkan bu âli prensipler telkinine riayet edip uymakla ancak kemâle ulaşabildiğinden,    meslek-i Resul’e sadık olan bir mürşid veya bir ihvan, ne eksilterek ne de fazlalaştırarak telkini değiştirmezler, değiştirmeye asla yanaşmazlar. Kâmil olan bir mürşid ise böyle bir şeye tevessülü aklından bile geçirmediği gibi kesinlikle hayâ edip âli pirensipleri eksiltmekten ve ilavelerle ziyedeleştirmekten çekinir.
    Fakat maalesef, Pîr Seyyit Muhammed Nur Hazretleri’nin Halifesi olduğunu söyleyen bazı nâkıs/eksik mürşidler, Hz. Pîr’in şahsında tasnif olan meslek-i Resûl’ün âli prensipler telkin ve târifine müdahalede bulunup, âli prensipleri kendi anlayışlarına göre eksiltiyor veya ilaveler yaparak ziyedeleştiriyorlar. Mesela bunlardan bazıları; abdest, namaz, oruç vb. Allah emirlerini kaldırıp, telkin etmiyor. Kimisi, makâmat-ı tevhîdin şuhûtlarını iptal ederek, telkin etmiyor. Kimi ediyorsa da, kendi anlayışına göre saptırarak şuhûtları târif ediyor, kimi kalbî zikri telkin etmiyor, kimi cehr-i zikri telkin etmiyor, kimi sakallı ve takkeli olup şekil sûret düzmeyi mârifet zannediyor. Bütün bu ve benzeri davranış-lar, meslek-i Resûl’e sadakat ve hizmet olmadığı gibi, ehl-i irfânın ve ehl-i kemâlin ahvâli değildir.
Bu itibarla zamanın mürşid-i kâmili olup, irşâdıyla etrafındakilere yol göstererek aydınlatan Malik Efendi HazretleriOl hablül metin olan zikr-i dâim ve makâmat-ı tevhîd telkini âli prensiplerine sımsıkı sarıl. Çünkü iki âlem olan dünya ve ahiretteki izzet / yücelik bu esas üzeredir, diyor.


Urve-i vüska'ya Hilmî pek yapış
Âlem-i kalbe cilâ ola hudâs

      Urve-i vüska: Sapasağlam kopmayan kulp,Cilâ:Parlaklık, parlatma,Hudus: yeniden meydana gelme, anlamındadır.
Kur’an-ı Kerim’de;“La ikrahe fid Diyni kad tebeyyener rüşdü minel ğayy feman yekfür Bittağuti ve yu’mim Billahi fe kadistemseke bil urvetil vüska lenfisame leha vallahu Semi’un Aliym. / Din’de zorlama yoktur Gerçekten Rüşd(irşad, hidayet, hak, doğruluk) ğayy’dan(azgınlık, dalalet)apaçık ayrılmıştır (deliller ortadadır). Artık her kim Tağut’u (Allah’tan gayrıya vücut nisbet ederek, Allahtan gayrı ilâh kabul etmeyi)inkâr edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur… Allah Semi’dir, Aliym’dir.” (Bakara, 256) buyrulur.
     Ayette beyan edilen Urve-i vüska”sapasağlam kopmayan kulp anlamında olup, zamanın mürşid-i kâmili’ni ifade eder. Çünkü kâmil’in irşadıyla hâsıl olan Rüşd’ü/kemâlatı bir insan bulamazsa o, yaradılışının gayesi olan Rabbı’na kavuşamaz, Rabbı’nı müşahade edemez. Kâmil’in irşadından hâsıl olan Rüşd/kemâlat her zamanda ve cümle âlemlerde kalplerin hidayet aydınlığıdır, cilâsıdır. Bunu ifadeyle Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Hidayetin baş mazharı Hz. Resulullah s.a.v dir, onun temsilcileri ise âlimler ve mürşid-i kâmil’dir.” diyor.         
Bu itibarlahidayet davetçisi olan Kâmil’in kalbi zikir ve meratibi tevhid telkini irşadıyla bir kişi, yaratılışının yüce gayesine erişip Rabbi’ne vasıl olup kavuşabildiğinden Malik Efendi Hz. kendini muhatap ederek Hilmi lâkabıyla bizlere;urve-i vüska olan mürşidi kâmil’in meslek-i Resul âli prensipler telkini irşadına sımsıkı sarılarak pek yapış çünkü kalpler kâmilin irşad cilâsı ile aydınlandığı gibi, o irşad hudus, yani kulluğun insanı kâmil marifetiyle hayat bularak dirilmesidir, diyor.

Hiç yorum yok: