ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
İrcıî hitâb-ı Kur'an'dır
bahhas
Mutmainne nefsine oldu
miras
İrcıi:
Dön,Bahhas: bahseden, çokça bahseden,Mutmain: Tatmin olmuş
demektir.
Cenab-ı
Hak Kur’an-ı Kerim’inde; “Ya eyyetü-hen
nefsül Mutmainneh, İrcı’i ila rabbiki razıyeten marzıyyeh; Fedhuliy fiy ibadi;
Vedhuliy cenneti. / Ey mutmain olmuş Nefs. Sen O’ndan razı O da senden razı
olarak Rabbine dön. Gir / dâhil ol kullarımın arasına. Gir / dâhil ol
cennetim’e.” (Fecr,27…30) buyurur. Ki Kur’an’ın bu ve benzeri ayetlerde
çokça bahsettiği “ircıi / dön”
muhatabının “mutmain olmuş nefs,”
yani tatmin olmuş kişi /şahıs olduğu beyan ediliyor. Ki mutmain olmuş kişi,
mürşidi kâmilin kalbi zikir telkini ile zikri daim’e mazhar olmuş saliktir.
Bunu ifadeyle Kur’an’da; “Müminlerin
kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler ancak
zikrullah ile tatmin olur.”
(Ra’d,28) buyrulur.Çünkü
kalp, merkezi aza olduğundan, kalpte galip olan her muhabbet tüm vücuda tesir
eder. Eğer kulun kalbinde zikrullah hâkim ve galip olursa, o “kalp zikrullah ile mutmain olur.”
Ve kalpteki mutmainliğin vücudun tamamına tesir etmesiyle o kul “mutmain bir nefs,” yani mutmain
bir kişi olur. Ki böyle zikri daim mazharıyetiyle mutmain olan bir nefs/şahıs,
Kur’an’ın bahsettiği“İrcıi”hitabının
mirasçısı yani muhatabıdır, buyruluyor.
Râziyye merzıyye oldu
vasf-ı has
Ma' rifet kesbeylemek oldu
beas
Raziyye:
Razı olmuş,Merziyye: Razı olunmuş,Vasf-ı has: Özel vasıf, nitelik
mazhariyeti,Kesb: Kazanma,Beas: diriliş, yeniden diriliş
anlamlarını ifade eder.
Ki Fecr suresi’nin;“Razıyeten marzıyyeh / Sen O’ndan razı O da
senden razı olarak.” (Fecr,28)
beyanındaki “râzıye” kulun rabbinden razı olması, “merzıyyeh” ise
Rabbin kulundan razı olmasıdır. Ehl-i kemal; “Kul’un nisbet varlığını fena etmesi rabb’ın kulundan razı
olmasıdır. Kul’un Rabbin tevhid tecellisine mazhar olması ise kul’un Rabbin’den
razı olmasıdır.”demişlerdir. Bu itibarla kulun fena-i ef’al, fena-i
sıfat ve fena-i zat müşahedesine ulaşması, Rabbin kulundan razı olmasıdır.
Tevhidi ef’al, tevhidi sıfat ve tevhidi zat müşahedesine ulaşmak ise kul’un Rabbin’dan
razı olmasıdır.
Bunu beyanla; fena-i
ef’al, kul’un kendi işinin ve cümle işlerin yokluğunun/fenasının müşahedesidir.
Fena-i sıfat; hayat, ilim, irade, kudret, görmek, işitmek, kelâm ve tekvin olan
sekiz sıfatı subutiyenin kul’un kendine ve cümle âleme nisbetle
yokluğunun/fenasının müşahedesidir. Fena-i zat ise; kul’un kendine ve cümle
âleme nisbet ettiği vücudun yokluğunun/fenasının müşahedesi-dir. Bu üç fena
müşahadesi ile hâsıl olan kulluk marifeti, merzıyye, yani Rabb’in
razı olduğu kulluktur.
Tevhidi ef’al;
kul’un kendinin ve cümle âlemin işlerinde failin Allah olduğunu müşahede
etmesidir. Tevhidi sıfat; kul’un kendinde ve cümle âlemdeki sekiz sıfatı
subutiyenin mefsufunun Allah olduğunu müşahedesidir. Tevhidi zat; kendinin ve
cümle âlemin vücud-u varlığının yokluğunda/fenasında kulun, rabbin zatından
gayrı müşahede etmemesidir. Ki bu üç tevhid makamı müşahedesiyle hâsıl olan marifete
ulaşmak râzıyye, yani kul’un Rabbin’den razı olmasıdır.
Bu itibarla kalbi, zikri daimle uyanıp
mutmain olmuş bir nefsin/şahsın, makamatı tevhid irfanına erişmesi o kulun,
vasf-ı has (özel vasıf, nitelik) ile dirilmesi olduğu ifade edilerek; râzıyye
ve merzıyye mazhariyeti kul’un has (özel) vasıf’la, yani
arifibillâh insanı kâmil olarak beasıdır / yeniden dirilmesidir,
deniliyor.
"Fi ıbâdî vedhulî”
didi Kerim
Cenneti-i manayı bulmak
oldu has
Fedhuliy fiy ibadi: Kullarımın arasına dâhil ol, gir (Fecr,29)
ayeti kerimesi,Cenneti mana: İrfan cennetidir.
Ki
İrfan cenneti ve amel cenneti olmakla cennetler, iki kısımdır. Amel cenneti;
kulun bu âlemde işlediği amel-i salihle, (iyi güzel işlerle) cehennem azabından
korunarak nefsini lezzetlendirileceği ahiret âlemindeki umumi cennettir.
İrfan
cenneti ise; kul’un bu âlem’de tevhidi ef’al, tevhidi sıfat ve tevhidi zat
irfanı ile eriştiği rabbin katında, rabbine vuslat ve Rabb’in müşahedesiyle bu
âlemde ve cümle âlemlerde cennet-i ef’al, cennet-i sıfat ve cennet-i zat olan
irfan cennetinde zevkullah ile ebediyen zevklenmesidir. Ki irfan cenneti, sadece
bu müşahadeye ulaşanlara has / özel cennettir.
Buna göre, Fecr Suresi’ndeki;“Fedhuli fi ıbâdi. Vedhuli cenneti / Gir,
Dâhil ol Kullarımın arasına. Gir, Dâhil ol cennetim’e” beyanı;‘Ey arif-ibillâh ve kâmil insan marifetiyle
dirilmiş olan kulum, sen de gir dâhil ol arif kâmil kullarımın arasına. Ve gir
dâhil ol irfan cennetime de, zevkullah ile cümle âlemlerde ebediyet zeki sefa
sür’ demektir.
Ki bunu ifadeyle
"Fi ıbâdî vedhulî” dedi kuran-ı kerim, cenneti-i manayı/irfan
cennetini bulmak, Rabbin has arif, kâmil kulluğunun maksadı oldu,
buyruluyor.
Ol metin hablen kılmak
îtişam
İki âlem izzetinedir esas
Metin
hablen: Sağlam ip,
urgan,İtişam:Sıkıca sarılmak,
sımsıkı sarılmak anlamındadır.
Buna göre, ol metin hablen kılmak itişam demek, sağlam ip’e sımsıkı sarılmak
demektir ki bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “Va’tasimû bihablillahi cemî’a /
Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın…” (Âl-i İmrân, 103) buyrulur. Ki Allah’ın ipi,sağlam ip
olan hablül metindir. Kemâl Zurnacı Hazretleri;
“Allah’ın
ipinin bir ucu kulda, diğer ucu ise Cenâb-ı Hak’ta olmalıdır,” demiştir
ki, meslek-i Resul’de mürşidi kâmilin saliklere telkin ettiği zikr-i dâim ve
makâmat-ı tevhîd keşfi irfânı; hablül metin, yani sağlam iptir. Çünkü bir kul,
zikr-i dâim ve tevhîd mertebelerinin irfânı ile ancak yaratılışının yüce
gayesine ulaşarak, Rabbine vuslat eder ve Rabb’in müşahadesiyle cennet-i irfan’a dâhil olabilir.
Bu itibarla sâlik’in, mürşid-i
kâmil’in zikr-i dâim ve makâmat-ı tevhîd telkinine pekçe, sıkıca sarılması
gerekir, çünkü bir insan rabbine başka bir yoldan vâsıl olup kavuşamaz. Zamanın
mürşidi kâmilini bulup onun telkinine mazhar olan sâlik’e, her ne emredilmişse
onu muhakkak yapmalı, her ne yasak edilmişse ondan kesinlikle kaçmalıdır.
Mürşid dahi, kendinde emanet olan meslek-i Resul âli prensipler telkinine ne
eksik, ne fazla kesinlikle riâyet edip uymak zorundadır. Mürşidin, kendisine
emanet edilen âli prensipler telkinini, ne eksiltmeye ne de fazlalaştırmaya
yetki ve salahiyeti olmaz. Mürşidin kendisi de âli prensipler telkinine uyduğu
müddetçe istifadelenir, uymadığı zaman ise telkinin kemâlatından o da, istifade
edemeyip zarar eder.
Pîr Seyyit Muhammed Nur Hazretleri’nin şahsında açığa çıkan meslek-i Resûl-ü
Melâmîye âli prensipler telkininin tasnifi, düzenlenmesi, Hz.Resûlullah (s.a.v)
tarafından yapılmıştır. Gerek sâlik gerek mürşid Hz.Pir’in şahsında zahir olup
açığa çıkan bu âli prensipler telkinine riayet edip uymakla ancak kemâle
ulaşabildiğinden, meslek-i Resul’e
sadık olan bir mürşid veya bir ihvan, ne eksilterek ne de fazlalaştırarak
telkini değiştirmezler, değiştirmeye asla yanaşmazlar. Kâmil olan bir mürşid
ise böyle bir şeye tevessülü aklından bile geçirmediği gibi kesinlikle hayâ
edip âli pirensipleri eksiltmekten ve ilavelerle ziyedeleştirmekten çekinir.
Fakat maalesef, Pîr Seyyit Muhammed Nur Hazretleri’nin
Halifesi olduğunu söyleyen bazı nâkıs/eksik mürşidler, Hz. Pîr’in şahsında
tasnif olan meslek-i Resûl’ün âli prensipler telkin ve târifine müdahalede
bulunup, âli prensipleri kendi anlayışlarına göre eksiltiyor veya ilaveler
yaparak ziyedeleştiriyorlar. Mesela bunlardan bazıları; abdest, namaz, oruç vb.
Allah emirlerini kaldırıp, telkin etmiyor. Kimisi, makâmat-ı tevhîdin
şuhûtlarını iptal ederek, telkin etmiyor. Kimi ediyorsa da, kendi anlayışına
göre saptırarak şuhûtları târif ediyor, kimi kalbî zikri telkin etmiyor, kimi
cehr-i zikri telkin etmiyor, kimi sakallı ve takkeli olup şekil sûret düzmeyi
mârifet zannediyor. Bütün bu ve benzeri davranış-lar, meslek-i Resûl’e sadakat
ve hizmet olmadığı gibi, ehl-i irfânın ve ehl-i kemâlin ahvâli değildir.
Bu itibarla zamanın mürşid-i kâmili
olup, irşâdıyla etrafındakilere yol göstererek aydınlatan Malik Efendi HazretleriOl
hablül metin olan zikr-i dâim ve makâmat-ı tevhîd telkini âli prensiplerine
sımsıkı sarıl. Çünkü iki âlem olan
dünya ve ahiretteki izzet / yücelik
bu esas üzeredir, diyor.
Urve-i vüska'ya Hilmî pek
yapış
Âlem-i kalbe cilâ ola
hudâs
Urve-i vüska: Sapasağlam kopmayan kulp,Cilâ:Parlaklık, parlatma,Hudus: yeniden meydana gelme,
anlamındadır.
Kur’an-ı Kerim’de;“La ikrahe fid Diyni kad
tebeyyener rüşdü minel ğayy feman yekfür Bittağuti ve yu’mim Billahi fe
kadistemseke bil urvetil vüska lenfisame leha vallahu Semi’un Aliym. /
Din’de zorlama yoktur Gerçekten Rüşd(irşad, hidayet, hak,
doğruluk) ğayy’dan(azgınlık, dalalet)apaçık ayrılmıştır (deliller
ortadadır). Artık her kim Tağut’u (Allah’tan gayrıya vücut nisbet ederek,
Allahtan gayrı ilâh kabul etmeyi)inkâr edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopması
olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur… Allah Semi’dir, Aliym’dir.” (Bakara, 256) buyrulur.
Ayette beyan edilen “Urve-i vüska”sapasağlam kopmayan
kulp anlamında olup, zamanın mürşid-i kâmili’ni ifade eder. Çünkü kâmil’in
irşadıyla hâsıl olan Rüşd’ü/kemâlatı
bir insan bulamazsa o, yaradılışının gayesi olan Rabbı’na kavuşamaz, Rabbı’nı
müşahade edemez. Kâmil’in irşadından hâsıl olan Rüşd/kemâlat her zamanda ve
cümle âlemlerde kalplerin hidayet aydınlığıdır, cilâsıdır. Bunu ifadeyle Pir
Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Hidayetin baş mazharı Hz. Resulullah s.a.v
dir, onun temsilcileri ise âlimler ve mürşid-i kâmil’dir.” diyor.
Bu itibarlahidayet davetçisi olan Kâmil’in
kalbi zikir ve meratibi tevhid telkini irşadıyla bir kişi, yaratılışının yüce
gayesine erişip Rabbi’ne vasıl olup kavuşabildiğinden Malik Efendi Hz. kendini
muhatap ederek Hilmi lâkabıyla
bizlere;urve-i vüska olan mürşidi
kâmil’in meslek-i Resul âli prensipler telkini irşadına sımsıkı sarılarak pek yapış çünkü kalpler kâmilin irşad cilâsı ile aydınlandığı gibi, o irşad hudus, yani kulluğun insanı kâmil
marifetiyle hayat bularak dirilmesidir, diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder