ŞİİR:ABDULMALİK
HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Beyt-i Hudâ oldu mataf-ı huccac
Yedi terkli nur hidayet bir tac
Beyt-i Hudâ:Hidayet edici olan
Allah’ın evi, Mataf: Tavaf edilecek
yer mekân,Huccac: hacılar demektir.
Bu itibarla hidayet edici
Allah’ın evini / Beytullah’ı ziyaret ve tavaf etmek emri ilâh-i olup, farzdır.
Bunu ifadeyle Kur’an’da; “İnsanlar
içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse derin vadilerden gelerek,
yorgunluktan incelmiş binitler üzerinde sana ulaşsınlar. (Hac,
27) buyrulur. Ki zahiri yönüyle bir kulun, Hakk’ın bu davetine
icabetle hacı olabilmesi için, mikat mahalli denilen sınırda ihram giyerek “Lebbeyk
Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerike leke lebbeyk, innel hamde ve niğmete leke
vel mülk, la şerike lek.” der.Yani
“Allah’ım çağrına icabetle geldim, emrine amadeyim, senin şerikin / ortağın
yoktur, emrine amadeyim emret, hamd / öğünmek ancak sana mahsustur, nimeti
veren sensin, mülk senindir, senin şerikin / ortağın ve benzerin yoktur.” telbiyesini
getirimeye başlar ve bu telbiye haccın çeşitli rükünlerinde devam eder.
Ledduni hikmet yönüyle ise; Hakk’ın hac davetine icabetle kulun ihram
giyilen mikât mahalline ulaşması, zamanın Kâmil mürşidini ve meclisini
bulmasıdır. Getirilen telbiyedeki ledduni hakikata, makamatı tevhid irfanıyla
arif olup ariflere karışmasıyla Arafat vakfesini yapan kul, daha sonra Beytullah
/ Allah’ın evi olan kalbinde / gönlünde, Hakk’ın zatını tavaf eder. Yani mikat
mahalli olan mürşidi kâmil’in irşadıyla, terk-i
vücut ihramı giyilip arafat vakfesi yapıldıktan sonra, yedi defa beytullah tavaf edilmekle haccın farzıyeti ifa edilir. Çünkü
haccın farzının biri Arafat vakfesi
diğeri Kâbe’yi tavaf olmakla iki’dir. Tavafın yedi defa olması ise
kendine nisbet ettiği yedi sıfat’larını
fena ile terk eden kulun, bekâ olan
sıfatı ilâh-i zuhurunun cüz’ünün kemâline mazhar olmasıdır. Ve kul, yedi
sıfat’ın kemâl tecellisini talep ile perdesi kalkmış olarak, gönül / kalp Kâbe’sinde
zat-ı ilâhiyi yedi defa tavaf eder.
Çünkü sıfatı subutiyenin kemâl tecellisi mazharıyetle ancak kul, hidayeti Nur-u
Muhammed tacını giyer.
Bunu ifadeylebeyt-i Hudâ yani
hidayet veren Allah’ın evi, hacıların
tavaf yeri olup, bu tavaf yedi
terkli ve Nur-u Muhammed hidayet tacı’dır, buyruluyor.
Hırka giyüb etti tavaf'a
nüzul
Mim-i vasat sırrını nur-ı sirâc
Hırka: Elbise,Nüzul: İnmek / konaklamak,Mim-i
vasat sırrı: Açığa / ortaya çıkan Nur-u Muhammed sırrı, Nur-ı sirâc: Nur-u Muhammed’den yayılan
aydınlık, ışık manasınadır.
Buna göre, farz olan Arafat vakfesi ve sonrasındaki farz olmayan
müzdelife vakfesini takiben, nüzul
ile gelinen mina’da kesilen kurbanla beraber ihram çıkarılır. Hırka veya elbise
giyilerek farz olan kâbe tavafı yapılır. Bunu ifadeyle hırka giyipetti tavafa nüzul buyruluyor. Ki, buradaki nüzulun
(inmenin, konaklamanın) hikmeti, makamı vahdet-i ilah-i den makamı kesret-i
ilah-i müşahadesine olan nüzuldur.
Devamla ifade olunan Mim-i vasat sırrını nur-ı sirâc demek
ise sır iken ortaya çıkan Nur-u Muhammed aydınlığı demektir. Çünkü vahdetin
kesret-i müşahadesi, ancak hidayet-i Nur-u Muhammed mazharıyeti olan kullukla
hâsıl olur. Bunu beyanla Hz. Resulullah Efendimiz; “Ben Allah’ın nurundan müminlerde
benim nurumdan yaratıldı.” buyurur.
Her demde döner bin kere uşşâkı
Devr-i hübûtden ta ede miraç
Her dem: Her nefes her an,Uşşak:Âşıklar,Devr-i hübût:
Hastalıklı olunan devri zaman,Miraç:
Kulun Rabbi’ne vuslatı, kavuşması, manasınadır.
Leddun-i mana yönüyle
kesretteki/çokluktaki beytullah yani kabe, hidayet-i Nur-u Muhammed kulluğuna
mazhar olan zamanın mürşidi kâmilidir. Ve Hak âşık’ları kâmili ziyeret ederek
kâmil’in irşadıyla devr-i hübût’den,
yani cehaletle ifa edilen şirk günah vb. manevi hastalıklı kulluktan
kurtulurlar. Ve Uşşak, yani Hak
âşıkları kâmilin irşadı aydınlığıyla her
demde, yani her anda gönül kabesini dönüp
tavaf ederek, zat-ı ilâhiye kavuşmakla miraç
ederler.
Evsât-ı
dünya suret-i âdem bil
Nokta-i
kalp merkezine ola derrac
Evsât-ı dünya: Dünya’nın ortası/merkezi,Suret-i âdem: İnsan’ın/âdemoğlu’nun
şekli, görüntüsü,Derrac: Korunaklı
ilerleme, aklın işletilmesiyle olumsuzluklardan korunarak ilerleme manasınadır.
Ki evsatı Dünya yani Dünya’nın merkezi
âdemoğlu olan insandır. Çünkü en kemâlli yaratılışın insan olduğunu ifadeyle
yüce Allah;“İncire, zeytine, Tur dağına ve o emin beldeye yemin ederim ki, biz
insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin,1…5) ayetleriyle beyan ediyor. Ve
insandan başka hiçbir yaratılan Hakk’ın halifeliği ile şereflenmemiştir. Ki
bunu ifadeyle de Kur’an’da; “…Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım…” (Bakara,30) buyrulur. Bu
halifelik, Dünya’ya yani bu âleme gelen her âdemoğlunda potansiyel olarak
mevcuttur.
Buna göre, insandan başka her ne yaratılmış ise o’nda Hakk’ın bazı
sıfatları vardır. Ve yaratılanların her biri, sıfat tecellisiyle açığa çıkan
isimlerden bir isim alır ve o isimle bilinir. Fakat insan / âdemoğlu her
yaratılanda var olan sıfatı ilâhinin cem’ine / toplamına mazhar olan yegâne
yaratılış olması itibarıyla, cümle âlemlerin ve âlemdekilerin sırrını taşımakla
dünyanın evsat-ı yani merkezidir.
Bunu ifadeyle Hasan Sezai Hazretleri;
“Cümle
sıfatı cem etti anda
Türlü
cevherler koydu ol kânde
Gözün
aç sakın gezme yabanda
Her
ne dilersen dile Âdemden dile”
demiştir.
İnsanın
potansiyelinde mevcut olan âdemiyetin ve Hakk’ın halifeliğinin aktif olup,
âdemiyeti yani âdem-i kemâlatı bulması için. Nokta-i kalbe yani manevi vücudun hasleti olan kalp makamında zat-ı
ilâh-i müşahadesine, derrac ile yani
sağlam ve korunaklı olan aklı kâmil ile ulaşması icap eder.
Ki bunu beyanla evsât-ı dünya, yani
dünyanın orta merkezinin suret-i âdem (âdemoğlu)
olduğunu bil. Nokta-i kalp merkezine,
Yani makam-ı kalp müşahadesiyle Hakk’ın zat-ı vahdetine ulaşmak için, derrac yani insan-ı kâmil marifetinin
kontrol ve korunağı gerekir, buyruluyor.
Remz-i sıfat kurbet-i zata irüb
Efâl u sıfat kıla zata zevvac
Remz-i
sıfat: Sıfat’ın
taşıdığı anlam ve mana,Kurbet-i zat:Zat-ı
ilâh-i yakınlığı,Zevvac: Kavuşturan,
vuslat ettiren demektir.
Kâbe, Hakk’ın zatı’nı ifade ettiğinden
Beytullah / Allah’ın evi olarak isimlendirilir. Hac’da hacıların Beytullahı
yedi defa tavafından maksat, yedi sıfatı ilâhinin kemâl tecellisiyle zat-ı
ilâhiye yakın olmayı ifade eder. Bu itibarla her âdemoğlunun mazhar olduğu
sıfatı subutiye, Hakk’ın zat’ından açığa çıkarak zahir olur. Ve sıfatların
cemine/toplamına mazharı olan her âdemoğlunun yaratılış amacı, Hakk’ın zat’ına
vuslattır / kavuşmaktır. Ki cümle sıfatlarda zahir olan zat’ı ilâhiye ulaşıp vuslat
etmek gerektiğini ifadeyleremz-i
sıfat’ın manası zat’a kurbet/yakınlaşıp erişmektir / ulaşmaktır, buyruluyor.
Ef’al
/ işler ve sıfatlar hep zat’ı temsilenaçığa çıktığından zat, cümle ef’alde fail, cümle sıfatlarda ise mefsuf olarak mevcuttur. Eğer fiil
ve sıfat müşahade edilir de, fail ve mefsuf olan zat müşahade ve zevk
edilmezse, tevhid hasıl olmaz. Tevhid, ancak zat’ı ilâh-i müşahadesiyle hasıl olur. Bunu ifadeyle
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Ef’al
ve sıfatı ile zat bilinmez, zat ile ef’al ve sıfat bilinir.” diyor.
Çünkü sıfat ve ef’al zat’ın zuhuru olduğundan ef’al ve sıfatta zat-ı
mevcudiyet olmasa ne fiil, ne de sıfat olur. Bunu beyanla ef’al ve sıfat zat’ı
temsil ettiğinden, ef’al ve sıfat
ancak delil olmakla zat’ı ilâh-i nin
zevk edilmesine zevvackılınır(kavuşturandır),deniliyor.
Nâ ehle haram oldu bu mescid
Ehl-i haram oldu harama mizac
Nâ
ehil: Ehil olmayan
demektir. Kur’an’daki;“Ey inananlar Müşrikler bir pisliktir. Artık
bu yıllardan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar...” (Tevbe,28) beyan gereği zahiren
müşriklerin, yani “Eşhedüenlailaheillallah
ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluh”kelime-i şahadet imanı olmayan
gayrı Müslim olan şirk ehillerinin, Beytullah’ın etrafı olan mescid-i harama
girmeleri haramdır / yasaktır. Ancak kelime-i şahadet imanına mensub olan
müminler mescid-i harama girip Beytullah’a kavuşarak tavaf edebildiklerinden
müslümanlar mescid-i harama girebilirler. Ki Müslümanlar mizaçlarıyla, yani tevhid-i iman itikat ve ahvalleri gereğince mescid-i haram ehilleridir.
Hakikata göre mescidi harama yakın
olmak ve olamamak ise şöyledir; Hadisi kutside Cenab-ı Hak; “Ben
göklere ve yere sığmam ancak mümin kulumun kalbine sığarım.”buyurur. Ki
bu kutsi beyana mazhar olan müminin gönlü de, zat-ı ilâh-i kabe’sidir. Ve böyle
bir mümin, sıfatı subutiyenin kemâli mazharıyetiyle gönül kabesinde zat-ı
ilâhiyi tavaf eder. Gönülde zat-ı ilâhiyi tavaf etmek, na ehil olan gizli şirk
ehillerine haramdır. Çünkü Hz.Resulullah’ın;“Ümmetimin açık şirkinden değil
gizli şirkinden korkarım.”dediği “gizli şirk” beytullah olan müminin
gönlündeki vahdet-i zat tecellisini, sıfatı subutiyenin kemâl mazharıyeti ile
tavaf etmesine engel olur.
Gönül kabe’sindeki vahdet-i zatı ancak, zamanın Kâmil mürşidinin zikri
daim ve tevhid-i hakiki irşadından nasiplenerek şirk-i hafi (gizli şirk) den
kurtulan hakiki, gerçek müminler tavaf ederler. Ki, bunu ifadeyle Kur’an’da;“Gerçek
müminler ancak o kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalbleri titrer ve
onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların îmanlarını arttırır ve onlar
yalnız Rab’lerine güvenip / tevekkül ederler.” (Enfâl, 2) buyrulur. Bu gerçek müminler, zikri daim ve tevhid-i
hakiki keşfi irfanı olan mizaçlarıyla, zat-ı
vahdet kabe’si olan gönülleriyle, mescid-i
haramehilleridir.
Beyt-i Haram sırrını arif Hilmî
Hüccac içine oldu
heman sertâc
Zamanın kâmil
mürşidi olan Malik Efendi Hazretleri gönül
kabe’sinde vahdet-i zat’ın, her yerde ve her an’da ki tecellisini yerli yerinde
müşahade tavafını yaptığından, Hilmi
lakabıyla; beytullah ve mescid-i haramın
sırrına arif olan, cümle hüccac
(hacıların) içinde sertac (baş tacı)
olduğunu beyan ediyor. Allahuâlem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder