26 Ocak 2016 Salı

BAB-I HAZRET AÇILIP VERDİ SADA

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN


                       

Bab-ı hazret açılıp verdi sada
Kim ki, canı terk edip kıldı feda

      Hazret: varlık,Bab-ı hazret: Hak varlığının kapısı demektir. Ki, zamanın Kâmil-i mürşidi Hak kapısıdır, çünkü kâmilin irşadıyla ancak Hakk’a kavuşulur. Kâmilin irşad ve tebliği ile marifetullaha mazhar olmak iseinsana seda verilmesidir, yani Hak sedasının duyurulmasıdır. Bir insan kendine nisbet ettiği varlığını, kâmilin telkin-i irşadıyla fenayı ef’al, fenayı sıfat ve fenayı vücud keşfi irfanıyla yokluğa / fenaya ulaştırıp feda etmekle ancak, marifetullaha mazhar olur ve Hak sedasını duyar.
       Bunu ifadeyle her kime babı hazret açılırsa yani her kim mürşidi kâmilin telkini irşadına mazhar olur da, kendine nisbet ettiği can-ı varlığını fenaya / yokluk irfanı ile terk ve feda ederse o, Hak sedasını duyar demektir.
"Lâ ilahe gayruk" geldi nida
"Men ârefe" didi çü. şâh-ı Mustafa

“Lâ ilâhe gayruk”:Allah’tan gayrı yoktur,Men ârefe nefse fekat arefe Rabbe”: Kim nefsine / kendine arif olursa o Rabbı’na Arif olur(hadisi şerif) beyanlarıdır. Ki Lâilâhe gayruk”: Allah’tan gayrı hiçbir varlık yoktur anlamındadır. Ve bir kimse fenafillâh irfanıyla bu hadisi şerifin mahiyetine ulaşırsa. Böyle bir kulun nazarında/bakışında kendinin ve cümle âlemin fenasında/yokluğunda tecelli eden Allah’tan gayrı bir varlık olmaz. Çünkücümle Peygamberlerin şah-ı  (padişahı) olan Hz.Resulullah (s.a.v);“Men ârefe nefse fekat arefe Rabbe- kim nefsine / kendine arif olursa o Rabbı’na arif olur.” buyurmakla, bu hikmete işaret etmiştir. Ki bu hadis hikmetince bir kimse, nefsinin/kendinin yokluğuna arif olursa o, yokluğunda mevcudiyetiyle tecelli eden Rabbine vuslat kulluğuna ulaşır. Ve o kul, Rabbin’den gayrı hiçbir şey müşahade etmez demektir.  



Bilmedinse kendini oldu âmâ
Âşıka dünya durur ayn-ı bekâ

      Bu imtihan âlemi olan yeryüzünde yaşayan bir insan eğer kendine arif olmazsa, kendini bilmezse o, cümle âlemlerde âmâ yani kör olur. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da; “Bu dünyada âmâ/kör olan ahirette de âmâdır / kördür.” (İsrâ, 72) buyrulur. Fakat bir insan, eğer kendinde doğuştan var olan aşk ve muhabbetini, Kamil’in irşadıyla ilah-i aşk’a dönüştürürse o, Hak aşığı olup Hakk’a kavuşur. Ve Hak aşığı, cümle âlemlerde mevcudiyetiyle ebedi, ölümsüz ve bâki olan ilah-i sevgiliye kavuşarak Hakk’ın bekasıyla bekâ bulur.
      Bunu beyanla bu âlemde ilâh-i aşktan mahrum ve kendini bilip arif olmayan bir insan, dünya ve ahirette Hakk’ın âmâ’sıdır/ körü’dür. Oysa müşahadesinde Rabbinden gayrı olmadığı için, yaşadığı dünya ve cümle âlemler Hak aşığınaayn-ı bekâdurur. Yani Hak aşığı cümle âlemlerde Hakk’ın ebediyeti ile ebediyet beka bulur, buyruluyor.

Her bir ismin var müsemması amma
Çünki sensin sana perde ey dilâ

 Müsemma:İsimlerle isimlenen zat-ı ilâhi,Dilâ: Gönül sahibi, demektir. Cümle âlemlerin ve her bir eşyanın bir ismi vardır ve o isimlerin tesiri ile âlemler ve eşya dediğimiz varlıklar oluşur. Ki bu varlıkların oluşması şöyledir; Cenab-ı Hak tek/ehad olan zatı’ndan sıfatlarına tecelli ederek hayat, ilim, irade, kudret, kelam, görmek, işitmek ve tekvin (yaratmak) olan sekiz sıfatı subutiyesini meydana getirir. Sıfat tecellisiyle de esmaları, yani isimleri zuhura getirir. Ve cümle âlemleri eşya ve varlıkları, işte bu isimler zuhurunun tesiri oluşturur. Ki bu isimler, sıfat zuhuru olduğundan isimlerin vücudu olmaz. Sıfatlar ise zat’ın zuhuru olduğundan sıfatların da vücudu olmaz. Bu itibarla isimler tesiri ile oluşan ve bizim var olduğunu zannettiğimiz cümle eşya ve varlıklar da mevcut olan Hakk’ın zat-ı müsemmasıdır.      
     Bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de;“...Her şey fanidir / yoktur, var olan ancak O’nun vechidir / yüzüdür.” (Kasas, 88) buyrulur. Ki cümle âlemde Hakk’ın zatın’dan gayrı bir varlık olmadığı halde ağaç, taş, insan, bitki vb. varlıkları hep isimler meydana getirir. Mesela dağ dediğimizde orada mevcut olan zat-ı ilahidir. Taş, insan, bitki gibi görünen varlıklar zat-ı ilahi tecellisi olmakla hepsi de aynıdır. Fakat bunlar isimler yönü ile ayrılırlar. Çünkü isim itibarıyla taş insan olmaz, bitki dağ, çiçek ise böcek değildir vs. Bu itibarla bir isimle ifade edilip anılanların tümünün müsemması (isimleneni), Hakk’ın zat’ı mevcudiyetidir. Ve insanın zat-ı müsemmayı müşahede etmesinin yagâne engeli, kendine varlık nisbet etme gaflet ve cehalet perdesi oluşturur.
      Böyle gaflet cehalet anlayışındaki bir insana hitaben; kendi nisbet varlığın perde olduğu için, cümle eşyada ve kendinde mevcut ve müsemma olan zat-ı ilahiyi müşahade edip kavuşamazsın, çünkü sensin sana perde ey dila / ey gönül sahibi, deniliyor.  

İsmim Mâlik resmim Hâlik Hilmiyâ

      Abdulmalik Hazretlerikısaltılmış ismi Malik olduğu gibi, Malik ve Hilmi isimleri, Abdülmalik Hazretleri’nin şiirlerindeki mahlâsı ve lâkâbıdır. Hâlik; helâk, yok olmuş anlamındadır.
  Kur’an’da; Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, "Ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım." demişti. "Onu, amaçlanan düzgünlü-ğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman…" (Hicr, 28-29) buyrulur. Bu ayet beyanına göre, ister bilsin ister bilmesin her insanın sureti, yani bedeni Allah’ın mülkü olan çamurdan / topraktan olduğu gibi, ruhu / canı ise Rabbin ruhundandır. Ki bunun hakikatı mahiyeti, kâmili mürşidin fenafillâh ve bekabillâh telkini irşadıyla anlaşılır.
      Böyle bir irşad mazharıyetini beyanla Abdülmalik Hazretleri; ismim Mâlik resmim Hâlik Hilmi’yâ diyor. Yani adımın Malik olması, zat’ı müsemma olan Hakk’ın isim tecellisinden başka bir şey değildir. Resmim yani gözüken suret-i bedenim zat-ı ilâhi’nin çamur / toprak olan mülk tecellisi olduğundan, kendine nisbetle ne bir ismin, ne de suretin kalmayıp fenaya / yokluğa ulaşıp helâk oldu ey Hilmi, diyor.

Hiç yorum yok: