12 Ağustos 2024 Pazartesi

GAZELİN SADELEŞMESİ


Mesleki melâmi hizmetkarlarından Prizrenli Mehmet Kâmil İbnil hac yakub Toska hazretlerinin bin üç yüz kırk sekiz senesi Şaban ayında köprülü kazasına bağlı menluçe kıryesinde bulunduğu sırada Prizren melâmi dergahının postunda oturan Hak yolunun yolcusu Hacı Ömer Lütfi efendi kuddesallâhü sırrâl azizin bir gazelini şerh ve açıklamak üzere fakirin gönlüne gelen doğuşların telmih sanatıyla kaleme alınmasıdır.

 

GAZEL

 

Aşkın nedir ezvakın?                                 Meyhaneye sorsunlar

Eşvâkini uşşâkın                                        Peymaneye sorsunlar

 

Aşkın zevklerini meyhaneye sorsunlar. Aşk nedir? Aşk; Şu şeydir ki, muhabbetin fazlalığıdır. Ezvâk; Zevkin cemidir. Muhabbetin zevkini meyhaneden sor. Meyhane nedir? Meyhane şu şeydir ki orada rakı ve şarap içilir. Meyhane dahi iki kısımdır: Biri zahiri meyhane ki tarif olundu bu zahiri meyhanede bulunmak ve şarhoş edecek şeyleri içmek mü’minler için kesinlikle haramdır. İkinci meyhane şu şeydir ki Meclisi irfandır. Nitekim cenabı Hak Kur’anı keriminde buyurur; Zariyat-56, “Vema halektül cinne vel inse illâ liyağbüdün” Türkçesi; Cenabı Allah buyurdu ki, “Ben azimüşşan insanlarla cinleri ancak bana ibadet etsinler için halk ettim. İbni Abbas radıyallahü anh hazretleri liyağbüdün kelimesini eyliyağrüfün ile tefsir ediyor. Yani irfaniyet hasıl etsinler demektir. Buradan da anlaşılıyor ki, İkinci meyhaneden murad; irfan meclisleridir. Yani ariflerin bir yerde toplanıp “Allah sohbeti” ettikleri yerdir. Burası sohbet için özel olarak hazırlanmış bir yer değildir. Arifler nerede bulunur ve muhabbeti ilâhiye zuhur ederse orası aşk meyhanesi ve hakiki meyhanedir. Hakiki sohbetin zevkini, hakiki meyhaneden sormak yani meclisi irfanda bulunup sohbetlerinden âşina olmak ve zevklenmek demektir.

Eşvâkini uşşâkın                      peymaneye sorsunlar

 

Eşvâk; şevkin cemidir. Şevk ise istek ve arzulardır. Uşşak; Aşıkların cemidir. Peymâne; Şarap ile dolu olan kadehe derler. Şaraptan maksad; Muhabbeti ilâhiyedir. Kadehden murad; Salikin kalbidir. Beytin manası  şöyle olur ki Aşıkların arzu ve isteklerini peymaneye sorsunlar, yani muhabbeti ilâhiyeye âşina mürşidi kamilden sorsunlar demektir. Hazret ikinci beytinde buyurur:

 

Hak’kın ne imiş zevki?              Gönlün ne imiş şevki

Esrarı meyi aşkı                          Mestaneye sorsunlar

 

Hak’kın zevki gönlün şevki ve aşk şarabının esrarını mest olanlardan sor. Mestlik dahi iki kısımdır birincisi; Zahiri şaraptan bir kimse bir miktar içerse biraz aklı gider. Biraz daha içerse fazla aklı gider. Aşırı derecede içerse bütün aklı gider ve mest olur. İkinci mestlik de şu şeydir ki; Mürşidi kamil vasıtasıyla salike bir kadeh verilir. Yani tevhid makamlarından tevhidi efal tarif olunduğu zaman o salikin kendi işi ve alemin işi olmadığını ve işleyen Hak olduğunu anlar. Fakat bilişi, duyuşu, görüşü, dirliği, söyleyişi, murad etmesi, kuvvet ve  kudreti vardır. Mürşidi kamil vasıtasıyla ikinci bir kadeh verildiğinde yani tevhidi sıfat tarif edildiğinde o salikin bilişi, duyuşu, görüşü, söyleyişi, murad etmesi, kuvvet ve kudreti kalkar ve bu sıfatların Hak’kın olduğunu anlar amma yine bir bakiyesi vardır o da vücuddur. Mürşidi kamil üçüncü kadehi verdiğinde yani tevhidi zatı telkin ettiğinde, salikin vücudu da kalkar, bütün bütün mest olur. Kendinden ve alemden hiç haberi olmaz. Hak’kın zevkini gönlün şevkini ve aşk şarabının esrarını böyle mest olanlardan sor. Yani tevhidi zat saliki gibi mest olmanın yolu nasıl olduğunu bu yerden geçenlerden yani bir halden bir hale geçip ayılanlardan sorup öğrenmek gerekir. Bu gibi tevhidi zat salikinin halini açık edip ortaya koymak amacıyla aziz kuddisallahü sırra üçüncü beytiyle buyurur.

 

Terk eylemiş ağyari                 Kâküldür anın yâri

Zülfündeki esrarı                     ol şâneye sorsunlar.

 

Yukarıda beyan olunan tevhidi zat saliki bütün ağyari terk etmiştir. Cenabı Hak’tan ve ilahi vücuttan başka bir şey göremez. Kâküldür anın yâri demesinden maksad; Gönlün zahirde manası zülüftür. Zülüf ise siyahtır. Siyah dahi alemi gaybi hüviyyete işarettir. Tevhidi zat saliki alemi gaybi hüviyyettedir. Zülüf alemi gaybi hüviyyete işaret olunca zülüfün esrarını ol şâneye sorsunlar. Şane: Lügatte tarakdır. Tarak ise zülfün esrarını bilir. Çünkü zülüfle tarağın birbirine teması yani yapışması vardır. Taraktan murad: Mürşidi kâmildir. Nitekim tarak zülüfün ilişiklerini açar. Mürşidi kâmilde salikin kalbinde olan ilişiklerini açar. Sende ey salik! Müşküllerini, mürşidi kâmilden sor demektir. Bu mürşidi kâmilin, teşbih yoluyla vasıflarını belirterek,  hazret buyurur ki,

 

Ferzâne bil anı                           Dil oldu debistanı

Bu hikmeti Lokmanı                  Ferzâneye sorsunlar.

 

Ferzâne şudur ki hekimdir. Bereket ve rahmet bulmuş ve nefsani kayıtlardan geçmiş olandır ki mürşidi kâmildir. Dil; Gönüldür. Debistan ise: Okul ve dersane demektir. Hikmeti Lokmandan murad; Her şeyi yerli yerine koyandır. Beytin manası şöyle olur ki: Mürşidi kâmil merâtibi tevhidi gönül mektebinde okuyup her şeyi yerli yerine koyandır. Kendi dersinin mürşidi kâmilin nefesinde okunmasına dair cenabı Hak, kur’anı hükmünde işaret yoluyla buyurur; İsra-14, “İkra kitâbeke kefi bi nefsike el yevme aleyke haseben.” Bu ayeti kerimenin Türkçesi: “Ey insan! Sen kendi kitabını kendi nefsinde oku. Hesap gününde o kitap sana kifayet eder.” İnsandan murad: Hazreti fahri kâinat sallallahü aleyhi vessellemdir. Mürşidi kâmil dahi hazreti peygamberin tam varisi olduğundan bu ayeti kerimenin manası mürşidi kâmili de kapsar. Manayı işaret: Ey salik! Mürşidi kâmilin yardımıyla kalbinden mâsivayı bütün bütün ayıkla. Masivadan kalbinde hiç eser kalmasın. Çünkü kalbinden masiva çıkınca o kalpte Allah’tan başka bir şey kalmaz. Zira kalpte Allah olunca masivaya yer kalır mı? Elbette kalmaz. Bir kalpte hem masiva hem Allah bulunamaz. Böyle masiva bulunmayan bir kalp hakkında cenabı Hak hadisi kutsisinde buyurur: “Mâ veseagi erzi velâ semâi velâkin vesegani kalbü abdi minettegiyyil vera.” Bu hadisi kudsinin Türkçesi: “Beni yer ve gök sığmadı, ancak mü’min ve takva sahibi olan kulumun kalbi sığdı.” Mütteki; İttika eden yani Cenabı Allah’tan korkup yasaklamış olduğu şeylerden çekinendir. Vera ise; takva yani gerekli olmayan hususlardan sakınıp çekinenlerdir. Kalbinde cenabı Hak’tan başka bir şey bulunamaz. Bulanamadığı surette masivaya yer kalır mı? Elbette kalmaz. Kalmayınca her şeyi yerli yerinde Lokman hekim gibi kor. Ey salik!  Bu gibi kalbin hallerini, böyle bir rahmet deryasına gark olmuş ve nefsani kayıtlardan kurtulmuş olandan sor. Yani mürşidi kâmile teslim olmakla beraber her emrine sadık ol ve boyun eğ. Bu sebebdendir ki mürşidi kâmilin bazı hallerini benzetme ve misal  yoluyla, üstadımız kuddise sırra buyurur:

 

Ruhsare-i pür hâli                             akıl anlamaz ol hâli

Mecnundaki ahvâli                           divaneye sorsunlar.

 

Ruhsare; Yanak. Pür; Dolu. Hal; Benekler. Akıldan murad; Aklı meaş sahibidir. Mecnun; Deli, divane demektir.

        Beytin manası şöyle olur ki: Sevgilinin yanağında dolu olan benekleri aklı meaş sahibi anlayamaz. Bu beneklerin neye işaret olduğunu ve sevgilinin halini divaneden sor demektir. Manayı işaret: Mahbubtan murad; Mürşidi kâmildir. Yanağındaki benekler ise; Tevhidde olan ince ince meselelerdir. Bu tevhid meselesini aklı meaş sahibi anlayamaz. Mecnundaki ahvâli divaneye sorsunlar; Burada mecnundan maksad fenayı tam salikidir. Nitekim mecnun Leyla’ya aşık idi Leyla’dan başka bir şeyi zikir ve fikir etmez idi. Bu zikir ve fikir sebebiyle Leyla’yı hakiki mecnunun kendi vücudunda tecelli etti. Bu zaman da Leyla mecnunun karşısına çıkıp dedi ki, “Ey mecnun! İşte Leyla benim bana bak.” Mecnun cevaben dedi ki, “var git Leyla ki ben mevlayı buldum.” Yani bende hakikat Leyla tecelli etti ve Leyla’dan firar etti. Çünkü Leyla’nın cismi ve sureti Mecnun’a masiva olduğundan Mecnun masivadan kaçtı. Mecnun masivadan kaçtığı gibi aklı meaş sahibleri de tevhitten kaçarlar. Çünkü bunların kalpleri taş gibidir ve masiva ile meşguldür. Bu durumda olan kimseleri Cenabı vâcib el vücud hazretleri kötüleme makamında buyurur: Zümer-22, “Feveylün lil kâsiyeti kulubühüm min zikrillâhi ülâike fi dalâlin mübin.” Türkçesi: “Azabın şiddeti şu kimseleredir ki, kim Allah’ü tealâ’nın zikrini işittiğinde kalblerine kasvet gelir.” Kasvet ise gam ve tasaya tutulmaktır. Çünkü onlar zahirende dalalettedirler. Diğer ayeti kerimede de, Zümer-45 “Ve iza zükirallâhü vahdehu ismeezzeti kulubüllezine lâ yü’minüne bil ahreti ve iza zükirâllezine min dünihi izâhüm yestebş irun.” Türkçesi: “Nerede Allahü tealâ’nın vahdâniyeti ve muhabbeti zikir olunsa, ahirete imanları olmayanın kalbleri ürker.” Yani kalblerine sıkıntı gelir. Ve Allah’ü tealâ’nın gayrisi yani masivadan her ne zikir olunsa, kalblerinde olan o sıkıntı geçip ferahlanırlar. Başka bir  ayeti kerimede buyurulur: Araf-179, “Velegad zera’ne licehenneme kesiran minel cine vel insilehüm kulubün lâ yefgahüna bihâ velehüm aynün lâyübsirune bihâ velehüm âzânün lâ yesmeune bihâ ülâike kel enâme bel hüm edallü ülâike hümül gâfilün.” Türkçesi: “Biz, insanlardan birçok kimseleri cehennem için hâlk ettik. Anların kalpleri var ki onunla hayır ve hidayeti bilmezler. Yani Hak’kı idrak etmezler. Ve onların gözleri var ki onunla Allah’ü tealâ’nın yarattıklarına ibret gözüyle bakmazlar. Gördükleri taş ve ağaçtır, hakikat üzre göremezler. Ve onların kulakları var ki, onunla Kur’an sözünü ve hak kelamını işitmezler. Bu insan sözü, bu hayvan sesi diye işitirler. Fakat ses kimindir, çağıran kimdir bilmezler. Bunlar hayvan gibidir, belki hayvandan daha aşağıdır. Yani yolunu pek ziyade şaşırmış olanlardır. Hayvan kendisine zararlı ve faydalı olan şeyi bilmeye ilmi fıtriyesi vardır. Bunlar ise onu da kaybetmişlerdir. Çünkü bunlar kalplerini, gözlerini, kulaklarını ve bütün âza ve cevâhirini dünya geçimine hasr etmişlerdir. Gerçektir ki bunlar aklı meaş sahibleridir. Bunların arzuları sırf dünyaya aittir. Tevhidin ince ince meselelerini anlamaz ve tevhidde bulunan kimselere de derler ki bunlar boşuna zaman geçiriyorlar, nasıl idare olacaklarını düşünmezler de böyle boş ve veresiye olan şeylere kapılırlar diye alay ederler. Halbuki bunlar kalpleri taş gibi olan gafillerdir. Bu gafiller hakkında hazret buyurur:

 

Gafil ne bilir aşkın                         Ol nâri sefâ şevkin

Mahv ile fena zevkin                     pervâneye sorsunlar.

 

Yukarıda beyan olunan ve kalpleri taş gibi olan gafiller ne bilir ki, tevhitte aşk varmış. Tevhide dahil olanların arzu ve istekleri ise aşk ateşi ile yanmaktır. Mahv ile fena zevkin pervaneye sorsunlar denilmişti. Mertebe-i mahviyeti mahv olmayan bir kimse bilemez. Pervaneden murad; Ehli fenadır. Bu gibi halleri ehli fenadan öğren demektir. Çünkü bunlar ehli kalbdir. Ehli kalbi beyan için aziz kuddisallahü sırral âlâ buyurur :

 

Dil kâbe-i Hak oldu                  ezvâkıyla hep doldu

Hak’kıyla neler buldu               ol hâneye sorsunlar

 

Fena makamında olan salikin kalbi kabe-i Hak oldu. Çünkü fena saliki, gönlünde Hak’tan başka bir şey olmadığını anlayıp zevk etti. Zevk edince salikin kalbi daima zevkle doludur. Doludur amma o salikin kalbi Hak’tan ne gördüğünü böyle bir kalb sahibine sor demektir. Zira böyle kalb sahipleri ruh sahibidir. Bu sebepdendir ki, ruha dair hazret ne buyurur:

 

Bir nokta var insanda                  ol zübdedir ekvanda

Sırrı demi Hak canda                  cananeye sorsunlar.

 

Noktadan maksad;  ruhu insandır. Ruhu insan da kainatın özüdür. Yani ruhu Muhammed sallallahü aleyhi vessellemdir. Dem ise; Nefsü rahmandır. Cânanede; Sevgilidir. Beytin manası şöyle olur ki: İnsanda bir nokta vardır. O nokta kainatın özüdür ki, ruhu Muhammed sallallahü aleyhi vessellemdir. “Evvela mâ halekallahü ruhi” hadisi şerifi buna işarettir. Cenabı Hak Kur’anı keriminde buyurur: Hicr-29 “Ve nefahtü fihi min ruhi.” Yani “İnsana ben kendi ruhumdan üfledim” demektir. Ruhi Muhammedi sallallahü aleyhi vessellem salikin kalbinde  mevcuddur ki ilahi nefhadır. O nefha dahi mürşidi kâmilin tarifatıdır. Çünkü mürşidi kâmilin tarifatı nefesi rahmandır. Nefsi rahman olunca, ilahi nefha olur. Bunun için mürşidi kâmil salike iptidâ zikri daim ve şuhudu tarif eder. Zikri daim ve şuhuduna delil şudur ki, Cenabı Hak Kur’anı keriminde buyurur; Ali İmran-191 “Ellezine yezkürünâllahü kıyâmen kuuden ve cünübihim ve tefekkerüne fi hâlkis semâvati vel erzi rabbenâ mâ halekte hâzâ bâtilen subhâneke fekinâ azâbennar.”  Bu ayeti kerimenin Türkçesi: “Kâmil bir akıl ve iman ile vasıflanmış olan kimseler Allah’ü tealâ hazretlerini ayakta, otururken, yatarken, sağda ve solda daima zikir ederler. Bu zikir ile beraber göklerin ve yerin yaratılışında yüce yaratıcıyı kalben tefekkür ederler. Yani gökler ile yeri Cenabı Allah halk etti. Göklerde ve yerde olan mahlukatın hiçbirisi abes yani boşuna yaratılmadı. İlâhi sen abes ve bâtıl şey yaratmaklıktan münezzehsin. Bizi lütuf ve ihsanınla cehennem ateşinden koru.” Salik için zikir ile fikir iki kanatdır. Bu kanatlarla yüceliğe uruç ederler yani tevhid mertebelerine çıkarlar Ve bu yükselme sebebiyle canlarındaki nefesi rahman olan sırrı anlarlar. Bu nefesi rahman sırrını cananeye sorsunlar. Cânaneden maksat; Mürşidi Kâmildir ki zikri daimi ve şuhudu mürşidi kâmilden sorulması gerekir. Çünkü mürşidi kâmil nefesi rahman sahibidir. Böyle olunca nefesi rahman sahibi hakkında hazret ne buyurur:

 

Dil tahtı Süleyman’dır                       Kâşane-i cânandır

Canâni ne sultandır                            Kâşaneye sorsunlar.

 

Mürşidi kâmil nefesi rahman sahibi olunca onun gönlünde Süleyman mevcuttur. Süleyman’dan murad; Tasarrufdur. Nitekim hazreti Süleyman aleyhisselam kurt,  kuş, cin, insan ve rüzgâr vesairi şeylere tasarruf ederdi. Yani isterse bunlar üzerinde hüküm verirdi. Mürşidi kâmilde salikin kalbinde tasarruf edip, hükmeder ki nefesi rahmanla zikir ve fikri, salikin kalbine ilkâ eder. Kâşane, padişahlara mahsus olan müzeyyen bir binadır. Salikin kalbi de o binaya benzetilir. Çünkü salikin kalbi, zikir ve fikirle donatılmıştır. Zikirle bezenmiş kalpte salikin sevgilisi olan sultan durur. Sultandan murad; Cenabı Allah’tır. Kâşaneye sorsunlar; Yani o binada oturan sevgilinin halleri binaya sorulsun ki salikin kalbine danışılsın. Salikin kalbi her hakikatı bilir ve âşinadır. “İstefti kalbike” hadisi şerifi buna işarettir ki, hazreti peygamber sallallhü aleyhi vessellem Yemen ahalisini dine davet etmek için ashabı kiramdan ve aşere-i mübeşşereden Ebu Ubeyde ibnil hac hazretlerini gönderdi. Ebu Ubeyde radıyallahü anh dedi ki, “Ya resulallah ben oraya gittiğimde ne ile amel edeyim?” hazreti fahri kainat efendimiz sallallahü aleyhi vessellem “Kur’an ile amel et dedi” Ebu Ubeyde dedi ki, “Kur’an da olmayan bir meseleye rastlarsam ne yapayım?” Peygamberimiz sallallhü aleyhi vessellem “Kur’an da bu meseleye ait çözüm bulamazsan benim hadisim ile amel et.” Ebu ubeyde sual etti ki, “Ya hadis de çözüm olmuyorsa ne yapayım?” Bunun üzerine hazreti nebi muhterem sallallhü aleyhi vessellem buyurdu: “İstefti kalbike” yani Kur’an ve hadiste bulamadığın bir mesele için kalbinden fetvayı al. Yani kalbine müracaat et. Kalbin nasıl der ise öylece amel et. Buradan bizlere de hisse vardır. Tevhid yolunda bir meseleyi anlayamadığımız zaman kalbimize müracaat edelim. O meseleyi kalp halleder müşkülde bırakmaz demektir. Saf kalp hakkında yine hazret buyurur:

 

Ol düre-i beyzâyi                                    Esrârı süveydâyı

Goncine-i ahfâyı                                     Virâneye sorsunlar.

 

Düre-i Beyza: Beyaz inci. Esrar: Sırrın cemi. Süveydâ: Yürekte olan siyah nokta, kalpteki sevgi ve dane-i dil de denir. Ekseriya kalpten kinâye olarak kullanılır. Goncine: Hazine. Ahfa: Pek gizli. Virane: Harâbe olmuş, yani yıkılmış demektir. Dürre-i Beyza yani beyaz inciden maksad: Zikir ve fikir ile bezenmiş salikin kalbinde olan siyah nokta yani kalpte olan tevhid sırlarının çıkarılmasıdır. Goncine-i ahfada: Zikir ve fikirle süslenmiş olan kalpteki ilahi marifettir. Virane ise: Fenayı tam mertebesinde bulunan saliktir. Beytin manası şöyle olur ki: Zikir ve fikirle bezenen salikin kalbi yani meratibi fenayı zevk eden bu gibi kalbin hallerini onlar bilir. Fenayı tam da bulunmayanlar bilmez demektir. Çünkü ehli fenanın sohbeti hep meratibi fena iledir. Merâtibi fenada bulunan salikin muhabbeti nisbetsiz olduğundan çok tatlıdır. Hazret son olarak  buyurur:

 

 

Gör âb ile bu kilde                                 Goncine var ol ilde

Lütfi sedefi dilde                                   Dürdâneye sorsunlar.

 

Âb; Su. Kil; Toprak. Goncine; Hazine. İl; Memleket. Sedef; Bir nevi balık ki bu balıklar nisan ayında yağmur yağdığında ağızlarını açarlar. Yağan yağmur taneleri, bazı balığın ağzına bir ve bazı balığın ağzına da birkaç tane isabet edip girer. Girince bu balıklar ağızlarını kapayıp denizin dibine inerler. Orada otururlar ve hiç hareket etmezler. Orada yani bulundukları yerde hiç kımıldamazlar. Böyle yapmakla o yağmur tanesi balık karnında bir kıymetli cevher olur ki ona dürdâne derler. O dürdâne de balığın karnına isabet eden bir yağmur tanesinden hasıl olana derler ki bunun pahası takdir edilemez padişahlara layıktır. Manayı işareti: Su ile topraktan murad; Anâsırdır. Yani suret itibarı ile kâmil de bizim gibi anâsırdan meydana gelmiştir. Fakat o anasır bir memleketi insaniye olup o memleketi insaniyede hazine mevcuttur. Hazineden murad: Kâmilin tarifâtıdır. Sedef ise: Salikin kalbidir. Bundan dolayı, nisan ayında yağan yağmur tanesi balığın karnında korunmak suretiyle bir cevhere dönüşür. Çok kıymetli olan bu cevher padişahlara layıktır. Salikte, mürşidi kâmilin telkinini kalbinde muhafaza ederse o da böyle kıymetli bir cevhere sahip olur. Nisan ise bahar zamanıdır. Bahar zamanında çiçekler açar ve her tarafı bir güzellik kaplar. Salik de, mürşidin emrini tutup, muhafaza ederse o salikten de tevhid çiçekleri zahir olur. Tevhid çiçekleri demek; Salikin güzel ahlâkı ve ilahi marifetin zahir olması demektir. Bunlara sahip olan bir salik Allah ve insanlar katında makbul olur. Yağmur ise; İlahi yardımdır ki güzel ahlak sahibi olan salikten ilahi yardım hiç eksik olmaz. Eğer böyle kıymetli cevhere sahip olmak arzu edilirse sahibinden aransın ki o da mürşidi kâmildir. O’nu  bulup vereceği  tarifat dairesinde hareket etmekle elde edilir. İlla başka türlü olamaz demektir. Hidayet Allah’tandır. Allah bu yolda irşat etsin. Amin. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a aittir. 1348 senesinin şaban ayı pazartesi günü tamamlanmıştır…..

 

Sadeleştiren

Mehmet Naci GÜNEY

Hiç yorum yok: