BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamdü senâ ol vâcibül vücud
hazretlerine’dir ki cümle mevcudatı kendi varlığıyla izhar ederek insanı, zâtı
ilahiyesine delil kılmıştır.
Vesselâtü vessellem buyurur: “Adem toprak
ile çamur arasında iken ben nebi idim” salat ve selam, göklerin ve yerin
maddesiz ve zamansız yaratılmasına sebep olan elçilerin ve her iki alemin önderi
efendimiz (sav) hazretleri üzerine olsun. Nuru akdesleri, bütün kâinatı
kuşatıcı olarak her şey O’na tabi ve her
şey O’nunla kaim ve daimdir. O’nun soyuna, evlatlarına, eşlerine ve ashabı
kirâmına teslim olarak onlara dualar ve selamlar hediye olunur ki cümlesi o
nuru akdes ile zahiren ve bâtınen nurlanmışlardır.
Bundan sonra şunlar bilinmelidir ki müceddidler
ve ince sırların sahibi mürşitler, Allah onların hepsinden razı olsun, dini
mübin islâmı bir çadıra ve beş farzdan olan namazı bu çadırın direklerine,
oruç, hac, zekat ve kelime-i şehadeti de çadırın dört tarafındaki kazıklara
benzetmişlerdir. Çadır direksiz ve kazıksız kâim olamadığı gibi dini mübinin dahi
yukarıda belirtilen beş farz olmadan ayakta kalması mümkün değildir
demişlerdir. Şu halde islâmiyet davasında bulunanlarda zikredilen bu
farziyetler aranılır. Bunları yerine getirmeye muktedir oldukları halde
yapmayanlar, davalarında yalancı ad olunurlar. Ancak Kur’anı kerimin zahiri
yönü olduğu gibi bâtını da vardır. Bir kimse “Biz zahire göre hükmederiz”
diyerek kitap ve sünnetin bâtıniyesini inkâr ettikleri için Rum-7, “Onlar basit ve iğreti hayattan, bir
dış görünüşü bilirler. Ama ahiretten tam bir gaflet içindedir onlar..”
ayeti kerimesinin sırrına dahil olurlar. Veya namaz şuna işarettir, oruç budur
diyerek batıl olan Batıniye tayfası gibi ayetleri kendi bozuk zanları üzerine
tevile kalkışarak ilâhi farzları zahiren dahi yerine getirmekten kaçınırlar. Bunlar,
Bakara-85, Esteizü billâh “Şimdi siz, Kitap’ın bir kısmına inanıp
bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” böyle bir topluluk içinde kalırlar.
Konu edilen farzların açık olan usul ve
kaideleri, fıkıh kitaplarında ve sâir ilmi eserlerde geniş bir şekilde yer
aldığından ve herkesçe bilindiğinden tekrarına gerek olmayıp burada yalnız
hakikat yolunun bazı uygulama ve yönlerini belirtmekle iktifa edilecektir.
Şöyle ki zikredilen farzların, fıkıha göre oruçtan başlayarak. Oruç, namaz, hac,
zekât, kelime-i şehadet diye sıralanması ve tertib olunması hakikate uygundur.
Sâlik,
evvel emirde mürşidi kamilin telkini doğrultusunda, bütün azâ ve varlığıyla hakikatı
Muhammediye’ye yönelerek Bakara-185, “
O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu
geçirsin” ayeti kerimesi gereğince nasıl ramazan hilalini görenlere
oruç farz ise müridin de hakikat şehrini kalp aynasında şuhud etmesiyle hakiki
oruç kendisine farz olur. Artık Hak’kın
gayrı olan masiva nefsani işler, evham ve şeytani düşüncelerden oruçlu olarak
uzak kalır. Zikirle dolu böyle bir kalbe de sultan misafir olarak gelir. işte
bu zevk ve Muhammedi ruhaniyetin galip gelmesiyle Hak’tan başkası ile ilgisini
kesmiş olur.
Bunun üzerine salik, enfüs ve afâkta tecelli
efal, tecelli sıfat ve tecelli zata mazhar olarak hazreti mâşuku müşahede ve
seyir eder ve hakiki namazı kılar ve o
namaz içinde zatı ilâhiye kâbe’sini tavaf etmekle beraber bâkiye olan varlık
zekâtını da gerçek olarak verip kendisinden eser kalmayınca bağışlanmış
Hak’kani şuhut ve noksansız vücuda erişerek bâtın olarak cem şuhudu ile (eşhedü
enlâ ilâhe illâllah) ve zâhiren açık hüküm ile (Eşhedü enne Muhammeden
resulullah) der ve bu şuhud ile zâhir ve bâtını cem ederek Maide-3, “Bugün sizin için dininizi
kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım” sırrı celiline
mazhar olur. Bu ayeti kerimenin manası “Ey tenzih ve teşbihten temiz olarak kemâli
irfan ve yakin ile bana her yüzde şahid olan Muhamediyyun kullarım, bugün
dininizi ikmal ettim ve size olan nimeti ilâhiyemi tamamladım” demektir.
Namazın şekli dinin tamamını kendinde
toplar. Bundan dolayı onun açıklanmasıyla
diğer farzların açıklaması da yapılmış olacağından diğerlerine bir göz
atıp, yalnız namaz hakkında sayısız hikmetler beyan olunacaktır. Namaz kılan evvel
emirde kâmil bir ahlak ile süslenerek yani
rezil bir ahlâk ve kötü işlerden tamamen uzak olduktan sonra “kıblesi Allah
olmayanın namazı da olmaz” sırrınca kıble olarak Allah’ın yüzüne yönelik olduğu halde Allahü Ekber diyerek başlangıç
tekbirini alır. Çünkü namaz kılan, Kaf-16,
“Biz ona şah damarından daha yakınız” ayeti kerimesi
ifadesince kâbeyi ve kâbe’nin sahibinin kendisini kuşattığını göremez ise hakikat
ehilleri yanında ona musalli adı verilmez. İşte bu sırra işaret olmak üzere
ehli Hak olanlardan söylenmiş,
“Sağ ve solum gözler
idim dost yüzünü görsem deyu
Ben taşrada arar
idim ol can içinde can imiş.”
Ve
bir de;
“Nuru fahri aleme
eyle teveccüh daima
Ol çıragın
şulesiyle görünür didârı hak.”
gibi
sayısız, hakikate dair ince sırlar beyan edilmiştir. Maksadımıza gelelim; Başlangıç
tekbiri, bütün yaratılmışlardan ve her çeşit fikir ve işler ve de dünyevi ve
uhrevi düşüncelerden kesilmeğe işarettir.
Subhânekeye
gelince;
Bunun da tevhid deyimiyle manası şöyle olabilir: (Sübhaneke allahümme)
ey sahibi uluhiyet olan rabbım! Enfüs ve afâkda senin ef’ali rububiyyetini
müşahede ederek seni hakikat üzere tesbih ederim. (Ve bihamdike) Cümle
mahlukatta zahir olan sıfat ile över ve senden başka mevsuf olmadığından daima seni bu yolda hamd
ederim.(Ve tebare kesmüke) kitabı eşyada zahir olan esmâi şerifenin
azamet ve ulviyetini düşünerek her an senin lisanınla seni tebrik ederim. (Ve
tealâ ceddüke) Her şeyden alâ olan zâtı ilâhiyenin deryasında beni mahv ve
gark eyle. Sana kavuşmak zevklerin en alasıdır. (Ve celle senâüke) yerde, gökte, dünyada, ahirette senin övülen
zâtının şan ve şerefi yüce oldu. Yani, “sen kendini övdüğün gibi ben seni
övemem” hadisi şerifi sırrınca ben külliyen batınım, zahir sensin, öven,
övülen, âbid, mabud, şahid ve görünen sensin. (Velâ ilâhe gayruk) makamı
ruhta seni bulduktan sonra makamı nefste ve makamı kalpte dahi senden başka bir
şey bulamam. Sen bir yönden zahir ve bir
yönden bâtınsın. Zahir ve batın bana
perde olamaz. Seni, öz ve mutlak itibarıyla bâtın, mukayyet ve tafsilat
itibârıyla zahir müşahede ederim. Velhasıl her iki yüzde seni bulurum.
Sübhaneke okunduktan sonra, okunması gereken euzubesmelenin de işaret ettiği mana; Nur-52, “Allah’a ve O’nun resulüne itaat eden, Allah’a saygı duyan ve On’dan korkan kişiler, zafere ulaşanların ta kendileridir.” ayeti celilesi sırrınca toplu ve tafsil olarak Hak’kı müşahededen sonra gurur ve övünme ile - Allah korusun - hidayetten sonra dalalete düşmekten sakınanlardır.Şeytanın vesveselerinden, enâniyyet ve isneniyyet den zatına sığınma ve bunu müteâkip, zât, sıfat ve ef’ali ilâhiye ile zâttının tecellisiyle besmelenin sırrı zahir olur. İşte bu makamda hazreti Musa aleyhisselama Cenâbı Hak’dan Taha-12, “Benim ben senin rabbın! Hadi takunyalarını çıkar; sen kutsal vadide, tuva’dasın” diye nida olundu. Yani ya Musa! Ben senin rabbınım. Eşek derisinden imal edilmiş ve tabaklanmış olan nalınlarını çıkar. Nalınlardan murad; Beden ve nefs veyahud dünya ve ahirettir. Bunlar aşkın putudur. Bu sevgiler kişinin kalbinden çıkmazsa o kişi hakikaten eşek ölüsü gibidir. İşbu nidâyı subhani üzerine şeytan sureti Hak’dan görünerek “Ya Musa! Bu nidâ, şeytanın nidâsıdır” diye hazreti Musa’yı ayartıp aldatmak istediyse de o hazret “ O nidâyı bütün âzamla her tarafımdan işitmekle fark ediyorum ki bu nidâ haşa, bir vesvese-i şeytaniye olmayıp, bir sadâyı rahmâni ve bir müjdeyi sübhanidir” buyurmuşlardır. Sırrı besmele icabınca öz ve tafsilen Hak zahir olduktan sonra söyleyen yani okuyucu kendisi olmak üzere. “Fatiha ve zammı sure okunur. Bunlar kıyamda olur.
Kıyam;
sureti insaniyeye , rüku; Sureti hayvaniyeye, rükudan sonra semiallahü
limenhamideh denilmek içün tekrar kıyam; Sureti nebatiyeye ve secde; Madene
işarettir. Yani sırrı besmele ki, tecelli-i zât, tecelli sıfat ve tecelli
ef’alden ibarettir. Bu cemiyetle Hak subhâne ve tealâ hazretleri kemâliyle
zahir olur. Bütün suveri kainat ve
mevcudat ruhu âzamda cem olarak Bakara-115,
“Yüzünüzü nereye çevirirseniz, Allah’ın yüzü oradadır” sırrı zahir
olur. Zaten ruhu cemâdi, ruhu nebâti, ruhu hayvani ve ruhu insani, ruhu
Muhammedinin tafsilatı ve ayrıntısıdır. Yukarıda bildirilen tafsilata göre şu
söylenebilir ki musalli lisanı hal ile “yarabbi senin varlığını, sureti
insaniye ve hayvaniye ve nebatiye ve cemadiyede velhasıl ulvi ve sufli bütün eşyada
şuhud ve tasdik ederim” demiş olur. Ehli hak böyle teveccüh buyurmuşlardır.
Fakat secdenin iki defa edasında ince bir sır vardır. Şöyle ki made asıl olup
ondan evvela nebat sonra hayvan ve nihayet insan zuhura geldiğinden, eşya
mâden’in görüntüsü demektir. Onun için maden aziz ismine mazhardır. Bununla Muhammediyun
seçkinleri, hakikatı muhammediyeyi murad buyurmuşlardır. Bu takdirce, secdenin
iki defa yapılmasından amaç; “Ben
kıyamet saatine yakın gönderildim” hadisindeki incelik ezel, ebed, başlangıç
ve son nuri Muhammed olduğunu isbat etmektedir. Secdeden sonra oturma;
miraçtaki “Dur ya Muhammed! Rabbin senin için namaz kılıyor” sırrına işarettir.
Hazreti fahri alem mirâcı sırasında
Mekke’den Kudüs’ü şerife kadar Burak’a bindi ki Burak’a fersil hayatta derler.
Kudüs’ten sidretül münteha’ya vardı. Sidretil müntehadan refref ile yükselip arşı şerif üzerine vardığında “Ettehiyyâtü lillahi vesselevâtü ve
tayyibat” buyurdu. Akabinde Errahman “Esselâmü
aleyke yâ eyühennebiyyü verahmetullâhi ve berekâtühü” sözleri işitildi. “Esselâmü aleyna ve alâ ibâdillahissalihin”
kutlu ağızlardan zâhir olmakla hazreti Cibril ve bütün melâike işiterek hepsi bir ağızdan “Eşhedü inlâ lâ ilâhe ilallah ve eşhedü
enne Muhammeden resulullah” dediler. Bundan ötürü, namazın her iki
oturuşunda da “Ettehiyyat” okumak vacib oldu. “Ettehiyyatü lillahi vesselavâtü vettayyibat” Yani selamlar ve
salavatlar ve güzel şeyler Allah içindir. Ettehiyyatü lillah; İbadet kuluyla
ancak Allah’ü tealaya mahsustur. Vesselavat; Yapılan ibadet ancak Allah’adır. Esselâmü
aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü; Ey nebi muhterememim! iki
cihanda selâmetim ve bereketim senin üzerine ve sana vasıldır. Cenabı Hak’kın
bu kelamını hazreti fahri alem işitince ümmetini dahi selâmet ve rahmeti
ilâhiye ye dahil etmek için “Esselâmü aleyna ve alâ ibadillahissalihin”
buyurdu. Manası: İki cihan selameti bizlere ve Salih kullarının üzerine olsun.
Burası da hadisi şeriftir. Cenabı Allah ve tekaddes hazretleriyle habibi
Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vessellem arasındaki bu konuşmaları Cebrâil
aleyhisselam ile diğer melekler işitmeleriyle, hepsi birden “Eşhedü enlâ ilâhe
illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu” dediler. Bu sözler de melâike-i
kirâmındır. Manası; Biz şehadet ederiz ki Allah’ü tealâ birdir. Ortağı ve
benzeri yoktur. Yaratıcı ancak O’dur, andan gayrı yaratıcı yoktur. Olması da
mümkün değildir. Ve biz şehadet ederiz ki hazreti Muhammed salallahü aleyhi
vessellem Allah’ü tealâ nın kulu ve resuludür… Tehiyyata gelince: “(Ettehiyyatü
lillahi vesselavâtü vettayyibat)” Bu kelimeler cemiyyeti Muhammedi’yenin
cem’iyyeti ilâhiye de bâtın olmasını remz eder. “(Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü
ve rahmetullâhi ve berekâtühü)” cümlesi dahi cem’iyyeti ilâhiyenin
cem’iyyeti Muhammedi’ye de saklandığına işarettir. Buna aklı kül Cibril dahi “(Esselâmü
aleyna ve alâ ibadillahissalihin)” diye şehadet edince “(Eşhedü enlâ ilâhe
illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu verasuluhu)”söylenmesiyle zikir
olunan iki cemiyet bir olarak müşahede olunur.
Bundan sonra salâvatlara geçilerek: (Allahümme
salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâl
ali İbrahim inneke hamidun mecid.Allahümme bârik alâ Muhammedin vaalâ ali
Muhammedin kemâ berâkte alâ İbrahime ve alâ ali İbrahim inneke hamidun mecid.)
Okunur. Zahiri manaları; Ya rabbi, hazreti İbrahim aleyhisselamı, soyunu,
evladına rahmet ederek mübarek ve aziz kıldığın gibi bizim peygamberimiz, şanı
ve şerefi yüce Muhammed Mustafa aleyhi vessellem efendimiz hazretleriyle O’nun
soyuna, evlatlarına da salât ederek, hürmete ve saygıya layık kullar eyle diye
dua dan ibarettir. Efendimiz salallahü aleyhi vessellem ise mevcudatın özü ve
kâinatın övüncü olduklarından bizim duamıza asla ihtiyaçları olmayıp işbu
salâvatın ve duaların, faydasının yine bize ait olduğunu beyan eder. Yani ya
rabbi; surdu serâ ve peygamberlerin serdarı
aleyhisselavât vefalı efendimiz hazretlerinin şerefli soyu olan hazreti
İbrahim aleyhisselâm efendimiz, nuri Muhammedi’de kemâliyle cem olarak
“tevhidin babası” olduğu gibi, bu kulunu da, o nuru akdes de mahv ve gark eyle.
Benlikten asla eser ve bakiyem kalmasın velhasıl, zat deryasında gark olarak, makamı
temkinde sebat bulayım diye tevhit lisanıyla yapılan bir yalvarmadır. Nitekim Ahzap-56, “Allah ve melekleri nebi için salat ederler. Ey iman
edenler! sizde O’nasalat edin ve teslim olun” Ayeti kerimenin hakikate
göre manası: Mertebe-i uluhiyet, meleküyyet ve rububiyyet hepsi nuri
Muhammedi’de cem oldukları gibi, ey imânı tahkiki ile şereflenmiş olan mü’min
kullarım! Sizde o nuru alâ ve akdes de cem olarak bekiyye-i enâniyyetinizden
tamamen tövbe ediniz demektir.
Lik varub davet et
kullarımı
Tâ gelüben göreler
didârımı
Beyti
bu ifadeleri doğrulamaktadır.
Namazlardan
dört rekatlı bulunanlar, hüvel evvelü vel âhirü vezzâhirü vel bâtinü,ayeti
celilince iki zahir iki de bâtına işarettir. İki rekatlı olanlar yalnız zâhir
ve bâtını remz eder. Üç rekatlılar dahi vücub ile imkân arasında, efendimiz
salallahü aleyhi vessellemin berzah olduklarını ifade eder. İşte bu cümleden
olmak üzere vitir namazının birinci rekatı; daire-i vücub ve bâtın. İkinci
rekatı; daire-i imkân ve zâhirdir. Üçüncüsü olan kunut dahi; vücub ve imkân zahir
ve bâtın kayıdlarının tamamen
kalkmasıyla makamı Muhammedi olan ehadiyetül ayna işarettir. Hatta
kunutta ellerin yukarı kaldırılıp tekbir alınmasının sebebini efendimiz
salallahü aleyhi vessellem den sormuşlardır. Cevabında çok zamandan beri
cehenneme ait olan bir taşın yerden koparak ateşe doğru yuvarlandığını gördüm de onun için
tekbir aldım buyurmuşlardır. Öyle ya hakikatı Muhammediye güneşi doğunca zulmet
yani varlık bakiyesini ve isneniyyetini tamamen yerden kopararak, Rahman-26-27 “Her şey yokluktadır. Ancak,
Rabbin celal ve ikram yüzü bakidir.” sırrı zahir olur. Bir de cum’a
ve bayram namazlarında da büyük sırlar
mevcuddur. Cum’a da: Hutbe peşin namaz sonradır. Bayramda ise: Bilâkis
namaz önce hutbe sonradır. Cumada
hutbenin evvel namazın sonra olması halktan Hak’ka yükselmek demek olduğu gibi,
bayram da: Namazın peşin hutbenin sonra olması, Hak’tan halka gitmeyi remz
eder. Bayram namazının birinci rekatında üç ve ikincisinde de üç tekbir, yükselme
makamları ve ittihât makamlarına işaret
olup, üçü:Tevhidi ef’al, tevhidi sıfat, tevhidi zât. Diğer üç tekbir de; Cem,
hazretül cem ve cemül cem makamlarını belirtir.
Bundan dolayı bayramdaki bağışın delili
olan Kevser suresinin tefsiri şerifini de son söz olmak üzere yazalım ve
söyleyelim: “Biz sana kevseri verdik”
biz, cemiyeti zâtiye, sıfatıye ve ef’aliyemiz ile sana kevseri yani kesret aynı
vahdet ve vahdet aynı kesret olmak üzere bir şuhudu hakkani hediye eyledik. “Rabbin için namaz kıl” işte bu şuhud
ki zata ait namazdır. Onda devamlı ve
kararlı ol,kesret ve vahdeti bir olarak
müşahededen bir an geri kalma. “akıt”
benlik bakiyesini ve isneniyetini boğazla. Senden asla eser kalmasın. Sen ben
ve ben sen olalım. “Senin soyuna ebter
diyenlerin soyu bitiktir” Şu gerçek ki seni kendi nurumdan ve âlemi senin
nurundan halk etmişimdir. Sen, “ruhların babası” olduğun için temiz ve pak olan
soyun ebedi kesilmez. Öncesinde olduğu gibi, sonrası da hep senin temiz ve pak
olan soyundur. Ya Muhammed! Kederlenme. Sana ebter diyenler, vücudu mecâzi ve mevhum
ile mukayyet ve nuru ezeli ve aydınlığından bilfiil mahrum olduklarından, ebter
onlar olup, kendi sıfatlarını söylemişlerdir. Hidayet Allah’tandır. Selam bütün
nebiler üzerine olsun. Hamd alemlerin rabbına aittir.
Sadeleştiren
Mehmet Naci GÜNEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder