8 Ağustos 2024 Perşembe

REHBERİ SALATIN SADELEŞMESİ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamdü senâ ol vâcibül vücud hazretlerine’dir ki cümle mevcudatı kendi varlığıyla izhar ederek insanı, zâtı ilahiyesine delil kılmıştır.

Vesselâtü vessellem buyurur: “Adem toprak ile çamur arasında iken ben nebi idim” salat ve selam, göklerin ve yerin maddesiz ve zamansız yaratılmasına sebep olan elçilerin ve her iki alemin önderi efendimiz (sav) hazretleri üzerine olsun. Nuru akdesleri, bütün kâinatı kuşatıcı  olarak her şey O’na tabi ve her şey O’nunla kaim ve daimdir. O’nun soyuna, evlatlarına, eşlerine ve ashabı kirâmına teslim olarak onlara dualar ve selamlar hediye olunur ki cümlesi o nuru akdes ile zahiren ve bâtınen nurlanmışlardır.

Bundan sonra şunlar bilinmelidir ki müceddidler ve ince sırların sahibi mürşitler, Allah onların hepsinden razı olsun, dini mübin islâmı bir çadıra ve beş farzdan olan namazı bu çadırın direklerine, oruç, hac, zekat ve kelime-i şehadeti de çadırın dört tarafındaki kazıklara benzetmişlerdir. Çadır direksiz  ve kazıksız  kâim olamadığı gibi dini mübinin dahi yukarıda belirtilen beş farz olmadan ayakta kalması mümkün değildir demişlerdir. Şu halde islâmiyet davasında bulunanlarda zikredilen bu farziyetler aranılır. Bunları yerine getirmeye muktedir oldukları halde yapmayanlar, davalarında yalancı ad olunurlar. Ancak Kur’anı kerimin zahiri yönü olduğu gibi bâtını da vardır. Bir kimse “Biz zahire göre hükmederiz” diyerek kitap ve sünnetin bâtıniyesini inkâr ettikleri için Rum-7, “Onlar basit ve iğreti hayattan, bir dış görünüşü bilirler. Ama ahiretten tam bir gaflet içindedir onlar..” ayeti kerimesinin sırrına dahil olurlar. Veya namaz şuna işarettir, oruç budur diyerek batıl olan Batıniye tayfası gibi ayetleri kendi bozuk zanları üzerine tevile kalkışarak ilâhi farzları zahiren dahi yerine getirmekten kaçınırlar. Bunlar, Bakara-85, Esteizü billâh “Şimdi siz, Kitap’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” böyle bir topluluk içinde kalırlar.

Konu edilen farzların açık olan usul ve kaideleri, fıkıh kitaplarında ve sâir ilmi eserlerde geniş bir şekilde yer aldığından ve herkesçe bilindiğinden tekrarına gerek olmayıp burada yalnız hakikat yolunun bazı uygulama ve yönlerini belirtmekle iktifa edilecektir. Şöyle ki zikredilen farzların, fıkıha göre oruçtan başlayarak. Oruç, namaz, hac, zekât, kelime-i şehadet diye sıralanması ve tertib olunması hakikate  uygundur.

    Sâlik, evvel emirde mürşidi kamilin telkini doğrultusunda, bütün azâ ve varlığıyla hakikatı Muhammediye’ye yönelerek Bakara-185, O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin” ayeti kerimesi gereğince nasıl ramazan hilalini görenlere oruç farz ise müridin de hakikat şehrini kalp aynasında şuhud etmesiyle hakiki oruç kendisine farz olur. Artık  Hak’kın gayrı olan masiva nefsani işler, evham ve şeytani düşüncelerden oruçlu olarak uzak kalır. Zikirle dolu böyle bir kalbe de sultan misafir olarak gelir. işte bu zevk ve Muhammedi ruhaniyetin galip gelmesiyle Hak’tan başkası ile ilgisini kesmiş olur.

Bunun üzerine salik, enfüs ve afâkta tecelli efal, tecelli sıfat ve tecelli zata mazhar olarak hazreti mâşuku müşahede ve seyir eder ve hakiki namazı kılar  ve o namaz içinde zatı ilâhiye kâbe’sini tavaf etmekle beraber bâkiye olan varlık zekâtını da gerçek olarak verip kendisinden eser kalmayınca bağışlanmış Hak’kani şuhut  ve  noksansız vücuda  erişerek bâtın olarak cem şuhudu ile (eşhedü enlâ ilâhe illâllah) ve zâhiren açık hüküm ile (Eşhedü enne Muhammeden resulullah) der ve bu şuhud ile zâhir ve bâtını cem ederek Maide-3, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım” sırrı celiline mazhar olur. Bu ayeti kerimenin manası  “Ey tenzih ve teşbihten temiz olarak kemâli irfan ve yakin ile bana her yüzde şahid olan Muhamediyyun kullarım, bugün dininizi ikmal ettim ve size olan nimeti ilâhiyemi tamamladım” demektir.

Namazın şekli dinin tamamını kendinde toplar. Bundan dolayı onun açıklanmasıyla  diğer farzların açıklaması da yapılmış olacağından diğerlerine bir göz atıp, yalnız namaz hakkında sayısız hikmetler beyan olunacaktır. Namaz kılan evvel emirde  kâmil bir ahlak ile süslenerek yani rezil bir ahlâk ve kötü işlerden tamamen uzak olduktan sonra “kıblesi Allah olmayanın namazı da olmaz” sırrınca kıble olarak Allah’ın yüzüne yönelik olduğu halde Allahü Ekber diyerek başlangıç tekbirini alır. Çünkü namaz kılan, Kaf-16, “Biz ona şah damarından daha yakınız” ayeti kerimesi ifadesince kâbeyi ve kâbe’nin sahibinin kendisini kuşattığını göremez ise hakikat ehilleri yanında ona musalli adı verilmez. İşte bu sırra işaret olmak üzere ehli Hak olanlardan söylenmiş,

“Sağ ve solum gözler idim dost yüzünü görsem deyu

Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş.”

Ve bir de;

“Nuru fahri aleme eyle teveccüh daima

Ol çıragın şulesiyle görünür didârı hak.”

gibi sayısız, hakikate dair ince sırlar beyan edilmiştir. Maksadımıza gelelim; Başlangıç tekbiri, bütün yaratılmışlardan ve her çeşit fikir ve işler ve de dünyevi ve uhrevi düşüncelerden kesilmeğe işarettir.

Subhânekeye gelince; Bunun da tevhid deyimiyle manası şöyle olabilir: (Sübhaneke allahümme) ey sahibi uluhiyet olan rabbım! Enfüs ve afâkda senin ef’ali rububiyyetini müşahede ederek seni hakikat üzere tesbih ederim. (Ve bihamdike) Cümle mahlukatta zahir olan sıfat ile över ve senden başka mevsuf  olmadığından daima seni bu yolda hamd ederim.(Ve tebare kesmüke) kitabı eşyada zahir olan esmâi şerifenin azamet ve ulviyetini düşünerek her an senin lisanınla seni tebrik ederim. (Ve tealâ ceddüke) Her şeyden alâ olan zâtı ilâhiyenin deryasında beni mahv ve gark eyle. Sana kavuşmak zevklerin en alasıdır. (Ve celle senâüke)  yerde, gökte, dünyada, ahirette senin övülen zâtının şan ve şerefi yüce oldu. Yani, “sen kendini övdüğün gibi ben seni övemem” hadisi şerifi sırrınca ben külliyen batınım, zahir sensin, öven, övülen, âbid, mabud, şahid ve görünen sensin. (Velâ ilâhe gayruk) makamı ruhta seni bulduktan sonra makamı nefste ve makamı kalpte dahi senden başka bir şey bulamam. Sen bir yönden  zahir ve bir yönden  bâtınsın. Zahir ve batın bana perde olamaz. Seni, öz ve mutlak itibarıyla bâtın, mukayyet ve tafsilat itibârıyla zahir müşahede ederim. Velhasıl her iki yüzde seni bulurum.

Sübhaneke okunduktan sonra, okunması gereken euzubesmelenin de işaret ettiği mana; Nur-52, “Allah’a ve O’nun resulüne itaat eden, Allah’a saygı duyan ve On’dan korkan kişiler, zafere ulaşanların ta kendileridir.” ayeti celilesi sırrınca toplu ve tafsil olarak Hak’kı müşahededen sonra gurur ve övünme ile - Allah korusun - hidayetten sonra dalalete düşmekten sakınanlardır.Şeytanın vesveselerinden, enâniyyet ve isneniyyet den zatına sığınma ve bunu müteâkip, zât, sıfat ve ef’ali ilâhiye ile zâttının tecellisiyle  besmelenin sırrı zahir olur. İşte bu makamda hazreti Musa aleyhisselama Cenâbı Hak’dan Taha-12, “Benim ben senin rabbın! Hadi takunyalarını çıkar; sen kutsal vadide, tuva’dasın” diye nida olundu. Yani ya Musa! Ben senin rabbınım. Eşek derisinden imal edilmiş ve tabaklanmış olan nalınlarını çıkar. Nalınlardan murad; Beden ve nefs veyahud dünya ve ahirettir. Bunlar aşkın putudur. Bu sevgiler kişinin kalbinden çıkmazsa o kişi hakikaten eşek ölüsü gibidir. İşbu nidâyı subhani üzerine şeytan sureti Hak’dan görünerek “Ya Musa! Bu nidâ, şeytanın nidâsıdır” diye hazreti Musa’yı ayartıp aldatmak istediyse de o hazret “ O nidâyı bütün âzamla her tarafımdan işitmekle fark ediyorum ki bu nidâ haşa, bir vesvese-i şeytaniye olmayıp, bir sadâyı rahmâni ve bir müjdeyi sübhanidir” buyurmuşlardır. Sırrı besmele icabınca öz ve tafsilen Hak zahir olduktan sonra söyleyen  yani okuyucu kendisi olmak üzere. “Fatiha ve zammı sure okunur. Bunlar  kıyamda olur.

    Kıyam; sureti insaniyeye , rüku; Sureti hayvaniyeye, rükudan sonra semiallahü limenhamideh denilmek içün tekrar kıyam; Sureti nebatiyeye ve secde; Madene işarettir. Yani sırrı besmele ki, tecelli-i zât, tecelli sıfat ve tecelli ef’alden ibarettir. Bu cemiyetle Hak subhâne ve tealâ hazretleri kemâliyle zahir olur. Bütün  suveri kainat ve mevcudat ruhu âzamda cem olarak Bakara-115, “Yüzünüzü nereye çevirirseniz, Allah’ın yüzü oradadır” sırrı zahir olur. Zaten ruhu cemâdi, ruhu nebâti, ruhu hayvani ve ruhu insani, ruhu Muhammedinin tafsilatı ve ayrıntısıdır. Yukarıda bildirilen tafsilata göre şu söylenebilir ki musalli lisanı hal ile “yarabbi senin varlığını, sureti insaniye ve hayvaniye ve nebatiye ve cemadiyede velhasıl ulvi ve sufli bütün eşyada şuhud ve tasdik ederim” demiş olur. Ehli hak böyle teveccüh buyurmuşlardır. Fakat secdenin iki defa edasında ince bir sır vardır. Şöyle ki made asıl olup ondan evvela nebat sonra hayvan ve nihayet insan zuhura geldiğinden, eşya mâden’in görüntüsü demektir. Onun için maden aziz ismine mazhardır. Bununla Muhammediyun seçkinleri, hakikatı muhammediyeyi murad buyurmuşlardır. Bu takdirce, secdenin iki defa yapılmasından amaç; “Ben kıyamet saatine yakın gönderildim” hadisindeki incelik ezel, ebed, başlangıç ve son nuri Muhammed olduğunu isbat etmektedir. Secdeden sonra oturma; miraçtaki “Dur ya Muhammed!  Rabbin senin için namaz kılıyor” sırrına işarettir.

Hazreti fahri alem mirâcı sırasında Mekke’den Kudüs’ü şerife kadar Burak’a bindi ki Burak’a fersil hayatta derler. Kudüs’ten sidretül münteha’ya vardı. Sidretil müntehadan refref  ile yükselip arşı şerif üzerine vardığında “Ettehiyyâtü lillahi vesselevâtü ve tayyibat” buyurdu. Akabinde Errahman “Esselâmü aleyke yâ eyühennebiyyü verahmetullâhi ve berekâtühü” sözleri işitildi. “Esselâmü aleyna ve alâ ibâdillahissalihin” kutlu ağızlardan zâhir olmakla hazreti Cibril ve bütün  melâike işiterek hepsi bir ağızdan “Eşhedü inlâ lâ ilâhe ilallah ve eşhedü enne Muhammeden resulullah” dediler. Bundan ötürü, namazın her iki oturuşunda da “Ettehiyyat” okumak vacib oldu. “Ettehiyyatü lillahi vesselavâtü vettayyibat” Yani selamlar ve salavatlar ve güzel şeyler Allah içindir. Ettehiyyatü lillah; İbadet kuluyla ancak Allah’ü tealaya mahsustur. Vesselavat; Yapılan ibadet ancak Allah’adır. Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü; Ey nebi muhterememim! iki cihanda selâmetim ve bereketim senin üzerine ve sana vasıldır. Cenabı Hak’kın bu kelamını hazreti fahri alem işitince ümmetini dahi selâmet ve rahmeti ilâhiye ye dahil etmek için “Esselâmü aleyna ve alâ ibadillahissalihin” buyurdu. Manası: İki cihan selameti bizlere ve Salih kullarının üzerine olsun. Burası da hadisi şeriftir. Cenabı Allah ve tekaddes hazretleriyle habibi Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vessellem arasındaki bu konuşmaları Cebrâil aleyhisselam ile diğer melekler işitmeleriyle, hepsi birden “Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu” dediler. Bu sözler de melâike-i kirâmındır. Manası; Biz şehadet ederiz ki Allah’ü tealâ birdir. Ortağı ve benzeri yoktur. Yaratıcı ancak O’dur, andan gayrı yaratıcı yoktur. Olması da mümkün değildir. Ve biz şehadet ederiz ki hazreti Muhammed salallahü aleyhi vessellem Allah’ü tealâ nın kulu ve resuludür… Tehiyyata gelince: “(Ettehiyyatü lillahi vesselavâtü vettayyibat)” Bu kelimeler cemiyyeti Muhammedi’yenin cem’iyyeti ilâhiye de bâtın olmasını remz eder. “(Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü)” cümlesi dahi cem’iyyeti ilâhiyenin cem’iyyeti Muhammedi’ye de saklandığına işarettir. Buna aklı kül Cibril dahi “(Esselâmü aleyna ve alâ ibadillahissalihin)” diye şehadet edince “(Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu verasuluhu)”söylenmesiyle zikir olunan iki cemiyet bir olarak müşahede olunur.

Bundan sonra salâvatlara geçilerek: (Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâl ali İbrahim inneke hamidun mecid.Allahümme bârik alâ Muhammedin vaalâ ali Muhammedin kemâ berâkte alâ İbrahime ve alâ ali İbrahim inneke hamidun mecid.) Okunur. Zahiri manaları; Ya rabbi, hazreti İbrahim aleyhisselamı, soyunu, evladına rahmet ederek mübarek ve aziz kıldığın gibi bizim peygamberimiz, şanı ve şerefi yüce Muhammed Mustafa aleyhi vessellem efendimiz hazretleriyle O’nun soyuna, evlatlarına da salât ederek, hürmete ve saygıya layık kullar eyle diye dua dan ibarettir. Efendimiz salallahü aleyhi vessellem ise mevcudatın özü ve kâinatın övüncü olduklarından bizim duamıza asla ihtiyaçları olmayıp işbu salâvatın ve duaların, faydasının yine bize ait olduğunu beyan eder. Yani ya rabbi; surdu serâ ve peygamberlerin serdarı  aleyhisselavât vefalı efendimiz hazretlerinin şerefli soyu olan hazreti İbrahim aleyhisselâm efendimiz, nuri Muhammedi’de kemâliyle cem olarak “tevhidin babası” olduğu gibi, bu kulunu da, o nuru akdes de mahv ve gark eyle. Benlikten asla eser ve bakiyem kalmasın velhasıl, zat deryasında gark olarak, makamı temkinde sebat bulayım diye tevhit lisanıyla yapılan  bir yalvarmadır. Nitekim Ahzap-56, “Allah ve melekleri nebi için salat ederler. Ey iman edenler! sizde O’nasalat edin ve teslim olun” Ayeti kerimenin hakikate göre manası: Mertebe-i uluhiyet, meleküyyet ve rububiyyet hepsi nuri Muhammedi’de cem oldukları gibi, ey imânı tahkiki ile şereflenmiş olan mü’min kullarım! Sizde o nuru alâ ve akdes de cem olarak bekiyye-i enâniyyetinizden tamamen tövbe ediniz demektir.

Lik varub davet et kullarımı

Tâ gelüben göreler didârımı

Beyti bu ifadeleri doğrulamaktadır.

            Namazlardan dört rekatlı bulunanlar, hüvel evvelü vel âhirü vezzâhirü vel bâtinü,ayeti celilince iki zahir iki de bâtına işarettir. İki rekatlı olanlar yalnız zâhir ve bâtını remz eder. Üç rekatlılar dahi vücub ile imkân arasında, efendimiz salallahü aleyhi vessellemin berzah olduklarını ifade eder. İşte bu cümleden olmak üzere vitir namazının birinci rekatı; daire-i vücub ve bâtın. İkinci rekatı; daire-i imkân ve zâhirdir. Üçüncüsü olan kunut dahi; vücub ve imkân zahir ve bâtın kayıdlarının tamamen  kalkmasıyla makamı Muhammedi olan ehadiyetül ayna işarettir. Hatta kunutta ellerin yukarı kaldırılıp tekbir alınmasının sebebini efendimiz salallahü aleyhi vessellem den sormuşlardır. Cevabında çok zamandan beri cehenneme ait olan bir taşın yerden koparak ateşe  doğru yuvarlandığını gördüm de onun için tekbir aldım buyurmuşlardır. Öyle ya hakikatı Muhammediye güneşi doğunca zulmet yani varlık bakiyesini ve isneniyyetini tamamen yerden kopararak, Rahman-26-27 “Her şey yokluktadır. Ancak, Rabbin celal ve ikram yüzü bakidir.” sırrı zahir olur. Bir de cum’a ve bayram namazlarında da büyük sırlar  mevcuddur. Cum’a da: Hutbe peşin namaz sonradır. Bayramda ise: Bilâkis namaz  önce hutbe sonradır. Cumada hutbenin evvel namazın sonra olması halktan Hak’ka yükselmek demek olduğu gibi, bayram da: Namazın peşin hutbenin sonra olması, Hak’tan halka gitmeyi remz eder. Bayram namazının birinci rekatında üç ve ikincisinde de üç tekbir, yükselme makamları  ve ittihât makamlarına işaret olup, üçü:Tevhidi ef’al, tevhidi sıfat, tevhidi zât. Diğer üç tekbir de; Cem, hazretül cem ve cemül cem makamlarını belirtir.

Bundan dolayı bayramdaki bağışın delili olan Kevser suresinin tefsiri şerifini de son söz olmak üzere yazalım ve söyleyelim: “Biz sana kevseri verdik” biz, cemiyeti zâtiye, sıfatıye ve ef’aliyemiz ile sana kevseri yani kesret aynı vahdet ve vahdet aynı kesret olmak üzere bir şuhudu hakkani hediye eyledik. “Rabbin için namaz kıl” işte bu şuhud ki zata ait namazdır. Onda devamlı  ve kararlı ol,kesret ve vahdeti bir olarak  müşahededen bir an geri kalma. “akıt” benlik bakiyesini ve isneniyetini boğazla. Senden asla eser kalmasın. Sen ben ve ben sen olalım. “Senin soyuna ebter diyenlerin soyu bitiktir” Şu gerçek ki seni kendi nurumdan ve âlemi senin nurundan halk etmişimdir. Sen, “ruhların babası” olduğun için temiz ve pak olan soyun ebedi kesilmez. Öncesinde olduğu gibi, sonrası da hep senin temiz ve pak olan soyundur. Ya Muhammed! Kederlenme. Sana ebter diyenler, vücudu mecâzi ve mevhum ile mukayyet ve nuru ezeli ve aydınlığından bilfiil mahrum olduklarından, ebter onlar olup, kendi sıfatlarını söylemişlerdir. Hidayet Allah’tandır. Selam bütün nebiler üzerine olsun. Hamd alemlerin rabbına aittir.

 

 

Sadeleştiren

Mehmet Naci GÜNEY

Hiç yorum yok: