Selanik’te yaşamış büyük Melami şeyh ve halifelerinden olan Ali Urfi Efendi Hazretleri 1305 hicri yılında vefat etmiş ve mevlihane kapısı yakınlarında Hak’kın rahmetine defn edilmiştir. Yazmış olduğu nutku şerifi Mayadağlı Melami ariflerinden İsmail Hakkı efendi tarafından şerh edilmiştir.
Babamda ben baba iken, babam doğurdu anamı
Anamda meme emerken, anam doğurdu babamı
Babam doğurdu anamı, anam büyüttü babamı
İkiside birlik idi, idlâk etmeden anamı
Böyle bir zerde-i mâder değilim sanmayın ebter
Babamla ahd ettim, oldum ki, doğurdu anamı
Babam bana veled dedi, her emrine muti kıldı
Anam mahremsin dedi, görmedim vechi anamı
Münkir buna deme lâ lâ, başına gelmemişdir zira
Bu sırdır hafiyül hifâ, bilen bilir o anamı
Babamı görürüm herbar böyle vermişdik ikrâr
Vechin göstermedi zira anınçün görmem anamı
Bu sözler bilmece değil, nefsil emirde hilâf değil
Urfi,deli şarhoş değil, söylerim baba anamı.
NUTKU ŞERİFİN SADELEŞMİŞ ŞERHİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Babamda ben baba iken,babam doğurdu anamı
Anamda meme emerken,anam doğurdu babamı
Bu doğurmak unsur bedene ait alışılmış
doğurma şeklinde anlaşılır ise, baba anayı, ana babayı doğurması mümkün
olmadığı gibi bu beyitlerin manasını da zihinlere sığdırmak olası değildir.
Fakat bu sözler, seyri sülük erbabının kesin olan mertebelerle zevk ve müşahede
ile keşf ettiği ilâhi tecelliler olmakla beraber melâmi tayfasınca bilgi ve
manası açıktır. Ben zatımda zat ile zat iken zatım izhar etti sıfatımı, sıfatım
levhasında ilmi ledün dersi ile beslenirken, sıfatım gösterdi zatımı. Demek
olur ki zatımda bizzat zat iken zatıma olan muhabbetim sayesinde, zatımın hükmü
ile sıfatım zahir oldu. Çünkü bu sıfatla mevsuf olan Hak’tır. Sıfatların
mevsufu Hak’tan başkası olmadığı halde bu sıfatı kendisine nispet etmek
bilgisizliktir. Ancak nefsine arif olup nefsinde Hak’ka arif olan kâmilin kendi
varlığından bir eser kalmadığında Hak onda ayniyeti ile zahir olur. Onun
lisanından her kelamı söyleyen Hak olur. Hak zatında mutlakiyetiyle sıfat ve
esmaya ihtiyacı yok iken yani sırf zat iken zatına olan sevgisi ve ilgisiyle,
sıfat ve esma kesreti ile zahir olmayı istedi. Bende Hak’kın vücudunda yoklukta
idim. Ademiyetimi arif olmadığım halde enel mevcuttur der iken Hak’kın zatına
olan muhabbeti sıfatlarını açığa çıkardı. Zat:
Baba, sıfat: Ana, bende evlat oldum.
Babamın doğurduğu anamın babamdan ayrı olmadığı halde, babamın vücudundan
bitirdiği hakikat meyvelerinden ve akıttığı irfaniyet çeşmelerinden beslenir
iken benimde benliğim olmaksızın benden bana zahir olmakla ferdâniyyet(teklik)
hâsıl oldu. Buraları da sülük ehline açıktır, gerçek bir zevk ile açığa çıkar. İnsanların lisanında
devran eden dedikoduya uygun açıklamaları ve tafsilâtı kabul etmediği için
ârifi kâmil Ali Urfi efendi bu nutku söyledikten sonra daha geniş olarak ve tekrar ederek;
Babam doğurdu anamı, anam büyüttü babamı
İkiside birlik idi, idlâk etmeden anamı
Beytini
buyurmuşlardır. Yani zatım, sıfatımı açığa çıkardı demek olur. Baba değer
verdiği mutlak zatının dahilinde ve haricindeki bağı gereği her yerde
bulunmasından da mutlak olduğu halde kendi vücudundaki Vücut değeri olmayan
kendi sıfatını esma kesreti ile zahir etmesinin tam anlayış ve zevki makam ve
mertebe gören salike açıktır. Vehimlerde şekillenip halkın anlayışına perde
olan ikilik nispeti, her bir ismin hükmüne göre hayal gücünde belirir.
Şahısların olabilene verdiği değerin imkân ve derecesi, kendi istidat ve
kabiliyetlerine göredir. Kâmiller bu esrarı öğrencilerine misallerle ve
abartılı kelimelerle anlatır. Çünkü bir salik katında ikilik nispeti zengin
katında fakir demek ise, Hakkın zenginliği yanında kulun fakirliğini ilan
etmesi ile bu zenginliğe ortak olması imkânsızdır. Bundan dolayı, fakirin
imkânı zenginliğe zıt değer olan ölümle gelen yokluktur. Bununla birlikte zengin
ile fakirin farkı mukayyet ve mutlak itibarından ibarettir. Fakirin zenginde
yokluğu halinde zenginin ehadiyyetinden,
Böyle bir zâde-i mâder değilim sanmayın ebter
Babamla ahd ettim oldum ki,doğurdu anamı
Beytini
buyururlar. Kendinle beraber bütün mümkünâtın vâcibil vücuttaki geçerliliği lâ
mevcud olan fakirlikten uzak olmadığı ve bu fakirlik, zenginliğe karşı
gösterilen yokluktur. Arifi kâmilin boş olarak isimlendirdiği ruhsuz değerlerin
ledünniyatının (iç anlamı, hikmeti)
bilinmesi için ana baba ile veledin yani zat, sıfat ile esmanın vahdetin
kesret ile açığa çıkmasıyla âşıkların lisanında devran eden aşk kelimesinin,
çirkeflik ve pislik içeren sözlerden ayrılmasını söylemiştir. Böyle bir zatın
evladıyım ki ebedi olarak soyum kesilmez. Zâtımın bizzatı zat anında, sıfatımın
esmâ ile zahir olmasını ben zâtım ile istedim dedikten sonra ana, baba, veled
ve her bir şahsı gayrı görmemek için fertliğin tekliğinden,
Babam bana veled dedi, her emrine muti kıldı
Anam mahremsin dedi, görmedim vechi anamı
Beytini
buyururlar. Yani ferdaniyyet, ehadiyyet katında sıfatın sebebi olmadığı açık
ise de bilinen dört anasıra nispet olunursa; su ile toprak baba, sıcaklık ile
soğukluk ana olur. Toprak içinde su ve her su altında toprak mevcut olup bir çekirdeği
toprak içine gömseler toprakta mevcut olan su ile gıdalanıp sıcaklık ve nemin
terbiyesiyle cinsinin aynı bir ağaç meydana gelir. Bu durumda su ve toprak
baba, ateş ve hava anası olur. Bu şekilde gelişme ve büyüme bir müddet devam
eder sonunda su toprağa karışır. Bunun için o ağacın unsurundaki bileşimin asıl
ve mümkün olanı bilinirse inkâr edenin inkârdaki cesareti tabiatı gereği olduğu
ortaya çıkar, böyle akla hitâben,
Münkir buna deme lâ lâ, başına gelmemişdir zira
Bu sırdır hafiyül hifâ, bilen bilir o anamı
Buyurmuşlardır.
Çünkü gizliden gizli olan bu esrar gayet belli ve âşikar olduğu halde her inkar
edenin başına gelmiştir. Fakat münkirler lâ, arifler illâ deyip bilen bilmiş bilmeyenler inkarda
kalmışlardır. Bununla beraber münkirin inkârını hükümsüz bıraktıktan sonra sâlikin
de şüphede kalmaması için,
Babamı görürüm herbar böyle vermişdik ikrâr
Vechin göstermedi zira anınçün görmem anamı
Buyurmuşlardır.
Daha önce geniş açıklaması yapıldığı üzere nefsine ârif olan kâmilin her
defasında zatından gayri bir yüz görmediği ve sıfatını hariçte
vücudu olmaksızın bir’ in varlığında yani anasını babası vücudunda vücutsuz
şuhut ederek ve kendisi babası vücudunda yok olup babası onun ayni olarak zat,
sıfat ve esmâ ile isimlenmesi üzerine; ana, baba ve evladın gerçek değerleri
zevkinde açığa çıkar. Oluşan zevkler onların lisanında devran eder. Arifler bu
zevklerin açığa çıkışını gıda edindikleri için ve zati zevklerin başkasına
açılması ve ilan edilmesi de mümkün olmadığı için bu değerler özellikle
ariflerin zevklerinde anlam kazanır. Gayriyetle zahir olan akıl ehli kişiler
anlayış ve idraklarına sığdırmaları mümkün olmayan abartılı sözleri arifler yüksek
anlayışlarıyla zevk ederler. Buna benzer mutlak kelamların ayrıntılı
açıklamasını akıl ehillerinin bir şekilde kabul etmediği gibi her salikin
şuhudunda açığa çıkan bütün manaları da içine alan onların zevkinde çeşitlenmiş
bu manaları kabul etmedikleri için defalarca uyarılır. Neticede,
Bu sözler bilmece değil, nefsil emirde hilâf değil
Urfi, deli şarhoş değil, söylerim baba anamı.
Buyurmuşlardır.
Çünkü akıl ehli kişilerin düşüncesinde şekillendirdiği mabuda abid olması
gerçeğe uygun olsa ortada ayrılık ve zıtlık olmazdı. Halkın dilinde olan
uyuşmazlık gerçeğin yokluğa uygunluğu açısından zahir olmaktadır. Akıl ehli
kişilerin görüşüne göre bunu bir kimse bilmece olarak söylemiş veya bir şarhoş
ya da bir deli söylemiş diye bu şekildeki kibar kelam sözlerin hiçbir kitapta
yeri ve yurdu yoktur gibi sözlerle ayıplaması doğaldır. Kaldı ki, hakikat
ehilinin zevkinde hasıl olup gerçeğe uygun zatından zatına tenezzül ederek
babası yüz seneden yüz elli, anası o yüzde bir elli doğmaz ve doğurmaz. Zatında
aynı veled o elli zevk ve şuhuttan meydana gelip çocuk ana’da, ananın
tekliğiyle birlikteliği zahir olur. En iyisini bilen Allah’tır….
Sadeleştiren
Mehmet Naci GÜNEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder