BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd
alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salat ve selam yüce önder Muhammed (sav)
efendimize ve onun yüce ailesine ve arkadaşları üzerine olsun. Rivayet olunur
ki, evladı resul ümmetinden ve ilim şehrinin kapısı olan İmam Ali (kv) ve Allah
O’ndan razı olsun. Kutlu meclisine sevdiklerinden biri gelip hakikate dair bazı
müşkiller arz etmiş, İmam da cevap olarak bu beş beyti irade buyurmuşlardır.
Sendedir derman ilacın bilgil
Derdi emraz sendedir hem görgil
Şol kitabı meşuru mübinsin
Harfleriyle muzmiri mazharsın
Zûm edersin suretin cirmü sagir
Sende olmuşdur âlemi kebir
Senin dışarıda hâcet degil
Sendedir fikri telaşın anla gil
Fehm ettiğin şol kitaba kıl nazar
Mucidi senden verir çünkü haber
AÇIKLAMA
Sendedir derman ilacın bilgil
Derdi emraz sendedir hem görgil
Çare kendinde olduğunu anlamadın,
Derdin sendendir fakat görmedin
Demek olur ki, senin derdin yani hakikate
ait merakın aşkındandır. Ancak görmüyor ve anlamıyorsun ki, çaren dahi bu aşkın
içindedir. Çünkü, ilahi ilimlere mazhar aşk’tır. Hatta aşk olmazsa bir şey
vücuda gelmez. “Ben bir gizli hazine idim bilinmekliğimi muhabbet ettim ve
halkı halk eyledim” kutsi hadisi bu konuyu işaret etmektedir. Hadisin manası; Ben
gizli hazine idim, muhabbet ettim ki bilineyim. Halkı halk eyledim bilinmek
için. Bundan anlaşılıyor ki, icadın kaynağı aşk imiş. Mademki, icadın kaynağı aşktır
ve sende de aşktan bir eser bulunsa, bu aşk ile hoş bir nazar eylesen görürsün
ki, bütün eşya aynı kitabullah ‘tır ve her şey de sonsuz bir ilim vardır. Anlarsın
ki, zerreler bile bir hakikatle kaimdir. Hareketleri Allah’ın elindedir ve
hiçbir şey kader harici hareket etmez. İlla emr olunduğu gibi hareket eder ve
her şeyin sureti hakikatle ayaktadır. Hakikat da bir isme dayanır, bundan
dolayı her suret bir hakikattir ve her hakikatin birbirine bağlılığı esmanın
birbirine bağlılığı gibidir. Görmüyor musun ki, Kudret takdire, ilim iradeye, hayat
ise ilme bağlıdır. Onun için denilmiştir, bir zerrenin yokluğu bir an kabul
edilse bütün alemlerin yok olmasını gerekli kılar. Cenabı Hak ve mutlak bereket
sahibi Ali İmran-191, “Allah boş bir şey
yaratmamıştır” ayeti kerimesiyle bu noktaya işaret etmiştir. Sen, insan
suretinde olmakla, bütün alemlerin metnisin, aslısın. Çünkü muhabbetin neticesi
insan oldu. Onun içindir ki, aşkı yüklenen insandır. Zira aşkı taşıyacak başka
bir suretin kabiliyeti olmadığını Cenabı Hak, Ahzap-72, “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik onlar
kabullenmekten çekindiler. İnsan kabullendi, o zalim ve cahillerdendi.” Ayeti
kerimesiyle bildirmektedir. İnsan ise bu yükü taşıyacak donanımda
yaratılmıştır. Bu kabullenmenin açığa çıkması ancak, nefsine zulüm etmesi ve
övülmüş bir cahillikle gerçekleşir. Bu yüzden Hak’kın halifesi olur. Bakara-2, “Ben yeryüzünde halife yaratacağım”
ayeti kerimesi buna delildir. Buraları iyice anlaşılmalıdır, aşkı
yüklenmeyen, surette insan da olsa manada hayvandır. Çünkü bu alemlerin
icadından maksat bilinmek idi. Bilinmek ise, aşkı yüklenmiş olan bir kamil
vasıtasıyla olabilir. Hatta Resulü Ekrem ve Nebi muhterem (sav) buyurmuştur;
“yeryüzünde Allah Allah diyen oldukça kıyamet kopmaz.” Çünkü Allah metindir, metinsiz
şerh olmaz. Hazreti İmam ikinci beyitte buyurur:
Şol kitabı meşuru mübinsin
Harfleriyle muzmiri mazharsın
Demek olur ki, Sen öyle bir
kitapsın ki, Yüce Allah seni iki eliyle ile yaptı ve yüzüne de öyle bir haddı
kudret düzdü ki, kimse okuyamaz ve bilemez. Ancak ilimde yükselmiş kişiler bunu
okuyabilir. Şimdi, senin ayakta durman elif gibidir. Elif ise bütün harflerin
kaynağıdır ve onları kuşatmıştır. Sen de hakikatin yönüyle, ilahi harflerin ve
harflerin mevcudiyetinin kaynağısın ve de onları kuşatansın. Çünkü ilk
yaratılan Nuru Muhammed’dir. Buna aklı evvel ve kalemi alâ ismi de verilir. Aynı
zamanda Ruhu Muhammed ve hakikati
Ademiye de denir.
İşte bu mana, her çeşit ismin açığa çıkması bu hakikatın bir suretidir. Yedi kat gökler ve yer, cennet ve cehennem, huri ve köşkler, vs eşya, kalemi alâ’nın yani hakikatı Adem’iyenin renkli görüntüsüdür. Bu tariften anlaşıldı ki, Bütün alem bir Adem imiş. Sen de Adem isen, nereye dönsen Allah’ın yüzünü görürsün, nereye baksan O güzel Allah’ı bulursun. Allah’ı bil ki Adem olasın. Hak’kı bilmek de insanın nefsini bilmekle olduğunu Resulu Ekrem (sav) efendimiz “Nefsini bilen rabbını bilir” hadisi şerifi ile bildirmiştir. Şimdi şurası güzelce anlaşılsın ki, aklı evvel, hakikatı Adem’iye denilen, uluhiyetin tecellisi imiş. Bütün mümkinat aklı evvelin renk alması olduğu gibi, nefs de bu hakikatın mazharıdır. Bu şekilde, hak’kı bilmek için kendini bilmeği icap ettirir. Görülüp anlaşılır ki, örtülü olan hilafet sırrı senin ile zahir olmuş. İmam Ali Kerremallahü veche üçüncü beytinde buyurmuştur:
Zûm edersin suretin cirmü sagir
Sende olmuşdur âlemi kebir
Sen kendini küçük bir şey zannedersin. Senin
küçüklüğün ise, kendini küçük gördüğündendir. Çünkü sen alemlerin özüsün. Çekirdekte
her çeşit ağaç olduğu gibi, alemler de sen de mevcuttur. “Allah, Ademi kendi
sureti üzerine veya Rahman suretinde yarattı.” Hadisi şerifi gereğince, senin
suretin, rahmanın suretidir. Sırrın dahi rahmanın sırrındandır. Sen öyle bir
padişahsın ki, hilafet tacı sendedir. Süleyman’ın mührü olan yüzüğü de
parmağındadır. Gizli ki, görmüyorsun. Eğer cehlini yok edip ,iman ile bakacak
olursan, bütün alemlerde olan suretlerin manalarını cem ettiğini görürsün. Çünkü
sende olan zahir ve batın duyular, hakimlerin tarif ettiği on akıldır ki, bütün
alemlerde olan icad ve yardım, zahir ve batın olan bu beş duyu iledir. Zahir
olan beş duyunun birincisi; Dokunmadır:
Bir şeyin sert veya yumuşak olduğunu belirten duyudur. Organı eldir. İkincisi;
Tatmaktır: Bir şeyin acı veya
tatlı olduğunu anlayan duyudur. Organı dildir. Üçüncüsü; Koklamaktır: Bir şeyin kokusunu
anlamaktır. Organı burundur. Dördüncüsü; Görmektir: Eşyanın suretini belirler. Azası gözdür. Beşincisi; İşitmektir: Mahlukatın seslerini
duymaya yarayan duyudur. Organı kulaktır.
Batın duyuların birincisi: Vehimdir: Eşyayı cüz’i kısımlara ayırıp, manalarını anlamaya yarayan duyudur. İkincisi; Hayaldir: Bir şeyi geciktirmeden hayır olarak zihinde tasarlayıp suretlendiren kuvvettir. Üçüncüsü; Müdrikedir: Bir şeyi gecikme olmaksızın anlayan ve idrak eden duyudur. Dördüncüsü; Hafızadır: Bilgiyi depolayan ve kalıcı olmasını sağlayan kuvvettir. Beşincisi; Akıldır: Bu duyuların tamamı, aklın dairesi içindedir. Bütün sevk ve idare bu duyuların yardımı ile gerçekleştiği aşikardır. İnsan bütün bu duyuların tamamına sahiptir. Ancak, her birini ayrı ayrı azaltmaktadır. Şurası da açıktır ki, Bu kuvvaları vücut besler. Beslemese olmaz, çünkü, insanın ayakta kalması bu duyularladır. Onun için bu duyulara ihtiyacı süreklidir. Bunlar insan vücudundan hariç değildir. Şurası da anlaşılmalıdır ki, ihtiyaç: itibari olup gerçek değildir. Melekler ve şeytanın, Adem’in vücudundan haberleri vardı. Ancak Adem’in kuvvası olduklarını anlamadılar. Melekler, Ademi kan dökücü olarak algılamışlar kendilerinin de olgun bir kullukta bulunduklarını söylemişlerse de. Adem’in kendilerinden üstün olduğunu fark ederek secde de bulunmuşlardır. Şeytan bilmediğini de bilmediğinden yani, cehaleti başkalarına nisbet ettiğinden, Adem’in cesedi topraktan, benim cesedim ateştendir diyerek secde etmek istemedi. Ateşin varlığı ve sürekliliğinin topraktan olduğunu bilemedi. Kendine nisbet ettiği ilim onu aldattı. Şimdi de bu cehalet ve gaflet devam etmektedir.
İçinde
bulunduğu cehalet onu öyle bir hale getirmiştir ki, insana yapmış olduğu
düşmanlık aynı hizmet olmuştur. Çünkü, yukarıda da belirtildiği gibi yapmış
olduğu düşmanlık aynı hizmettir ve insanın kemali de o yüzdendir. Şeytan, Adem’e
hıyanet etmeye çalışır oysa Adem kemal bulmuş bir kulluğa ulaşmıştır. Yani, Cem’den
sonra Fark’ı ve Fark’tan sonra Cem’i gördü. Buradan da anlaşılıyor ki, şeytan, Ademi
doğru yol olan Hak’kın yolundan ayıramadı. Belki kendine zulüm etti. Hasedlenenin
hali bunun gibidir. Bunlar haset ve zulüm etmediler ancak kendi nefislerine
zulüm ettiler. Nitekim, Yezid’in İmam Hüseyin efendimize yapmış olduğu hakaret
ve zulüm kendi nefsine olmuştur. Çünkü, mazlumun yükselişi zalimin yüzündendir.
Mazlumun mazlumiyet makamına yükselmesi zalim ile olabilir ve bunların hizmeti
şeytanın hizmeti gibidir. Şimdi, Ademin hissi kuvvalarından bilgi verilmişti
kudretimiz dahilinde vechinden de (yüzünden) bilgi verelim.
Ey kardeşim! Ademin yüzüne şöyle hoş bir
bakış eyle, yüzünün, Rahmanın vechi olduğunu görürsün. Bu şekil daireseldir
ancak bu şekilde ne güzel hatlar vardır. Bu cümleden, yanakları biri celal biri
cemaldir. Aralarında olan hattı üstüva hakikat denilen Rahman-20, “Aralarında berzah vardır”(kabe kavseyn). Ayeti
kerimesiyle belirtilen hattır ki, celal ve cemal onun dairesindedir. Konuşulan
bu hattın dahilinde bulunan hiçbir makamla kayıtlı olmayıp cümlesinin hem aynı
hem gayrı olur. hatta gördüm dediği zaman göz olur, gezdim ve tuttum dediği
zaman ayak ve el olur. Konuştum dediğinde sır olur. Sırrım dediğinde ise mutlak
olur. Kamil dahi bu mertebenin aynı olmakla beraber bütün mertebelerden
konuşur, cümlesinin hem aynı hem gayrı olur. Onun için kamilin bir nişanı ve
bir hali olmaz. Bu sırdandır ki, Beyazid’i Bestami hazretleri “Ne büyük şanım
var, kendimi tenzih ederim” demiştir. Bazı ehlullah bu söze benzer söylemlerde
bulunmuşlardır. Bu cümleden, Şeyhül Ekber demiştir ki, “Bütün nebiler benim
ilmimden zevklendiler” Ehlullahdan bir diğeri, “Ben deryadayım, bütün nebiler
sahilde kaldı.” Demiştir. Bu ifadelerden de anlaşılır ki, büyük berzahta
bulunan kamil, bir hal ya da bir yön ile kayıtlı değildir. İnsanda bulunan
bütün bu hatlar tarif edildiği gibi, kâmil de bütün esmayı tarif etmiştir. Şimdi
bu hattın tarifine göre hatlar yirmi sekiz olur. Bunlar; kaş, kirpik, sakal ve
hattı üstüva olmak üzere dörttür. İnsanda bulunan beyazlar da on dörttür. Böyle
olunca cümlesi yirmisekiz olur. Kur’andaki harflerin sayısı da yirmi sekiz dir.
Bu sebebden hepsi Adem’in yüzüne yazıldı. Hazreti İmamın “Ben konuşan
Kur’anım” buyurduğu kelam bu sırra dayanır. Kur’an yirmi sekiz harfi topladığı
gibi Ali efendimiz de yüzünde yazılan yirmi sekiz harfi cem etmiştir. Bundan
başka, insanda bulunan oniki dil, oniki burca karşılıktır ve ahlakıyla bütün
hayvanatı kuşatmıştır. Bunun içindir ki, nefsi emmaresi yılandır, korkusu
tavşandır, cesurluğu arslandır, tamahı domuzdur, itatı koyundur, bencilliği
güvercindir, kibirlenmesi ise fildir. Velhasıl bunlar gibi her bir feraseti
ve ahlakıyla bir hayvanı ayakta tutar. Onun için, insan makamına ulaşamamış bir
kişi, yukarıda belirtilen ahlaklardan hangisi kendisine galip ise o ahlak ile
ahrette dirilir. Yani o hayvan suretiyle haşr olunur. Hatta daha dünyada iken Ehlullahtan
bazı kişiler onları bu suretle görür. Bu geniş bilgiden anlaşıldı ki, insan, kuvvasıyla,
ahlakıyla ve suretiyle bütün alemleri kendinde toplamıştır. İmam Ali (ra)
dördüncü beyitinde buyurmuştur;
Senin içün dışarıda hâcet degil
Sendedir fikri telaşın anla gil.
Demek olur ki, madem ki, her şeyi
kuşatmışsın dışarıya ihtiyacın kalmamıştır. Sendeki fikir şudur ki, tefekkür
edersin o da sendedir. Anlaşıldı ki, her şey insanda mevcuttur. İnsanın
dışarıya ihtiyacı yokmuş. Bu oluşumun da, aşk ile gerçekleştiği yukarıda beyan
edildi. Ancak aşk nasıl tahsil edilir bilinmesi gerekir. Aşk bir manadır ki, Hak’ka
nisbet edilirse muhabbet, halka nisbet edilirse aşk denir. İşte bu muhabbet ile bütün alemlerin yaratıldığını
söylemiştik. Şimdi de aşkın mertebelerinden söz edelim. Ey azizim! Bilmelisin
ki, aşk denilen şeyin her bir sureti insanda vardır. Bu ilgi, kadına, giyime, mala,
çalgıya ve saltanata vs. olursa hevadır.
Çünkü heva demek boş demektir. Sonuçta bunların elleri boş kalacağından ehli
heva denilir. Kavuşamamaktan doğan üzüntü ve ayrılık ateşinden ve de bu
hevalarından dolayı azap görürler.
Bir diğeri ise; Cehennem azabından
kurtulmak veya huri ve gılman nimet ve lezzetlerine kavuşmak için ibadet ederler. Bunların ibadetleri
nefsani olduğundan açıkta kalırlar. Bir çeşit heva ehli olsalar da bu hevaları
imanlarından geldiği için abid ve zahid ismiyle anılırlar. Bunlar amel
cennetinde bulunurlar.
Üçüncü sınıfta bulunanlar; Hak’kı
severler, bunlar da üç çeşittir. Birincisine muhabbet ismi verilir; Bunlar, sevgilisine
can feda edemeyip, nefsani sevgilerde kalanlardır. İkincisi; Bunlar, sevgilisine
baş can feda ederse de zaman zaman nefsani özelliklerden dolayı dönek olurlar. Bunlar
aşık olsalar da sadık değildirler. Üçüncüsü; Aşık ve sadıklardır. Onlarda
nefsani özellikler kalmayıp maşuklarında mahv ve fena bulmuşlardır. Telaşları
ise, bir an dahi sevgililerinden ayrı kalmamak içindir.
Şöyle soru
sorulursa:
Görünmeyen ve bilinmeyen Allah’a itaaten başka muhabbet nasıl olur?
Cevap: Bu muhabbetin
oluşması için iki defa doğmak gerekir. Bunun için hazreti İsa (as) buyurmuştur;
“İki defa doğmayan göklerin melekutuna dahil olamaz.” Birinci doğumun, annenden
idi ve küçük bir şey idin, bir müddet süt emdin. Sonra ekmek yedin, dişin ve
saçın çıktı. Adam oluncaya kadar nice hallere girdin. İşte ikinci doğum da
böyledir. İkinci doğum, kişinin talebi karşılığında mürşidinden tahsil edeceği marifetle
doğmasıdır. O’da aynı atası Adem (as) gibi anasız ve babasız doğmuş olur. Bu
ise, Hicr-29, “Ruhumdan ruh üfledim” ve
bakara-31, “Ademe isimlerin tümünü öğretti.” Ayeti kerimelerinin sırrına
ulaşmakla olur. Çünkü mürit, mürşitten bir marifet asası alır. Nasıl
hz.Musa’nın asası, Firavunun kahinlerinin düzmüş oldukları bütün hayalleri mahv
ve perişan ettiyse ,müridin elinde bulunan marifet asası da bütün şeytani
hayalleri mahv ve perişan eder. Anlar ki, evvelce gördüğü acziyyet gayriyyet, uzaklık
ve yakınlık vücutsuz olup cümlesi kuru bir faraziyeden ibaret imiş. Bunun gibi
bütün masiva bir itibardan başka bir şey olmayıp, bir ve mevcut olan Hak’tır. Bu
yönden, kendi gayriyyeti dahi önemsiz olup, yani rütbeye olan itibarın geçici
ve alçak görülmesiyle gerçekleşen (lâ mevcude illâ hu) zikrini bütün azaları
söyler. Sonra, Allah’ın isminden doğmakla anasız ve babasız olur. “Hicr-29, “Ruhumdan ruh üfledim” sırrıyla
hakikata ulaşır ve safiyullah olur ve bu mertebede birle kendisine süt verir, yani
bu mertebenin ilmini kazanır. Sonra ekmek verir yani atası Adem (as) gibi, kendisinin
de her makamda bu çeşit ilim ve haller kazanmasıyla bütün esmaya alim olur. “Bakara-31, “Ademe isimlerin tümünü
öğretti.” Sırrına ulaşır. İmam Ali (ra) hazretleri beşinci beyitinde
buyurur:
Fehm ettiğin şol kitaba kıl nazar
Mucidi senden
verir çünkü haber
Yani, kitabın içine dikkatle bakarsan içindekilerden faydalanırsın. Bu beyitleri tasnif eden senden haber verir ki, “Ya abdim sen olmasaydın benim rububiyetim zahir olmazdı, ben olmasaydım, sen mevcut olmazdın” bu sözden anlaşılıyor ki, insan Hak’kın aynası ve alem de insanın aynasıdır. İnsan eline aynayı alıp baktığında yüzünü gördüğü gibi, Cenabı Hak’da uluhiyetini insan yüzünde görür. Bütün esmanın zuhuru insan ile olur.
Ey kardeşim! İlim kamil ağzından alınmalıdır, denmiştir. Çünkü, İmamı azam Ebu Hanife hazretleri buyurmuştur: “İki sene olmasaydı Numan helak olurdu.” Yani, İmamı Cafer Sıddık efendimiz hazretlerinden iki sene ilim tahsil etmeseydim helak olurdum. Anla ki, İmamı Azam Ebu Hanife gibi kişi, ilim ve rüsum da fazilet sahibi iken, İmamı Cafer Sadık hazretlerine biat etmeseydi helakta kalırdı. Mayayı Muhammedi, tevhit ilminden, mürşidi kamilin himmetiyle hasıl olur. Bu suretler alemine gelmemizden amaç, nefsimizi bilmek ve rabbımıza arif olmaktır. Çünkü bir gün izdirari ölüm gelirde hüsranda kalırız. Bu cümleden hareketle Cenabı Allah cümlemizi ilmi insaniyeye ulaştırsın. Amin.. Sevgi ve hürmet enbiya ve peygamberlerin seyyidine olsun. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a aittir………
Sadeleştiren
Mehmet
Naci GÜNEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder