2 Ağustos 2024 Cuma

İMAM ALİ KERREMALLÂHÜ VECHE VE RADİYALLAHÜ ANH HAZRETLERİNİN ARABİ LİSAN İLE YAZILMIŞ BEŞ BEYTİNİ TÜRKÇEYE TERCÜME VE MEALİNİ ŞERH EDEN ŞEYH ABDÜLKADİR BEY EFENDİNİN ESERİNİN SADELEŞMESİ

                                                             BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salat ve selam yüce önder Muhammed (sav) efendimize ve onun yüce ailesine ve arkadaşları üzerine olsun. Rivayet olunur ki, evladı resul ümmetinden ve ilim şehrinin kapısı olan İmam Ali (kv) ve Allah O’ndan razı olsun. Kutlu meclisine sevdiklerinden biri gelip hakikate dair bazı müşkiller arz etmiş, İmam da cevap olarak bu beş beyti irade buyurmuşlardır.

 

Sendedir derman ilacın bilgil

Derdi emraz sendedir hem görgil

Şol kitabı meşuru mübinsin

Harfleriyle muzmiri mazharsın

Zûm edersin suretin cirmü sagir

Sende olmuşdur âlemi kebir

Senin dışarıda hâcet degil

Sendedir fikri telaşın anla gil

Fehm ettiğin şol kitaba kıl nazar

Mucidi senden verir çünkü haber

 

AÇIKLAMA

 

Sendedir derman ilacın bilgil

Derdi emraz sendedir hem görgil

 

Çare kendinde olduğunu anlamadın,

Derdin sendendir fakat görmedin

 

Demek olur ki, senin derdin yani hakikate ait merakın aşkındandır. Ancak görmüyor ve anlamıyorsun ki, çaren dahi bu aşkın içindedir. Çünkü, ilahi ilimlere mazhar aşk’tır. Hatta aşk olmazsa bir şey vücuda gelmez. “Ben bir gizli hazine idim bilinmekliğimi muhabbet ettim ve halkı halk eyledim” kutsi hadisi bu konuyu işaret etmektedir. Hadisin manası; Ben gizli hazine idim, muhabbet ettim ki bilineyim. Halkı halk eyledim bilinmek için. Bundan anlaşılıyor ki, icadın kaynağı aşk imiş. Mademki, icadın kaynağı aşktır ve sende de aşktan bir eser bulunsa, bu aşk ile hoş bir nazar eylesen görürsün ki, bütün eşya aynı kitabullah ‘tır ve her şey de sonsuz bir ilim vardır. Anlarsın ki, zerreler bile bir hakikatle kaimdir. Hareketleri Allah’ın elindedir ve hiçbir şey kader harici hareket etmez. İlla emr olunduğu gibi hareket eder ve her şeyin sureti hakikatle ayaktadır. Hakikat da bir isme dayanır, bundan dolayı her suret bir hakikattir ve her hakikatin birbirine bağlılığı esmanın birbirine bağlılığı gibidir. Görmüyor musun ki, Kudret takdire, ilim iradeye, hayat ise ilme bağlıdır. Onun için denilmiştir, bir zerrenin yokluğu bir an kabul edilse bütün alemlerin yok olmasını gerekli kılar. Cenabı Hak ve mutlak bereket sahibi Ali İmran-191, “Allah boş bir şey yaratmamıştır” ayeti kerimesiyle bu noktaya işaret etmiştir. Sen, insan suretinde olmakla, bütün alemlerin metnisin, aslısın. Çünkü muhabbetin neticesi insan oldu. Onun içindir ki, aşkı yüklenen insandır. Zira aşkı taşıyacak başka bir suretin kabiliyeti olmadığını Cenabı Hak, Ahzap-72, “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik onlar kabullenmekten çekindiler. İnsan kabullendi, o zalim ve cahillerdendi.” Ayeti kerimesiyle bildirmektedir. İnsan ise bu yükü taşıyacak donanımda yaratılmıştır. Bu kabullenmenin açığa çıkması ancak, nefsine zulüm etmesi ve övülmüş bir cahillikle gerçekleşir. Bu yüzden Hak’kın halifesi olur. Bakara-2, “Ben yeryüzünde halife yaratacağım” ayeti kerimesi buna delildir. Buraları iyice anlaşılmalıdır, aşkı yüklenmeyen, surette insan da olsa manada hayvandır. Çünkü bu alemlerin icadından maksat bilinmek idi. Bilinmek ise, aşkı yüklenmiş olan bir kamil vasıtasıyla olabilir. Hatta Resulü Ekrem ve Nebi muhterem (sav) buyurmuştur; “yeryüzünde Allah Allah diyen oldukça kıyamet kopmaz.” Çünkü Allah metindir, metinsiz şerh olmaz. Hazreti İmam ikinci beyitte buyurur:

                                        

Şol kitabı meşuru mübinsin

Harfleriyle muzmiri mazharsın

 

             Demek olur ki, Sen öyle bir kitapsın ki, Yüce Allah seni iki eliyle ile yaptı ve yüzüne de öyle bir haddı kudret düzdü ki, kimse okuyamaz ve bilemez. Ancak ilimde yükselmiş kişiler bunu okuyabilir. Şimdi, senin ayakta durman elif gibidir. Elif ise bütün harflerin kaynağıdır ve onları kuşatmıştır. Sen de hakikatin yönüyle, ilahi harflerin ve harflerin mevcudiyetinin kaynağısın ve de onları kuşatansın. Çünkü ilk yaratılan Nuru Muhammed’dir. Buna aklı evvel ve kalemi alâ ismi de verilir. Aynı zamanda Ruhu Muhammed  ve hakikati Ademiye de denir.

İşte bu mana, her çeşit ismin açığa çıkması bu hakikatın bir suretidir. Yedi kat gökler ve yer, cennet ve cehennem, huri ve köşkler, vs eşya, kalemi alâ’nın yani hakikatı Adem’iyenin renkli görüntüsüdür. Bu tariften anlaşıldı ki, Bütün alem bir Adem imiş. Sen de Adem isen, nereye dönsen Allah’ın yüzünü görürsün, nereye baksan O güzel Allah’ı bulursun. Allah’ı bil ki Adem olasın. Hak’kı bilmek de insanın nefsini bilmekle olduğunu Resulu Ekrem (sav) efendimiz “Nefsini bilen rabbını bilir” hadisi şerifi ile bildirmiştir. Şimdi şurası güzelce anlaşılsın ki, aklı evvel, hakikatı Adem’iye denilen, uluhiyetin tecellisi imiş. Bütün mümkinat aklı evvelin renk alması olduğu gibi, nefs de bu hakikatın mazharıdır. Bu şekilde, hak’kı bilmek için kendini bilmeği icap ettirir. Görülüp anlaşılır ki, örtülü olan hilafet sırrı senin ile zahir olmuş. İmam Ali Kerremallahü veche üçüncü beytinde buyurmuştur:

                      

Zûm edersin suretin cirmü sagir

Sende olmuşdur âlemi kebir

 

       Sen kendini küçük bir şey zannedersin. Senin küçüklüğün ise, kendini küçük gördüğündendir. Çünkü sen alemlerin özüsün. Çekirdekte her çeşit ağaç olduğu gibi, alemler de sen de mevcuttur. “Allah, Ademi kendi sureti üzerine veya Rahman suretinde yarattı.” Hadisi şerifi gereğince, senin suretin, rahmanın suretidir. Sırrın dahi rahmanın sırrındandır. Sen öyle bir padişahsın ki, hilafet tacı sendedir. Süleyman’ın mührü olan yüzüğü de parmağındadır. Gizli ki, görmüyorsun. Eğer cehlini yok edip ,iman ile bakacak olursan, bütün alemlerde olan suretlerin manalarını cem ettiğini görürsün. Çünkü sende olan zahir ve batın duyular, hakimlerin tarif ettiği on akıldır ki, bütün alemlerde olan icad ve yardım, zahir ve batın olan bu beş duyu iledir. Zahir olan beş duyunun birincisi; Dokunmadır: Bir şeyin sert veya yumuşak olduğunu belirten duyudur. Organı eldir. İkincisi; Tatmaktır: Bir şeyin acı veya tatlı olduğunu anlayan duyudur. Organı dildir. Üçüncüsü; Koklamaktır: Bir şeyin kokusunu anlamaktır. Organı burundur. Dördüncüsü; Görmektir: Eşyanın suretini belirler. Azası gözdür. Beşincisi; İşitmektir: Mahlukatın seslerini duymaya yarayan duyudur. Organı kulaktır.


Batın duyuların birincisi: Vehimdir: Eşyayı cüz’i kısımlara ayırıp, manalarını anlamaya yarayan duyudur. İkincisi; Hayaldir: Bir şeyi geciktirmeden hayır olarak zihinde tasarlayıp suretlendiren kuvvettir. Üçüncüsü; Müdrikedir: Bir şeyi gecikme olmaksızın anlayan ve idrak eden duyudur. Dördüncüsü; Hafızadır: Bilgiyi depolayan ve kalıcı olmasını sağlayan kuvvettir. Beşincisi; Akıldır: Bu duyuların tamamı, aklın dairesi içindedir. Bütün sevk ve idare  bu duyuların yardımı ile gerçekleştiği aşikardır. İnsan bütün bu duyuların tamamına sahiptir. Ancak, her birini  ayrı ayrı azaltmaktadır. Şurası da açıktır ki, Bu kuvvaları vücut besler. Beslemese olmaz, çünkü, insanın ayakta kalması bu duyularladır. Onun için bu duyulara ihtiyacı süreklidir. Bunlar insan vücudundan hariç değildir. Şurası da anlaşılmalıdır ki, ihtiyaç: itibari olup gerçek değildir. Melekler ve şeytanın, Adem’in vücudundan haberleri vardı. Ancak  Adem’in kuvvası olduklarını anlamadılar. Melekler, Ademi kan dökücü olarak algılamışlar kendilerinin de olgun bir kullukta bulunduklarını söylemişlerse de. Adem’in  kendilerinden üstün olduğunu fark ederek secde de bulunmuşlardır. Şeytan bilmediğini de bilmediğinden yani, cehaleti başkalarına nisbet ettiğinden, Adem’in cesedi topraktan, benim cesedim ateştendir diyerek secde etmek istemedi. Ateşin varlığı ve sürekliliğinin topraktan olduğunu bilemedi. Kendine nisbet ettiği ilim onu aldattı. Şimdi de bu cehalet ve gaflet devam etmektedir.

        İçinde bulunduğu cehalet onu öyle bir hale getirmiştir ki, insana yapmış olduğu düşmanlık aynı hizmet olmuştur. Çünkü, yukarıda da belirtildiği gibi yapmış olduğu düşmanlık aynı hizmettir ve insanın kemali de o yüzdendir. Şeytan, Adem’e hıyanet etmeye çalışır oysa Adem kemal bulmuş bir kulluğa ulaşmıştır. Yani, Cem’den sonra Fark’ı ve Fark’tan sonra Cem’i gördü. Buradan da anlaşılıyor ki, şeytan, Ademi doğru yol olan Hak’kın yolundan ayıramadı. Belki kendine zulüm etti. Hasedlenenin hali bunun gibidir. Bunlar haset ve zulüm etmediler ancak kendi nefislerine zulüm ettiler. Nitekim, Yezid’in İmam Hüseyin efendimize yapmış olduğu hakaret ve zulüm kendi nefsine olmuştur. Çünkü, mazlumun yükselişi zalimin yüzündendir. Mazlumun mazlumiyet makamına yükselmesi zalim ile olabilir ve bunların hizmeti şeytanın hizmeti gibidir. Şimdi, Ademin hissi kuvvalarından bilgi verilmişti kudretimiz dahilinde vechinden de (yüzünden) bilgi verelim.

 

Ey kardeşim! Ademin yüzüne şöyle hoş bir bakış eyle, yüzünün, Rahmanın vechi olduğunu görürsün. Bu şekil daireseldir ancak bu şekilde ne güzel hatlar vardır. Bu cümleden, yanakları biri celal biri cemaldir. Aralarında olan hattı üstüva hakikat denilen Rahman-20, “Aralarında berzah vardır”(kabe kavseyn). Ayeti kerimesiyle belirtilen hattır ki, celal ve cemal onun dairesindedir. Konuşulan bu hattın dahilinde bulunan hiçbir makamla kayıtlı olmayıp cümlesinin hem aynı hem gayrı olur. hatta gördüm dediği zaman göz olur, gezdim ve tuttum dediği zaman ayak ve el olur. Konuştum dediğinde sır olur. Sırrım dediğinde ise mutlak olur. Kamil dahi bu mertebenin aynı olmakla beraber bütün mertebelerden konuşur, cümlesinin hem aynı hem gayrı olur. Onun için kamilin bir nişanı ve bir hali olmaz. Bu sırdandır ki, Beyazid’i Bestami hazretleri “Ne büyük şanım var, kendimi tenzih ederim” demiştir. Bazı ehlullah bu söze benzer söylemlerde bulunmuşlardır. Bu cümleden, Şeyhül Ekber demiştir ki, “Bütün nebiler benim ilmimden zevklendiler” Ehlullahdan bir diğeri, “Ben deryadayım, bütün nebiler sahilde kaldı.” Demiştir. Bu ifadelerden de anlaşılır ki, büyük berzahta bulunan kamil, bir hal ya da bir yön ile kayıtlı değildir. İnsanda bulunan bütün bu hatlar tarif edildiği gibi, kâmil de bütün esmayı tarif etmiştir. Şimdi bu hattın tarifine göre hatlar yirmi sekiz olur. Bunlar; kaş, kirpik, sakal ve hattı üstüva olmak üzere dörttür. İnsanda bulunan beyazlar da on dörttür. Böyle olunca cümlesi yirmisekiz olur. Kur’andaki harflerin sayısı da yirmi sekiz dir. Bu sebebden hepsi Adem’in yüzüne yazıldı. Hazreti İmamın “Ben konuşan Kur’anım” buyurduğu kelam bu sırra dayanır. Kur’an yirmi sekiz harfi topladığı gibi Ali efendimiz de yüzünde yazılan yirmi sekiz harfi cem etmiştir. Bundan başka, insanda bulunan oniki dil, oniki burca karşılıktır ve ahlakıyla bütün hayvanatı kuşatmıştır. Bunun içindir ki, nefsi emmaresi yılandır, korkusu tavşandır, cesurluğu arslandır, tamahı domuzdur, itatı koyundur, bencilliği güvercindir, kibirlenmesi ise fildir. Velhasıl bunlar gibi her bir feraseti ve ahlakıyla bir hayvanı ayakta tutar. Onun için, insan makamına ulaşamamış bir kişi, yukarıda belirtilen ahlaklardan hangisi kendisine galip ise o ahlak ile ahrette dirilir. Yani o hayvan suretiyle haşr olunur. Hatta daha dünyada iken Ehlullahtan bazı kişiler onları bu suretle görür. Bu geniş bilgiden anlaşıldı ki, insan, kuvvasıyla, ahlakıyla ve suretiyle bütün alemleri kendinde toplamıştır. İmam Ali (ra) dördüncü beyitinde buyurmuştur;

 

Senin içün dışarıda hâcet degil

Sendedir fikri telaşın anla gil.

 

Demek olur ki, madem ki, her şeyi kuşatmışsın dışarıya ihtiyacın kalmamıştır. Sendeki fikir şudur ki, tefekkür edersin o da sendedir. Anlaşıldı ki, her şey insanda mevcuttur. İnsanın dışarıya ihtiyacı yokmuş. Bu oluşumun da, aşk ile gerçekleştiği yukarıda beyan edildi. Ancak aşk nasıl tahsil edilir bilinmesi gerekir. Aşk bir manadır ki, Hak’ka nisbet edilirse muhabbet, halka nisbet edilirse aşk denir. İşte bu  muhabbet ile bütün alemlerin yaratıldığını söylemiştik. Şimdi de aşkın mertebelerinden söz edelim. Ey azizim! Bilmelisin ki, aşk denilen şeyin her bir sureti insanda vardır. Bu ilgi, kadına, giyime, mala, çalgıya ve saltanata vs. olursa  hevadır. Çünkü heva demek boş demektir. Sonuçta bunların elleri boş kalacağından ehli heva denilir. Kavuşamamaktan doğan üzüntü ve ayrılık ateşinden ve de bu hevalarından dolayı azap görürler.

 

Bir diğeri ise; Cehennem azabından kurtulmak veya huri ve gılman nimet ve lezzetlerine kavuşmak  için ibadet ederler. Bunların ibadetleri nefsani olduğundan açıkta kalırlar. Bir çeşit heva ehli olsalar da bu hevaları imanlarından geldiği için abid ve zahid ismiyle anılırlar. Bunlar amel cennetinde bulunurlar.

 

Üçüncü sınıfta bulunanlar; Hak’kı severler, bunlar da üç çeşittir. Birincisine muhabbet ismi verilir; Bunlar, sevgilisine can feda edemeyip, nefsani sevgilerde kalanlardır. İkincisi; Bunlar, sevgilisine baş can feda ederse de zaman zaman nefsani özelliklerden dolayı dönek olurlar. Bunlar aşık olsalar da sadık değildirler. Üçüncüsü; Aşık ve sadıklardır. Onlarda nefsani özellikler kalmayıp maşuklarında mahv ve fena bulmuşlardır. Telaşları ise, bir an dahi sevgililerinden ayrı kalmamak içindir.

 

Şöyle soru sorulursa: Görünmeyen ve bilinmeyen Allah’a itaaten başka muhabbet nasıl olur?

Cevap: Bu muhabbetin oluşması için iki defa doğmak gerekir. Bunun için hazreti İsa (as) buyurmuştur; “İki defa doğmayan göklerin melekutuna dahil olamaz.” Birinci doğumun, annenden idi ve küçük bir şey idin, bir müddet süt emdin. Sonra ekmek yedin, dişin ve saçın çıktı. Adam oluncaya kadar nice hallere girdin. İşte ikinci doğum da böyledir. İkinci doğum, kişinin talebi karşılığında  mürşidinden tahsil edeceği marifetle doğmasıdır. O’da aynı atası Adem (as) gibi anasız ve babasız doğmuş olur. Bu ise, Hicr-29, “Ruhumdan ruh üfledim” ve bakara-31, “Ademe isimlerin tümünü öğretti.” Ayeti kerimelerinin sırrına ulaşmakla olur. Çünkü mürit, mürşitten bir marifet asası alır. Nasıl hz.Musa’nın asası, Firavunun kahinlerinin düzmüş oldukları bütün hayalleri mahv ve perişan ettiyse ,müridin elinde bulunan marifet asası da bütün şeytani hayalleri mahv ve perişan eder. Anlar ki, evvelce gördüğü acziyyet gayriyyet, uzaklık ve yakınlık vücutsuz olup cümlesi kuru bir faraziyeden ibaret imiş. Bunun gibi bütün masiva bir itibardan başka bir şey olmayıp, bir ve mevcut olan Hak’tır. Bu yönden, kendi gayriyyeti dahi önemsiz olup, yani rütbeye olan itibarın geçici ve alçak görülmesiyle gerçekleşen (lâ mevcude illâ hu) zikrini bütün azaları söyler. Sonra, Allah’ın isminden doğmakla anasız ve babasız olur. “Hicr-29, “Ruhumdan ruh üfledim” sırrıyla hakikata ulaşır ve safiyullah olur ve bu mertebede birle kendisine süt verir, yani bu mertebenin ilmini kazanır. Sonra ekmek verir yani atası Adem (as) gibi, kendisinin de her makamda bu çeşit ilim ve haller kazanmasıyla bütün esmaya alim olur. “Bakara-31, “Ademe isimlerin tümünü öğretti.” Sırrına ulaşır. İmam Ali (ra) hazretleri beşinci beyitinde buyurur:

 

                                                 

Fehm ettiğin şol kitaba kıl nazar

Mucidi  senden verir çünkü haber

 

           Yani, kitabın içine dikkatle bakarsan içindekilerden faydalanırsın. Bu beyitleri tasnif eden senden haber verir ki, “Ya abdim sen olmasaydın benim rububiyetim zahir olmazdı, ben olmasaydım, sen mevcut olmazdın” bu sözden anlaşılıyor ki, insan Hak’kın aynası ve alem de insanın aynasıdır. İnsan eline aynayı alıp baktığında yüzünü gördüğü gibi, Cenabı Hak’da uluhiyetini insan yüzünde görür. Bütün esmanın zuhuru insan ile olur.

       Ey kardeşim! İlim kamil ağzından alınmalıdır, denmiştir. Çünkü, İmamı azam Ebu Hanife hazretleri buyurmuştur: “İki sene olmasaydı Numan helak olurdu.” Yani, İmamı Cafer Sıddık efendimiz hazretlerinden iki sene ilim tahsil etmeseydim helak olurdum. Anla ki, İmamı Azam Ebu Hanife gibi kişi, ilim ve rüsum da fazilet sahibi iken, İmamı Cafer Sadık hazretlerine biat etmeseydi helakta kalırdı. Mayayı Muhammedi, tevhit ilminden, mürşidi kamilin himmetiyle hasıl olur. Bu suretler alemine gelmemizden amaç, nefsimizi bilmek ve rabbımıza arif olmaktır. Çünkü bir gün izdirari ölüm gelirde hüsranda kalırız. Bu cümleden hareketle Cenabı Allah cümlemizi ilmi insaniyeye ulaştırsın. Amin.. Sevgi ve hürmet enbiya ve peygamberlerin seyyidine olsun. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a aittir………  

 

 

Sadeleştiren

Mehmet Naci GÜNEY

 

Hiç yorum yok: