23 Ağustos 2011 Salı

Ey gönül tefekkür eyle

Ey gönül tefekkür eyle
Esrar-ı Hakk’ı fehmeyle
Ol beyt-i kalbe ver cila

Her nefes zikrullah eyle
Kalb ile fikrullah eyle
                                
Cenab-ı Hak, Kur’an’daki bir çok ayette tefekkür etmemizi emreder, tavsiye eder. Resulullah Efendimiz “Bir saat tefekkür, yetmiş sene yapılan ibadetten efdaldir.” buyurmuşlardır. Bazı büyükler “Bir kalb zikr-i daime mazhar olmuşsa o kalb ile esrar-ı ilahiyi düşünmek tefekkürdür, ancak o kalbe ilahi ilham gelir ve o kalbte fikrullah hasıl olur.” demişlerdir. Çünkü Kur’an’da “Aklını işleten gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken daima Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler.” (Al-i İmran, 190-91) buyrulmuştur. Bu itibarla bir kalb zikrullahtan mahrumsa o kalb, ancak felsefe üretir, fikrullah üretmez vesselam.
Ol beyt-i kalbe ver cila... demek ise, kalb evini cilala, parlat demektir. Bunu beyanla Hz. Resulullah “Kalbler demirin paslandığı gibi paslanır, nasıl ki demirin cilası var ise kalbin cilası da zikrullahtır.” buyurmuştur. Dolayısıyla zikrullahtan mahrum olan bir kalb kirli ve paslı olup, bu kirin pasın giderilip o kalbin cilalanıp parlaması için, zikr-i daim telkinine mazhar olması gerekir. Kulun her azasını bir sebeple yaratan Cenab-ı Hak, kalbi ise beytullah yani Allah’ın evi olarak yaratmıştır. Çünkü kudsi hadiste: “Ben yerlere göklere sığmam, ancak mümin kulumun kalbine sığarım.” buyrulmuştur. Zikrullahla temizlenip, cilalanmış olan müminin kalbi ancak, esrar-ı Hakk’ı, yani Allah’ın sırlarını tefekkür eder ve onun kalbine Allah misafir olup, onun kalbi Hakk’ın evi olur. Herkes zikrullahtan bahsederek bir takım esmalar çeker ve buna zikrullah der. Kur’an okur, sohbet eder, bunlara zikrullah der ki, bunlar zikirdir, fakat zikrullah değildir.
Peki zikir ile zikrullah arasındaki fark nedir? Zikir genel ifadedir ki, bu genel ifadeyle namaz, Kur'an, hac gibi ibadetler de zikirdir. Zikrullah ise başlı başına özel ve bir büyük ibadettir. Çünkü Kur’an’da “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı yerine getir. Çünkü namaz çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki zikrullah daha büyüktür.” (Ankebut, 45) buyrulur. Zikrullahın özel olması şu itibarladır ki, zikrullah kitaplardan, sohbet veya vaaz ve konferanslardan öğrenilmez. Kur’an-ı Kerim’de “…eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” (Nahl, 43) Başka bir ayette ise “…hadi sorun zikir ehline eğer bilmiyorsanız.” (Enbiya, 7) buyrulur. Başlı başına büyük ibadet olan zikrullah, ancak ehil olanın, yani mürşid-i kamilin telkin ve tarifiyle öğrenilir. Kamilin öğrettiği zikrullah, daim zikirdir, çünkü daim zikri  “Siz Allah’ı ayakta iken, oturur iken ve yatarken zikredin.” (Nisa, 103) beyanıyla Kur’an buyurur. Velhasıl bu ve benzeri ayetlerin beyanına göre kulun, daim zikre mazhar olması emrediliyor. Çünkü insan nefes alıp verip yaşadığı müddetçe, ya ayaktadır, ya oturur, ya da yatar. Başka bir pozisyonu olur mu? Olmaz. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek bizlere “Gönül / kalb ehli ol, her nefeste zikr-i daimle kalbini cilalandır ki, kalbin fikrullah ile tefekkür edip Hakk’ın evi olsun.” diyor.

Zikrullah nefsin öldürür
Hem seni sana bildirir
İrfanla seni doldurur 

Her nefes zikrullah eyle     
Kalb ile fikrullah eyle

Hz. Peygamber Efendimiz Uhud Muharebesi'nden dönerken “Küçük harpten büyük harbe gidiyoruz.” buyurdu. Ashabın “Aman ya Resulullah, Uhud'dan daha büyük harb mi olur. Yenen yenilen belli değil.” demeleri üzerine Hz. Resulullah “Uhud’da belli bir düşmanla, belli bir mevkide, belli bir zamanda harp ettik. Fakat nefis ise, yaşadığımız müddetçe her zamanda, her yerde, her mekanda bize düşmandır. Onunla harb etmek ise büyük harptir.” buyurdular.
İşte nefs ile olan büyük harp, zikr-i daimle yapılır ve nefs, zikrullah uyanıklığıyla mağlup olur. Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Zikr-i daim, cihadı ekberdir. Hacc-ul ekberdir. Çünkü salik nereye dönse Allah der, her daim Allah’ladır.” Diyor. Hadis-i şerifte “Kendini bilen Rabbini bilir.” buyrulmuştur. Bu kendini bilmek irfaniyetine, ancak her nefeste zikr-i daim ve tefekkürle esrar-ı ilahiyi araştırmak yoluyla ulaşılır. Başka bir yol, kulu, kendini bilme irfaniyet ve kemalatına götürmez. 

Esrar-ı tevhidi bilmek
Eyledi  da’vet Muhammed
Çünkü eyledin icabet 


Her nefes zikrullah eyle
Kalb ile fikrullah eyle

Hz. Peygamber Efendimiz miraçtan geldiğinde “Size üç hediye getirdim: Biri umumidir, herkese açıyorum. İkincisi özeldir, kim talep ederse beni tenhada bulsun. Üçüncüsü ise kendime aittir.” buyurdular. Birinci, herkese ait olan hediye, ilm-i şeriattır ki umuma yani herkesin zahirine hitap eder. Ulema-yı zahir tarafından herkese tebliğ edilir. İkinci hediye ise özeldir ki, ilm-i tevhid-i hakikidir. Tevhid-i hakiki umuma, yani herkese ait olmayıp, özeldir ve ancak talep eden kimseye öğretilir. Sahabeden bazıları “Ben Hz. Resulullah’tan iki ilim öğrendim, birini herkese açıyorum diğerini öğrenmek isteyen ise beni tenhada bulsun.” demişlerdir. Bu beyandan anlaşıldığı gibi bazı sahabeler Hz. Peygamber Efendimizi tenhada bulup, zikr-i daim ve makamat-ı tevhid telkinine mazhar olmuşlardır. İşte bu özel olan tevhid-i hakiki davet ve irşadı, bu gün hidayet-i nur-u Muhammed mazhariyetiyle, insan-ı kamil olan veliler tarafından yapılır. Her kim bu davet ve telkine icabet eder, kamil mürşidin irşadına mazhar olursa, tevhidin hakikati sırrına arif olur. 

Gir sen irfan-ı cennete 
Gark ol safa-yı izzete
Ermek dilersen devlete 

Her nefes zikrullah eyle
Kalb ile fikrullah eyle

Cennet iki türlüdür: Biri amel cenneti, diğeri ise irfan cennetidir. Amel cenneti, kulların amel-i salihleri mukabilidir ki, oraya ancak ahiret aleminde, iyi ve güzel amellerle girilir. Cennet-ül irfana ise bu alemde zikrullah, fikrullah ve tevhid-i hakiki keşfi irfaniyetiyle girilir ve bir daha oradan çıkılmayıp daim cennet-ül irfanda zevklenilir. İşte Fehmi Efendi Hazretleri “Cennet-ül irfana dahil olup, orada olmanın zevkine ulaş. Bir kula bu makam ve mevkiden daha sefalı bir izzet, devlet yani rütbe ve itibar olmaz.” diyor. Çünkü cennet-ül irfana dahil olan bir kul, hep Hak’la olup, cemalullahla zevklenir. Vesselam.

Sıvadan kalbin eyle pak
Tecelli etsin hubb-i Hak
Sücud-ı kalb odur mutlak

Her nefes zikrullah eyle
Kalb ile fikrullah eyle

Kalbinde Hak'tan başka hiç bir şey kalmayıp tertemiz olsun. Tevhid-i hakikinin keşfi her kimde hasıl olursa, o kimsenin kalbinde gayriyet olmaz. O kulun kalbi pak olup Hakk’ın muhabbetine mazhar olarak hep Hak’la olur. Kalbin secdesi ise, kulun Hakk’ın karşısında kendi fenasının, yani acziyet ve yokluğunun müşahedesi ve irfaniyetidir.

Tevhid et Hakk’ı Hak ile 
Ef’al sıfat-ı zat ile
Gir ol vücud-ı vahide 

Her nefes zikrullah eyle        
Kalb ile fikrullah eyle

Cenab-ı Hakk’ın vücudu vahid’dir, bir’dir, yani vahdet-i vücuttur. Bir/Vahdet olan vücudun zuhuru mahiyet ise, Hakk’ın ef’al, sıfat ve zatıdır. İşte bunlar nedir, nasıldır? gibi müşküllerin cevabı ancak zikrullah, fikrullah uyanıklığı ve makamat-ı tevhidin keşfi irfaniyetiyle vahdet-i vücuda girip, gark olmakla hallolur. Başka türlü asla hallolmaz.   

Mahvet vücudun kıl fena 
Fena-yı tamda bul beka
Yetmez mi sana bu safa 

Her nefes zikrullah eyle
Kalb ile fikrullah eyle

Kudsi hadiste Cenab-ı Hak “Ey kulum! Sen yok / fena olmadıkça bana kavuşamazsın. Ben tecelli etmedikçe sen yok / fena olamazsın.” buyurmuştur. Vücudun mahvı, kendimizin ve cümle alemin nisbi varlığının fenasına, yokluğuna arif olup keşfetmekle olur. Bizim kendimize ve cümle aleme ait olup da var zannettiğimiz cümle varlıklar, Hakk’ın zuhurundan başka bir şey değildir. İşte makamat-ı tevhid irfaniyetiyle kendi nispet varlığımızın yokluğunun anlaşılması, kulun fenasıdır. Hakk’ın kulun yokluğundaki zuhuru tecellisi ise bekadır. Bu keşfe ve marifete ulaşıp mazhar olmak ise, kulluğun en ala sefasıdır. Vesselam.


Uyandır kalbin arif ol 
Salat-ı hamse dahil ol
Huzur-ı Hakk’a kaim ol

Her nefes zikrullah eyle
Kalb ile fikrullah eyle

Kur’an-ı Kerim’de “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler ancak zikrullah ile tatmin olur.” (Ra’d, 28) buyrulmuştur. Bu itibarla Fehmi Efendi “Zikr-i daimle kalbin uyanık olsun ki, bu uyanıklık ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle arif ol. Salat-ı hamse, beş vakit kılınan namazdır ki; sakın beş vakit namazı terk etme.” diyor. Çünkü Kur’an’da “…Namaz müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.” (Nisa, 103) Buyrulur. Bütün alem-i halk, beş vakit namazı terk edip de kılmasa, bir tek daim zikir ve tevhid-i hakiki arifi kalsa, o beş vakit namazı kılar asla terk etmez. Aynı zamanda böyle bir arif, daim zikir ve tevhid-i hakiki kemalatıyla bir an dahi Hak’tan ayrı olmaz. İşte Fehmi Efendi Hazretleri “Sen de daim zikirle kalbini uyandır, beş vakit namazını kıl, tevhid-i hakiki irfaniyetiyle hep Hak’la ol, yani sen Hakk’ın zuhuruyla var olduğuna vakıf ol.” buyuruyor.

Fehmi’nin sözün yad eyle
Sırrına ermek cehdeyle
Ol dil ve canı şad eyle 

Her nefes zikrullah eyle
Kalb ile fikrullah eyle   

Arifbillah Hasan Fehmi Hazretleri “Sözlerimi hatırla ve güzel sesinle bu ilahileri okuyup sözlerimin dışı ile yetinme, sözlerin içine, hikmetine ulaşıp da sırrına vakıf ol. Gayretin bu olsun ki, o zaman zikrullah ve fikrullahla kalbin ve ruhun şenlenir, mutlu olur, felah bulursun.” buyuruyor. Çocuklar cevizin dışı ile oynayıp avunurlar, olgun insan ise cevizin içiyle ilgilenir. Velilerin ilahileri de ceviz gibidir ki, içi mana ve hikmet yüklüdür. Kamil, olgun kimse velilerin sözlerindeki mana ve hikmetle meşgul olur. Vesselam.

Hiç yorum yok: