23 Ağustos 2011 Salı

Gelin tevhid edelim Lailaheillallah

Gelin tevhid edelim Lailaheillallah
Hakk’a doğru gidelim Lailaheillallah

Lailaheillallah, tehvidin lafzıdır, kelimesidir. Fehmi Efendi “Geliniz, tevhidin lafzından, tevhidin hakikatine yönelelim ve Hakk’a vuslata gidelim.” diyor. Çünkü bir kul, ancak tevhidin hakikatine ulaşırsa Rabbine vasıl olup, kavuşur.

Dertlerimizin dermanı tenlerimizin canı
Canlarımızın cananı Lailaheillallah

Kur’an-ı Kerim’de “…ve insanın yaratılışına çamurdan başladı. Sonra onun neslini bir usareden, hor görülen bir sudan oluşturdu. Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi.” (Secde, 7-9) buyrulmuştur. Ruh, Türkçede can demektir. Çamurdan yaratılan bedeni, teni ayakta tutan ruhtur, candır. Ki Ruh Hakk’ın kendi ruhundandır.
Niyazi Mısri Hazretleri ise: ‘Nefs ruh ile zindedir.’ Buyurmuştur. Bu itibarla mutlak varlık olan ruh, her bir varlığın özü ve aslıdır. Bir kulun derdi eğer Allah’a kavuşmak olursa, o derdin dermanı ancak kulun Allah’a kavuşmasındadır, yani çare Allah’tır. Çare başka yerlerde olmaz, çünkü Allah cümle varlığın asl-ı hakikatidir. Bizim canımız olan hayatımız da Allah’ın hayatından ayrı değildir. Çünkü ruh / can, cümle varlıktaki hayatla açığa çıkar. Bu itibarla cümle canların cananı Allah’tır. İşte bunun anlaşılması için kulun Lailaheillallah’ın hakikatine vakıf olması gerektir. Allahualem.

Hakk’a doğru gidelim Hak’la Hakk’ı bulalım
Hak yolunda ölelim Lailaheillallah”

Ölüm ikidir: Biri izdirari ölüm, yani mecburi ölümdür.” Küllü nefsin zaikatülmevt... / Her nefis ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran, 185) ayetinin hükmüdür ki, doğan ve yaşayan her şeyin bir zaman sonra ölmesi, yani bu alemden ayrılmasıdır. Diğer ölüm ise, ihtiyari ölümdür.
Bu ölüm, Hz. Peygamber’in “Ölmeden evvel ölünüz.” beyanındaki  ölüm olup, kulun bu ölümle ölüp veya ölmemesi, kendi elindedir, ihtiyarındadır. Kul isterse ölür, isterse ölmez. İşte burada ifade edilen Hak yolunda ölmek, ihtiyari ölümdür, kulun ölmeden evvel ölmesidir. Her kim ki, ölmeden evvel ölürse, Hakk’a vuslat eder, Hakk’ın ebediyeti olan bekasına kavuşur. O kulun gayriyeti olmadığından, onun müşahedesinde hep Hak olup, Hakk’ı görür, Hak işitir, Hak söyler; yani onun irfaniyeti, hep Hak’la Hak olmaktır ki; böyle bir irfaniyet ve kemalat bulalım, buyruluyor.

Nar-ı aşka dalalım yanalım kül olalım
Bahr-ı vahdet bulalım Lailaheillallah

Süleyman Çelebi Hazretleri mevlütte “Her kimde aşk nişanı vardır, akıbeti maşukunu er görür.” Diyor. İşte Aşk-ı ilahiye mazhar olan kulun kendine ve aleme nispet ettiği varlığı fena bulup, kül olur ve vahdet denizini yani Rabbin Bir’liğini bulur. Bunu beyanla “İlahi aşka mazhar olup, tevhid-i hakiki irfaniyetiyle Hakk’ın vahdetini, bir’liğini bulalım.” buyruluyor.

Sular gibi akalım kuşlar gibi uçalım
Dost ile buluşalım Lailaheillallah

Zikir ve tefekkür kanatlarıyla kanatlanalım ve tevhidin hakikatine uçup yükselelim. Suların hiç bir engel tanımadan, gayret ve azimle denize kavuşmak için aktığı gibi, biz de gayret edelim. Mümin kulun yegane dostu / mevlası olan Cenab-ı Hak’la buluşup, ona vuslat edelim...

Sular gibi çağ u çağ dolaşalım dağ u dağ
Bulalım umman-ı Hak Lailaheillallah

Suların; dağların, yücelerinden çağlayarak engine akıp, ovada nehir olması ve nehrin de denize akıp, denize gark olması gibi, biz de nispet varlık dağımızın yüceliğinden, zikr-i daimle çağlayarak akalım, tenezzül ovasına inip, tevhid-i hakiki irfaniyet nehriyle ummana, yani Hakk’a kavuşup, gark olalım. Demektir. 

İçelim meyhaneden olalım divaneden
Çıkalım bu haneden Lailaheillallah

Meyhaneden maksat, kamil mürşidin meclisidir. Orada ehl-i aşk, sohbet ve muhabbetullahla meşgul olduğundan o meclisten ancak tevhid-i hakiki irfaniyeti tahsil edilir. İşte Hasan Fehmi Hazretleri “Böyle bir meyhane bulalım, biz de oraya dahil olup, o meclisin muhabbetinden istifade edip nasiplenelim de bu nispet varlık hanesinden kurtulup çıkalım. Varsın cahiller kınayıp, bize divane, sarhoş desin.” diyor.
Bu itibarla ehl-i hakikat olan Melamiler; halkın dediğine değil, Hakk’ın dediğine bakar ve onu gözetirler. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’de Melamiler hakkında “Ey inananlar, içinizden kim dininden dönerse Allah onun yerine öyle bir kavim getirir ki; Allah onları sever, onlar Allah’ı severler, onlar müminlere karşı boyunları büküktür, mütevazi ve merhametlidirler. Kafirlere karşı başları dik / izzetlidir. Onlar, Allah yolunda mücahede ederler, dil uzatanın levminden / kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın dilediğine yönelttiği bir lütuftur / ihsandır…” (Maide, 54) buyrulur.

Tac u tahttan geçelim keçe külah nidelim
Nurdan hırka giyelim Lailaheillallah

Tac u taht, keçe külah; bunlar eskiden tekkelerdeki dervişlik ve mürşidliğin alametleridir. Orada mürşidler özel kıyafet giyer, özel oturakta, yani tahtta vb. otururlardı. Halen günümüzde bu tekke geleneğini sürdürenler vardır. Bu zevatın itibar ve kıymetleri, başındaki taç, takke, sarık ve oturdukları post, minder, taht icazet vb. dir.
Bunların mensupları ilme, irfaniyete ve kemalata kıymet vermezler. Tacı kim giyip, başına sarığı kim sarmışsa, tahtta / postta kim oturmuşsa ona biat ederler. O biat ettikleri mürşitlerinden, şeyh ve liderlerinden yanlış işler, cehalet vb. şeyler zahir olsa dahi itiraz etmezler. İtirazı taca, taht’a ve makama saygısızlık veya sadakatsizlik olarak değerlendirirler. İlme ve irfaniyete kıymet vermediklerinden onların mürşitleri, kendine biat edenlerin bu körü körüne teslimiyetlerini, biatlerini istismar ederek, maddi, siyasi ve ekonomik vb. beşeri menfaat temin eder.
Bu tür uygulamalar, İslam dininin hem zahirine, şeraitine, hem de hakikatine terstir. Dinimiz, ilme değer verilmesini ister. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak “De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...” (Zümer, 9) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz: “Dünyayı isteyen ilme sarılsın. Ahireti isteyen, ilme sarılsın. Her ikisini isteyen yine ilme sarılsın.” buyurmuşlardır. Yine Kur’an-ı Kerim’de emanetin ehline verilmesi emredilir. (Nisa, 58) Bu emanet ilim emaneti de olur, başka emanetler de. Bunu beyanla Hz. Pir Efendimiz “Tevhid gibi emanet olmaz.” buyurmuştur.
Melamiler, ehl-i hakikat olup, taç, külah, sarık, post, taht, diploma, icazet gibi şeylere bakıp da insana değer vermezler. Melamiler, ancak insandaki ilim ve irfaniyete değer verirler. “Hikmet, müminin kaybolmuş kendi malıdır.” hadisinde beyan edildiği gibi hareket edip ilim ve irfaniyeti nerede bulurlarsa, o kemalat ve irfaniyete hürmet ederler. Kişinin adı, unvanı ne olursa olsun. Hz. Ali’nin dediği gibi ‘Söyleyene değil, söylenene bakarlar.’
Ehl-i tevhid-i hakiki olan Melamiler, surete yani özel kıyafete, post’a, taht’a itibar etmedikleri gibi, bunlardan bir medet de beklemezler. Sohbet ve zikir etmek için tekke, zaviye gibi özel mekan aramazlar. Çünkü, onlar daim zikir ehli olduklarından, her nefeste ve her yerde zikrederler. Sohbet ve muhabbetlerini ise gerek kahvehanede, gerek işyerinde, gerek kaldırımda yapıp, ilim ve irfaniyetin var olduğu herkesle ve her yerde sohbet ederler. Melamilerin amaçları ilim, irfaniyet, hikmet ve Muhammedi kulluk mazhariyetidir. Bu itibarla “Şekil ve surete, yani keçeye, külaha, taca, tahta, posta, iltifat etmeyelim. Nurdan hırka olan tevhid-i hakikinin irfaniyet ve kemalat elbisesini giyelim.” buyruluyor.

Karga bülbül halinden anlamaz hiç razından
Talibi’nin sözünden Lailaheillallah

Karga, leş yiyici, sürü halinde yaşayan bir kuş olup, leşin cazibesiyle hep birden öterek çığıran mahluktur. Peygamber Efendimiz: ‘Dünya leştir.’ buyurmuşlardır. Ehl-i dünya olan kimse, cehaletle kendinin ve cümle alemin varlığının Hak’tan ayrı olduğu zannındadır. Bu itibarla ehl-i dünya, kendi nispet varlığını aziz tutar ve o nispet varlık zannı onu Hak’tan ayırarak, onun dünyası yani leşi olur. Leşe ise ancak kargalar hürmet ederler. Bu gibi kimselerin meclislerinde herkes, kendi varlığını diğerinden daha üstün gördüğünden, kimse kimseyi dinlemez, her birinin nispet varlık ve benliklerinin oluşturduğu ‘leş’in cazibesiyle birbirlerini dinlemeyip hep birlikte konuşurlar, yani kargalar gibi çığırıp gürültü ederler.
Bülbüller ise, gülün aşk ve cazibesiyle tek tek öterler. Gülün kokusu ise Resulullah Efendimizin kokusu olup, Nur-u Muhammed zuhurunu remzeder. İşte ehl-i aşk ve tevhid-i hakiki arifleri, bülbül gibi zikr-i daim ile meşgul olurlar ve Nur-u Muhammed’in zahir olduğu kemalat ve irfaniyeti ararlar. Onların meclisinde, hep birden konuşulmaz. Bülbülün tek tek öttüğü gibi, biri konuşur, diğerleri dinlerler, böylece onların meclisinde zahir olan marifet ve kemalattan meclisteki herkes istifade eder.
Bülbülün yani ehl-i aşk olan ariflerin yüce gayesi, Muhammedi bir kullukla Hakk’a kavuşmaktır. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Karga gibi olan kimse, bülbül gibi daim zikreden aşk ehlinin dilinden ve halinden anlamaz.” diyor. Çünkü bülbül olanın halinden, ancak bülbül olan bilir ki, Hz.Pir ‘Arifi, yine arif olan bilir.’ buyurmuştur.

Hiç yorum yok: