14 Ağustos 2011 Pazar

Sen bir aşıksın ma’şukun nerde

Sen bir aşıksın ma’şukun nerde
Haber almışsın uzak bir yerde
Sil gözünü gör ma’budun nerde
Abid olur mu ma’buda perde

Halk-ı alemin, ilm-i zahirle olan Allah bilgisi şöyledir: Allah cümle alemi ve bizi yarattı, Hakk’ın yaratmış olduğu her şey mevcut ve meydandadır. Fakat Hakk’ın kendisi ise mevhumdur, görünmez. İşte Allah bilgisi ve anlayışı böyle olduğundan ehl-i zahir, kendini ve cümle alemi Hakk’ın gayrı zanneder. Bu itibarla, Fehmi Efendi Hazretleri:
 “Ey ilm-i zahirle kendisini Hakk’a aşık zanneden kimse! Nerede ilahi sevgilin? Nerede sevip de kendinden uzak ve mevhum zannettiğin maşukun? Bu hal ve anlayışınla maşukun olan ilahi sevgili sana uzaktır. Eğer gözün bu anlayışla bakarsa, ibadet ettiğin ilahi sevgiliyi kendinden ayrı zannettiğin için, onu göremezsin. Gözünü sil, yani bu anlayıştan terakki ederek bu halini terk et, kendi nefsinde ve her yerde mevcut olan mabut, ilahi sevgili, hiç kula perde olur mu?’ diyor. Çünkü Kur’an’da “…Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır…” (İsra, 60) buyrulur.

Şirk sekri sende tuğyan eylemiş
Yol bulamazsın zevk-i tevhide
Soyun dal sen de bahr-ı muhite
Cevher bulunmaz her bir nehirde

Hz. Peygamber Efendimiz “Şirk ikidir: Biri şirk-i celi / açık şirk, diğeri şirk-i hafi / gizli şirktir. Ben ümmetimin gizli şirkinden korkarım.” buyurmuştur.
Şirk; ortakçılık, ortak olmak demektir. Açık şirk ehli şunlardır: Kelime-i tevhid olan “Lailaheillallah Muhammeden Resulullah / Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir.” Demeyip, böyle iman etmeyenlerdir. Bugünkü şirk-i celi / açık şirk müşrikleri, Cenab-ı Hakk’ı tanımayan ateistler, Hıristiyanlar, Yahudiler vb.dir. Açık şirkten kurtulmanın çaresi iman ederek “Eşhedü enlailaheillallah ve eşhedüenne Muhammeden abduhu ve resuluhu” deyip, kelime-i şahadet getirerek Müslüman olmaktır. Gizli şirk ehli ise, Müslüman olduğu halde imanı gereği, dili ile kelime-yi tevhidi, yani “Lailaheillallah Muhammeden Resulullah” der. Fakat cehalet ve zanla, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Hakk’ın varlığına bilmeden ortak olur ve gizli şirk işler. Gizli şirkten kurtulmanın çaresi ise, kulun kendi nefsinde ve afakında mevcut olan Rabbine vuslatıdır. Bu da ancak daim zikir ve tevhidin hakikati olan makamat-ı tevhid müşahedesi ve zevkiyle mümkündür.
 Bahr-ı muhit, her şeyi ihata edip kuşatan uçsuz bucaksız büyük deniz demektir ki, mürşid-i kamili remzeder. Çünkü kamilin kemalatı, her şey denilen cümle tecellileri ihata ettiğinden bahr-i muhittir. Bu itibarla ‘Ey gizli şirk ehli olan kişi, sen gizli şirkin çaresi olan tevhid-i hakiki marifetini kendi kendine tahsil edemezsin. Mürşid-i kamili bulup, onun irşadı olan zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetine ulaş ki, ancak o zaman Rabbine vuslat zevkine mazhar olursun.’ buyruluyor.
‘Her bir nehirde cevher bulunmaz’ demek ise; her ilmin alimi, nehrin etrafını belli bir sınırla faydalandırdığı gibi, alim de ihtisas sınırı dahilinde etrafına faydalı olur, fakat her alim, tevhid-i hakiki cevherine arif olmaz. Çünkü mücevher, nehir derinliği ve sınırlarında olmayıp denizden çıkarıldığı gibi, tevhid-i hakiki cevheri de her alimde olmaz, ancak bahr-i muhit olan mürşid-i kamilde bulunur, demektir.

Bülbül zevk almaz altın kafeste
Nice durursun sen bu zulmette
Uçur şad eyle murg-ı ruhunu
Seyran eylesin enfus afakta

Mürşid-i kamil Hasan Fehmi Hazretleri ‘Bülbülün bulunduğu kafes onun gerçek vatanı olmadığı için, bülbülün kafesi altından bile olsa zulmet ve zindandır.’ diyor. Bu itibarla bir kimse, hangi rütbede ve mevkide olursa olsun, kendi suret ve nefsinde mevcut olan Hakk’ın varlığından ayrı ise, o kimsenin benliği / sureti, ona kafes ve zindan olup, o kimsenin zulmeti olur. Nasıl ki bülbülün kurtuluşu, felah ve mutluluğu kafesini terk edip asli vatanına uçup kavuşmasıysa, Fehmi Efendi Hazretleri ‘Senin varlığın da kendine nispetle sana zulmet olup, senin eziyet ve huzursuzluğundur. Senin huzurun, felah ve kurtuluşun, cehaletle kendinin zannettiğin cümle nispet varlık kafesini ifna edip, ulviyete uçup yükselmendedir, yani asli vatanın olan, kendinde ve cümle varlıktaki Rabbine yükselip kavuşmandadır.’ diyor. Çünkü kulun en yüce mutluluğu ve hürriyeti, enfus ve afakta Rabbine vuslat edip onu seyretmesidir. Allahualem.

Aşık olanlar irfan buldular
Zevke erdiler aklın ardında
Mecnun olmadan Leyla bulunmaz
Akıl kalır mı dar-ı mahbubda

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Akl-ı maaş, akl-ı mead ve akl-ı kül / kamil olmak üzere, akıl üçtür.” diyor. Akl-ı maaş; dünya maişetiyle ilgili olan akıldır. Yani ticaret, sanatkarlık, ziraat, idarecilik gibi beşeri işlere taalluk eden akıldır. Akl-ı mead, uhrevi akıldır ki, akl-ı mead olan kişi, bir iş yapacağı zaman ahireti gözeterek, haram ve helale dikkat ederek yapar. Akl-ı kül / kamil ise; Rabbinden gayrı görmez, Rabbine vasıl olan akıldır. Akl-ı kül olan, daima Rabbiyle beraber olup ondan ayrılmaz, vesselam. Mecnun, aşk-ı ilahinin sembolü olan aşıktır. Leyla ise, ilahi aşkın maşuku olan ilahi sevgilidir. ‘Her kim ki, aşk-ı ilahiye mazhar olursa, o kimse tevhid-i hakiki keşfi irfaniyetiyle ilahi sevgiliye vuslat zevkine erer. Bu itibarla akl-ı maaş ve akl-ı meadla Leyla, yani ilahi sevgili bulunmaz’ buyruluyor. Demek ki Leyla’yı, illaki aşk-ı ilahi mazhariyetiyle Mecnun olup, akl-ı küle ulaşanlar bulup, ona kavuşur.

Mürüvvet ettin beni bu derde
Her kim koyduysa olsun cennette
Mecnun’a bir şey sual olunmaz
Yazmadı kalem levh-i mahfuzda

Mecnun, bir gün oturmuş yazı yazıyor. Demişler ki ‘Ne yazıyorsun ey Mecnun?’ ‘Leyla yazıyorum.’ demiş. Deftere bakıyorlar hep Leyla... Leyla... yazmış. Demişler ki, böyle yazı mı olur, yazı dediğin bir şeylerden bahseder. Mecnun cevaben: ‘Ben Leyla'dan başka yazılmaya layık bir şey görmüyorum.’ demiş. Bu itibarla, “Mecnuna bir şey sual olunmaz”.Demek, aşığın aşkı anlatılamayıp, ancak aşık olunmakla bilinir demektir. Bunu beyanla Hz. Mevlana: kendisine aşkı soranlara “Ben olda bil” buyurmuştur. 
Levh-i mahfuz, muhafazalı levha demektir. Levh-i mahfuz, kulun ilahi marifete mazhar olmuş gönlüdür. Ki her kim Allah aşkıyla ilahi marifete mazhar olursa, o kul gönlündeki her tecellide ilahi sevgiliden, yani Rabbinden gayrı görmeyip, her daim cümle tacellide Rabbiyle vuslatta olmasıdır. Kalem ise, kendisinde mevcut olan mürekkebi, kelimelerle isimlerle açığa çıkarır.Mana yönüyle kalem, kulun kesretle meşgul olmak hali olup, bu hal üzere olanın nazarında hep esma, suret ve halk vardır. Çünkü kalemle yazmak isim ve kelimeleri açıkladığından kesret icap eder. Levhi mahfuz ise kulun gönlündeki cümle tecellide Allah’la vahdet hali olduğundan; kalem levhi mahfuzda yazmaz. Yani nazarında halk ve suret kesreti olan kulun marifeti, levhi mahfuz kemalatına ulaşamaz demektir. İşte aşığı bu keyfiyet ve zevke ulaştırıp terakki ettiren Allah derdidir ki, derd-i ilahi her kimde varsa, ancak o dertli bu menzilleri  bulur ve ilahi marifete mazhar olur. Vesselam.
Allah derdi; adı, unvanı ve makamı ne olursa olsun ağyar dertlilerinde,yani hak’tan başka şeyle dertlenende asla bulunmaz ve böyle kimselerden elde edilmez. Derd-i ilahi, ancak Allah aşıklarından ve dertlilerinde bulunur ve ancak onlardan elde edilir. İşte bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Beni derd-i ilahiyle kim dertlendirdiyse, Allah ona iyiliklerde ve ihsanda bulunup, cennetini ihsan etsin diyor.

Cemal-i yare bakarken Fehmi
Tevhid hançerin duymadı canda

Hz. Yusuf’u satın alan melikin karısı Zeliha'yı arkadaşları, bir asilzade köleye nasıl aşık olur, diye kınadılar. Bunun üzerine Zeliha onları evine davet edip, ellerine bıçak verip meyve ikram etti ve Yusuf’u çağırdı. Onlar da Yusuf ’un güzelliğini görünce mest oldular ve ellerindeki bıçaklarla ellerini kestiler de hiç farkına varmadılar.
Yusuf Suresi’nin (30-31.) ayetlerinde bahsedilen ve özetleyerek anlattığımız bu hadiseyi, Hasan Fehmi Hazretleri, bugünkü muradı üzere tevil ederek “Hakk’ın cemal tecellisinin müşahedesinden hasıl olan sarhoşluk zevkine mazhar oldum. Cehalet ve zanlardan oluşan nispet varlığımı tevhid-i hakiki irfaniyet hançeriyle kesip, Hakk’a vuslata erdim.” diyor ve devamla “Tevhid-i hakiki hançeriyle nispet varlığımın fena olup kesilmesi, zahiren bıçakla bir azamın kesilmesi gibi bana acı vermedi.” diyor. Çünkü tevhid-i hakiki irfaniyetiyle Rabbin cemalini gören kul, zevkullaha mazhar olur ki; bir kul için bundan daha ala bir zevk, asla olmaz. Allahualem.

Hiç yorum yok: