14 Ağustos 2011 Pazar

Gel ey aşık-ı biçare cihanda gezme avare

Gel ey aşık-ı biçare cihanda gezme avare
Var iken derdine çare ara bul onu bir yerde

Kur’an-ı Kerim’de “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) buyrulmuştur. Ki bu ayette bahsedilen abdiyet, kulluktur. Sahabe-yi kiramdan İbni Abbas (ra.) “Bu ayetteki abdiyetten maksat, ehl-i tevhid ve arif olmaktır.” diye yorumlamıştır. Hz. Pir’in ikinci kuşak halifelerinden Prizrenli Hacı Kamil Toska Hazretleri “Bu ayetteki abdiyette, yani kullukta üç hikmet vardır: Birinci hikmet, amel-i salihtir. İkinci hikmet, yakaza ki, zikr-i daim uyanıklığıdır. Üçüncü hikmet ise, tevhid-i mabuddur.” diyor.
Amel-i salih, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de yapın ve yapmayın dediği, kulun yapmasından ve yapmamasından razı olduğu cümle emirleri ve yasaklarıdır. Yakaza ise, Cenab-ı Hakk’ın emirlerine ve yasaklarına riayetle beraber, zikr-i daim uyanıklığıdır. Tevhid-i mabut ise, ibadet ettiğin ve zikrettiğin Allah’ı tevhid-i hakiki irfaniyetiyle tevhid etmektir. Demek ki kulun yaradılışının ideal amacı, Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmak olan ahkama riayetle beraber, zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle Rabbine kavuşmasıdır. Ki, bu aynı zamanda şahadet alemi olan bu aleme gelişimizin yüce gayesidir. Bu itibarla:
‘Ey derdine çare bulamayan çaresiz ve gayriyet aşkına tutulmuş olan kimse! Bu alemde başı boş gezme, ömrünü boş yere harcama, vakit var iken derdine çare bul. Çünkü senin yaradılışının yüce bir gayesi var ve yaratılışının o yüce gayesine ulaş.’ buyruluyor.

Çün dersin aşıkım ben de hani Hak sevdası sende?
Duran huzurda bir merde eder mi boş yere secde?

Muhabbetin ziyadesi ve şiddetlisine aşk denir. Herkeste aşk vardır, aşksız kimse olmaz. Çünkü kulların yaradılışı aşk iledir.Bunu beyanla Hadis-i kudside “Ben bilinmekliğimi muhabbet ettim, halkı yarattım.” buyrulur. Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti, herkeste yaratılışından potansiyel olarak vardır. Bu muhabbetini karşı cinse aşık olmak veya mala mülke, mevkie veya güzel sanatlara vb. muhabbet ederek veya ahiret nimetine rağbet ve muhabbet ederek açığa çıkarır. Halbuki muhabbet, aşk; Allah’a olursa ancak kulu yaradılış gayesine götürüp yaratıcısına kavuşturur. Mert huzurunda durmak ise, kamil bir mürşidi bulup, onun meclisine dahil olup, onun irşadına mazhar olmaktır. Secde ise tevazu göstermeyi ve kulun acziyet ve yokluğunu ifade eder. Secdenin iki yönü vardır, biri vakit namazlarında yapılan secdedir ki, bu secde kalıbın secdesi olup, bedenle belli vakitlerde yapılan secdedir. Kur’an’da “Onlar namazda daimdirler.” (Mearic, 23) Buyrulur. İşte secdenin ikinci yönü, ayette beyan edilen daim namazın secdesidir. Daim namaz vakit namazının hakikatidir ki, kulun her an Hakk’ın huzurunda olmasıdır. Bunu beyanla Yunus Emre Hazretleri:

Aşk oldu imam bize, gönül cemaat
Kıblemiz dost yüzüdür, daimdir salat.

 diyor. Daim namazın secdesi, kulun Rabbine vuslat / kavuşma yakınlığını ifade eder. Çünkü ayette “Secde et ve yaklaş” (Alak, 19) buyrulmuş olup, hadis-i şerifte ise “Kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır.” beyan edilir. Bu itibarla secdenin hakikati, kulun her anda ve her tecellide Rabbine vasıl olmasıdır.
Bunu beyanla Hasan Fehmi Hazretleri ‘Ey kendini Hakk aşığı zanneden kimse, Hakk aşkına mazhar olmak istersen, mürşid-i kamili ara bul. O mert şahsiyeti bulanlar, kalıp ve bedenle yaptıkları secdeyle yetinmeyip, secdelerini hem zahiren, hem de hakikat üzere yaparak; secdenin hakikati marifetiyle Hakk’a yakın olup, Hak’tan gafil olmayanlardır.’ diyor ve devamla ‘Sen de onlara karış da secdenin hakikatine ulaş.’ buyuruyor.

Sakın sen kendini hardan şefaat umma gel körden
Atar aşağı bir yerden geçer ömrün boş yerde

Hz. Pir’in ikinci kuşak halifelerinden Prizren Rahovesli Abdülmalik Hilmi Hazretleri ‘Seni Hakk’a götürecek olan mürşid kimdir bildireyim ki, sen de bu ölçülerle onu ara bul.’ diyor ve devamla: ‘1. İlm-i şeriatın mürşidi, 2. Tarikat mürşidi, 3. Hakikat mürşidi olmak itibarı ile üç türlü mürşid vardır. Bunlar halkı irşad ederler. Şeriat mürşidinin anlayışı şudur: Allah bizi ve alemi yaratmıştır. Allah bu alemde isimleri ve sıfatları ile zahirdir ve bizi imtihan etmektedir. Alem-i ahirette cennet veya cehennemine muhatap olacağız bilgisi ve anlayışıdır. Bu anlayışın sahibi kendini Hak’tan ayrı zanneder ve Hak’tan mahcuptur, perdelidir. Şeriat yolunun mürşidinin irşadı, seni Hakk’a götürmez. Tarikatın mürşidi ise, Cenab-ı Hakk’ı ehl-i şeriat gibi bilip, onlar da Hak’tan mahcup ve perdelidirler. Yaptıkları bazı tesbihat ve virdlerle hal elde ederler ve bu hali kulluğun yüce kemalatı zannederek Cenab-ı Hakkı, o halle kaydederler. Tarikat mürşidi de kendini Cenab-ı Hakk’ın gayrı zanneder ve kendisi Hakk’a vasıl olmamıştır. Tarikat mürşidinin irşadı da, seni Hakk’a vuslata götürmez. Çünkü kendisi Hak’tan perdelidir, mahcuptur vesselam. Cenab-ı Hakk’ın cümle alemlerde ve bu alemde mevcut olan zuhuru; birincisi zat tecellisi, ikincisi sıfat tecellisi, üçüncüsü esma tecellisi, dördüncüsü ef’al tecellisiyledir. Hakk’ın zuhuru bu dört tecellinin harici değildir. İşte Hakikatin mürşidi, nispet varlığını fenafillah keşfi irfaniyetiyle fena edip, kendi nispet vücudu olmaksızın Hakk’a vuslat etmiş, zat, sıfat, esma ve ef’al tecellisiyle mevcut olan Cenab-ı Hak’la var olup, Hakk’ın bu tecellilerinin müşahedesiyle arifibillahtır. İşte bu mürşidin yolu seni Hakk’a vuslata götürür. Çünkü kendi Hakk’a vasıl olduğundan, onun telkin ve irşadıyla sen de cevheri aslın olan Rabbine kavuşursun.” diyor. Velhasıl Abdülmalik Hilmi Hazretlerinden özetle naklettiğimiz bu mana ve hikmeti beyanla Fehmi Efendi diyor ki:
‘Sakın kendini hardan / dikenden, yani cehil dikeninden ki, diken Hak’tan mahcup / perdeli olan kör ve cahil mürşit demektir. İşte böyle bir mürşidden yol göstericilik ve irşad bekleme, seni rüya tabiri, tesbihat ve bazı virdlerle, vehimlerle oyalayıp avutur ve sen de Rabbine vuslat derdine şifa bulamayıp, yaratılışının yüce gayesine ulaşamazsın, kalırsın yarı yolda ve ömrün boşa geçer.’ 

Ara bir mürşid-i kamil olasın ilmine nail
Bilişin cümle et zail erersin zevke her yerde

Kur’an-ı Kerim’de “…eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun” (Nahl, 43) “…sorun zikir ehline eğer bilmiyorsanız” (Enbiya, 7) başka bir ayette ise “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na varıp kavuşmaya vesile arayın. O’nun yolunda mücahede / gayret edin ki felaha / kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 35) buyrulmaktadır.
Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri ‘Bu ayette ifade edilen vesileden maksat, mürşid-i kamildir.’ diyor. Bu itibarla arifibillah Fehmi Efendi ‘Mürşid-i kamili ara bul, onun zikr-i daim ve ilm-i tevhid irşadıyla, sen de cehalet ve zanlarından oluşan anlayışlarını terk et. Onun telkin ve irşadına riayet et, o zaman nefes alıp verdiğin her yerde ve her zamanda, Rabbine vuslat zevkine ulaşırsın.’ buyuruyor.
Seni iğfal eden cahil o Hak’tan kendisi gafil
Bu sözler hep sana vafir tutarsan pendimi sen de

Peygamberler, veliler ile filozoflar arasındaki fark şudur: Filozoflar teori üretir, fikir üretir, fakat ürettiği teoriye kendisi uyar veya uymaz. Peygamberler ve veliler ise tebliğ ettiklerine evvela kendileri kesinlikle iman eder ve uyar. Sonra tebliğ ederler. Yani peygamber ve veli tebliğ ettiğini kendi nefsinde yaşar. Çünkü ayette “Resul, Rabbi’nden kendisine indirilene inanmıştır, müminler de…” (Bakara, 285) buyrulmuştur. Bu itibarla mürşid-i kamil tebliğ ve telkin ettiğine kendisi de iman eder ve o irfaniyetle yaşar ve mazhar olduğu kemalat ve marifetle salikleri irşad eder. Cahil, nakıs mürşid ise, mekteb-i irfanın irfaniyetinden kendisi mahrum olup, Hak’tan da mahcuptur. Tevhid-i hakiki müşahedesine ermediği için, her yerde mevcut olan Cenab-ı Hakk’ı göremeyip Hak’tan gafildir ki, onun kendisi irşada muhtaçtır. Bunu beyanla Fehmi Efendi ‘Sözlerimi tut, öğütlerimi sakın yabana atma, bu sözler sana kafi gelir. Mürşid diye gidecek olduğun kimse kendi Hak’tan gafil ve mahcup olmasın, zikr-i daim uyanıklığıyla kendi Hakk’a arif olsun dikkat et.’ diyor.

Arama Hakk’ı sen nerde çu mevcuddur o her yerde
Arada sen iken perde Allah’ın nerde, sen nerde?

Zahir ulema zan ile Hakk’ı tenzih eder. Onlara Hakk’ı nerdedir diye sorsan; sağdan, soldan bütün yönlerden, taraflardan münezzehtir der ve Hakk’ı ‘ötelerin ötesidir’ diyerek mevhumlukla, görünmezlikle kaydeder. Tarikat ehli ise, Allah’ı teşbihle kaydeder, bunlar mürşidine veya bazı kimselere uluhiyet, rububiyet isnat eder ve Hakk’ı şahıslara benzeterek teşbih edip, kaydederek küfrederler. Velhasıl ehl-i zahirin tenzih olan itikadı eksik, yanlış olup, ehl-i tarikatın teşbihi batıl ve küfürdür. Doğru itikat ise, Hakk’ı kulun kendi nefsinde ve cümle alemde müşahedeye götürecek olan, tevhid-i hakiki irfaniyet ve kemalatıdır. Tevhid-i hakiki müşahedesi olmadan Hakk’ın mevcuttaki zuhuru bilinip gözükmez. İşte bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Sen tenzih ve teşbih ile Hakk’ı sağda solda arama, o her yerde mevcuttur. Kendi nispet varlığın Hakk’a vuslat etmene engel ve perdedir.’ diyor. Ve devamla ‘Zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle, var zannettiğin nispet varlıkları fena etmedikçe, kendinde ve cümle alemde, eşyada mevcut olan Allah’ı ayrı, kendini ayrı zannedersin.’ diyor.

Bu sözler hep seni irşad oku gönlünü eyle şad
Gidersin bir gün ansızın Fehmi bulunmaz ol yerde

Kur’an-ı Kerim’de “O gün geldiğinde siz üç sınıfa ayrılacaksınız. Biri uğurlulardır (ashab-ı meymene), uğurlular ne iyi haldedir. Diğeri uğursuzlardır (ashab-ı meş’eme), uğursuzlar ne kötü haldedir. Ve (sabikun) ileri gidenler, hedefe varanlardır. İşte (mukarribun) Allah’a yakın olanlar onlardır.” (Vakıa, 7-11) buyrulmuştur. Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi bu imtihan aleminde insanlar üç sınıf olup, bu üç hal ve anlayış üzere bu alemden göçerler. Hadis-i şerifte “Siz nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşr olursunuz.” buyrulmuştur. Hz. Mevlana “Ey oğul, sen neyi seversen ondansın, ey oğul sen neyi seversen o sun, ey oğul sen ancak sevdiğin şeysin.” diyor. Bir kimse, bu imtihan yeri olan şehadet aleminde hangi şuur ve anlayışa mensup olursa, yani hangi itikat, anlayış onda hakim ve galip olursa; o anlayış ve itikatla bu alemden göçer. İşte mürşid-i kamil Fehmi Efendi Hazretleri, bize ‘Bu beyitlerde anlattıklarım, hep sizin aydınlanmanız için irşattır. Sözlerimi tut ki, bu alemde gönlün Hakk’a vuslat sevinç ve neşesiyle dolsun.’ diyor. Ve devamla ‘Bir gün emr-i Hak vaki olur da bu alemden göçersin ve gitmiş olduğun berzah / kabir aleminde Fehmi Efendi gibi mürşid-i kamil bulamazsın.’ buyuruyor. Çünkü tebliğ ve irşad bu alemdedir. Cümle peygamberler, alimler ve mürşid-i kamil, bu alemde zuhur edip, insanları davet edip, tebliğ ve irşad ederler. Allahualem.

Hiç yorum yok: