14 Ağustos 2011 Pazar

Gir kamil gönlüne cennet dilersen

Gir kamil gönlüne cennet dilersen
‘Fedhuli’ buyurdu Kur’an içinde

Kur’an-ı Kerim’de “Ya eyyetühennefsül mutmainneh, irci’i ila rabbiki radıyeten mardıyyeh, fedhulii fii ibadii, vedhulii cennetii. / Ey emin ve mutmain olan nefs! Sen ondan razı, o da senden razı olarak Rabbine dön. Has kullarımın arasına dahil ol. Onlarla beraber cennetime gir.” (Fecr, 27-30) buyrulmuştur. “Fedhulii” gir, dahil ol demektir. Buradaki ”Fedhulii” gir benim has, kamil ve arif kullarımın arasına, sen de o has kullar gibi arif ve insan-ı kamil olarak, dahil ol benim irfan cennetime, demektir. Çünkü cennet ikidir: Biri amel cenneti,  diğeri irfan cennetidir. Amel cennetine alem-i ahirette, amel-i salih yani iyi ve güzel işler mukabilinde girilir. Cennet-ül irfana ise, bu alemde zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle dahil olunur. İşte bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Bu günkü cennet-ül irfana dahil olmak istersen mürşid-i kamili bul, onun gönlüne gir, yani onun irşadına mazhar ol, bu aynı zamanda Kur’an’ın ”Fedhulii” emridir.’ diyor.

Ol humapervazın sayesinde dur
Nail-i refah bul irfan içinde

Humapervaz, yüksek giriş yeri / mahalli olup, zamanın kamil mürşidi demektir. Çünkü kamilin marifeti Hakk’a taalluk ettiğinden makamı yüksektir. Şeyh-ül Ekber “İnsan-ı kamilin bir yüzü Hakk’a, bir yüzü halka bakar.” diyor. Bu itibarla mürşid-i kamilin mazhar olduğu telkin ve irşadı Hak’tır. Kamil Unsur, beşer yönüyle ise halktır, kuldur. Bu itibarla salik, ancak mürşid-i kamilin hak/gerçek olan irşadıyla ulviyete yükselir ve ruha mazhar olur. Çünkü ruh vahdettir, ve ruha mensup olanın gayriyeti kalmaz. Bunu beyanla ‘Mürşid-i kamile salik ol, çünkü kamilin telkin ve irşadından hasıl olan müşahede ve irfaniyetle ancak, bugünkü irfan cennetinin refah, saadet ve mutluluğuna erişirsin.’ buyruluyor.

‘Men raani’ çün buyurdu ol Resul
Gör ne cevher var sedef içinde
Hz. Resulullah Efendimiz “Men re’ani fegad re’al Hak / Beni gören Hakk’ı görür.” buyurmuştur. Resul, elçi demektir ki, vazifesi Hakk’ı ve Hak’tan geleni tebliğ etmektir. İşte ancak Resul tebliğinin irşadına mazhar olan kula Rabbi gözükür. Bu itibarla son peygamber olan Hz. Resulullah Efendimizin tebliğ ve irşadına mazhar olanlar ancak Hakk’ı görebildiklerinden, her kim Hz. Resulullah’ın tebliğ, telkin ve irşadına mazhar olmuşsa, o kimse Rabbini görür. Hadis-i şerifte “Alimler nebilerin varisleridir.” buyrulmuştur. Bugün Hz. Resulullah Efendimizin tebliğ ve telkini, varis-i Resul ve varis-i Resul’ün halifeleri olan veliler tarafından yapılmaktadır.
Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Nübüvvet ikidir: Biri nübüvvet-i risale, diğeri ise nübüvvet-i teşri’adır. Nübüvvet-i risale, ahir zaman peygamberi Hz. Muhammed (sav) Efendimizle son bulmuştur. Nübüvvet-i teşri’a ise veliler tarafından kıyamete kadar devam eder.” Diyor. Velhasıl nübüvvet-i teşri’a her zamanda mevcut olan makam-ı nübüvvetin insan-ı kamil olan veliler tarafında açıklanmasıdır. Bu itibarla, bir kimse nasıl ki Hz. Resulullah’ın tebliğ ve telkiniyle Hakk’ı görüp, müşahede ederse, nübüvvet-i teşri’a mazharı olan mürşid-i kamilin telkin ve irşadıyla Cenab-ı Hak müşahede edilip, gözükür vesselam.
Beyitte beyan edilen sedef, bazı denizlerde yaşayan ve içerisinden inci, mücevher çıkarılan deniz mahlukudur. Dalgıçlar denize dalıp, o mahlukun kabuğu içindeki mücevheri çıkarırlar. Fakat her sedefte mücevher bulunmayıp, bazılarında bulunur, bazılarında bulunmaz. Bu itibarla her alim sedef gibidir. Mücevher ise zikr-i daim ve tevhid-i hakiki irfaniyetidir. Her zamanda alimler çoktur fakat tevhid-i hakiki arifi çok azdır, her zaman mürşidler çoktur, kamil mürşid ise pek azdır ve zor bulunur. Hiç bir kimse mürşid-i kamilin telkin ve irşadı olan zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle arif ve kamil bir kul olmadan Rabbini göremez, Rabbine kavuşamaz. Bu itibarla ilim sahibi olan alimler içerisinde, ancak tevhid-i hakiki arif ve kamilinde Hakk’a vuslat cevheri / incisi vardır. Bunu beyanla: “Men re’ani/Beni gören Hakk’ı görür.” Resulullah sözünün mana ve hikmetine ulaşıp, Cenab-ı Hakk’ı müşahede cevherine ulaşmak istersen, alim olan sedefler içerisinde, ancak mürşid-i kamil sedefinde bu cevher bulunur buyruluyor. Allahualem.

Oku ezber ilm-i ledün dersini
Hikmet tulu etsin vicdan içinde

İlm-i ledün; ilm-i tevhid-i hakikidir. Hikmet ise, her şey olan halkı ve her şeyi halkeden Hakk’ı yerli yerinde görmek marifetidir. Mesela sual edilir ki “Allah bu eşyanın aynı mıdır, yoksa gayrı mıdır?” Yine cevap verilir ki “Allah eşyanın hem aynıdır, hem gayrıdır.” Fakat ‘Bu Hakk’ın ayniyeti nasıldır, gayriyeti nasıldır?’ diye sorsan herkes bilemez.
İşte bu ve benzeri Cenab-ı Hak’la ilgili meseleleri, ancak zikr-i daim ve ilm-i tevhid irfaniyetiyle, hikmete mazhar olanlar bilir. İşte bu ehl-i hikmetten olan Hz. Pir’in ilk halifelerinden Tikveş Kavadarlı Hacı Kadir Bey, yukarıda ifade edilen soruya cevap olarak: “Allah bu eşyanın zatı itibariyle aynıdır, Allah esma itibariyle bu eşyanın gayrıdır.” buyurmuştur. Velhasıl hikmet ehli Allah’ın tecellilerine arif olup, her şeyi yerli yerinde görendir. Vicdan ise, Hak’tan başka hiç bir gayriyetin olmadığı tertemiz bir kalb demektir. Cenab-ı Hak kudsi hadiste “Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım.” Buyurmuştur. Tevhid-i hakiki irfaniyetiyle arif ve hakiki mümin olanlar vicdan ehlidir. Vesselam. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “İlm-i ledün, yani tevhid-i hakiki keşfi irfaniyetine ulaş ki, kalbin vicdan olup, halkı ve Hakk’ı yerli yerinde görmek marifet ve hikmet aydınlığına kavuşsun.’ diyor.
Hakikat mürşide eyle intisab
Bulasın dermanı derdin içinde

Ehl-i kemal “Her köşede mürşidim diyen çoktur, lakin binde birinin irfanı yoktur.” demişlerdir. Hz. Mevlana ise “Her beyaz elbise giyeni doktor sanma, kasaplar da beyaz elbise giyer.” buyurmuştur. Hz. Pir Efendimiz “Hakk’ı bulmak kolaydır, lakin bulduranı bulmak zordur.” diyor. Hakiki / gerçek mürşit hususunda Bahaeddin Nakşibend Hazretleri “Hakiki mürşit ile nakıs / eksik mürşit arasındaki fark şudur ki; eksik / nakıs mürşit müridini kendine bağlar, kamil mürşit ise müridi Allah’a bağlar.” buyurmuştur. Bu itibarla eksik / nakıs mürşit pek çoktur. Çeşitli nam ve isimlerle anılırlar. Yaptığı ise müritlerine esma çektirip, fazla ibadet yaptırmak, rüyalarını tabir ederek kendisini rabıta yaptırmak. Yani müridin, fotoğrafla veya hayalen mürşidinin suretini gözünün önüne getirmesidir. Müridinin beşeri işleri dahil, başarılarının kendisinden olduğunu ima edip söylemek veya bazı tabilerine söyletmek yoluyla inandırırlar. Müridin başarısızlıklarının ise kendi sadakatsızlığından olduğunu, mürşidine sadık olsa idi bu başarısızlığın olmayacağını, mürşidinin nazar edip müridi her zaman her yerde gördüğünü ve onu kötülüklerden koruduğunu telkin ederek; siyasi, ekonomik, beşeri mevki ve makam menfaati sağlar.
Bazısı da şekil, suret düzüp, sakal bırakıp sarık sararak, cübbe, Hicaz fistanı giyerek, kendilerini yaşadıkları toplumdan farklı gösterirler. Özellikle ekonomik ve siyasi menfaat sağlayanları ise, Cumhuriyete, laikliğe, Atatürk’ün devrim ve ilkelerine olan düşmanlıklarını, kinlerini din haline getirmiş olup, cumhuriyet ve kurucusu ile uğraşıp, ona düşmanlığı dava, cihat, hizmet vb. isimlerle vasıflandırarak yüce bir gaye edinirler. Bu uğurda gayrimüslimlerle dahi ittifak etmekten çekinmezler. İslam dinine en fazla hizmet etmiş ve evrensel / cihanşümul din haline gelmesinde en büyük etken olup, Hz. Peygamber Efendimizin “Mehmet (Muhammed)” ismi ile anılan ve ordusu Mehmetçik (Muhammedcik) olan, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber Efendimizin methine, övgüsüne mazhar olmuş Türk milletinin evlatlarını kendi devletlerine hasım ve düşman ederler.
Bunlar çeşitli unvan ve isimlerle faaliyet gösterip; hizmet, dava, burs, kurs deyip fakirliği öne sürerek halkı soyarlar. Fakirin, yoksulun, garibin zengindeki hakkı olan zekat, kurban, sadakalar vb. yardımları kendi organizasyonlarına kanalize edip aktararak, zekat ve yardımın fakire, yoksula gitmesini engelleyip fukaraya zulüm ederler. Kur’an’da “Gördün mü o dini yalan sayanı, işte odur yetimi itip kakan. Yoksulu doyurmayı özendirmez o, vay haline o namaz kılanların ki namazlarında gaflet içindedir onlar. Onlar riyaya sapandır, onlar gösteriş yaparlar ve onlar yardıma, zekata engel olurlar.” (Maun, 1-7) buyrulmuştur. İşte Maun suresinin ayetleri bunların tarifini en güzel bir şekilde yaparak bize bildiriyor. Bu saymış olduğum ahval ve vasıfların hepsi veya bazıları eksik / nakıs mürşitlerin, tarikat ve cemaat önderlerinin faaliyet ve vasıflarıdır. Vesselam.
 Bazıları da, Ehl-i Beyt sevgisi ile dolu olduklarını söyleyip, abdestsizliği, Kur’an’ın açık emrine rağmen namazsızlığı, oruçsuzluğu vb. Allah’ın açık emirlerine riayet etmemeyi, bir marifet, kemalat gibi teşhir ederler. Muaviye’nin kurmuş olduğu babadan oğula geçen saltanatı, şeyhlik, post sahipliği, dedelik, babalık, çelebilik vb. isimler altında soyundan gelene intikal ettirerek; Ehl-i Beyt’i şehit eden lain ve zalimlerin geleneğini yüz yıllardır devam ettirirler. Hz. Mevlana’ya Şemsi tebriziyi şehid edenlerin içinde olan oğlu Alaeddin için, “Alaeddin senin oğlun değil mi?” diye sorduklarında Hz. Mevlana “Benim oğlum soyumdan gelen değil, yolumdan gelendir.” buyurmuştur. Eğer soya itibar edilmiş olsaydı, Kur’an’ın Tebbet suresinde cehennem ehli olduğu açıkça beyan edilen Ebu Leheb, Hz. Peygamberin amcası olup; Ebu Leheb’in iki oğlu da Peygamber efendimizin damatları idiler ki, bunlara itibar edilirdi. Hz. Ali (kv) Şah-ı Velayet unvanını, Hz. Peygamber Efendimize damat olup, soyca akrabası olduğu için almadı. Hz. Peygamber Efendimize ilk iman edenlerden olduğu ve Hz. Peygamber’in yolunda yürüyüp, kendisinde Ruh-u Muhammed kemaliyle zahir olduğu için velilerin şahı, imamı oldu ve Hz. Peygamber’in alenen bir çok methine ve takdirine mazhar oldu. Velhasıl Ehlibeyt yolunda olduğunu iddia edip faaliyet gösteren eksik, nakıs mürşitler ve önderler, cehaletle yoldan gelene değil soydan gelene itibar ederek; dedelik, babalık, çelebilik, şeyhlik vb. unvanlarla saltanatını devam ettirerek, beşeri olarak menfaatlenirler. İmam-ı Ali Keremullahu Veche’nin sabah namazında mescitte şehit edildiğini görmezden gelip, mescitlerin varlığına karşı olup muhalefet ederler.
Velhasıl yetersiz, nakıs mürşidin vasıfları o kadar çok ki, saymakla bitmez. Hakiki mürşit ise Hakk’ın emrini, vahyin ışığında ve denetiminde telkin eder. Her şeyin ve müridin asli cevheri olan Cenab-ı Hakk’a vuslat yolunu gösterir. Kamil mürşidin siyasi, ekonomik, beşeri hiç bir menfaati olmaz, vesselam. 
İşte Fehmi Efendi Hazretleri bu beyitlerde bizlere hitaben, ‘Hakiki mürşide, yani kamil mürşide git, onu bul ve onun irşadına mazhar ol. Rabbine kavuşma derdin, o zaman sana derman olur.’ diyor.

Mürşide bende ol Hakk’ı seversen
‘Fettebiuni’ dedi Kur’an içinde

Kur’an-ı Kerim’de “Kul in küntüm tühibbunallahe fettebi’unii yuhbibkümullahü ve yağfirleküm zünubeküm vallahü gafurün rahiim / De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun / uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. Allah gafur (çok affedici) ve rahimdir.” (Al-i İmran, 31) buyrulmuştur. “Fettebi’unii” demek, bana tabi olun demektir. Yani bu ayet her kim Allah’ı seviyorsa peygambere tabi olup, O’nun tabiatından olması emrediliyor. Zamanın mürşid-i kamilinin marifeti, meslek-i Resul telkin ve seyr-i süluku olup, Kur’an ve Hz. Resulullah Efendimizin ilim ve marifetinin harici değildir. Her kim ki mürşid-i kamili bulur da meslek-i Resul irşadına mazhar olursa, o kulda Ruh-u Muhammed (sav) galip ve hakim olur. Ve böyle bir kimse, Peygamber Efendimizin tabiat ve ahlakı üzere olan bir kulluk gayesiyle yaşar. Vesselam.

‘Seb’a-i mesan’ dersidir tevhid
Fatiha okundu mushaf içinde

Seb’a-i  mesan, yedi ayet demektir. Kur’an’da “ve legad ateynake seb’an minelmesanii velkur’anel’aziim / Biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve şu büyük Kur’an’ı verdik.” (Hicr, 87) buyrulur. Burada ifade edilen ‘tekrarlanan yedi ayet’ tevhidin yedi mertebesidir. Çünkü Hz. Adem’den bu zamana kadar gelmiş geçmiş cümle peygamberler ve veliler, bu yedi tevhid makamının keşfi irfaniyetine mazhar olmuşlardır. Bir insan ancak bu yedi tevhid makamlarının keşfi irfaniyetiyle, insan-ı kamil olur. Cümle peygamberler insan-ı kamil içinden seçilir ve sonra peygamber olup, vahye mazhar olur. Bu itibarla ayette Peygamber Efendimize hitaben ‘Biz seni, cümle insan-ı kamil olan velilerde ve peygamberlerde tekrarlanan yedi ayete mazhar kıldık ve yüce Kur’an’ı sana vahyettik, indirdik.’ buyruluyor. Onun için ehl-i kemal “Her şey değişir fakat insanın makamı değişmez.” demişlerdir. Çünkü makam-ı insan, makamat-ı tevhiddir ve insan bu makamlarla insan-ı kamil olur. 
İşte bunu beyanla: ‘Meslek-i Resul-ü Melamiye dersi, Seb’a-i Mesan’dır, yani tevhidin yedi mertebesinin keşfi olan derstir buyruluyor’. Fatiha Suresi Kur’an’ın cemiyetli bir suresidir ki, Hz. Ali (Keremullahu Veche) “Kainatın esrarı kitaplarda mevcuttur. Kitapların esrarı Kur’an'dadır. Kur’an’ın esrarı Fatiha Suresi’ndedir. Fatiha’nın esrarı besmelededir...” buyurmuştur. Velhasıl Fatiha Suresi Hakk’ın ve halkın sırr-ı mahiyetini kendinde cem edip, toplayan bir suredir. Allah her şeyi en iyi bilendir.

Sözlerime kulak tutan aşıklar
Arif olur onlar akran içinde

Mürşid-i Kamil Hasan Fehmi Hazretleri ‘Hak aşıkları sözlerimi dinleyip, mekteb-i irfan telkinine riayet eder de o öğütlere kulak verir, tutarsa, onlarda irfaniyet hasıl olur, ve onlar insanlar içerisinde arifibillah olur.’ diyor.
Fehmi sana ilm-i hikmet vehbidir
Berk urur irfan gönlün içinde
Beyazıt Bestami bir gün vaazında, hikmetli mevzulardan bahseder. Vaazın sonunda kendisini dinleyen medrese alimleri “Biz bunca kitap okuduk, senin bahsettiğin mevzuları görüp tahsil edemedik, sen bunları nereden öğrendiysen söyle, biz de oradan öğrenelim.” derler. Beyazıt Bestami cevaben “Bana Allah öğretti.” der. Alimlerin “Sana Allah’ın öğrettiğine dair bir delilin var mı?” demelerine karşılık Beyazıt Bestami; Peygamber Efendimizin “Bir kimse bildiği ile amel ederse, Allah ona bilmediğini öğretir.” hadisini söyler ve “İşte ben bunlardanım, bana Allah öğretti.” der. Cümle ilimler tahsil edilerek elde edilir ve o ilmin alimi olunur. Mekteb-i irfanda mürşid-i kamilin irşadıyla hasıl olan zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid irfaniyeti ise vehbidir / bağıştır. İşte bu irfaniyet, ilm-i hikmet marifeti olup, Allah’ın arif ve kamil kullarına lütfudur. Vesselam.
Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek bizlere; gönülleri aydınlatan, tevhid-i hakiki irfaniyet ve hikmetinin bağış / vehbi olduğunu, yani Allah’ın Vahhab ismiyle olan tecellisi olduğunu beyan ediyor. Çünkü Kur’an’da “…sen yalnız sen Vahhab’sın; bol bol bağışta bulunansın.” (Al-i İmran, 8) buyrulmuştur. Allah bizleri ve cümle ihvanı bu bağışlara mazhar kılsın.


4 yorum:

Adsız dedi ki...

Amin ya Rabbil alemin. e.g

Adsız dedi ki...

YA ilahi neler isen et beni.
Tek hemen benden gönül incinmesin.
Bu kemale layık et can u teni.
Tek hemen benden gönül incinmesin.
Yere göğe sığmayan Hallaka bak.
Gönlüne sığmış anı etmiş durak.
Her safadan olayım,Gaybi ırak.
Tek hemen benden gönül incinmesin.

Adsız dedi ki...

Yukaridaki beyti düzeltmedir. Ya ilahi neler isen et beni.olacaktı

Adsız dedi ki...

Özür dilerim, neyler isen,dir.