23 Ağustos 2011 Salı

Ey kardeş gel de Allah zikredin dedi Allah

Ey kardeş gel de Allah zikredin dedi Allah
Her nefeste de Allah budur makbul indallah
                   
Daha evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi Cenab-ı Hak, kullarından öyle adetle, 300 kere 500 kere gibi çeşitli rakamlarla zikredilmesini istemiyor. Kur’an’ın (Al-i İmran, 191- Nisa, 103) ayetlerindeki apaçık beyanında Allah, kendisinin “Ayakta iken, oturur iken, yatar iken…” zikredilmesini emrediyor ve kulun, yaşayıp nefes alıp verdiği her yerde ve her zamanda, yani her nefeste zikr-i daimle Allah’ı zikretmesini de örnek olarak beyan ediyor.

Zikrin olsun zikrullah fikrin olsun fikrullah
Hubbun olsun hubbullah hiç kalmasın gayrullah

İmam Gazali Hazretleri “Sen neyi seversen sev, bir gün ayrılacaksın. Neyi istersen iste, bir gün yok olacaktır. Sen öyle bir şey sev ki, hiç senden ayrılmasın. Öyle bir şey iste ki, hiç yok olmasın.” diyor. Kur’an-ı Kerim’de ise “O’nun vechinden / yüzünden başka her şey helaktadır, yokluktadır…” (Kasas, 88) buyrulur. Demek ki Cenab-ı Hak’tan gayri ve başka olan her şey fenadır, yokluktur. İşte H. Fehmi Hazretleri:
“Fani ve yok olan gayriyeti, yani Allah’tan başka hiç bir şeyi zikretme, tefekkür etme ve sevme” diyor. Ve devamla “İlla ki zikrin, fikrin ve sevdiğin, ancak ve ancak Allah olsun ki, kalbinde gayriyet yani Allah’tan başka hiç bir şeyin muhabbeti kalmasın.” buyuruyor. Çünkü kulun kalbindeki zikir Allah ise, ism-i celal olan Allah zikri kalpteki tüm gayriyet ve masiva sevgisini yakıp yok ederek muhabbetullahı hakim kılar.

Aşkın olsun aşkullah zevkin olsun zevkullah
Seyrin olsun seyrullah çünkü oldun ehlullah

Kur’an-ı Kerim’de “Gerçek inananlar Allah’ı her şeyden daha çok şiddetle seviyorlar…” (Bakara, 165) buyrulmuştur. Şiddetli sevgiden maksat, aşktır. Bunu beyanla bizlere “Allah’tan başkasına muhabbet edip de aşık olma, aşkın Allah aşkı olsun, seyrin yani yolculuğunda Allah’a vuslat yolculuğu olsun, zevkin zevkullah olsun. O zaman sen de yeryüzündeki ehlullah, yani Allah’ın veli / dost kullarına karışıp, onlardan olursun.” buyruluyor. Çünkü Kur’an’da “Gözünüzü açın Allah’ın velileri / dostları için asla bir korku ve hüzün yoktur.” (Yunus, 62) buyrulur.
Allah de avaz eyle ten kafesin çak eyle
Can kuşun azad eyle vuslat etsin illallah

Kur’an-ı Kerim’de “Biz insanı en güzel surette / biçimde yarattık, sonra aşağıların en aşağısına indirdik. Kim iman eder, amel-i salih işlerse, ona sınırsız / kesintisiz iyilikler, ecirler vardır.” (Tin, 4-6) buyrulmaktadır. Niyazi Mısri Hazretleri ise:

Gökte uçar iken yere indirdiler
Çar anasır bendlerine vurdular
Nur iken adım Niyazi koydular
Ta ezelki itibarım kandedür?

Diyor. Yine ehlullahtan Aşık Mustafa;

Beka-yı mülkünden eyledim teşrif
Bu dar-ı fenaya imtihan için
Gece gündüz daim muradım budur
Cemal-i pakini anlamak için.

Demiştir. İşte bu beyanlardan da anlaşıldığı gibi, bu yeryüzü olan imtihan alemindeki her insan; Hakk’ın varlığından yaratılmış olup, et ve kemikle bedenlenerek bu imtihan alemi olan yeryüzüne indirilmiştir. Bu halkiyet / yaratılış “Biz insanı en güzel biçimde yarattık sonra onu aşağıların aşağısına indirdik…” (Tin, 4-5) olarak beyan edilen en güzel halkıyettir / yaratılıştır. Velhasıl insan, bedenlenip bu aleme gelince, kendi varlığının Hakk’ın varlığından ayrı olduğunu zannetti ve cehaletle varlığını kendine nispet ederek ruhunu / canını kendi nispet varlık kafesine hapsetti. Çünkü bu suret, yani beden ve ten gaileleriyle meşguliyet, insanı kendi hakikatinden yani ruhunun / canının aslı olan Hak’tan ayırdı. Cehaletle kendinin ve cümle alemin varlığını Hak’tan ayrı zannederek Allah’a gizli şirk koştu ve kendine zulmetti. Bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de“Gerçekten biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onu taşımaktan çekindiler ve ondan korktular. Fakat insan o emaneti kabul etti / yüklendi, çünkü o çok zalim ve çok cahildir” (Ahzab, 72) buyrulur. Yine kuranda  “Allah’a şirk koşma, çünkü Allah’a şirk koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13) beyan edilir.
İnsanın muhatap olduğu bu en büyük şirk zulmü, kulun kendinde ve cümle varlıkta mevcut olan aslına, yani Rabbine tevhidi hakiki keşfi irfaniyetiyle vuslat etmesiyle sona erer. Rabbına kavuşanın canı, ten ve suretlere cehaletle vücut nispet etmesiyle oluşan, kafesten azad olarak hürriyetine kavuşur. İşte böyle bir kul ancak lamekan, yani hiç bir mekanla ve nispet varlıkla kayıtlı olmayan bir irfaniyet ve kemalata ulaşır. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri “Zikr-i daimle her nefeste Allah de ki, senin ruhunu / canını işgal edip, sarıp sarmalayan cehalet ve zanla kendine nispet ettiğin suret / ten kafesi kırılıp, canın asıl vatanı olan Rabbine vuslat hürriyetiyle azad olsun, özgür olsun.” diyor.

Kalb evini pak eyle ravza-i rıdvan eyle
Hur’ile gılman ile zevke er sen abdullah

Kur’an-ı Kerim’de “İnananların kalbleri zikrullah ile tatmin olur; gözünüzü açın, kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur.” (Ra’d, 28) buyrulmuştur. Hz. Ali: “Îman, kalbte karanlık içinde beyaz bir noktadır. Kim onunla meşgul olursa o beyaz nokta büyür, bütün kalbi kaplar ve o kalbte karanlık gider, iman aydınlığı hakim olur.” Diyor. Mümin kulun kalbi Beytullah’tır, yani Allah’ın evidir. Bunu beyanla Niyazi Mısri Hazretleri:

Padişah konmaz saraya
Hane mamur olmadan

Diyor. Yani bir kulun kalbi zikrullah ve fikrullah ile aydınlanmadan, alemlerin padişahı olan Allah, o kulun kalbine gelmez, misafir olmaz.
Bu itibarla: “Allah’ın evi olan kalbin, zikrullah ve fikrullahla tertemiz olsun ki, bu alemde cennet-ül irfan nimetleriyle zevklenen bir keyfiyetle Abdullah, yani Allah’a kul olasın.” buyruluyor.

Madem ki  ben bende yok sen senlikte sende yok
Hak’tan gayri nesne yok hep görünen vechullah

Gerek ben, gerek sen, yani kulun kendi varlığı ve cümle alem dediğimiz her şey, Hakk’ın zuhurundan ibarettir. Allah kendi vahdetinden / bir’liğinden tecelli edip kesreti / çokluğu, yani cümle alemleri halk etti. İşte bu halkiyet, aynı zamanda ben veya sen dediğimiz, kulun kendi varlığı ve cümle alemlerdir ki; gerek ben denilen, gerekse sen denilen her şey, Allah’ın tecellilerinden başka bir şey değildir. Çünkü Kur’an’da “Doğu da batı da yalnız Allah’ındır. Siz yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin Allah’ın yüzü ordadır…” (Bakara, 115) buyrulur. Eğer Allah, yarattığı cümle mahlukata ve kullarına ‘Ben varlığımı sizden alıyorum, ayrılıyorum.’ demiş olsa, kulun kendi varlığıda dahil, yaratılmış olan hiç bir şey, hiç bir varlık kalmaz. Bu itibarla gerçek kulluk, hiç bir şey olmamaktır, yani yokluktur. Ki, kul ancak böyle bir yokluk / fena irfaniyetine ulaşırsa ‘vechullahı’ yani hep Allah’ın yüzünü müşahede edip görür. Allahualem.

Aç gözün ibretle bak görünen değil mi Hak
Fehmi’nin sözü mutlak zahirim dedi Allah

Kamil olan bir mürşit, Kur’an’la telkin ve tarif eder. Onun marifeti, vahiyle çelişmez.  O, her ne telkin ve tarif etmişse, vahiyle izah ve irşadını yapar. O daim zikir telkin etmişse ‘Şu ayete göredir, Allah faildir diyorsa bu ayetlerdir’ diyerek onun Kur’an’ın emri veya beyanı olduğunu açıklar. Bu bakımdan kamil mürşit, Hakk’ın emrinden ve Hak’tan başka bir şey telkin ve tarif etmez. O her ne emrederse, Kur’an dahili olup, Hakk’ın emridir, Kur’an emri olan ise mutlaktır. Ayet’te”… zahirdir O. Her şeyde aşikardır / apaçıktır…” (Hadid, 3) buyrulur. Cenab-ı Hak, bu mutlak beyanıyla, kendisinin ‘zahir’ yani apaçık, aşikar olduğunu söylüyor. Bu itibarla, Mürşid-i Kamil Fehmi Efendi Hazretleri “Benim mesleki resul telkini olan sözüm, Kur’an dahili ve Kur’an beyanı olup, mutlaktır diyor. Ve devamla Zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid müşahedesiyle öyle bir kemalata mazhar ol ki; her nereye baksan ‘zahir’ yani apaçık, aşikar olan Rabbini gör.” buyuruyor.

Hiç yorum yok: