9 Ağustos 2011 Salı

Bugün erdi bana imdad uyandı gönlüm oldu şad

Bugün erdi bana imdad uyandı gönlüm oldu şad
Dilerim bar-i Mevla’dan vere her salike irşad

İmdat, yardım istemektir. İmdada ermek ise yardımın gelmesidir, yardıma mazhar olmaktır. ‘Bu gün bana imdadın ermesi...’ sözü ise; salikin bir müşkülünün çözülüp hallolması ve irşada mazhar olmasıdır. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri, makamat-ı tevhidin keşfi irfaniyetiyle irşad olup, neşelenip zevklenmiş ki, onu ifade ediyor. Ve devamla “Dilerim dost olan Allah’tan, her salikin böyle müşkülleri çözülüp imdadına erişilsin, o da irşad olup, ilahi zevkle şenlensin.” diyor.

Behey aşık şuurun ne bu seyranda şuhudun ne
Çü vardın ‘Kabe kavseyn’e o zevkten var mı bir müzdad?

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de “Sümme dena fetedella, fekane kabe kavseyni ev edna” (Necm, 8-9) buyurmuştur. Bu ayetler mekteb-i irfandaki seyr-i sülukun beka makamlarının beyanıdır. “Sümme dena” makam-ı cem, “Fetedella” Hazret-ül cem, “Kabe kavseyn” Cemm-ül cem, “Ev edna” ehadiyet makamıdır. 
Fehmi Efendi Hazretleri: “Ey Hak aşığı, ilahi sevgilinin göründüğü bu mertebelerin hangisi senin müşahedendir? Bu meratibin hangi zuhuruyla ilahi sevgiliyi seyredip görüyorsun?” diye soruyor. Ve devamla “Eğer Kabe kavseyn’le,yani ‘cemmülcem’ marifetiyle açığa çıkan müşahedeye mazhar olduysan, var mı bu keyfiyetten daha ala bir zevk?” diyor.

Müsemmasın cem-i esma sana talim olundu bil
Sen ol arifi billahsın sana insan denildi ad

Her insan esma itibarıyla, Hakk’ın Cami isminin mazharı olup,bu mazhariyetle tüm varlık alemi olan isimleri kendinde toplar. Yani her insan, potansiyel olarak, tüm esmaya camidir.
“Kabe kavseyn” makamının keşfine ulaşan insan-ı kamil ise, bu potansiyel mazhariyetin açığa çıkıp, aktif olduğu şahsiyettir. Bu itibarla insan-ı kamil, cümle varlığın, yani esmaların mahiyetine arif olup tanıdığı gibi, ehil olanlara da tanıtır. ‘insan-ı kamil’ marifet ve kemalatına ise “Kabe kavseyn” irşadıyla ulaşılır ki, bu makamın müşahedesiyle ancak uluhiyet sırrı kula ayan olur.İşte bu marifete ulaşan insanı kamil, aynı zamanda “Allah Adem’e isimlerin tümünü öğretti…(Bakara, 31) hikmeti mazharıyetiyle, ademiyet sırrına vakıftır. Bu itibarla arifibillah olan insan-ı kamile hitaben: “Tüm esma sende toplandı, yani cem-i esmanın mahiyet-i sırrına agah ve vakıf oldun.” buyruluyor.

Senin mülkün tımarında melekler oldular memur
Ki sen mesned-i ademsin mülk içi hep sana münkad

Kur’an-ı Kerim’de “Sizi evvela topraktan, sonra bir damla sudan, sonra kan pıhtısından yaratan, sonra sizi bebek olarak annelerinizin karnından çıkaran O’dur. Siz sonra yiğitlik çağına varırsınız. Daha sonra ihtiyarlayasınız diye sizi büyütür. Bazınız ihtiyarlamadan evvel ölür. Bunları muayyen olan zamana erişip tevhid delillerine akıl erdiresiniz diye yapar.” (Mü’min, 67) “Biz insanı balçık durusundan yarattık. Sonra onu sağlam bir karargah olan döl yatağında bir damlacık yaptık. Sonra o damlacığı bir embriyoya / kan pıhtısına dönüştürdük. Sonra o embriyoyu / kan pıhtısını bir et parçası haline getirdik. Nihayet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. Yaratıcıların en güzeli Allah’ın kudret ve sanatı ne yücedir.” (Mü’minun, 12-14) buyrulmuştur. İşte bu ve benzeri ayetlerde beyan edilen, insanın suret, yani beden olarak yaratılışında Cenab-ı Hak, melekleri memur kıldı ve insanın beden ve suret halkiyetinde hep melekler çalıştılar. Çünkü melekler kuvva mazharı olup, mazhariyetlerinin gereğini, icabını yerine getirmekten başka bir şey bilmezler. Mesela göz görmekten başka, kulak işitmekten, rüzgar esmekten, yağmur yağmaktan başka bir şey bilmeyip varlıklarının icabını yerine getirmeleri gibi. Bu itibarla insanın suret olarak yaratılmasının her evresinde kuvva mazharı olan melekler, mazhariyetleri gereği memurdurlar. İşte bunu beyanla “Senin mülkün tımarında melekler oldular memur.” buyruluyor. Daha sonra beyitte ifade edilen “Sen mesned-i ademsin, mülk içi hep sana münkad” ifadesinin hikmeti, manası ise şöyledir: Cenab-ı Hak meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…” (Bakara, 30) buyurdu ve Allah Adem’in suretini yarattıktan sonra “Onu kıvama erdirip, içine ruhumdan üflediğimde…” (Sad, 72) beyanından da anlaşıldığı gibi Cenab-ı Hak Adem’e kendi ruhundan üfledi. Yine  “Allah Adem’e isimlerin tümünü öğretti…” (Bakara, 31) Buyrulmuştur ki, böylece Hz. Adem’in halkiyeti hem suret, hem de ruh itibariyle tamamlandı.
Cenab-ı Hak meleklere, yaratıpta, kendi ruhundan ruh üflediği Adem’e secde edin dedi. Melekler hepsi birden secde ettiler, fakat İblis etmedi. Bu mevzu ayette “…meleklerin hepsi toptan secde etmişlerdi. İblis etmemişti. O kibre sapmış ve inkarcılardan olmuştu. Allah dedi: ‘Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan neydi?’ (Sad, 73-75) olarak beyan edilir. 
Cenab-ı Hak, Adem’den başka her ne yaratmışsa “kün” yani ol emriyle yaratmıştır. Bu konu Kur’an’da “O’nun şanı şudur ki; bir şeyin olmasını isteyince ona ‘ol’ der, o da derhal oluverir.” (Yasin, 82) ayetiyle beyan edilir. İşte her şey “kün” yani “ol” emri ile yaratılmasına rağmen Cenab-ı Hakk’ın halifesi olan Adem’in halkiyeti, böyle ol emriyle olmayıp özel bir halkiyettir.
Adem’in yaratılışında üç özellik vardır: Bunların birincisi “Allah’ın iki eliyle” yaratılmasıdır. İkincisi, Cenab-ı Hakk’ın “kendi ruhundan ruh üflemesi.” Üçüncüsü ise, Allam’el esma / alemlerin tüm isimlerinin öğretilmesidir. Herkes bu aleme insan olarak doğması itibariyle sureta ademoğludur. Fakat Adem-i kemalata, yani ademiyete mazhar değildir. Çünkü Ademiyet özeldir ki, hangi insan yukarıda beyan edilen bu üç özel halkiyete mazhar olursa, ancak o kimse ademiyeti bulur ve Hakk’ın halifesi olan ademlikle var olup “adem” olur.
Bu Ademi halkıyet şöyledir: Adem’e Allah’ın ruhundan ruh üflenmesi mevzuunda Hz. Pir’in ilk halifelerinden Tikveş Kavadarlı Hacı Kadir Bey “Cem’i ilimlerin keşfine mazhar olmaktır.” diye mana vermiştir. Yani mekteb-i irfanda kulun, fena makamlarının keşfi irfaniyetine ulaşıp, kendine nispet ettiği ef’al, sıfat ve vücut şirkinden kurtulup, tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat irşadıyla mazhar olduğu safiyettir. Hangi salik mekteb-i irfanda bu fena makamlarının irfaniyetine ulaşırsa, o salike Adem’e üflenen Hakk’ın ruhu üflenmiş olur. Vesselam.
Adem’in ‘Allah’ın iki eliyle yaratılması’ ise: Cenab-ı Hak cümle alemlerdeki tecellilerini celal ve cemal ana isimlerinin tesiriyle meydana getirir. Ayette geçen Allah’ın iki elinden maksat; celal ve cemal esmalarıdır.
İnsandan başka yaratılan her ne varsa nakıstır / eksiktir. İnsan ise cümle isimlere tesir eden, celal ve cemal isimlerini de kendinde toplayan mazhar-ı kemaldir. İşte Adem, celal ve cemalin zuhurunu kendinde toplayan bir kemal olarak yaratılması itibariyle, Allah’ın iki eliyle yaratılmıştır. Vesselam.
Allam’el esmanın öğretilmesi ise şöyledir: Esma ikidir. Biri Hakk’a ait olanlardır ki; Rab, Rahman, Malik, Settar vb. isimlerdir. Diğeri ise, halka ait olan insan, melek, taş, toprak, bitki, hayvan vb. gibi olan isimlerdir. Bir de halka ait olan isimlerden; korku, cesaret, sevinmek, üşümek vb. gibi his ve duygulara ait isimler vardır. İşte bu Hakk’a ve halka ait olan cümle isimlerin mahiyetinin marifetine mazhar olmak “allam’el esmanın” yani alemlerin tüm isimlerinin öğretilmesidir. İşte Hz. Adem, böyle özel bir halkıyet marifetiyle, meleklere onların kendi mazhariyetlerinden bahsedip, haber verdi. Ve melekler kendilerinde olmayan bu Ademiyete, yani Ademi marifet ve kemalata secde ettiler.
Hacı Kadir Bey Hazretleri “Adem, Allah’ın cem, hazret-ül cem ve cemm-ül cem zuhuruna halife oldu.” buyurmuştur. Velhasıl herkesin insan olmak itibariyle, yani sureta ademoğlu olarak halkiyetinde / yaratılmasında meleklerin memur olduğu bir fevkaladelik vardır. Çünkü insan, Allah’ın iki eliyle yaratıp potansiyelinde Cenab-ı Hakk’ın halifeliğini ve ademiyet sırrını barındıran bir şahsiyettir. Her kim ki, mekteb-i irfana dahil olup, zikr-i daim ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle, Adem-i ruhun üflenmesine ve allemel esmanın / alemlerin isimlerinin mahiyeti sırrına ulaşırsa, o kul, bu Ademi marifetle, meleklerin bir kuvva mazharı olduğunu ve Hakk’ın halifesi olan Adem’e meleklerin nasıl boyun eğip, secde ettiğine arif olur. Allahualem.

Celali perdesidir hep cemalin setreder daim
Cehennem gör hicab oldu giremez cennete ifrad

Cenab-ı Hakk’ın kendi zatından esmaya, yani mülk alemine zuhuru, celal ve cemal olan iki ana isminin tesiriyledir. Bu iki ana isim sonra detaylanır, bir çok ismi meydana getirir. Mesela cemalin zuhur ve tesirinden hidayet, hadi, ihsan, rahim, gafur, affedici vb. gibi. Celalin zuhur ve tesirinden ise, mudil, kahhar, cebbar vb. isimler gibi. Cenab-ı Hak, celal zuhuruyla cemalini setretti, yani perdeledi, fakat bu perde cahilleredir. Arifler ve ehl-i kemal, makamat-ı tevhid irfaniyetine mazhar olduklarından, onlara celal perde olmaz. Onlar her tecellide daima Cemal-i İlahiyi müşahede ederler ve bu cemal müşahedesi onların cennetidir. İşte irfan cenneti denilen cennet, bu müşahedenin keyfiyet ve zevkidir. Bir kulu Cemal-i İlahi müşahedesi olan cenneti irfandan her ne ayırırsa, bu ayrılık; celalin zuhuru olan mudil mazhariyetiyle oluşan dalalet ve gaflettir. Bu gaflet cemal-i ilahi müşahedesine mani olduğundan kulun cehennemi olur. İşte bir kimse, ism-i celalin tesirinde olan mudile tabi olup, dalalet ve gaflete düşer de, zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid irfaniyetine mazhar olmazsa, o kimsenin gaflet ve cehaletle kendinin ve alemin zannettiği nispeti varlıklar ona perde / hicab olur ve o kimse cemal-i ilahi müşahedesine ulaşamaz ve irfan cennetine giremeyip, irfan cennetinden mahrum olur. 
Bu varlık dağı ardında haber aldınsa Şirin’den
O dağı delmeye ancak kişi kim olmalı Ferhat

Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı vb. ehl-i kemalin eserlerinde bahsettikleri, ilahi aşkın aşığı ve maşuğudurlar. Ferhat, sevgilisi Şirin’e kavuşabilmek için kendisine şart koşulan dağı delmiştir. Hakikatte Şirin,ilahi sevgilidir. İlahi sevgiliyi müşahede edip ona kavuşmak, cümle ehl-i aşkın yüce gayesidir. Bu itibarla Ferhat, aşk-ı ilahiyle hasıl olan azim ve gayrete mazhar olmayı ve Hak aşıklığını ifade eder. Dağ ise, kulun gaflet ve cehaletle kendine nispet ettiği benlik, varlık dağıdır. Bunu beyanla “Nispet varlık dağın, seni Şirin’inden, yani ilahi sevgiliden ayırıyor. O dağı, daim zikir ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle delmek, eritip fena etmek gerektir ki, ancak o zaman Şirin’in olan ilahi sevgiliye kavuşabilirsin. Fakat bunu yapabilmesi için kulun, Ferhat gibi aşk-ı ilahi, azim ve gayret-i ilahiye mazhar olmalısı gerekir” buyruluyor.

Zülüf-i maşuku görmek kifayet etmez aşığa
Yanar içi olur büryan ki vuslattır hemen maksad

Maşukun zülfü, Cenab-ı Hakk’ın mutlak vücud varlığından açığa çıkardığı tecellileridir. Zat-ı ilahinin zuhuru sıfatlardır. Sıfat-ı ilahinin zuhuru esmadır. Esmanın tecellisi ef’aldir. Bir kimse ef’al, sıfat ve esma müşahedesine mazhar olursa, onun bu müşahedesi,  ilahi sevgilinin,  yani maşukun güzelliği ve zülfünün müşahedesidir. İşte bu maşukun zülfü olan, ef’al, esma, sıfat tecellisini görüp, müşahede etmek güzeldir. Fakat maşuk olan zat-ı ilahiye vuslat değildir. Onun için aşık olan, bu tecellilerin müşahedesiyle yetinmez ve daima müsemma, fail ve mevsuf olan  zat-ı ilahiye kavuşmak ister, maşukuna vuslat arar.

Bu aşk, bir nar-ı muhriktir olunmaz arzuya teşbih
Ki cennet arzusunda hem o zevke ermedi zühhad

Hz. Mevlana’ya “Aşk nedir, bize tarif et.” diyorlar. O da cevaben: “Ben ol da bil.” buyuruyor.
Fehmi Efendi Hazretleri de “Bu aşk öyle yakıcı bir ateştir ki, bunu ben bir şeylere benzetip de anlatamam.” diyor. Demek ki aşkı anlamak için çare, aşık olmaktır.
Rivayet edilir ki; Rabia Hatun’a birisi musallat olup, onu nerede görse, onun güzelliğinden bahsedip, ilan-ı aşk ediyormuş. Rabia Hatun da içinden ‘Şunu bir imtihan edeyim, bakalım söylediklerinde samimi mi, değil mi?’ diyor. Bir gün yolda yürürken o şahıs yanına gelip, yine güzelliğinden bahsedip ilan-ı aşk edince, Rabia ‘Sen beni güzel görüp, sevdiğini söylüyorsun. Ama benim arkamdan gelen bir kız kardeşim var, o benden daha güzeldir.’ diyor. O şahıs arkaya dönüp ‘Hani nerede?’ dediği anda, Rabia Hatun o şahsa tokadı patlatıyor ve ‘Sen bana ilan ettiğin aşkında samimi değilsin, başka bir güzelin adını duymakla benden yüz çevirdin.’ diyerek iyi bir ders veriyor.
İşte Allah’tan başka istek, arzu ve maksadı olan kimseler, ilahi sevgiliye kavuşamazlar. İster nefsimizi lezzetlendirdiğimiz bu alemin dünya nimetleri olsun, isterse ahiretteki amel cennetinin nimetleri olsun. Bunların hepsi ilahi aşka ve ilahi sevgiliye vuslata perdedir. Bunun için zahidler, kulluklarını amel cennetinin nimetleri için yaptıklarından, aşk-ı ilahiden ve Allah’a vuslat zevkinden mahrum olurlar. 

Okuyan ders-i maşuku o bildi halet-i aşkı
Olur Fehmi gibi Mecnun eder Leyla’yı dilde yad

Daha evvelki beytin açıklamasında ifade edildiği gibi, ilahi aşkta Mecnun aşıklığı, Leyla ise ilahi sevgiliyi remzeder. Ders-i maşuk ise sevgilinin göründüğü, Hak aşıklarının, ehl-i kemalin meclisi ve salikin gönlündeki makamat-ı tevhid müşahedesiyle hasıl olan irfaniyettir. Her kim ki, mürşid-i kamili bulur ve onun telkini olan zikr-i daim ve tevhid mertebelerinin irşadına mazhar olursa, ancak o kimse, ilahi aşkın ne olduğunu bilir ve kendisi de Mecnun olup Leyla’sı olan ilahi sevgiliyle muhabbet eder sevişir. Arifibillah Fehmi Efendi Hazretleri bunu beyanla “Fehmi gibi Mecnun olanlar, her zaman ve her yerde Leyla’yı anar, yani ilahi sevgiliyi zikredip onunla vuslat arar.” diyor.


Hiç yorum yok: