30 Temmuz 2011 Cumartesi

Derman arama derdine derdin yeter derman sana

Derman arama derdine derdin yeter derman sana
Fakr ile eyle iftihar zillet yeter devlet sana

Burada bahsedilen dert, derd-i ilahidir. Hakk’ın bize yakınlığı nasıldır, zuhuru nedir, her şeyi ihata etmesi nasıldır gibi, Allah’ı tanımaya ve ona kavuşmaya yönelik müşküller, problemler ve dertlerdir. İşte her kimki derd-i ilahiyle dertlenirse, o dert onu çareye, Rabbine arif olmaya ve Rabbine vuslat dermanına götürür. Derdi olmayan, çare, derman arar mı? Aramaz. Bu itibarla derd-i ilahi, kulun aynı zamanda dermanıdır, vesselam. Hz. Peygamber Efendimiz “Fakirlik benim iftiharımdır, fakirlik benim iftiharımdır, fakirlik benim iftiharımdır.” buyurmuşlardır. Hz. Resulullah Efendimizin üç defa buyurduğu fakirlik, maddi fakirlik değildir. Çünkü Resulullah Efendimiz tüccar olup, ticaret yapardı. Hiç fakir kimse sermayesi olmadan tüccarlık yapabilir mi, yapamaz. Hz. Peygamber Efendimiz, madden fakir değil, zengindi. Çünkü Kur’an’da “Seni fakir buldu da zengin etmedi mi?” (Duha, 8) Buyrulmuştur. Hz. Pir “Resulullah Efendimiz için, bazı kimseler madden fakirdi, yok hasırda yatardı, ekmek bulur katık bulamazdı, derler. Bunların hepsi uydurma, yalan olup Hz. Peygambere iftiradır.” diyor. Hz. Resulullah Efendimize madden fakirdi demek, yukarıdaki ayeti inkar etmektir. Velhasıl burada kastedilen ve Hz. Peygamber Efendimizin iftihar ettiği fakirlik, maddi olmayıp, ehl-i kemalin fenafillah keşfi irfaniyetiyle, kendine nispet ettiği varlığının fenası / yokluğu itibariyle olan fakirliktir.
İşte Hz. Resulullah Efendimizin öğündüğü fakirlik böyle bir fakirlik olduğu içindir ki, Hasan Fehmi Hazretleri: “Derd-i ilahi ile dertlen, bu dert aynı zamanda sana ilahi derman olur. Fenafillah fakirliğine ulaş. O fakirlik ve yoklukla öğün ki, bu düşkünlük ve fakirlik sana en yüce makam ve devlettir.” buyuruyor.

Zevkine uydur kulluğu Hak’tan ata bil yokluğu
Mahv eyle sen ağyarlığı hep görünen dildar sana

Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri “İster farkta, ister cemde, hangi makamda olursan ol, kula Rab olma; Rabbe kul ol.” buyuruyor. Hakikatte Allah’a yapılan en ala kulluk, kulun cehaletle kendine nispet ederek var zannettiği varlığının tevhid-i hakiki irfaniyetiyle yokluğunu keşfetmesidir. Bu keşif ve irfaniyet ise, vehbi yani Hakk’ın bağış ve hediyesidir. Cümle ilimler ise, irfaniyet gibi bağış yani vehbi olmayıp, akılla tahsil edilir.
Ağyar, Hakk’ın gayrısı olan her şey demektir. İşte bu gayriyet ancak, zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle fena edilip mahvedilerek, cümle eşyada mevcut olan ilahi sevgili müşahede edilir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Ağyar olan cümle gayriyeti zikr-i daim ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle mahvet ki, her tecellide ilahi sevgili sana gözüksün. Bu irfaniyet ve kemalatı kendim tahsil ettim zannetme, Hakk’ın sana bir ihsanı ve hediyesi olduğuna arif ol.” diyor. Çünkü Kur’an’da “Ey Rabbimiz! Bizi doğruya ve güzele yönelttikten sonra kalblerimizi bozup eğriltme ve bize katından bir rahmet bağışla. Sen, yalnız sen vehhabsın, bol bol bağışta bulunansın.” (Al-i İmran, 8) Buyrulmuştur.
Allah, cümlemizi böyle bağış ve ihsana mazhar kılsın.

Dünya ile ukbayı bırak, var ol kuru sevdayı bırak
Ol beni zakir dedi Hak işte yeter canan sana

Ehl-i dünyanın kulluğu, nefsinin bu alemdeki heva ve lezzetleri içindir, dünya menfaati içindir. Ukba ehlinin kulluğu ise, nefsini ahiretteki amel cennetinin nimetleriyle lezzetlendirmek içindir. Gerek ehl-i dünya, gerekse ehl-i ukbanın hali, anlayışı; kulu yaradılışının yüce gayesi olan Rabbine vuslata götürmez. Bu itibarla dünya ve ukba sevgisiyle ifa edilen kulluk ve yapılan ibadet, kulu ilahi sevgiliyle vuslata götürmediği için kuru sevdadır. Kulu canana, yani ilahi sevgiliye götürecek olan kulluk, daim zikir uyanıklığıyla ifa edilen kulluktur. Çünkü zikr-i daim yolundan / tarikinden başka Hakk’a giden yol yoktur. Bu itibarla kul, ancak zikr-i daim mazhariyetiyle Rabbine vasıl olup yaradılışının yüce gayesine ulaşır. Kur’an’da Cenab-ı Hak “Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim…” (Bakara, 152) Buyuruyor. Velhasıl “İlahi sevgiliye kavuşup, O’nun sevgisine, muhabbetine mazhar olmak istersen, ehl-i dünya ve ehl-i ukba kulluğunu bırak, zikr-i daime mazhar ol.” demektir.

Dinle güzel mürşid sözün aç gözlerin hem gör yüzün
Uydur izine hep izin şeyhin yeter burhan sana

Mürşid-i kamilin yüzü, hidayetin zuhur yüzüdür. Hidayetin baş mazharı Hz. Resulullah Efendimizdir. Onun temsilcisi de, alimler ve mürşid-i kamildir. Mürşidin vazifesi Hakk’ın emrini tebliğden ibarettir. Bu itibarla mürşid-i kamilin emrini tutmamak, Hakk’ın emrini tutmamaktır. Çünkü kamil olan bir mürşidin irşadı Kur’an’la olduğundan, Kuran’la olan telkin ve irşad Hak ve gerçektir. Velhasıl bunu beyanla “Mürşid-i kamilin izi olan telkinine uy. Çünkü o hidayetin zuhur yüzüdür ki, mürşid-i kamilde telkine riayetle kemalat ve marifete ulaşmıştır. Bu itibarla kulluğunu kemale ulaştırmada mürşid-i kamil, senin en büyük dayanağın ve delilindir. Çünkü Kur’an’da ‘Emr olunduğun gibi dosdoğru ol…’ (Hud, 112 – Şura, 15) buyrulur. Sen de kamilin izi olan telkine dosdoğru olarak uy, yani telkini eksiltmeden ve ona ilave yapmadan, aynen riayet et.” demektedir.

Aşkı yar et yoldaş yeter kalbi zikrin haldaş yeter
Kıl tefekkür sırdaş yeter ihsan eder irfan  sana

Aşk ehli ol, yani muhabbetin, muhabbet-i ilahi olsun. Çünkü Hakk’a kavuşmak için bütün menziller ve merhaleler, ancak aşk-ı ilahi ile aşılır. Kalbi zikrin hali ise şöyledir: Kalbi zikir, her nefeste zikr-i daimi hasıl eder. Hz. Pir “Zikr-i daim, iman-ı huzurdur.” diyor. Îman-ı huzur, kulun zikr-i daim uyanıklığıyla her an, her nefeste Allah’ın huzurunda olmasıdır. Bu itibarla kalbi zikrin hali iman-ı huzurdur vesselam.
Tefekkür ise, esrar-ı ilahiyi düşünmek ve araştırmaktır. Kalbi zikre mazhar olmuş gönüllerde yapılan tefekkür, ilahi tefekkürdür ve ancak ilahi tefekkürden fikrullah hasıl olur. Çünkü Kur’an’da “Gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken hep Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler / tefekkür ederler.” (Al-i İmran, 191) Buyrulmuştur. Demek ki ayakta, otururken ve yatarken, yani her zamanda, her pozisyonda ve her nefeste zikr-i daimle Allah’ı zikreden bir kulun tefekkürü ancak ilahi sırra ulaşır ve yaratılanı abes, boş görmeyip, her şeyi yerli yerinde müşahede eder. Bunu beyanla Erzurumlu İbrahim Hakkı:

Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif onu seyreyler

Görelim Mevla neyler
Neylerse güzel eyler

Diyor. Velhasıl, bu beyitlerde Hak yolculuğunda yoldaşın aşk-ı ilahi olsun ki, o zaman yolculuğun kolay olur. Kalbi zikirle zikr-i daim zevki haline ulaşmaya bak. Tefekkürle ilahi sırları araştırarak, hasıl olan müşküllerini ehil olanlara sor, o zaman irfaniyet lütuf ve ihsanına, yani bağışına mazhar olursun buyruluyor. 


Aşk ile olsun pazarın ko nefsin hep arzuların
Ver gıdasın murg-ı ruhun ondan doğar envar sana

Murg-ı ruh, ruh kuşu demektir. Ruh, ikilik kabul etmeyen vahdet’ir/bir’liktir. Her kim bu bir’liğe yükselirse, ruh kuşu yani murg-ı ruh olur. Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Bir kimse süfliyete düştü mü nefs tabir olunur, ulviyete yükselirse ruh tabir olunur.” buyurmuştur. Murg-ı Ruh’un gıdası zikr-i daim ve muhabbetullahtır. Kişi bunlarla meşgul olursa ruha yükselip, terakki eder ve ruha mensup olur, aksi olursa nefsin arzusuna uymuş olur ve ehl-i nefs olur. Vesselam. Envar ise, nurlar demektir ki, ruha yükselen kimse ruh vahdeti’nin/birliği’nin irfaniyetiyle nurlanıp, aydınlanır.
İşte bunu beyanla: “Süfliyete düşme, düşersen orada eğlenme. Sen zikr-i daim ve Allah aşkıyla hemdem ol, o zaman ulviyete yükselir ve ruha mazhar olup vahdet’le aydınlanır, nurlanırsın.” buyruluyor.

Aşk ile  sen ol arkadaş nefsinle et daim savaş
Kıl tarumar nefs askerin olsun emin yollar sana

Hz. Resulullah Efendimiz “Nefisle savaş, büyük harptir.” Buyurmuştur. Nefisle savaş, neden büyük savaştır? Çünkü nefis her an bizimledir ve bir gaflet buldu mu hemen bizi ifsat eder, kötülüğe götürür. Nefsin askeri ise, kalbe gelen ve bizi kötülüğe sevk eden havatır ve fikirlerdir. Bunu beyanla “Süfliyete düşüp de nefsine uyma, gönlüne gelen olumsuz fikirlerle, seni kötülüğe götürecek olan anlayışlarla, zikrullah ve fikrullah ile savaşarak onları tarumar et. Sen aşk-ı ilahiye bağlı olup onunla arkadaş ol, o zaman Hak yolculuğun güvenli, emniyet içinde olur.” buyruluyor.


Bin sen ol aşk Burağına azmeyle dost iklimine
Kurban olursan uğruna yakın olur uzak sana

Hz. Resulullah Efendimiz miraca giderken ona daima Burak arkadaşlık etti ve menzilleri hep Burak’la aştı. Bundan dolayı Mevlid-i Şerif’te “Ta ezelden aşk oluptur bana delil.” buyrulur.
Burak, kuldaki aşk-ı ilahidir. Bunu işaret ederek “Burak olan Allah aşkıyla Hak yolculuğuna çık, seni Allah’tan alıkoyan nispet varlığını ve cümle gayriyet olan masivayı kurban ederek kes at. O zaman görürsün ki, uzak zannettiğin ilahi sevgili sana yakınmış, hatta seninle berabermiş.” demektir. Çünkü Kur’an’da “…O nerede olursanız olun sizinle beraberdir…” (Hadid, 4)  “Biz ona şah damarından daha yakınız” (Kaf, 16) Buyrulmuştur.

Allah der isen her nefes kalbin olur beyt-i akdes
Onda huzur et kıl namaz ehven olur miraç sana

Beyt-i akdes, temiz ev demektir. Zahiren Mescid-i Aksa’ya Beyt-i Akdes denir. Hakikatte ise kamil müminin kalbi beyt-i akdestir. Cenab-ı Hak, hadis-i kudside, böyle kalbi beyt-i akdes olan kamil mümin için: “Yerlere göklere sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.” diyor.
Müminin kalbi her nefeste daim zikre mazhar olursa, onun kalbi beyt-i akdes olur ve o kalbe Cenab-ı Hak misafir olur. Böylece o kul zikr-i daim ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle miraç ederek Rabbine kavuşur. Hz. Resulullah Efendimiz miraca giderken, Mescid-i Aksa'da cümle peygamberlere imam olup, iki rekat namaz kılmıştır. Fehmi Efendi Hazretleri buna atıfta bulunarak “Kalbin Beyt-i Akdes olduysa, sen de orada huzur edip namaz kıl, o zaman miraç sana kolay olur.” diyor. Bu mevzuda Hz. Pir’in ikinci kuşak halifelerinden olan Prizren Rahovesli Malik Hilmi Hazretleri:

Mescid-i Aksa'yı bulduk Mustafa mihrabımız
Kıldılar vusta namazın cümleyi yaranımız.

 Buyurmuştur. Vusta namazı orta namazı demektir. Hakikat itibariyle vusta namazı, kulun kalbinde vahdet olan Hak zuhuruyla, kesret olan halk zuhurunun toplanıp, cem olması kemalatıdır. Bu kemalata ulaşan kula Cenab-ı Hak, uluhiyetinin tüm sırrını açarak göstermesiyle, o kul miraç yapar. Ve o kulun kalbine uluhiyet mertebesinin keşfiyle Allah sığar. Böyle bir kul,  nübüvvet marifetiyle şereflenir ve nebilerin kıldığı vusta namazı irfaniyetine mazhar olur. Vesselam. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Her nefeste daim zikirle kalbin gafletten uyanıp beyt-i akdes kemalatına ulaşsın, o zaman vusta namazı kemal ve marifetiyle kolaylıkla miraç yaparsın.” diyor.

Nedersin sen mülk-i fena eyle talep azm-i beka
Ondadır ol vasl-ı lika didar olur ihsan sana

Mülk-ü fena, Allah'tan gayrı olan her şeydir. Gayriyetin sonu vardır. Bir gün fena bulur, yok olur. Çünkü ayette “Yer üzerinde bulunan herkes fanidir.” (Rahman, 26) buyrulmuştur. Beka mülkü ise, her yerde mevcut olan Hakk’ın varlığıdır, O’nun başlangıcı da sonu da yoktur. Yine Kur’an’da “O evveldir, başlangıcı yoktur. Ahirdir O, sonu yoktur…” (Hadid, 3) buyrulur. 
Fehmi Efendi Hazretleri: “Allah'tan gayriyi ne edeceksin? Çünkü cümle gayriyet fanidir. Sen baki ve ebedi olan Rabbini isteyip, talep et ki, o zaman ilahi sevgilinin güzel yüzünü görüp, O’na vuslat ihsan ve bağışına erersin.” diyor. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz “Allah kuluna bir çok nimet verir fakat geri alabilir. İki nimeti vardır ki verdi mi bir daha geri almak şanından değildir. Biri, kulun kalbini zikrullah ile kurdu mu bir daha durdurmaz; biri de, kul ile arasındaki perdeyi açtı mı bir daha örtmez.” buyurmuştur. Bir kulun mazhar olabileceği en büyük nimet, zikr-i daim ve Rabbine vuslat nimeti olup, bu Cenab-ı Hakk’ın kuluna olan yüce bir ihsanıdır. Vesselam.

Fehmi sen çıkma kesrete halvet edip düş vahdete
Eriş ol ulu Hazret’e vuslat yeter seyran sana

Arifibillah Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek bizlere: “Seni Rabbinden ayıran, gayriyet, masiva kesretine çıkma, gayriyet kesretinden hayır ve fayda olmaz sana.” diyor ve devamla “Sen, zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhidin keşfi irfaniyetiyle, vahdetle halvet et, yani Rabbine vasıl ol ki, bu vuslat zevki sana yeter.” buyuruyor. Çünkü bir kul için Rabbine vuslat zevkinden, daha ziyade bir zevk asla olmaz. Vesselam.

Hiç yorum yok: