30 Temmuz 2011 Cumartesi

Surette dört terkibim sirette hem beştenim

Surette dört terkibim sirette hem beştenim
Ol vücud-ı cevherim Hakk’a etti inkılap

Terkip, karışım demektir. Suretin dört terkibi ise; hava, su, toprak ve ateştir. Bu dört terkip aynı zamanda tabiat aleminin aslı olduğu gibi, suretimizin yani ceset / beden varlığımızın da aslıdır. Siretteki beş ise, manevi vücudun beş hasleti olan hafa, ruh, nefs, kalb ve sırdır. Bu beş haslet insanın hakikatidir ve her insanda bu hasletler potansiyel olarak mevcuttur. Fakat bu beş haslet, insan-ı kamilde faal ve aktiftir. Bu itibarla, fenafillah mazhariyetiyle insan-ı kamilin kendi nispet varlığı olmadığından; gerek unsur / beden varlığı, gerekse siret varlığı Hakk’ın zuhurundan ibarettir. Çünkü tabiatın aslı olan hava, su, toprak ve ateş; Hakk’ın tecellisi olduğu gibi, hafa, ruh, nefs, kalb ve sır ise Cenab-ı Hakk’ın açığa çıkıp göründüğü mertebeleridir.
İşte insan-ı kamilin yokluğunda bu mertebelerin kemalatı zahir ve mevcut olduğundan dolayı, Fehmi Efendi Hazretleri: “Makamat-ı tevhidin keşfiyle arif ve vakıf oldum ki; gerek mana, gerek suret itibariyle vücud-u cevherim, yani varlığımı oluşturan hasletler Hakk’a aittir. Cehaletle kendime nispetle var zannettiğim vücud varlığımdan kurtulup Hakk’a döndüm, yani vücud-ı cevherim Hakk’a inkılap etti.” diyor.

Hakk’ın sureti olan hem odur siret bana
Vücudum bulmaz fena suretimdir bir serab

Hakk’ın sureti, sıfat-ı subutiyesidir. Ki bunlar hayat, ilim, irade, kudret, basar (görmek), semi (işitmek), kelam ve tekvindir. Allah’a ait olan bu sıfat-ı subutiye eskimez, değişmez ve aşınmaz. Allah’ın zat-ı sıfat tecellisiyle açığa çıkıp, zahir olması itibariyle sıfat-ı subutiye Hakk’ın suretidir. Her insanda bu sıfatlar mevcut olup, her kul Hakk’ın bu sekiz sıfat-ı subutiyesinin potansiyel olarak mazharıdır. Bir kul öldüğü zaman, kulun ceset varlığından bu sıfatlar ayrılır ki, cesette göz vardır fakat görmez, kulak vardır işitmez, ayaklar mevcuttur yürümez. Çünkü görünürde kulun göz, kulak, el, kol gibi azalardan oluşan sureti / cesedi vardır, fakat sireti olan sıfatlar yoktur. İşte her insanın sireti bu sıfatlar olduğu için, kul gerek bu alemde gerekse ahiret aleminde siretiyle var olur.
Suret, yani beden varlığımızın mahiyeti topraktır, siret bedenden ayrıldığında, beden yine toprağa dönerek toprak olur. Bu itibarla kulun bedeni bu aleme ait siretinin elbisesi olup, berzah, ahiret ve başka alemlerde olmayan bir hayal ve seraptır. Fakat kulun sireti berzah, ahiret diğer alemlerde varlığını ebediyen devam ettirir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Hakk’ın sureti olan sıfat-ı subutiyesi, benim siretim ve asli vücudumdur. Bu aslım ve siretim asla fena bulmaz ve yok olmaz. Benim et kemikten ibaret ve serap olan bedenimdir, suretimdir, fena bulup yok olan.” diyor.

Ben var oldum varlıktan nefholdum zat-ı Hak’tan
Zikr-i “Ene’l-Hak” bana ondan oldu istilab
Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak “Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu kıvama erdirip ruhumdan üflediğimde önünde secde ederek eğilin.” (Sad, 71-72) başka bir ayette ise “Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi…” (Secde, 9) buyurmuştur. Bu ve benzeri ayetlerde de açıkça beyan edildiği gibi, bizim asıl varlığımız Hakk’ın kendi ruhundan üfleyip / nefhettiği kendi ruhudur. Bedenimiz de Hakk’ın tecellisi olduğundan, gerek beden, gerekse ruh / can varlığımız, her şeyin asli hakikati olan Hakk’ın zat-ı mevcudiyeti dahilindedir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri: “Nefholdum zat-ı Hak’tan, yani benim varlığım Hakk’ın zat-ı mevcudiyetinden gayrı değil.” diyor.
Zikr-i Ene’l Hak ise ‘Ben Hakk’ım!’demektir ki, bu aynı nehrin denize akarak, denizde kaybolup da ‘Ben denizim’ demesi gibidir. Kul, kendi varlığını Hakk’ın varlığında fena / yok ederse, o kulun kendi varlığı kalmaz. O kulda zahir olan Hak olur ve Hak kendisi “Ene’l Hak” (Ben Hakk’ım!) der. İşte cümle ehl-i kemal, makamat-ı tevhidin keşfiyle “Ene’l Hak” sırrına arif olduklarından, Fehmi Efendi Hazretleri: “Benim varlığım, Hakk’ın varlığından gayrı olmayıp, zat-ı ilahinin nefhası, yani tecellisidir. Ki, mazhariyetimden zahir olan ‘Ene’l Hak’ zuhuru, Hakk’ın kendi sözüdür.” diyor. Çünkü Ene’l Hak sözünü kula nispet etmek, küfürdür. Vesselam.

Madem ki kul Hak olmaz, kul Hakk’ın gayrı olmaz
Kul çün ayn-ı Hak olmaz kimdir kul kimdir Çalap?

Kul, Hak olmaz. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın başlangıcı ve sonu olmadığı gibi, yaratılmışlardan hiç bir şeye benzemeyen “Bir”dir. Kul ise, başlangıcı sonu olduğu gibi, aciz ve benzerleri çok olandır. Bu itibarla kula Hak demek, Hakk’ı kayıtlamak olduğundan küfürdür. Ve en büyük ve affedilmeyen günah olan şirk-i celidir, açık şirktir. Kur’an’da “Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biliyoruz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16) başka bir ayette ise “O, nerede olursanız olun sizinle beraberdir…” (Hadid, 4) buyrulmuştur. Bu ve benzeri Kur’an beyanlarından da anlaşılacağı gibi, Cenab-ı Hak, kuldan ayrı da değildir.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri: “Kul kimdir? Çalap yani Allah kimdir? Kul Hakk’ın aynı mıdır, gayrı mıdır?” Diyerek, bizlere sual sorup, müşkül arz ediyor ki, Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Mutlak olan Allah’tır, mukayyet olan ise kuldur.” buyurmuşlardır.  

Kulun varlığı Hak’tır kul esmadan elyaktır

Cismin hiç hükmü yoktur döner suda bir dolap

Kur’an’da “O doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlas, 3) buyrulmuştur. Hakikatte Allah’ın varlığı, O’na hiç bir yerden gelip intikal etmediği gibi, O varlığını kendinden başka kimseye vermedi ve O’nun varlığı kendinden başka bir şeye ve yere de intikal etmemiştir. Yani Allah, kendi varlığından başka bir şey zuhura getirmemiştir. Bu itibarla, Allah her anda ve her zamanda vahdet-i vücuddur. Ayette “... Zahirdir O, her şeyde apaçıktır. Batındır O, gözlerden gizlenmiştir...” (Hadid, 3) Buyrulmuştur ki, Hakk’ın batın-ı mutlak olan sıfatlarıdır. Zahiri ise ef’alidir ki, her fiil esmalarla isimlenerek kayıtlanır ve suretlenerek zahir olur. İşte böylece mutlak olan sıfatlardan mukayyetlikle zahir olan suretler, kuldur. Bu itibarla mukayyet olan kulun varlığı, mutlak olan Hakk’ındır. Kul ise ancak esma mazharıdır. Esmanın ise tesiri vardır fakat vücudu olmaz. Çünkü esma, sıfatın taallukundan, yani sıfatın ilgilenmesiyle meydana gelir.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri: “Kulun varlığı Hak’tır.” diyor ve devamla: “Kul denilen cümle varlık ise, Hakk’ın tecellisi olup, esmaya layıktır. Yani kul, varlığı olmayan bir isimden ibarettir.” diyor.
Cismin hükmü yoktur suda döner bir dolap... sözünün manası ise şöyledir: Su, Hakk’ın vahdet-i vücududur, ki Hak, mutlak olan batınından suretlenerek cisim olarak mukayyetlikle kul olarak zahir olur ve görünür. Kul ise aciz ve muhtaç olup tecellilerin tesiri hakimiyetinde, müteessir ve mahkumdur. Bu itibarla kulun hükmü olmaz, hüküm Allah’ındır. Kur’an’da “Allah, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil mi” (Tin, 8) buyrulmuştur. Şeyh-ül Ekber ise “Hak zuhurdan, kul ise kabulden ibarettir.” demiştir ki, Hak hakim olup zuhuruyla, kul ise aciz ve mahkum olup kabulü ile, vahdet-i vücud suyunda bir dolap döner, demektir.

Hak faildir hem muhtar kulda yoktur ihtiyar
Onun için ehl-i Hak etmedi hiç ittirab

 Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: “Sizi de, amellerinizi de / fiillerinizi de yaratan Allah’tır.” (Saffat, 96) “İş ve oluşun tümü Allah’ındır.” (Ra’d, 31) buyurmuştur. Bu ve benzeri ayetlerden de anlaşılacağı gibi, her fiilin / işin faili Allah’tır. Madem ki her fiilin faili Allah’tır; o halde kulun emir ve yasak mükellefi olması nedir denirse?
Bizde şöyle deriz: Kulun mükellefiyeti, bir fiilin oluşunu istemesi ve neticesini kabul etmesindendir. Mesela, bir kimseye iyilik etmek de fiilullahtır, kötülük etmek de fiilullahtır. Her iki fiilin faili Allah’tır. Fakat kul kötülük yapmayı ister, o fiilin / işin zuhurunu ister ve neticesini kabul ederse, Allah, kulun isteğine göre kudretiyle o fiili zuhura getirir ve o fiilde fail olur. Fakat o fiilin zuhurunu istediği ve neticesini kabul ettiği için, mükafat ve mücazat mükellefiyeti kula ait olur. Kur’an-ı Kerim’de “O gün, insanlar yapıp ettikleri kendilerine gösterilsin diye kümeler halinde ortaya fırlayacaklardır. Artık kim bir zerre miktarı hayır üretmişse onu görür ve kim bir zerre miktarı şer üretmişse onu görür.” (Zilzal, 6-8) buyrulmuştur. Bu itibarla mükellef kuldur.
Hz. Pir’in ilk halifelerinden Tikveş Kavadarlı Hacı Kadir Bey “Allah, kulun iradesine ve fiiline cebir / mecburiyet kullanmadı.” buyurmuştur. Çünkü kulun irade ve fiilinde cebir/mecburiyet olsaydı kulun mükellefiyeti olmazdı. Fehmi Efendi Hazretleri “Hak failliğinde muhtardır. Çünkü bir fiilin meydana gelmesi için kuvvet / kudret, irade ve ilim gerekir ki; Allah ilmin, iradenin, kudret ve kuvvetin sahibi olup; failliğinde muhtardır.” buyuruyor. Kulun failliğe ihtiyarı olmaz. Çünkü bir iş yapmak için önce kudret / kuvvet sahibi olmak gerekir. Kulluk ise, acziyet ve yokluktur. Bu ifadeyle “Tevhid-i hakiki keşfi irfaniyetiyle, bu mevzuda ehl-i hakikat hiç şüpheye düşmeyip, ittirab etmediler, yani yalpalamadılar.” buyruluyor.

Fehmi Hakk’ı arif ol hem kadere bağlı ol
İhtiyarın terk eyle işleme günah sevap

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Kader, Allah’ın kudretiyle zuhura getirdiği fiilullahtır.” diyor. Demek ki, kudret-i ilahi ile zuhur eden cümle iş ve oluşa kader denir. Sevap ve günah işlememek ise şöyledir:
Meslek-i Resul-ü Melamiye salikleri, Kur’an-ı Kerim-in cümle emir ve yasaklarına kesinlikle riayet ederler, ahkam-ı şeriata muhakkak uyarlar ve Resulullah Efendimizin güzel ahlakı ile ahlaklanmaya gayret ederler. Bu itibarla Melamiler, haram olana ve günaha asla yanaşmazlar. Yani günah ve haram işlemezler. Cümle alem-i halk Kur’an’ın emrine ve ahkama riayet etmese, Melamiler tek başına da kalsa mutlaka ve kesinlikle Kur’an’ın ve ahkamın emrine uyar ve yasaklarından kaçar. Fakat cümle meşru, sevap olan ahkamı yerine getirirken, ehl-i zahir gibi amel cennetinin nimetlerine mazhar olayım diye bunları yapmaz, emr-i ilahi olduğu için yapar. Hakk’a arif olan Melamiler, her fiilin failinin Allah olduğunu müşahede ettiği için, yapmış olduğu cümle sevapları da Hakk’a nispet edip sahip çıkmadığından, onun sevabı da olmaz. Böylece sevabı Hakk’a nispet ettiği için, günah ve harama asla yanaşmadığı için, arifibillah olan Melamiler, günah ve sevap işlemezler. 
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek bizlere, Allah’ın kudretiyle zuhura gelen her fiilin kader olduğuna vakıf olmamızı, sevap ve günah işlememe irfaniyet ve kemalatına ulaşmamızı tembih ediyor. Allahualem.

Hiç yorum yok: