21 Temmuz 2011 Perşembe

Dilruba vaktin seherinden doğar envar bana

Dilruba vaktin seherinden doğar envar bana
Senden artık gönlüm içre bir muhabbet yok bana

Envar, nurlar demektir. Vaktin seherinde envarın doğması; kulun kalbine zikr-i daim zevkinin yerleşmesi demektir. Zikrullah hangi kulun kalbine yerleşirse, o kalbte Hak’tan gayriye muhabbet kalmaz. Bunu beyanla H.Fehmi Hazretleri: ‘Ey sevgili ilahım, daim zikrin nuru, aydınlığıyla, gönlümde senden başkasına, yani ağyar, masiva sevgisi kalmadı. Artık benim gönlümde ancak senin sevgin / muhabbetin var.’ diyor. Cenab-ı Hak, hadis-i kudside: “Kimin ki kalbinde Allah yoktur; ben onun iki cihanda hasmıyım. Kimin ki kalbinde Allah vardır; ben onun iki cihanda dostuyum.” buyurmuştur.

Ta ezelden ben senin aşık-ı üryanınım
Cilve-i gamzen okundan yara açtın sen bana

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri: “Hakka kavuşuncaya kadar altı merhale vardır ki, bunlar; muhip, mürid, salik, talip, aşık ve vasıldır.” Buyuruyor. Muhip o dur ki, Hak muhabbetini duydu mu dinler, muhabbetten zevk alır. Bu hal muhipliktir, sahibi muhiptir.
Mürit: Muhabbetten zevk almakla beraber, muhabbeti arar muhabbetin kaynağını araştırır, ki bu hal müritliktir, bu halin sahibi mürittir.
Salik: Kişinin zevk alıp da, aradığı muhabbetin kaynağını bulması ve intisap etmesidir. Kim ki mürşid-i kamili buldu ve telkine mazhar olduysa, o kimse süluk ehli olur. Bu halin sahibine salik denir.
Talip: Tevhid-i ef’al keşfine mazhar olmaktır ki, tevhid-i ef’al saliğinin hali talipliktir.
Aşık: Tevhid-i sıfat makamının keşfi irfaniyeti olup, bu makamın keyfiyeti aşktır. Bu makamın keyfiyetine ulaşan ise aşıktır.
Vasıl (Kavuşan): Tevhid-i zat makamının keşfi irfaniyetine mazhar olmaktır. Bu makamın zevki vuslattır, vuslat edene ise vasıl denir. Vesselam.
Herkesin ezelinde, doğuştan aşk vardır. Aşkın olmadığı hiç bir kimse yoktur. Her insan mutlaka bir şeyleri sever, muhabbet eder. Kimi para, kimi evladını, kimi mal, kimi tabiat, kimi siyaset, kimi güzel sanatlar vb. Eğer insanda aşk olmazsa bunları sevebilir mi? Sevemez. İşte herkeste bulunan bu aşk, mecazi aşktır, gayriyet aşkıdır. İşte bu aşk, kula perde olur ve kulu Rabbine vuslata götürmez. Kulda var olan bu aşkın, ilahi aşka dönüşmesi gerektir. Bunun için ehl-i kemalin meclis ve sohbetine katılanlar ilahi sevgiliye vuslat derdiyle yaralanıp, kamilin zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irşadıyla, ezelinden, yani doğuştan kendinde var olan mecaz aşkı ilahi aşka dönüşür. Böylece o kul, aşk-ı ilahi mazhariyetiyle Hak aşığı olur ve Rabbine kavuşur.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri: “Ta ezelden sen bana aşk verdin, fakat bu aşkı ben gayriyete sarf ettim. Ancak mürşid-i kamilin meclisine dahil olduğumda aşk-ı ilahiye mazhar oldum, ve o mecliste açığa çıkan, senin güzel yüzünün cilve-i gamze oku olan derd-i ilahiyle yaralandım, yani ilahi sevgiliye vuslat derdiyle dertlendim.” diyor.

Sen mürid-i mürşidansın verdiler bir ad bana
Mahvolup suretle esma oldu Hak mihman bana

Fehmi Efendi Hazretleri, iki mürşidden ders almış ki bunu beyanla: “İki mürşidin müridi oldum, zikr-i daim ve makamat-ı tevhidin irfaniyetiyle benim suretim; yani kendime nispetle ne ismim ne de varlığım kalmayıp fena buldu, mahvoldu. Fakat bu mahv u fena kulluğuma, ilahi sevgili misafir oldu ve ben ilahi sevgiliye, yani Rabbime kavuştum.” diyor. Çünkü kudsi hadiste Cenab-ı Hak: “Ey kulum, sen yok olmadıkça, bana kavuşamazsın. Ben tecelli etmedikçe, sen yok olamazsın.” buyurmuştur.
Herkese kırk erbain verdiler doksan bana
Hubb-ü Hak’tan elli lira bir ceza çok az bana

Gafil, cahil ihvan ve saliklerin; halk-ı alemi, ehl-i şeriatı ‘Sen cahilsin, sen hayvansın, sen şöylesin, sen böylesin...’ deyip, gaflet ve cehaletle taciz etmelerinden dolayı, Mürşid-i Kamil, Arifibillah Fehmi Efendi Hazretlerini tutuklayıp hapsediyorlar ve doksan gün hapis yatıyor. Elli lira da para cezası veriyorlar ki, işte bu hadise beyan ediliyor.

Vahdetin kesreti doğan üç gün eyledi devam
Doğdu gün mağribden, oldu her cihet seyran bana

Kesret, çokluk demektir. Bir kesret vardır ki, kendi nefsimiz ve bu cümle alemde her ne varsa, cehaletle var zannettiğimiz tüm nispet varlıklardır. Bir de Cenab-ı Hakk’ın kendi ‘Bir’ olan zatından zuhura getirdiği ve birliğini bozmayan kendi kesret ve çokluğudur, yani vahdetin kesretidir.Üç günden maksat,cem,hazretülcem ve cemmülcem olan üç bekabillah makamı mazhariyetidir. Çünkü bu üç bekabillah mertebeleri vahdetin kesretini zuhura getirdiği mertebelerdir.
Bu itibarla “Ben bu üç beka mertebesinin marifetiyle her nev-i tecelliden Rabbimi seyredip müşahede ediyorum, cümle tecelliler benim seyranım oldu. Her cihet, yani her nevi ismin mahiyet-i sırrı, bana açılıp ayan oldu.” demektir. Allahualem.

Bahr-ı ‘ev edna’ ya saldık gemimiz tutmaz tufan
Fehmi kadrin kim bildi ise etti Hak ihsan ona

Kur’an-ı Kerim’de “Sümme dena fetedella, fekane kabe kavseyn ev edna / Sonra iyice yaklaştı ve sarktı. İki yayın beraberliği gibi belki ondan da yakın.” (Necm, 8-9) buyrulmuştur. Ehl-i kemal “Bu ayetler, meslek-i Resulün beka makamlarının Kur’an’daki beyanıdır.” demişlerdir. Sümme dena; makam-ı cem, fetedella; makam-ı hazret-ül cem, kabe kavseyn; cemülcem, ev edna; ehadiyet makamıdır. İşte ‘ev edna’ makamı olan ehadiyet makamı, Hz. Resulullah Efendimize mahsus olup, ancak Hz. Peygamber Efendimizin telkin ve müsaadeleriyle bu makama teberrüken girilerek ziyaret olunur. Hiç bir mürşit ehadiyet makamını telkin ve tarif edemez.
H. Fehmi Hazretleri “Kim ki meslek-i Resulün kadrini, kıymetini bilir ve sadık olursa, Allah ona cümle meratib-i ilahi keşfin zevkini ihsan eder.’ diyor ve devamla ‘Ben de bu ihsanı ilahi mazhariyetiyle ‘makam-ı ev edna’ olan, ehadiyet makamına kayık saldım ‘ev edna’ denizinde yüzüyorum.” buyuruyor.
Cenab-ı Hak, bizlere de bu mertebelerin keşif ve zevklerini ikram ve ihsan eder inşallah.


Hiç yorum yok: