21 Temmuz 2011 Perşembe

Ey dilara, bağ-ı lütfun verdi neş’e canıma

Ey dilara, bağ-ı lütfun verdi neş’e canıma             
Tal’at-ı nurun hayat bahşeyledi dilhaneme

Hz. Yusuf (as) Mısır melikine köle olarak satıldı. Hz. Yusuf beşer olarak yaratılmışların en güzelidir. Melikin karısı Zeliha, Yusuf’a aşık oldu, bunu bütün halk duydu ve Zeliha’yı tenkit ettiler kınadılar. Nasıl olur da bir sahip kölesine aşık olur, diye dedikodu ürettiler. Zeliha dedikoduları duydu ve onlara ‘Siz dedikodu üretiyorsunuz lakin Yusuf’umun güzelliğinden haberiniz yok, onu hiç görmediniz. Haydi benim davetlimsiniz, buyrun misafirim olun da size Yusuf’u göstereyim.’ Dedi. Sonra onlar da geldiler ve Zeliha onları güzelce ağırladı ve meyve ikram etti ve Hz. Yusuf’a seslenip çağırdı. Hz. Yusuf geldiğinde orada yabancıları görünce hemen geri gitti. İşte o anda Hz. Yusuf’u görenler onun güzelliğinin verdiği şevkle kendinden geçtiler ve meyve yerine hep ellerini kestiler de ellerini kestiklerinin farkına varmadılar. Bir müddet sonra kendilerine geldiklerinde baktılar ki hep elleri kan revan içinde kalmış. O zaman Zeliha onlara “Siz Yusuf’umu bir an gördünüz ve bakın ne hale geldiniz, ya ben hep Yusuf’la beraberim, ben ne yapayım? Onun güzelliği karşısında nasıl dayanırım, Yusuf’un güzelliğine aşık olmamak mümkün mü?” dedi. İşte Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de hikayelerin en güzeli olarak vasıflandırdığı Zeliha’nın Yusuf’a olan aşkı özetle böyledir. Hakikatte ise Hz. Yusuf, ruh güzelliğini remzeder.
Ruh güzelliği vahdet zevkidir, yani cümle tecellide vahdetten ayrılmayıp Hakk’ın zuhurunda vahdetle neşelenmek ve zevklenmektir. Bu itibarla böyle bir ruh güzelliğine mazhar olup, cümle tecellide vahdet müşahedesiyle zevklenen Fehmi Efendi Hazretleri: “Ey gönlümü alan sevgili, ey yüzü aydın, ey hidayet zuhurunun otağı, senin ihsanındır beni neşelendiren, gönlüme hayat veren.” diyor.

Ruy-ı hüsnündür görünen sevmemek imkan mı var?

Her bakışta zevk-i tezyid eyledi irfanıma

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’ın yüzünden başka her şey fanidir…” (Kassas, 88) buyuruyor. Her kim, bu ayette ifade edilen hakikate mazhar olursa, o kimse Hakk’ın güzel yüzünden başka bir şey görmez. Bir kulun ulaşacağı en yüce zevk Hakk’ın güzel yüzünü müşahede etmektir. Velhasıl Cenab-ı Hakk’ın güzel yüzünü görüp de sevmemek olur mu? Olmaz. Çünkü onun güzelliğini seyretmenin verdiği zevkten ala bir zevk olmaz, cümle aşıklar, arifler, o zevkin bağımlılarıdır.

Bir cemali nice yüz bin şekle nakkaş eyledin
Cümle nakkaş içre bir yüz görünür didarıma

Fehmi Efendi Hazretleri: “Sen teksin, birsin, fakat zuhurunda yüz binlerce sayıya gelmeyecek kadar suretler ve kesret var. Bu suretlerin çokluğu ve kesret alemi beni aldatmaz, bu suretlerde ve cümle varlıkta ben ‘bir’ olan senin güzel yüzünü görürüm.” buyuruyor. Mekteb-i irfanda zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetine mazhar olan arifibillaha varlıklar perde olur mu? Olmaz. Çünkü o cümle varlıkta hep Rabbini görür.
Vuslat-ı ma’şuk yanında zevk-i cennet kandedür?
Bağ-ı cinan, huri-gılman hiç görünmez aynıma

Vuslat-ı maşuk, aşığın sevgilisine kavuşması demektir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri: “İlahi sevgiliye kavuşup, onunla beraber olmanın keyfiyet ve zevkine mazhar olmuşum. Amel cennetinin bağı bahçesi, huri ve gılmanı benim gözüme hiç görünmez.” diyor.
Niyazi Mısri Hazretlerinin:

Bu günkü cennet-ül irfana dahil olsa uşşak
Yarınki vaat edilen huri ve gılmanı neyler

Buyurduğu gibi.

Leşker-i aşk uğrayıp her varlığım etti harab
Hubb-i Hak’tan gayrı bir şey gelmez artık kalbime

Leşker-i aşk, aşkın askeri, ordusu demektir.Ki salikin ilahi aşk mazhariyetiyle muhatap olduğu hidayet tecellilerdir. Yani gerek enfusta gerekse afakta zuhur eden Cenab-ı Hakk’ın müşahedesiyle hasıl olan irfaniyettir. Fehmi Efendi Hazretleri: “Bana ilahi aşkın askeri, ordusu uğradı ve tüm nispet varlığımı harap etti, yani fena edip, gayriyeti kaldırdı. Artık benim kalbimde Hak’tan ve O’nun sevgisinden başka bir şey kalmadı.” diyor.

   Nisbet-i vücud mahvoldu, siretim buldu beka
   Ol beka ilinde ben hamdeylerim subhanıma

Bir kimsenin nispet vücudunun mahvolması, fenafillah keşfi irfaniyetiyle mümkündür. Her kim fenafillaha mazhar olursa, onun nispet vücudu, varlığı kalmaz ve onun mevcudiyeti Hakk’ın tecellisi olur. Hak tecellisi, ölümsüzlük ve ebediyet olan bekadır. İşte ehl-i kemalin kulluğu, irfaniyeti, beka olan Hakk’ın tecellisidir. Çünkü ayette “…ve ona kendi ruhundan üfledi. İşitme gücü verdi, gözler ve gönüller verdi. Ne kadar da az şükredersiniz...” (Secde, 9) buyrulmuştur. İşte kulun sireti, Hakk’ın ruhundan üflediği ruh olması itibariyle ölümsüzdür, bekadır. Fehmi Efendi diyor ki:
“Cehaletle kendime nispet edip, var zannettiğim vücudumun fena bulmasıyla hasıl olan kemalat ve marifetle, beka tecellisine mazhar oldum. Ki, bu beka mazhariyeti benim siretimdir, canımdır. Bütün noksanlardan münezzeh olan Allah’a hamd ederim, onu överim, onun şanını yüceltirim!...”

    İhtiyacındır bilinmek Fehmi’yi var eyledin
    Ta ezelden bu hitabı söyledin kulağıma

Kur’an’da “Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri eğlenmek için yaratmadık. İkisini de sadece Hakk’ı göstermek üzere yarattık…” (Duhan, 38-39) buyrulmuştur. Hadis-i kudside ise Cenab-ı Hak “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi muhabbet ettim, halkı yarattım.” diyor. İşte bu ilahi beyanlardan anlaşılıyor ki Allah, halk-ı alemi, kendisini bilmesi için yaratmıştır. Bu itibarla kulun yaratılış / halkiyat gerekçesi olan Rabbini bilmesini, Fehmi Efendi ‘ihtiyacındır bilinmek’ şeklinde ifade etmiştir. Bu ihtiyaç haşa, acziyet anlamında olmayıp, sevmek, istemek veyahut ta sevip de istemek anlamındadır. Çünkü zatı tekliğiyle hiç birşey yaratmadan evvel, cenab-ı Hak kendi kendini bildiği halde, yarattığı kullarının kendisini bilmesini sevmiştir, bilinmesine muhabbet etmiştir. Bu itibarla kul, Rabbini bilmekle muhabbetullaha mazhar olur.
Allah’ı bilenler ikidir: Biri ehl-i şeriat ve tarikatçıların bilişidir ki; Hakk’ın eserlerinin, ef’alinin, isimlerinin ve sıfatlarının bu alemde zuhur ettiğini ikrar ederler. Fakat müsemma, fail ve mevsuf olan Hakk’ın zatını mevhum, yani bilinmezlikle kaydederler. Bu itibarla ehl-i şeriat ve tarikatçılar, zat-ı ilahiden mahcupturlar / perdelidirler, vesselam. Allah’ı bilenlerin diğeri ise, daim zikir uyanıklığı ve makamat-ı tevhid irfaniyetine mazhar olan arif ve ehl-i kemaldir ki, bunlar ehl-i hakikat olup, kendi nefsinde ve cümle varlık ve eşyada Hakk’ın ef’ali, esması ve sıfatıyla beraber, zat-ı ilahinin fail, müsemma ve mevsuflukla olan zuhurunu müşahede edenlerdir.
Kendi nefsinde ve cümle alemde mevcut olan Rabbine vuslat edip, Rabbini müşahede eden bunlardır ki, kulun yaradılışının yüce gayesinin kemali bunlarla açığa çıkıp zahir olur. İşte böyle bir kemalatın mazharı olan Arifibillah H. Fehmi Hazretleri “Bilinmekliğini muhabbet ihtiyacınla Fehmi’yi var eyledin.” diyor, vesselam.
‘Ezelden bu hitabı söyledin kulağıma’ demek ise: Ezelden maksat ruhlar alemidir, hitap ise ruhlar alemindeki “…Elestü birabbiküm…/ Rabbiniz değil miyim?.” ( Araf, 172) hitabıdır. Bu hitap, mekteb-i irfanda mürşid-i kamilin telkin ve irşadıyla bu alemde tekraren yapılır. Her kim bu irşada ve irfaniyete mazhar olursa, o kul yaratılış gayesine ulaşmış bir irfaniyetle, ezel olan ervah alemindeki hitabın cevabını burada verir. Yani bu alemde arifibillah irfanıyla “Elestü” hitabını “bela / evet” diyerek cevaplar. Allahualem.

Hiç yorum yok: