23 Temmuz 2011 Cumartesi

Bak şu Hakk’ın hikmetine nice dert verdi bana

Bak şu Hakk’ın hikmetine nice dert verdi bana         
Çün ezelden dertli idim yine dert verdi bana

Kur’an’da “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?.. Evet sen bizim Rabbimizsin biz buna şahidiz…” (A’raf, 172) Buyrulur ki, bu hitap ve cevap ruhlar aleminde olmuştur. Ruhlar aleminde herkes, Rabbin hitabına evet dedi ve şahit oldu. Hz. Pir Efendimiz “Ruhlar alemindeki bu şahitlikte ilim vardı, fakat marifet yoktu. İlim akılla elde edilir, marifet ise müşahedeyle elde edilir.” diyor.
Bu imtihan / şahadet alemine gelen herkes, Rabbini görüp ona şahit olmak potansiyeliyle doğar. Bu potansiyel ve kabiliyeti insanı, yeryüzünde Rabbine halife olma ademiyetiyle mükellef yapar ki, bu mükellefiyete insandan başka yaratılan hiç bir mahluk muhatap değildir. Bu aleme bedenlenerek doğup gelen herkes, ruhlar alemindeki hitabı ve şahitliğini cehalet ve gafletle unutarak ademiyet potansiyelini ve mükellefiyetini hapseder. Çeşitli dertlere muhatap olur ki, bu dertler gayriyetten hasıl olan dertlerdir. Bu gayrıyet dertleri, kulun ezeliyle, yani bedenle bu aleme doğmasıyla başlayan dertler olduğundan ezel derdidir. Bu dertlerden kurtulmanın çaresi ise, Hak aşıklarıyla, ehl-i kemalle arkadaş olup onların meclisine dahil olmak ve cehalet ve gaflet içinde olduğunu anlamaktır. Çünkü cahil ve gafil olduğunu bilen kimse ancak ‘Ruhlar aleminde muhatap olduğum hitap ve yapmış olduğum şahitlik nedir? Cenab-ı Hak nasıl bilinir ve ona nasıl kavuşulur, alemlerin Rabbini görerek nasıl şahit olurum?’ diyerek, Allah derdiyle yeniden dertlenir.
Böyle dertlenmek insanı terakki ettirdiğinden, derd-i ilahi kul için rahmettir. Çünkü bu dert, kulu Rabbine vuslata ulaştırır ve kul arif, kamil bir insan olur. Bu itibarla Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid’inde:

Bu Süleyman kuluna rahmet et
Ehl-i derdin sohbetine mahrem et.

Diyor. Kendisinin de dert ehli olup, dertliler meclisinde dertlilerle beraber olabilmesi için Allah’a niyaz ediyor, Allah’tan yardım istiyor. Bunu dikkate alırsak ezel derdi, cehalet ve gafletten hasıl olan gayrıyet derdidir. ‘Yine dert verdi’ beyanındaki dert ise, derd-i ilahidir, vesselam.
Bir de irşadla görevli olan velilerin muhatap olduğu dert vardır: Bunların irşadından rahatsız olanlar, onun irşadını engellemek için çeşitli zorluklar ve engeller çıkararak dert üretirler. Çünkü irşadla görevli olan cümle peygamberler ve veliler, yaptıkları tebliğ ve irşad yüzünden zorluklar ve engellere muhatap olmuşlar ve dertlenmişlerdir. Fehmi Efendi Hazretleri de zaman zaman böyle zorluk ve engellerden dertlenmiştir. Allahualem.

Aradım buldum tabibi sıdk ile uydum ona
İçirdi sehpa-yı camı ol imiş derman bana

Her kim ki dert ehli olup dert sahibidir, daima derdine derman arar. Her derdin bir doktoru vardır. Derd-i ilahinin tabibi ise, kamil mürşiddir. İşte Fehmi Efendi Hazretleri “Aradım buldum zamanın mürşid-i kamilini, kamil bana teveccühte bulunup, zikr-i daim ve tevhid-i hakiki irfaniyet kadehinden ikram etti, telkin ve irşada bulundu. Ben de kamilin telkinine sadakat gösterip uymakla, müşküllerim hallolup irşad oldum, derdim de derman buldu.” buyuruyor.

Nice bir derttir acaib mübtela oldum ona
Geldiğince hatırıma hiç rahat vermez bana

Dert ehli rahat olmaz, çünkü derdini hatırladıkça araştırır sorar; Cenab-ı Hak nasıl görünür, nasıl bilinir, ona nasıl kavuşacağım... gibi müşküllerle dertlenir ve dertlerine cevap, yani çare bulduğu nisbette irfaniyete terakki ederek arif ve kamil olur demektir. 

Yine tuttu eski derdim ne olur bu hal bana
Kaynayıp taştı içerden mevc urur derya bana

Fehmi Efendi Hazretlerini çok meşgul eden bir müşkülü hasıl olmuş ki, onu beyan ediyor. Hem de “Bu dert ve müşküllerin zuhuru Hak’tandır. Nasıl ki, denizin dalgası denizden ayrılmadan dalgalanırsa, bana da bu müşküller, cümle varlık ve eşyada mevcut olan Hak’tan gelir.” buyuruyor.

Böyle bir derde giriftar olmamış hiç kimse de
Depreşir eski yareler dert olur derman bana

Bir çok mesleğin taraftarı, müptela ve dertlisi vardır. Mesela futbol ve diğer spor dallarının taraftarları, siyaset ve tabiat meraklıları ve dertlileri pek çok olur. Fakat Cenab-ı Hakk’a kavuşmanın meraklısı, dertlisi çok azdır, bazı memleket ve muhitlerde ise hiç bulunmaz. Bunu göz önüne alarak ehl-i kemal “Hakk’ı bulmak kolaydır, Hakk’ı bulduranı bulmak zordur.” demişlerdir.
Fehmi Efendi Hazretleri “Bu dert yani derd-i ilahi, aynı zamanda benim dermanımdır.” diyor. Çünkü dermanı, çareyi kim arar? Elbette dertli olan arar ve aradığı için de dermana kavuşur. Derd-i ilahiye bulaşmamış bir kimse, derman-ı ilahiyi arar mı? Aramaz ve aramadığından ilahi dermanı da bulamaz. Bu itibarla Allah derdi, aynı zamanda kulun dermanıdır.
Öyle bir ma’şuka aşık olmuşum hiç misli yok
Görmeyince hub cemalin dü cihan zindan bana

Her güzellik bir şekilde temsil edilir ve misallendirilir. Mesela, falancanın gözlerinin güzelliği ceylana benzer, huyu melek gibidir, kaşı yay gibidir, boyu fidan gibidir... şeklinde misallendirilir. Fakat güzeller güzeli olan Cenab-ı Hakk’ın bir şeye benzetilip de misallendirilebilmesi için, Hakk’ın eşi, dengi ve benzeri olması icap eder. Kur’an’da “O doğmadı, doğurmadı. Onun eşi ve benzeri yoktur.” (İhlas, 3-4) buyrulmuştur. İşte bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Benim ilahi sevgilim hiç bir şeye benzemez. Ben onun güzel yüzü olan cemalini görmezsem, iki cihan yani gerek bu alem gerekse alem-i ahiret bana zindan olur.” diyor. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın güzelliğini görmek, onun cemaline kavuşmak, bir kulun ulaşacağı en büyük nimet ve mazhariyettir. Vesselam.

Neylerim evrad kuyudat var iken ol yar bana

Görmezem nücum ziyasın çün doğar envar bana 

Hz. Pir, özetle: “İbadet üçtür: Birincisi, abidin ibadetini nefsi ile nefsinin menfaati için yapmasıdır. İkincisi, abidin ibadetini nefsi ile Hakk’ın rızası için yapmasıdır. Üçüncüsü ise abidin ibadetinde abid, ibadet ve mabut bir olur.” diyor. 
Nefsiyle nefsi için ibadeti, ehl-i şeriat olan avam-ı nas yapar ve bunlar daima nefsini ahiret nimetleriyle lezzetlendirmeyi düşünür. Nefsiyle Hak rızası için ibadeti ise, şeriat alimlerinin bazısı ve bazı tarikat ehilleri yaparlar. Bunlar, kulluk ve ibadetlerini nefsiyle Allah rızası için yaparlar.
Abidin, ibadetin ve mabudun bir olduğu ibadet ise, ehl-i hakikat olan insan-ı kamilin ibadet ve kulluğudur. Çünkü onlar, daim zikir ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle, kendi nispet varlıkları olmadan Hakk’a vuslat zevkiyle yaşarlar.
İşte mürşid-i kamil olan Fehmi Efendi Hazretleri, Hakk’a vasıl olduğundan “Fazla ibadet ve tesbihatla kaydedilerek nefisle, yani nispet varlık zannıyla yapılan kulluğu ne yapayım? Çünkü ilahi sevgiliyle vuslattayım. O hep benimle beraberdir. Benim kulluğumda gayrıyet olmayıp, ibadet eden, ibadet ve ibadet edilen birdir.” diyor ve devamla “Gündüz güneşin aydınlığına kavuşan kimsenin, yıldızların aydınlığını arayıp özlememesi gibi; Hakk’a vuslat irfaniyeti doğdu bana, Hak’tan gayriyetle ve nefisle yapılan kulluğa dönüp de bakmam.”  buyuruyor.

Öyle bir çeşm-i siyaha mail oldum ben bugün
Her nazarda çeşm-i dilara hayat verir bana

“Ben ilahi sevgilimin, vahdetinden açığa çıkardığı tecellilerindeki güzelliğine, cemaline tutulup bağlandım. İlahi sevgilinin her tecellisindeki güzelliğiyle bana görünmesi, benim hayat kaynağımdır, beni yaşatandır.” buyruluyor. Çünkü aşık olana cehennem, sevgilisinden ayrı kalmasıdır. Bu itibarla Hak aşıklarının ve ehl-i kemalin her daim aradığı, ilahi sevgiliye vuslat olan cennet-ül irfan zevkidir. Vesselam

Niceler geldi ve geçti ol yüze kör oldular

Talibi gördüm dese de hiç kanar olmaz bana

Fehmi Efendi Hazretleri: “Rabbini göremeden, ona kavuşup vuslat etmeden, bir çok kimse bu aleme geldi ve geçti. Yani yaradılışının icabı olan kulluğu yerine getirmeden, Rabbinden mahcup ve perdeli bir hal ile kör olarak bu alemden göçtüler,fakat ben bu alemde Rabbimden perdelenmedim ve ilahi sevgilinin müşahedesine asla doyup kanmadım, ona bakmaktan ise hiç usanmadım.” buyuruyor.



Hiç yorum yok: