21 Temmuz 2011 Perşembe

Dervişler daim çekerler cefa

Dervişler daim çekerler cefa
Hak için başa gelir her bela
Aşkın ile yar eyledin beni
Oldu bu gönlüm ona mübtela

Dervişlerin cefası şöyledir: Rivayet olunur ki, Şems-i Tebrizi Hazretleri, memleketinde yaşar iken muhabbet, sohbet edecek kimse bulamamış. Çünkü şeriatın muvahhidi çok olup, cümle Müslümanlardır. Muvahhid-i hakiki ise, her zamanda azdır. Şems-i Tebrizi Cenab-ı Hakk’a yalvarıyor: “Yarabbi, bana hakikatten haberli, tevhid-i hakiki arkadaşı verip ihsan et ki, onunla sohbet, muhabbet edeyim.” diye niyaz ediyor. Cenab-ı Hak ilhamla: “Ey Şems, ben sana istediğin gibi arkadaş, yaren verirsem, sen bana ne verirsin?” diyor. Hz. Şems “Ey Rabbim, sen bana yaren ver, ben sana başımı veririm.” diyor. Sonra ilham ile Tebriz’den Konya’ya gidip Hz. Mevlana ile buluşuyor ve onunla sohbet muhabbet yarenliği ederken, Hz. Mevlana’nın oğlunun da içlerinde olduğu kimseler “Bu derviş Şems geldi, bizim hocamızı yoldan çıkardı, ifsat etti.” deyip, dedikodu ürettiler. Hz. Mevlana’yı Şems’in elinden kurtaralım diyerek, Hz. Şems’in başını kesip şehit ettiler.
İşte dervişlerin cefası böyledir. Halk onların aşk ve irfaniyetinden habersiz olduklarından, dervişler halk içersinde sohbet yareni bulamaz ve daima ehl-i aşk ve hakikat ehli ararlar. Fakat o da nadir ve bulunması zor olduğundan cefa ve sıkıntı çeker. Bütün bu cefalar ne içindir? Hak içindir. Çünkü derviş Allah aşkına mazhar olduğundan, Cenab-ı Hakk’a yani ilahi sevgiliye müpteladır. Daima ilahi sevgiliyle beraber olup, asla ayrılmak istemez, vesselam.
Bir de meslek-i Resul dervişlerinin irşatla görevli olanları vardır ki, onların irşat ve tebliğinden rahatsız olanların tepki ve davranışları da dervişlere sıkıntı, eza ve cefa verir. Fakat onlar Kur’an’ın “…onlar Allah yolunda mücahede / gayret ederler, hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar…” (Maide, 54) beyanına mazhar olduklarından, onların irşat maksatları hiç bir şahsi ve beşeri menfaat olmaksızın ancak Hak içindir. Çünkü Kur’an’da “Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. De ki; bu hizmetime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben ancak dileyen kişinin Rabbine doğru bir yol tutmasını istiyorum” (Furkan, 56-57) Başka bir ayette ise: “De ki, ben buna karşılık sizden yakın akrabamı / ehlibeytimi sevmeniz dışında bir şey istemiyorum…” (Şura, 23) Buyrulmuştur. Yine Kur’an’ın bir çok ayetinde peygamberlerin dilinden “…Ben bu iş için sizden bir ücret / ödül istemiyorum. Benim ücretim / ödülüm yalnız alemlerin Rabbindendir” (Şuara, 109,127,145,164,180) beyanı vardır.
Meslek-i Resul dervişlerinin irşat maksatları, asla şahsi, maddi, siyasi vb. menfaatler için olmayıp; ancak Hak içindir. Çünkü meslek-i Resulde irşat olmak isteyenin gayesi de Hak’tır. İrşat edenin gayesi de Hak’tır. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri “Dervişler, Allah aşkına müptela olduklarından, Hak için onların başına cefa, bela gelir.” buyuruyor.
Nice divane olmasın gönül
Göründü ey dost zülüfün bana
Can ile başım feda uğruna
Yeter bir görsem cemalin bana

Zülüf; güzelin, sevgilinin örtüsünün altından çıkan ve yüzünde görünen saçlardır.
H. Fehmi Hazretleri: “Ey dost, ey ilahi sevgili, cümle varlık ve suret örtüsünden senin zat-ı ehadiyetinin zuhuru olan tecelli sıfatını gördüm. Senin tecelli eden bu güzelliğine gönlüm nasıl dayanır? Canımı da, başımı da vereyim; zülfün olan tecelli sıfatını gösterdiğin gibi zat-ı ilahi tecellisine de beni mazhar kılıp, aramızdaki örtüyü tamamen kaldır ve tüm güzelliğinle, cemalinle beni şereflendir.” diyor.

Aşk deryasının filkine bindim
Gark olsa cihan bir seyran bana
Nadan ne bilsin aşkın halinden
Ona da ihsan eylesin Hüda

Bir kimse gemiye binip de denize açılsa; gemide iken tufan olup tüm kara parçası su altında kalsa, karada yaşayan ne kadar varlık varsa boğulup tufanda helak olur, fakat deniz içinde gemide olana bir şey olur mu? Olmaz. 
Hasan Fehmi Hazretleri: “İlahi aşk, beni cümle masivadan, gayriyetten yani nispet varlıklardan uzaklaştırdı. Ben şimdi aşk denizinde tevhidin irfaniyet kayığında ilahi sevgiliyle beraberim. Cehalet yüklü olup, kendime ve aleme nispet varlık izafe eden eski anlayışlarıma tufan olmuş, ben hiç duymam. Çünkü makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle Rabbı’mın tecellisinden başka bir şey görmem. Benim görüp, seyrettiğim ancak ilahi sevgilinin güzelliğidir.” diyor.
Nadan, cahil demektir. Yani zikr-i daim ve ilm-i tevhid-i hakikiden habersiz olandır. İşte böyle kimseler aşk-ı ilahiye mazhar olan aşığın halini bilir mi? Bilmez.
Hz. Mevlana’ya aşkı sorduklarında: “Ben ol da bil!” demiştir. İşte Fehmi Efendi Hazretleri: “Allah, nadana da aşk-ı ilahi hidayetini versin. O da aşık olup, aşk ehline karışsın.” diyerek niyazda bulunuyor.

Şarab-ı hüsnün layezalinden
Sundu bir kadeh ol saki bana
Görünce hüsnün her yüzden Fehmi
Sevda-yı aşkın yerleşti cana
“Saki bana bir kadeh sundu, ikram etti ki; onun sarhoşluğuyla sevgilimin hudutsuz olan ezeli ve ebedi güzelliğinin perdesi açıldı.” Sözlerinin anlamı şöyledir:
Saki mürşid-i kamildir. Kadeh, salikin gönlüdür, şarap ise mürşidin ilm-i marifetle olan irşadıdır. Sarhoşluk ise, mürşidin irşadıyla salikin gönlünde meydana gelen hoşnutluk olan zevk-i ilahidir. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri: “Kamilin irşadıyla zat-ı ilahiye vasıl oldum. O makamın keyfiyetiyle, her yüzde, yani her tecellide zat-ı ilahinin mevcudiyet yüzünün güzelliğini görmekle, sevda-yı aşkın yerleşti canıma.” buyuruyor.
Bu konuda İmam-ı Gazali Hazretleri: “Aşk-ı mecazda dahi bir güzelin güzelliği bilinmeden, görünmeden o güzele aşık olunur mu? Olunmaz. Önce güzellik bilinir, görülür ve aşk ondan sonra hasıl olur.” diyor. Devamla: “Güzeller güzeli olan Allah bilinmeden ve görülmeden nasıl sevilir de ona aşık olunur? Hakk’a aşık olmak için, Hakk’a arif olup onu görmek gerektir. Cahiller Hakk’a arif olmayıp, onu göremediklerinden onu sevemezler, Hak aşkından mahrum olurlar.” buyurmaktadır.
Allah, her şeyin en iyisini bilendir.


Hiç yorum yok: