21 Haziran 2011 Salı

Bey’at-ı Hakk’ı Muhammed’den kılanlar merhaba

Bey’at-ı Hakk’ı Muhammed’den kılanlar merhaba

Buldunuz iman-ı kamil, cümle yaran merhaba



Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de: “O sana biat edenler var ya; onlar gerçekte Allah ile bey’atlaşıyorlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim ahdini / bey’atını bozarsa, döneklik ederse, kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Kim Allah’a verdiği sözde durursa, Allah ona büyük bir ecir / ödül verecektir” (Fetih, 10) Buyrmuştur. İşte bu ayet, ashabın Hz. Peygamber Efendimizle yapmış oldukları bey’atı, antlaşmayı beyan ediyor ve yapılan bu bey'atın, hakikatte Allah’la yapılıp, Allah’ın elinin onların ellerinin üzerinde olduğunu açıklıyor. Çünkü peygamberler aynı zamanda veli olup, onların fenafillah keşfiyle nispet varlıkları olmayıp; bekabillah mazhariyetiyle Hakk’ın, hidayet tecellilerinin en kemalli zuhuru olan insan-ı kamil olduğu gibi, nübüvvet mertebesiyle de, vahyin mazharı olup Allah’ın elçisidirler.

Kur’an’da “…Resulümüze düşen apaçık bir tebliğden başka bir şey değildir.” (Teğabün, 12) buyrulmuştur. Bu itibarla peygamberler, vahye tabidirler ve ancak kendisine vahyolunanı tebliğ ederler. Peygamberin yaptığı tebliğe her kim bu şuurla biat ederse, onun biatı hakikatte Allah’adır. Çünkü ayette “Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur…” (Nisa, 80) buyrulur. Peygamberlerin mazhariyeti vahyi tebliğ olduğundan, onların tebliğ ve telkini Allah’ın emir ve sözüdür. Bu itibarla vahyi, yani Allah’ın emir ve sözünü tebliğ edenle, Allah’ın emir ve sözünü kabul edenin yaptığı bey’atleşme, anlaşma; hakikatte Allah’la yapılmış olur. İşte bu aynı zamanda “Onlar gerçekte Allah ile bey’atleşiyorlar. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir…” ayetinin mahiyetidir. Vesselam. Onların ellerinin üstündeki el, Allah’ın elidir, demek ise şöyledir: El, kudretullahın mazharı olup, Allah’ın kudret eli onların ellerinin üstündedir, demektir. Çünkü kulun ellerinden zuhur eden her faaliyet, ancak Allah’ın kudretiyle açığa çıkar. Allah’ın kudreti olmadan hiç bir faaliyet olmaz. Bunun için imanın şartlarından biri, hayrın ve şerrin Allah’ın kudretiyle olduğuna iman etmektir. İster hayır olsun, ister şer olsun, her bir iş ve oluş; mutlaka kudretullaha muhtaçtır, kudret-i ilahi olmadan hiç bir iş ve oluş olmaz. Bey’atleşme de Allah’ın razı olduğu hayırlı bir faaliyet olduğundan, Allah’ın rızası ve kudret eli, Hz. Muhammed (sav)’le bey’atleşenlerin üzerindedir.

Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri, seyr-i süluku bizzat Hz. Resulullah Efendimizden görmüş olup, aldığı telkin ve tarifname bizzat Hz. Resulullah Efendimizdendir. Bu itibarla Hz. Pir, Resulullah Efendimizin halifesidir. Meslek-i Resul mürşid-i kamili ise, Hz. Pir’in halifesidir. Bu itibarla mürşid-i kamilin telkini, Hz. Muhammed (sav)’in telkinidir. Yani Hz. Peygamber Efendimiz ashaba nasıl telkin etmişse, kamilin telkini onun aynıdır.

Kim, meslek-i Resule dahil olup, mürşid-i kamilin emr-i ilahiden ibaret olan telkinine biat etmişse, o biat Hakk’a ait olup, Hz. Muhammed (sav)’le ashabın yapmış olduğu biatin aynıdır. Çünkü biat / anlaşma, emr-i ilahi olan telkine ve tarife riayet için yapılır. Hem mürşid hem de salik, telkin olan emr-i ilahiye riayet etmekle mükelleftirler. Eğer telkine riayet ederlerse, her ikisi de istifade ederler, riayet etmezlerse her ikisi de faydalanamazlar, zarar ederler. “Kim ahdini / bey’atini bozarsa, döneklik ederse; kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Kim Allah’a verdiği sözde durursa Allah ona büyük bir ecir / ödül verecektir.” (Fetih, 10) Beyanındaki gibi bey'atleşenler; ahitleşmeye riayet etmez de verdiği sözde durmazsa, kendi nefsine kötülük etmiş olur. Her kim ki bey’atine sadık olursa, Allah ona iyilikler verir. Velhasıl Fehmi Efendi, bey’atını böyle bir anlayışla yapanlara hitaben “Bey’at-ı Hakk’ı Muhammed’den kılanlar merhaba / Buldunuz iman-ı kamil, cümle yaran merhaba!” diyor.

İman üç kısımdır: Birincisi, taklidi iman. İkincisi, istidlali / delilli iman. Üçüncüsü hakiki / kamil imandır. Taklidi iman, imanın en zayıfıdır, istidlali iman ulema-yı zahirin ve ehl-i tarikin imanıdır. Çünkü onlar isimlerini ve eserlerini Hakk’a delil yaparlar. Îman-ı kamil ise; arifin yani ehl-i kemalin imanıdır ki, bu iman-ı kamil, meslek-i Resule dahil olup, Muhammedi bey’atla mazhar olunan, telkine sadakatle bulunur. Yaran; dost, ahbap demektir.İşte Hasan Fehmi Hazretleri, kendisi gibi iman-ı kamile ulaşan, cümle ehl-i kemale ‘Merhaba!’ diyor.



Varis-i nebidir ol Nur Muhammed esfiya

Gün gibi doğdu bu alem yüzüne saldı ziya



Hadis-i şerifte “Alimler, nebilerin varisleridir.” Buyrulmuştur. Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri, Hz. Resulullah Efendimizin varisidir. Hz. Pir, seyr-i sülukun fenafillah mertebelerini Hz. Resulullah’ın misal-i vücudundan, bekabillah mertebelerini ise Hz. Resulullah’ın vücud-u unsurundan görmüş olup, vücudu Nur-u Muhammed (sav) zuhuruna da mazhar olduğundan, esfiyadır, yani tertemizdir. Hz. Pir’in şahsında zahir olan ruhaniyet ve kemalat, bu alemi, güneşin karanlığı aydınlatması gibi aydınlatıp parlatmış ve halen aydınlatıp parlatmaktadır.



Oldu imam ehl-i aşka verdi müezzin sala

Kıldılar dört farz namazı okudu gad efleha

Hz. Pir Efendimizin zuhurundaki meslek-i Resul telkin ve irşadı, Allah aşıklarının imamıdır. Müezzin ise, zamanın davetçisi olan kamil mürşiddir. Her ehl-i aşk, kamilin davetiyle o telkin olan imama uymuşlardır.Bunu beyanla Hz. Pir’in ilk halifelerinden Tikveş Kavadar’lı Hacı Kadir Bey “Hiç kimse, insanlığını davetsiz açığa çıkaramaz.” demiştir.

‘Kıldılar dört farz namaz, okudu kad efleha’ sözünün anlamı ise şöyledir: Kuranda “Kad efleha men tezekka ve zekerasme rabbihi fesalla. Nefsini / benliğini arındıran, gerçekten kurtuluşa ermiştir. O Rabbinin adını anmış / zikretmiş, namaz kılmıştır.” (A’la, 14–15) Buyrulur. Bu itibarla her kim ki, zamanın kamil mürşidinin irşadına mazhar olursa o, zikr-i daim ve ilm-i tevhidin keşfi irfaniyetiyle, gayriyet kirinden, yani gizli şirk pisliğinden arınıp tertemiz olur. Dört farzla, yani mürşid-i kamilin dört makam teveccühü telkiniyle, namazın hakikatine mazhar olur demektir.

Geçtiler zevk-i fenadan buldular zevk-i beka

Kıldılar vahdette namaz ettiler miraç Hakk’a



Hadis-i şerifte: “Müminin namazı miraçtır.” buyrulmuştur. Makamat-ı tevhidin fena makamları olan tevhid-i efal, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat keşfi irfaniyetiyle, cehaletle var zannettikleri nispet varlıklarından arınıp geçenler; ölümsüzlüğe, yani ebediyet olan bekabillaha mazhar olurlar ve Hakk’a vasıl olup, hep Hakk’ı müşahede ederek, Hak’la ebediyet, yani beka bulur ve ölümsüz olurlar. İşte bu, kulun Rabbiyle vuslatı ve miracıdır.

Bu miraç, aynı zamanda, vakit namazlarının hakikati olan vahdet namazı olup, kulun “…Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır…” (Bakara, 115) Kur’an beyanındaki gibi, kurb-u feraiz / farz yakınlık mertebesine ulaşıp, halkı batın ve Hakk’ı zahir müşahedesiyle, hep Hak görmesidir. Vesselam.



Sıdre-i münteha olmaz aşığa durak makam

Geçtiler kavseyne onlar ettiler canı feda



Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid'inde, Hz. Resulullah’ın miraca giderken yolculuğundan ve yol arkadaşlarından bahseder. Bu yolculukta Sidre-i Münteha’ya vardıklarında Cebrail’in Hz. Peygambere ‘Benim makamım burasıdır, buradan ileri gidersem baştan aşağı yanarım.’ demesine karşılık Hz. Resulullah Efendimiz:



Ta ezelden bana aşk oluptur delil

Yanar isem yanayım ben ey Halil



buyurur ve Refref isimli vasıtayla birlikte, Cebrail’in cesaret edemediği sidre-i münteha makamını geçerler.

Bunu beyanla Hasan Fehmi Hazretleri de: “Aşık olanlar, sidre-i münteha makamında durmazlar. Onlar cesaret ve azimle, tevhid makamlarından bir makamın ismi olup, Kur’an-ı Kerim’de ‘Kabe Kavseyn’ olarak ifade edilen makama ulaşırlar ve zevklenirler.” Diyor.



Ol yüzü bedr-i münir ahz.eyledi şemsten ziya

Cümle erbab-ı ulumun kalbine verdi cila



Hz. Pir; ayın, güneşten olan parlaklığı ile gecenin karanlığındakilere yol göstermesi gibi, hidayet-i Nur-u Muhammed mazhariyetiyle, cehalet karanlığındakilerin yolunu aydınlatmış, ehil olanların kalbini zikr-i daim ve makamat-ı tevhid telkin ve irşadıyla parlatmıştır. İşte Hz. Pir’den zahir olan kemalat aydınlığı ve ışığı, hidayetin baş mazharı olan Hz. Muhammed (sav) güneşindendir demektir.



Cilve-i maşuka sabretmek gerektir aşığa

Bir cefası içre Fehmi’ye gelir yüz bin sefa



Cilve-i maşuk, Cenab-ı Hakk’ın tecellilerinin nev’idir. Çünkü tecellide celal var, cemal var; kimi tecelliler nefse zor gelir. Fakat aşık olan kimse; gerek celal, gerekse cemal tecellilerin ilahi sevgiliden olduğuna, arif olduğu için sabreder. Kur'an’da “Dedi ki; ben içimi doldurup taşan hüznümü, kederimi ancak Allah’a arz ederim...” (Yusuf, 86) buyrulmuştur. Bu itibarla, aşığın ilahi sevgiliden başkasına yönelmemesi, onun sabrıdır. İşte böyle sabreden aşığa, yüce sevgili cemaliyle tecelli ederek, kayda gelmeyecek bir irfaniyet ve zevke mazhar kılar. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri: “Fehmi’ye bir cefası içre, yüz binlerce sefa gelir.” diyor.

Allah, her şeyin en iyisini bilendir.




1 yorum:

Adsız dedi ki...

Rabbim bizleri bey'ati(biat i)hakdan alma şuuru ve idrakinden son nefesimize kadar ayirmasin.Amin ey alemlerin rabbi olan Allahim.