20 Haziran 2011 Pazartesi

GİRİŞ

Kur’an’da “Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” buyrulur. (Tin, 4-5)
Niyazi Mısri Hazretleri:

Gökte uçar iken yere indirdiler
Çar anasır bendlerine vurdular
Nur iken adım Niyazi koydular
Ta ezelki itibarım kandedür?

Yine ehlullahtan Aşık Mustafa:

Beka-yı mülkünden eyledim teşrif
Bu dar-ı fenaya imtihan için.
Gece gündüz daim muradım budur
Cemal-i pakini anlamak için.

Demişlerdir.
İşte bu ve benzeri beyanlardan da anlaşıldığı gibi, yeryüzü olan bu imtihan alemindeki her insan; Hakk’ın varlığından yaratılmış olup, et ve kemikle bedenlenerek, bu imtihan alemine, yani yeryüzüne indirilmiştir. Bu yaratılış “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 4) beyanından anlaşıldığı gibi en güzel yaratılıştır.
İnsan, bedenlenip yeryüzüne gelince, kendi varlığının Hakk’ın varlığından ayrı olduğunu zannetti ve cehaletle varlığını kendine nispet ederek, asli hakikatini; cehlin ve zanların oluşturduğu nispet varlık kafesine hapsederek gizli şirk işledi. Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz: “…Ümmetimin gizli şirkinden korkarım.” buyurmuştur.
İşte, kulun bu gizli şirkten kurtulması; tevhid kelimesini dil ile söylemekle yetinmeyip tevhidin hakikatine yükselmesini gerektirir ki, bunun başkaca bir çaresi yoktur. Çünkü bir kimse hangi ilimleri tahsil ederse etsin, eğer tevhid-i hakiki irfaniyetiyle makam-ı insanı bulup, insan-ı kamil olmamışsa; gizli şirkin ehlidir ve bilmeden cehaletle, Cenab-ı Hakk’ın kendindeki ve cümle eşyadaki varlığına ortaklık ederek gizli şirk işler. Kulun, tevhid-i hakiki irfaniyetiyle gizli şirkten kurtulup kamil bir insan olması; ancak cümle eşyada mevcut olup, aynı zamanda kendi asli hakikati olan Rabbine vuslat etmesiyle mümkündür.
Bu itibarla kulun, Rabbine bu imtihan aleminde kavuşmasından daha ziyade onu mutlu edecek bir keyfiyeti olmaz. Çünkü bu keyfiyet, kulun yaradılışının yüce gayesine ulaşıp, cümle alemlerde Rabbine vuslat zevkiyle ebediyen var olmasıdır. Her insan, yaradılışının yüce gayesine yakınlaştığı nispette huzur ve mutluluğu bularak, cehalet ve zanlarından hasıl olan manevi hastalıklardan, rahatsızlıklardan ve gizli şirkten kurtulup felaha ulaşır. Bu da, Muhammedi bir kulluk mazhariyetiyle insanın yaratıcısına yani Rabbine kavuşup vuslat etmesiyle mümkündür.
Kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbine vuslat kulluğuna ulaşmayan her insan; mevki ve makamı ne olursa olsun, hangi ilmin alimi olursa olsun, eksiktir ve insan-ı kamilin mazhar olduğu felah ve mutluluktan mahrumdur. Çünkü insanı Rabbine kavuşturmayan cümle anlayışlar “en güzel yaradılış” olan insanı sınırlayıp gayriyetin, yani Rabbinden başka olan heveslerin esiri ve mahkumu eder. İşte bu mahkumiyetten kurtulup, kulun yaradılış gayesine ulaşarak, ideal olan felah ve mutluluğa mazhar olması, eksiklerini giderip insan-ı kamil olmasıyla mümkündür.
Tevhid aydınlığı olan bu eser; okuyucusuna, insanın Muhammedi bir kullukla nasıl insan-ı kamil mertebesine ulaşacağını tarif eder.
Ayrıca bu eser, geçmişte ve günümüzde her zaman var olan, makam-ı insan kemalat ve marifetiyle uzaktan ve yakından hiç bir alakaları olmadığı halde, çeşitli organizasyonlarla halka “zamanın mürşidi, insan-ı kamili” gibi unvanlarla tanıtılarak; milletimizin Allah dostlarına duyduğu derin muhabbeti istismar eden, siyasi, ekonomik ve beşeri menfaatler sağlayan taklitçi, sahtekar ve nakıs mürşitler ile gerçek Allah dostu olan insan-ı kamili açık bir şekilde tanıtarak, bunları ayırt edebilmesini okuyucuya gösterir.
Bunun için, ehl-i kemalin buyurduğu gibi:

“Bu eser, su değildir fakat su arayana pınarı gösterir; ekmek değildir fakat aç olana fırını gösterir.”
Vesselam…

Hiç yorum yok: