21 Haziran 2011 Salı

Geldi Muhyiddin hakikat alem içre ağniya

Geldi Muhyiddin hakikat alem içre ağniya

Kapısında padişahlar oldular kul ve keda



Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi kastediliyor ki; Hz. Peygamber Efendimiz’den sonra bu alemde zuhur eden irfaniyetin, hikmet ve kamalatın membaı arifler silsilesinin en parlak veli şahsiyetlerindendir. Ehl-i kemal ve ehl-i hakikat, kendisinden ve eserlerinden çok istifade etmişler ve etmektedirler. Onun eserleri ariflerin ve ehl-i kemalin baş tacı olup, ehl-i kemal kendisini “Şeyh-ül Ekber / Büyük Şeyh” olarak vasfetmişler ve vasfetmektedirler.

Peygamberlik üç türlüdür: Birincisi nebi, ikincisi resul, üçüncüsü ululazim peygamberlerdir. Nebi peygamber; sadece nebidir. Vahyin muhatabı olup; kendisine müracaat edenlere vahyi tebliğ ederek halkı irşad ederler. Ben nebiyim diyerek halka peygamberliğini açıkça ilan etmezler. Nebi peygamberler çok olup; aynı zamanda bir çok nebi olduğu gibi, bir aileden birkaç kişi de nebi peygamber olabilirler. Resul peygamberler ise; hem nebi, hem de resuldürler. Resul peygamberler kendisini gizlemez, açıkça peygamberliğini ilan eder ve ben Allah’ın resulüyüm, der. Hatta inkar edenlerle savaş dahi eder. Zamanında mevcut olan kitapla hükmeder ve dine bulaşmış olan fazlalıkları atıp, eksikleri tamamlarlar. Ululazim peygamberler ise; hem nebi, hem resul, hem de ululazim peygamber olup, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Resulullah Efendilerimiz gibi; kendisine kitap ve şeriat indirilen peygamberlerdir. Bunlar yaklaşık 600 senede bir gelirler.

Peygamberlerin varisi olan ilim sahipleri de üç sınıftır: Birincisi, nebi peygamberler mesabesinde olan veliler. İkincisi resul peygamber mesabesinde olan veliler. Üçüncüsü ise, ululazim peygamberler mesabesinde olan velilerdir. Nebi mesabesindeki veliler her devirde var olup, çokturlar. Aynı aileden ve aynı beldede birden fazla olabilirler. Resul mesabesinde olan veliler çok olmayıp nadirdirler ve dine sirayet etmiş olan hurafe, bidat, gelenek vb. dinden ayırarak, fazlalıkları çıkarırlar, eksikleri ise tamamlarlar. Her yüz yılda bir gelen müceddit / yenileyici bunlardan olup, bu veliler; Kur’an, vahiy ve Peygamber Efendimizin ahlakına uygun bir şekilde tebliğ ve irşadda bulunurlar. Ululazim peygamber mesabesinde olan veliler ise; her yüz yılda bir gelen mücedditlerdendir ki, bunlar yaklaşık 600 senede bir gelirler ve dine sirayet etmiş olan hurafe, bidat, eksik ve fazlalıkları dinin gerçeğinden ayırırlar. Bu velilerin dinin hakikati ile yaptıkları telkin ve irşadlarının tesirleri yüzyıllarca sürer.

İşte, Hz. Resulullah Efendimizden yaklaşık 600 yıl sonra Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri zuhur etmiş ve ehl-i kemal ve ehl-i hakikat üzerinde çok tesiri olmuştur. Ehl-i aşk kendisinden çok istifade etmişlerdir ve halen etmektedirler. Muhiddin Arabi Hazretlerinden yaklaşık 600 sene sonra ise Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri zuhur etmiş olup, zuhuru irşadıyla halen ehl-i aşkı ve ehl-i kemali aydınlatmaktadır. Allah bizleri de böyle velilerin irşadı himmetlerine mazhar kılsın.

Hasan Fehmi Hazretleri: “Ehl-i hakikat olan Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri, kemalat ve marifette çok zengindi. Kendisine zamanın padişahları, devlet reisleri biat etmişler, ona mürit olmuşlardır. Padişahların ona olan hürmeti, kölenin sahibine olan hürmeti ve bağlılığı gibiydi.” buyuruyor.



İlmi ağzından Resul’ün aldı ol alicenab

Eyledi ihsan ona ol Fahr-i Alem Mustafa



Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi gibi Hz. Resulullah’ın halifesi olan pirlerin süluku; bizzat Hz. Peygamber Efendimize olup, seyr-i süluku bizzat Hz. Resulullah Efendimizden görürler. Nitekim Hz. Pir Efendimiz de seyr-i süluku bizzat Hz. Resulullah Efendimizden görmüştür. Bu itibarla ‘Şeyh-ül Ekber, Resulullah Efendimizin yüce ihsanına mazhar oldu ve ilmi ol Resulün ağzından aldı.’ Buyruluyor. Yani Şeyh-ül Ekber, Hz. Resulullah’ın telkin ve irşadına mazhar oldu, demektir.



Rüşd-i alem oldu asrında bilenler bildiler

İstidadı tam olanlar eylediler iktida



Fehmi Efendi Hazretleri: “Şeyh-ül Ekber, yaşadığı çağda / zamanda en kemalatlı ve marifeti en yüksek olan büyük bir mürşiddi. Her kim onu bu vasıfları ile tanıdıysa, o yüce şahsiyetten istifade ettiler.” buyuruyor. Nitekim bizim de kanaatimiz aynı olup, Şeyh-ül Ekber’in yetiştirdiği halifelerin ve ehl-i kemalin gayretleriyle Osmanlı Devlet’inin kuruluşu sağlanmış ve Osmanlı Devletinin yapılanmasına sayısız fayda ve katkıları olmuştur. Şeyh-ül Ekber'in irşadına mazhar olan erlerin ve ehl-i kemalin irşadlarıyla yol göstermeleri; Osmanlı’nın yükselme dönemindeki fütuhat ve adaletle idaresinin manevi harcı olmuştur. Allahualem.



Ol güruh-ı akl olan sofular onu bilmedi

Ona zındıktır demekle düştüler hep mehlika



Kendisini ve bilgisini herkesten yüksek gören, kibirli ve enaniyet sahibi sofu kimselere, bu kendi halleri perde oldu da, o yüce şahsiyetteki kemalattan ve irfaniyetten istifade edemediler. Hatta zındık, dinden çıktı gibi gerekçelerle, Şeyh-ül Ekber’e eziyet ederek Şam şehrinde şehit ettiler. Bugün dahi bu aynen böyledir ki; ehl-i tevhid-i hakiki ve arifler, Şeyh-ül Ekber’den istifade ederler, cahil sofular ise, onu zındık vb. isimlerle vasıflandırarak, ondan ve eserlerinden istifade edemezler ve tevhid-i hakiki keşfi irfaniyetinden mahrum, Hak’tan ise mahcup kalırlar.



Bahr-ı ahdardır makam-ı Hızr’a yoldaştır o pir

Nevm-i gafletten uyandırdı nice yüz bin Musa



Bahr-ı ahdar, yeşil deniz demektir. Yeşil, ilm-i marifetin rengidir ki, Hz. Şeyh-ül Ekber’in makamı, ilm-i marifet mazhariyetidir ve Şeyh-ül Ekber marifetullahın ummanı, denizi idi. Bir seyahatinde bir şahıs ile sohbet ediyor, fakat bir türlü o şahsı ikna edemiyor. Birden Hızır Aleyhisselam zuhur ediyor ve seccadesini açıp yerden yukarda, havada namaz kılmaya başlıyor. Şeyh-ül Ekber, Hızır’a niye böyle havada namaz kıldığını sorduğunda, Hızır cevaben: “Karşında her şeyi akılla anlamanın mümkün olduğunu iddia eden o şahsa aklın her şeye yetmediğini göstermek için böyle yaptım.” diyor. Bu olayı gören o inkarcı şahıs, ikna oluyor ve iman ediyor.

Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri: “Şeyh-ül Ekber’in Hızır’la yol arkadaşlığı vardır. Nasıl ki, Hızır Hz. Musa’nın müşküllerini hallettiyse, Şeyh-ül Ekber de yüz binlerce kişinin müşküllerini hallederek, onları irşadıyla, gaflet uykusundan uyandırdı.” diyor.



Ab-ı hayat menbaıdır kendisi haydır müdam

Etti ihya dini ilmiyle yeniden ol sima



Ab-ı hayat ölümsüzlük içeceğidir. Onu her kim içerse, ebediyen ölümsüz olur. Hz. Pir Efendimiz “Ab-ı hayat, ab-ı tevhiddir.” diyor. Bu itibarla, tevhid-i hakikinin keşfine her kim mazhar olursa; o şahıs ölümsüzleşir, ebediyen diri olur.

Yunus Emre Hazretlerinin: “Yunus öldü diye sala verirler / Ölenler hayvandır, aşıklar ölmez.” dediği gibi, Fehmi Efendi Hazretleri de bu sırra işaretle, Muhiddin Arabi Hazretleri için ‘haydır müdam; yani her zaman, daima diridir.’ diyor. Çünkü insan-ı kamil makamı birdir ve değişmez. İnsan-ı kamil, her zamanda ve halen mevcut ve zahirdir. Vesselam.

Bahr-ı ilmine kayık salmak bana mümkün değil

Eyle himmet Fehmi’ye yolundayım çün bir feda



Şeyh-ül Ekber Hazretlerinin marifeti çok yüksek idi ve arifler onun marifetinden çok istifade ettiler ve etmektedirler. “Onun ilim denizinde yüzmek, bana mümkün değil.” diyerek Hasan Fehmi Hazretleri, tevazu gösteriyor, tenezzül ediyor. “Yolumuz Şeyh-ül Ekber’in yoluyla aynıdır, ben bu meslek-i Resul yolunun hizmetçisi, kölesiyim.” diyor ve Hz. Şeyh-ül Ekber'in ruhaniyetinden himmet, yardım istiyor.

Allah, bizleri de böyle ehl-i kemal ve ehl-i hikmetle arkadaş kılıp, himmetlerine mazhar etsin.




1 yorum:

Adsız dedi ki...

Amin