17 Haziran 2011 Cuma

VAHDET-İ VÜCUD / VÜCUD BİR’liği

Övünmek, vahdet-i vücudu ile cümle yaratılmışları kuşatan, yaratılmışlardaki zat-ı vahdet (zat bir’liği) mevcudiyeti ile baki olan Allah’a mahsustur. Selam, ahir / son zaman elçisi hz. Muhammed (s.a.v)’e, onun ehl-i beyt’ine ve evlatlarına olsun. Rabbım bizleri de evladı resule dahil edip onlardan asla ayrı komasın.
          Vahdet-i vücud / vücud bir’liği imanını, İlimde derinleşmeyip sığ kalmış, dinin zahiri yönüne ait hafızlık, Arapça, tecvid, fıkıh vb. ilimleri tahsil etmiş fakat, dinin leddun-i hakikatından gafil olanlar sapkın bir idooloji veya felsefe gibi gösterip halka lânse ederler. Yine aynı mahfiller büyük bir yanılgıyla vahdet-i vücud’un, muhiddini Arabi hz. leri ile başlayan bir fikri akım olduğunu söylerler. Halbuki vahdet-i vücud, İslam dini’nin zahiri ve leddun-i hakikatına ulaşmış olan tüm arif ve ehl-i kemâl’in imanı olduğu gibi, cümle peygamberlerin ve insan-ı kâmil olan velilerin müşterek imanıdır.    
        Cümle peygamberlerin ve insan-ı kâmil velilerin imanı olan vahdet-i vücud’u beyanla, bütün ilmihâl kitaplarında yazılan ve cümle mü’minler tarafından bilinip iman edilen Allah’ın zat-i sıfatları altıdır. Bunlar; Vahdaniyet; Allah’ın zatında sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması eşi benzeri ve ortağının bulunmaması. Vücud; Allah’ın zat’ı ile var ve mevcut olması. Kıdem; Allah’ın zatı’nın ezeli olması başlangıcı olmaması Bekâ; Allah’ın zatı’nın sonu olmaması, ebedi olması. Muhalefetün li’l havadis; Allah’ın zatı’nın sonradan olan şeylere benzememesi. Kıyam bi nefsihi; Allah’ın zatı’ nın kendinden olması, var olmak için başkasına muhtaç olmamasıdır. Bu itibarla Vahdet, zat’i sıfatlardan vahdaniyet’le ifadesini bulan Hakk’ın ’bir’liğidir. Vücud ise, yine zati sıfatlardan vücud ile ifadesini bulan. Bilinen gözüken ve gözükmeyen cümle yaratılmış olan alemler ve alemlerdeki tüm varlıkların mevcudiyeti demektir. Ki bunu ifadeyle kur’anda; “..Her şey fanidir / yoktur, var olan ancak O’nun vechidir / yüzüdür.” (Kasas, 88) Ve “Yeryüzündeki herkes / her şey fanidir, yokluktadır. Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi / yüzü baki’dir.” (Rahman 26 -27) buyrulur. Bu ayetlerde geçen “fanilik,” gelecekte yok olacak anlamında olmayıp, her an, fena / yok oluşu ifade eder. Ki, cümle yaratılmışlar sonsuz bir kesreti / çokluğu ifade etseler de, bunlar yani yaratılmışlar kendine mahsus vücudu olmayan, ancak tesiri olan bir serap ve gölge mesabesindedirler. Çünkü serap, sıcağın hararetinden peydahlanan ve vücudu olmayan bir görüntü olduğu gibi, gölge de, vücudun zuhuruyla peydahlanan bir karartıdır, görüntüdür. Ve görünen gölge karartısının da kendisine mahsus bir vücudu olmadığından gölge, var olan asıl’ın yansımasıdır. Bu itibarla serap, gölge mesabesinde olan yaratılmış cümle alem ve her bir şey, vücudu olmayan “fanidir.”
       Peki, o zaman yaratılmış bu varlıkların kendine mahsus bir vücudu yok ise, bu görünenler ve bilinenler nedir? Diye sual olunsa, cevaben denilir ki; Görünenler, Hakk’ın vahdet-i zatı’nın zuhuru, yani açığa çıkmasından başka bir şey değildir. Çünkü kur’an’da; “ ..ne doğrulmuştur o, ne doğurmuştur..” (İhlas -3) buyrulur. Bu ayetin açık anlamında cenab-ı Hakk’ı ne başka bir varlığın meydana getirdiği, ne de Hakk’ın varlığının başka bir yere gittiği ifade ediliyor. Bu ayet, leddun-i hakikat açısından değerlendirildiğinde ise, ‘Hakk’ın varlığı ona başka bir yerden gelip intikal etmediği gibi, Hakk’ın varlığı kendisinden başka bir varlığa giderek intikal etmedi’ demektir.
      Yine kur’anı kerim’de; “..Zahirdir O, her şeyde belirir; Bâtındır O, gözlerden gizlenmiştir..” (Hadid-3) Buyrulur ki, ayette ifade edilen “zahir,” apaçık olan demektir. Bu itibarla, bu kur’an beyanından da açıkça anlaşıldığı gibi cenab-ı Hak, vahdet-i vücudu dahilinde, kendi batınından kendi zahirine tecelli etmekle kesret alemini yani çokluğu oluşturan varlıkları meydana getirdiğinden, bizim bildiğimiz ve gördüğümüz cümle varlıklar, Hakk’ın batınından zuhur ederek açığa çıkardığı zahir’lik tecellisinden başka bir şey değildir. Rabb’ın zahirlikle, yani her şeyde apaçık belirmekle açığa çıkması, cenab-ı Hakk’ın vahdet-i zat’ının sıfatı subutiyesine, sıfatı subutiyesinden isimlerine, isimlerinden tecelli ederek fiili ile zahir olup görünmesidir. Ki, fiil tecellisinin isim tecellisi ile birleşmesi suretleri, yani cümle kesret alemini oluşturur.
         Bu oluşum şöyledir; Gözüken her şey Allah’ın fiilleri olmakla beraber, fiilullah dağ ismi ile birleşmekle dağ sureti, ağaç ismi ile birleşmekle ağaç sureti, insan ismi ile birleşmekle insan sureti vb. tüm suretler oluşur. Yani vahdet-i zat’ın, her fiil’de fail’likle (her fiili işleyen olmakla) mevcut ve zahir olduğu fiilinin, vahdet-i zat’ın her isimde müsemma (cümle isimlerle isimlenen,) olarak mevcut olduğu isimleriyle isimlenmesi, bilinen gözüken halkı alemi ve cümle yaratılmışları meydana getirir. Ki, gerek her isimde müsemma, gerekse her fiilde fail olan zat-ı vahdet (zat bir’liği) tecellisi ile cenab-ı Hak, tüm suretlerde zahirdir / apaçıktır. Bunu ifadeyle resulullah (s.a.v) efendimiz; “Rabbınız apaçıktır onu örtecek hiçbir şey yoktur” buyurur.
      Varsayalım ki, cenab-ı Hak cümle yaratılmış olan varlıklara, yani halkı aleme; ‘sıfatlarımı isimlerimi ve fiillerimi zuhura getirdiğim vahdet-i zat’ımla sizlerden ayrılıyorum’ demiş olsa, acaba geriye ne kalır? Elbette hiçbir şey kalmaz. Çünkü vahdet-i zat ,sıfat, isim, fiil ve her bir şeyde mevcud olduğundan, her şey zat-ı vahdet’le vardır ve cenab-ı Hak vahdet-i vücud-u ile her şeyde mevcut ve “zahirdir / apaçıktır..”
      Bunu beyanla, resulullah efendimiz “Gökten ip sarkıtılsa önce Allah deyer” buyurduğu gibi, bir gün ashabın;‘Hiçbir şey yaratmadan evvel Allah nerede idi’ diye sorması üzerine hz. resulullah’ın; “Makamı ama’da idi, Allah vardı onunla hiç bir şey yoktu” buyurmasıyla, mecliste bulunan hz. Ali; “Elan / şimdi’de öyledir, elan / şimdi’de öyledir.” demiştir. Yunus emre, Mevlâna, muhiddini arabi, hacı Bektaşi veli, bahaeddin nakşibendi, Niyazi mısri ve pir seyyid Muhammed nur gibi, cümle insan-ı kâmil olan velilerin ve cümle peygamberlerin imanı olan. Vahdet-i vücud keşfi marifetine rabbım bizleri de mazhar eder inşallah. Her şeyi en iyi ancak Allah bilir.  
Nejdet Şahin
30 eylül 2010 
perşembe    

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Amin