18 Haziran 2011 Cumartesi

SELÂMLAŞMANIN MAHİYET VE HİKMETİ

             İnsanlığa elçiler gönderen ve gönderdiği elçilerle insanların selama ulaşıp salim bir kul olmalarını öğüt eden Allah’a hamdederiz. Ancak ve ancak Allah’ın övülmeye lâyık olduğunu bilerek o’nu medheder o’nu överiz. Selam o’nun kul’u ve elçisi olan hz. Muhammed’e ve evlâd-ı resule olsun. Rabbım bizleri de evlâdı resule dahil edip onlardan asla ayırmasın.
            Yüce Allah kur’anı kerimde; “Bir selam ile selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle yahut aynısıyla karşılık verin. Hiç kuşkusuz Allah Hasib’dir, her şeyi güzelce hesaplamaktadır.” (Nisa –86) buyurarak, selamlaşmamızı ve selamlaşmamızın nasıl olması gerektiğini bizlere açıkça beyan eder. Hz. Resulullah s.a.v efendimiz ise; “Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz, sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir ameli size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın.” Demiş, ve daha başka birçok hadisi şerif beyanlarında selamlaşmadan ve selamlaşmanın faydalarından bahsetmiştir.
         Başka millete mensub iken sonradan Müslüman olan ilim erbabının; “ Kur’anı ve islamı, örf ve geleneğine nakış gibi işleyip yaşadığı için türk milletini severim.” Dediği gibi, selamlaşmanın şekli, asırlardır milli kültürümüzde vahyin ve Resulullah efendimizin öğretisi olarak, vahiyle sünnetle çelişmeyecek şekilde, leddun-i marifete uygun bir merasim olarak tatbik olunmuş ve halen de olmaktadır. Ki leddun-i marifet, islâmın ve kur’anın hem zahir (dış) yönünü hemde batın (iç) yönünü kapsar. Fakat maalesef bazı kimseler, asırlardır yapılan selamlaşma merasiminin şeklini islama uygun olmadığı zannı ile değiştirerek, milli kültürümüzün en temel değerlerinden olan ve leddun-i hikmetler içeren selamlaşmayı ısrarla değiştiriyorlar.
         Bu değiştirme, bir kimseyle veya gurupla karşılaşıldığında selamun aleyküm denildiği gibi, ayrılırken de tekrar selamun aleyküm demek tekrarı şeklinde oluyor. Ve maalesef bazı iyi niyetli dindar kimselerde bu yozlaşmayı taklit ediyorlar. Yine bazı kimselerin milli kültürümüzdeki selamlaşmayı terk ederek, karşılaştıklarında birbirlerine mirabaaa, veya merabaaa, veya marrhabalarr diyerek selamlaşmakla da selamlaşmayı yozlaştırdıklarını müşahade ediyoruz. Ki bu satırların yazılmasını bu iyi niyetli dindarların ve selamın mahiyetinden ve leddun-i hikmetinden mahrum olanların uyarılıp aydınlatılma gayesi oluşturmaktadır.
         Buna göre kur’anın; “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır...” (Haşır-23) beyanından anlaşıldığı gibi “selam,” Allah’ın esma-i hüsnasından yani Allah’ın güzel isimlerindendir. Ve selamlaşma, muhatabın “selam” ismi zuhuruna mazhar olmasını niyaz / dua etmektir. Allah’ın “selam” ismi’nin kelime anlamı; Esenlik, barış ve mutluluğun kaynağı. Ayıplardan eksiklerden kötülüklerden afetlerden salim oluş. Selamet, emniyet, sulh / barış, rahatlık, iyilik ve bütün korktuklarından emin olma, gibi anlamlar ifade eder. Ki müminler birbirleri ile selamlaştıklarında, işte bu selam isminin hidayet yüklü güzellikler içeren anlamlarına mazhar olmak için, birbirlerine niyazda bulunup, dua etmiş olurlar.
          Asırlardır milli kültür ve örfümüzde selamlaşma merasimi “selamun aleyküm” diyerek yapılır. Bu selamı alan da, kur’anın; “..selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle yahut aynısıyla karşılık verin. Beyanı gereği, selamın aynı ile “Aleykümselam” diyerek, veya “ve Aleykümselam ve Rahmetullahi ve Berekatühü” diyerek selam rahmet ve bereket niyazı ile cevap verir. Selam isminin mahiyeti, rahmeti ilâhiyi ve bereketi ilâhiyi de kapsayıp içerdiğinden, selamun aleyküm diyene, sadece aleyküm selam diyerek karşılık vermek te yeterlidir. Ve pratikte selam genellikle bu şekilde tatbik olunur.
        Zahiren selamun aleyküm diyerek selam vermek sünnet olup, aleyküm selam diyerek selamı almak ise farzdır. İki cemaat, yani iki kalabalık gurup birbiri ile karşılaşırsa, onlardan birisinin selam vermesi sünnet-i kifaye, selam alacak guruptan birisinin selam alması ise farz-ı kifayedir. Ki sünnet-i kifâye, guruptan bir kişinin selam vermesiyle diğerlerinden selam verme sünnet-i mecburiyetinin kalkmasıdır. Farzı kifaye ise, selamı alacak guruptan bir kişinin selamı almasıyla diğerlerinden selamı alma farzıyetinin kalkmasıdır. Ve Allah’ın selam ismine mazhar olunması için müminlerin her fırsatta birbirlerine yaptığı bu selamlaşma, karşılaşıldığında büyük küçüğe, yürüyen durana, azlık çokluğa, hayvan veya vasıta üzerinde olan yer de yürüyene, yüksekteki aşağıdakini selamlayarak yapılır.
         Zahiren bu şekilde tatbik olunan selamlaşma merasiminin leddun-i yönünü ifadeyle kur’an’da; “Bir gündür ki o, ne mal, ne oğullar fayda verir. Yalnız kalb-i selimle Allah’a varan kurtulur.” (Şuarâ – 88.89) buyrulur. Ki leddun-i açıdan, selam ismi mazharı olan bir kul’un, kalb-i selimle ulaştığı kurtuluş ve selamete, mal ve evlatlar ile ulaşılamaz, ancak selam ismi mazharı olmuş kalb-i selimle bu kurtuluşa ve selamete ulaşılır. Kalb-i selime erişmek için ise, yüce Allah’ın; Şirkten başka olan günahı affedebilirim, şirki affetmem.” (Nisâ- 48,116) dediği ve hz. Resulullahın; “ümmetimin gizli şirkinden korkarım” buyurduğu gizli şirk günahından kesinlikle kişinin kurtulması gerekir. Ki bu da, kul’un kalbinin masivadan, yani Allah’tan gayrı olanlardan daim zikir uyanıklığı ve tevhid makamları keşfi irfaniyetiyle temizlenip, arınmasıyla mümkündür. Çünkü, tevhid makamları meratib-i ilâhidir. (Allah’ın mertebeleridir.) Ve bu mertebelerin irfaniyetiyle ancak kişi Hakk’a kavuşurak, kendindeki ve cümle alemdeki tecellilerde daima Hakk’ı müşahade eder. Bu Hakk’ı müşahade marifet ve kemâlatına kul’un ulaşmasını ifadeyle yüce Allah hadisi kutside; “Ben göklere ve yere sığmam, ancak mümin kulumun kalbine sığarım” buyurur. Ki böyle kalbi Allah’ın evi olup, kalbinde Allah olan mümin bir kul, selam ismi mazharıyetiyle Hakk’a kavuşmuş, her türlü tecellide Rabbi’ni tanıyıp müşahade etme esenliği, eminliği ve kalb-i selimliğiyle Hakk’ın bekâ’sı ile beka^ya ulaşıp ebediyen var olur.
          Bu itibarla, leddun-i yönden bir kimse selamun aleyküm demekle, gizli şirk’ten arınarak Rabbına kavuşmuş, Hakk’ın bekâsıyla bakâya ulaşmış kalb-i selim mazharıyetini muhatabı için niyaz etmiş olur. Ki, bu güzel dua’ya muhatab olan kişi de, selamın aynı ile aleyküm selam veya daha ziyadesiyle cevap vererek, benim mazhar olmamı istediğin gizli şirkten arınmış, Rabb’ın bekâ’sı ile bekâ bulma kalb-i selim müminliğine, sende mazhar olasın diyerek dua ve niyazda bulunur.
          Bunun ardından oturulur ve ilk selamı verene meclistekiler birer birer merhaba derler ki, merhaba rahat ol, bizden sana herhangi bir zarar ve rahatsızlık gelmez anlamını ifade eder. Sonra, o meclise selam vererek gelen kişi, her merhabaya yine merhaba diyerek mukabelede bulunur. Ki bu merhabalaşma, o mecliste Hakk’ın bekası ile beka bulmuş insanı kâmil keyfiyetine ulaşmış müminlerin, ahvâlini ifade eder.           
        Daha sonra o meclisten ayrılmak üzere kalkan kimse, tekrar selamun aleyküm demeyip Allah’a ısmarladık der. Ki, Allah’a ısmarladık demek, sizleri her tecellisinde, yani gerek zat, gerek sıfat, gerek esma ve gerekse fiil tecellilerinde Rabbin müşahadesiyle bekâbillâh marifetine havale ediyorum, Allah’ın bekâ sı ile bekâ bulmuş kulluğunuzu, bekâbillah kemâlatı ile muhafaza ediniz demektir. Böyle bir dua’ya muhatab olanlar da, meclisten ayrılacak olana güle güle, uğurlar olsun vb. şekilde niyazda bulunup dua ederler. Ki, güle güle uğurlar olsun niyazı; Sen de, daima Allah’ın cemâl yüzü tecellileriyle, ilâh-i zevklerle gülüp neşelenenlerden olasın demektir.     
        Velhasıl kimilerin tekrar tekrar selamun aleyküm diyerek, kimilerin mirabaaa, kimilerin marrhabalarr diyerek asırlardır milli kültürümüzdeki tatbiki yozlaştırılan selamlaşma, Muhammedi kullukla bekabillâh marifetine mazhar olma niyaz ve dua merasimidir vesselam.         
        Bir de, eskiden faal olan tekke geleneğindeki dervişlerin “Hu”selamı vardır ki, bu Hu selamı, tüm selamların aslı ve ana’sıdır. Çünkü selamun aleyküm, merhaba, iyi günler, hayırlı işler, hayırlı yolculuklar vb. gibi selam niyaz ve duaların ve her şeyin kaynağı Allah’ın zat’ı dır. Ve her türlü iş ve oluş Hakk’ın zatından açığa çıkıp zahir olur. Yani kul’un ürettiği ve muhatap olduğu her tecellilerin kaynağı zat’ı ilâh-i olduğundan, Allah zatı mevcudiyetiyle tüm yaratılmış varlıklardan ayrılmış olsa, ne bir iş, ne bir oluş, ne de bir varlık kalır. Çünkü bunların hepsi Allah’ın zatı ile var olurlar. Bunu beyanla Kur’an’da “…O’nun vechinden / yüzünden başka her şey helâktadır, yokluktadır…” (Kasas, 88) Buyrulur.  
           Ehl-i kemâl; “ Hu,  Hakk’ın gaybı mutlak hüviyetinin ismidir” demişlerdir. Ki, gaybı mutlak hüviyet Hakk’ın zatı’dır. Ve Hakk’ın Zat hüviyetinin ismi Hu dur. Hakk’ın zatı her bir şeyin aslı olduğundan Hu ismi, her şeyin cümle varlığın aslını ifade eder. Ki, milli kültürümüzde komşuya, arkadaşa, veya herhangi bir kimseye her bir şeyin aslı olan Hu ismiyle Hu komşu, Hu kimse yokmu, Hu arkadaş, Hu evdemisin, Hu geliyormusun vb. şekilde hitab edilir. Ve bebek beşikleri daima Hu Hu diyerek sallanır. Bu itibarla bütün bunlar vb. değerler, tesadüfi oluşumlar değildir ve her birisinin leddun-i hikmeti vardır. Bu oluşumlar Mevlâna, yunus, hacı bektaş. Hacı bayram, Niyazi mısr-i ve Hasan Fehmi (tezdoğan) hazeratları gibi, asırlardır milletimizin bağrında yetişmiş yüzbinlerce insanı kâmil dervişin, milli kültürümüze kur’an ve Muhammedi kulluğu yerleştirmesiyle oluşmuş değerlerdir.
            Rabbim bu değerlere ve selamlaşma mersimlerine riayetle bizleri de “selam” ve “Hu” isimlerinin leddun-i mahiyetine mazhar olan kulların zümresine ilhak eyler inşallah.  

                                                                                                                                                             Nejdet Şahin
                                                                                                                                                         6- Haziran 2010
                                                                                                                                                                   Salihli         

1 yorum:

Adsız dedi ki...

AMİN.