18 Haziran 2011 Cumartesi

SALAVATI ŞERİFİN AÇIKLAMASI

 (Allahümme salli Alâ Seyyidinâ Muhammed ve alâ âli Seyyidinâ Muhammed.. )
                                   Bismillahirahmanirrahim.
        
         Ey Allah’ım seni her ne kadar övüp medhetmiş olsak ta, mülkü saltanatının hudutlarına ulaşamadığımız için, seni layıkıyla övemeyiz, biz ancak yokluğumuzdaki baki olan zuhuruna bakıp, senden başkasını medhedilmeye öğülmeye layık görmeyiz. Selama layık olarak ise, senin habibin, sevgilin Hz. Muhammed s.a.v efendimizi, ve Hz. Muhammed ile beraber her zaman sağ ve mevcut olan evladı resul’u, ehli beyt’i biliriz, ve bizi de evladı resule dahil etmekte senden yardım dileriz  
  Ey Allahım, senin kuran’daki “… Ey îman edenler, siz de nebîye salat edin ve teslim olun.” (Ahzab, 56) “De ki hamd Allah’ındır; selam Allah’ın seçtiği kullarınadır…” (Neml-59) buyruğun icabınca, “Allahümme salli Alâ Seyyidinâ Muhammed ve alâ âli Seyyidinâ Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim, inneke hamidün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim, inneke hamidün mecîd.” Diyerek, her fırsatta salavat getiririz. Ki, bu salavatların ruhaniyetine bizleri de mazhar kıl, çünkü senin gücün her şeye yeter.
 Salavat, Türkçe mealen: “Ey Allahım, selamet ve esenliğe çıkar, bereketlendir; efendimiz Hz. Muhammedi ve ailesini, evlatlarını; nasıl ki Hz. İbrahimi ve ailesini, evlatlarını selamete çıkardığın ve bereketlendirdiğin gibi. Bunu icad edecek olan, yani zuhûra getirecek olan sensin.” demektir. İyi bilmek gerekir ki salavat, selam selamet demektir. Bu selamet’in ne olduğu ise, Cenab-ı Hakk’ın “Bir gündür ki o, ne mal fayda verir ne oğullar. Yalnız selim/selamet bulmuş bir kalple Allah’a varan kurtulur.”(Şuara-88;89) Beyanındaki selamet ve kurtuluştur. Ve bu salavat’lar, selamlar mevcut’ta ve hazırda olana verilir. Bu itibarla salavatın evvel muhatabı Hz. Muhammed s.a.v efendimizdir.
Hz. Resulullah unsur bedeni ile bu alemden göçmesinden sonra, “Muhammed öldü” diyenlere karşı Hz. Ömer ra. “Her kim Muhammed öldü derse, onun başını keserim o her an sağdır.” Demiştir. İlmi sığ olanlar hz. Ömer’in bu beyanını duygusallıkla, Resulullahı çok sevdiğinden öldüğüne inanamadığı için söyledi derler ki, bu ifade cahillikten başka bir şey değildir. Hz. Peygamber efendimizin, “Benden sonra peygamber gelmiş olsaydı Ömer olurdu.” Beyanına muhatap olan Hz. Ömer, unsur bedeniyle Resulullahın bu alemden geçtiğini bilmekle beraber o, Nur-u Muhammed zuhuru ile Hz. Resul’u her an müşahade ediyor olmasından böyle bir söz söylemiştir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hz. leri: ”Hz. Resulullah’ın vücudu unsuru, vücudu misali ve vücudu Nur-u olmak üzere vücudu üçtür” buyurmuştur. Kurandaki “De ki; Ben de sizin gibi beşerim…”(Fussılet-6) Beyan gereği, Hz. peygamber efendimiz vücudu unsur itibarı ile beşer olup, herkes gibi bir anneden doğmuş ve bu alemde yaşayıp bu alemden geçmiştir. Vücudu misal yönü ile Hz. Resulullah rüyada görülendir. Çünkü hadisi şerifte “Herkim beni rüyasında görürse beni görmüştür iblis benim suretimle görünemez” buyrulmuştur. Hz. Peygamber efendimiz, Nur-u Vücudu ile cümle yaradılmışların evvelidir. Çünkü Hadisi şerifte “Allah evvela benim nurumu yarattı” buyrulur. Ki, vücudu Nur-u Muhammed, cümle varlığın evveli olmakla her bir varlık Nur-u Muhammed’den yaratılmıştır. Bu itibarla bu görünen cümle alem, tafsilatı Muhammed olarak vasıflandırılır ve Nur-u Muhammed her varlıkta mevcuttur.
İşte Hz. Ömer, Her bir varlıkta mevcut olan Nur-u Muhammed’i müşahade ettiği için, “Muhammed öldü diyenin başını kesrim o her an sağdır.” Demiştir. Bu itibarla, salavat’ın evvel muhatabı her an hazır ve mevcut olan Nur-u Muhammed s.a.v’dir. Ki, cümle müminler her fırsatta bazıları Arif ve kamil olup bilerek, birçoğu ise bilmeyerek, Nur-u Muhammed zuhuruna salavat getirerek selam ederler.
Salavat’ta, Arapça “..Ve alâ âli Seyyidinâ Muhammed” diyerek selamladığımız diğer muhatap ise,, Hz. Peygamber efendimizin ailesi ve evlatlarıdır. Ki, bunlar Nur-u Muhammed’in mazhariyeti ile her zamanda hazır mevcut ve diri olan “Ehli beyttir/ Evladı resüldur.” Çünkü kuran’ın,“…De ki ben bu tebliğime karşılık sizden yakın akrabamı/ehli beytimi sevmeniz dışında bir şey istemiyorum…”Şura(23) Beyanı gereği, Ehli beyti sevmek, selamlamak, Cenabı Hakk’ın buyruğudur.
Ehlibeyt ise üç kısım olup, birincisi soy itibarıyladır. İkincisi Manevi evladı Resüldür ki, Ruh itibarıyladır. Üçüncüsü ise Hz. Ali, Hz.. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve bunların, hem soy hemde manevi hasletlerini taşıyan evlatlarıdır.
      Sadece soy itibar ve yönü ile ehli beyt olanlar, Hz. Peygamber efendimizin eşleri ve amcaları gibi, sadece ev halkı ve aşiretinden olan akrabalarıdır. Ki, bu akrabalık Ruh-u Muhammed s.a.v’den nasiblendiği oran ve nisbette bir değer ve kıymet ifade eder.
Mesela, Hakkında, “Elleri kurusun Ebu Leheb’in nitekim kurudu da Onun malı ve kazandığı kendisine hiçbir fayda vermeyecektir Yakında alevli ateşe girecektir odun taşıyıcısı olan karısı da Boynunda hurma lifinden bir iple” (Tebbet 1-2-3-4-5) ayetleri inen Ebu Leheb, Hz.Resulullah’n amcası olup, Ebu Leheb’in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe de Resulullah’ın damatları idiler. Bunlar Hz. Peygamber’in Ümmü Gülsüm ve Rukiye isimli kızları ile evlendiler, fakat Resulullah’a iman etmeyip Ruh-u Muhammed irşadından nasiblenmediler. Ve Hz. Peygambere ve kızlarına eziyet ettiler. Halbuki Hz peygamber’in amcasının oğlu ve damadı olan Hz. Ali, Ruh-u Muhammed irşadıyla Hz.Resulullah’ın bir çok iltifatına mazhar olmuş, cümle müminlerin gönlünde Şah-ı velayet imam-ı ve Kerem Allahu veche, yani Allah’ın kerem yüzü gibi vasıflarla yer almıştır.
Velhasıl bir kimsenin Hz. Hüseyin’in soyundan gelmekle “Seyit”, Hz. Hasan’ın soyundan gelmekle “Şerif” gibi ünvanlarla, Peygamber efendimizin kan itibarıyla soyundan olması, ona ve etrafına hiçbir fayda vermez ve o kimseyi kamil bir kulluğa ulaştırmaz. O kimsenin, ancak Ruh-u Muhammed irşadına mazhar olması onu kamil kulluğa, yani “insanı kamil” makamı’na ulaştırır. Bu itibarla, sadece kan yönü ile soyca Ehli beyt/Evladı Resul olmak o kimsenin avantajı olmadığı gibi, olgun kamil bir mümin olma konusunda ona ve etrafına hiçbir bir faydası da olmaz. Vesselam.      
Ehli beyt’in hem soy hemde manevi olanları ise şu kimselerdir: Hıristiyan rahipler Hz. Resûlullah’ı yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine vahiy geldi ve Cenabı Hak, “De ki; oğullarınızı ve oğullarımızı, kadınlarınızı ve kadınlarımızı, kendinizi ve kendimizi alıp meydana çıkalım. Kim yalancı ise lanetleşelim / Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun diyelim.” (Âl-i İmrân, 61) Buyurdu.
Bu âyet vahyedilince, Hz. Peygamber Efendimiz Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i alıp, hep beraber beş kişi, Hıristiyan rahiplerle lanetleşmek için meydana çıktılar. Fakat rahipler korktukları için meydana çıkmadılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber Efendimiz abasını/örtüsünü sırtından çıkararak, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’i örttü, ve “Benim Ehl-i Beyt’im bunlardır.” dedi. İşte Hem Ruh itibarıyla manevi, hemde soy yönü ile ehli beyt, bu “Pençe-i ali aba/yüce örtünün altındaki beş kişi”dir. Ki bunlar, Hz. Resulullahla beraber Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Ve Hz. Hüseyin’dir. Ve bunların hem soy hemde Ruh ve manevi hasletlerini taşıyıp temsil eden evlatlarıdır.
Bunu beyanla Hz. peygamber efendimiz: “Âlemlerin Rabbi olan Allah, benim mevlâmdır/dostumdur. Ben kimin dostu isem, Ebu Talib’in oğlu Ali de onun dostudur. Ali’ye dost olan benim dostumdur, Ali’ye düşman olan bana düşmandır. Ruhu ruhumdur, kanı kanımdır, cismi cismimdir…” Buyurmuşlardır. Ki, Şeyhül Ekber muhiddin Arabi ve Pir Seyit Muhammed Nur Hz. leri, hem soy hemde manevi ehli beyt’in meşhurlarındandır.    
 Ehli beyt’i manevi, yani Ruh itibarı ile manevi ehli beyt olanlar ise, Hz. peygamberle kan, ırk ve soy yönü ile hiçbir akrabalığı olmaksızın, mesleki Resul irşadı ile aydınlanmış, Nur-u Muhammed Abası / Örtüsü ile örtünenlerdir. Asrı saadet’te bir çok manevi ehli beyt vardı. Bilhassa ashabı suffa olarak bilinen Resulullah’ın en yakınında bulunan sahabeler, seyri suluk görüp Nur-u Muhammed’e mazhar olmuşlardı. Ve bunlar daha çok irşad’la görevli olan sahabelerdi. Bunların en meşhuru Salmanı Farisi hz. leri dir. Ki, Hz Salman İranlı bir göçmen olup peygamber efendimizin yaşadığı coğrafya ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, onun hakkında Resulullah efendimiz: “Salman benim ehli beytim’dir” başka bir hadisinde ise,”Salman bendendir ben Salmandan” buyurmuştur. İşte bu Nur-u Muhammed mazharı Ehli beyt, mesleki Resul irşadı ile o günde bu günde ve her zaman yeryüzünde sağ ve mevcut olurlar.
Bunu beyanla Kur’an-ı Kerîm’de: “Muhammed Allah’ın resûlüdür, onunla beraber olanlar... inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde eseri vardır, bu onların Tevrat’taki nitelikleridir. İncil’deki nitelikleri de şöyledir…” (Fetih, 29).Buyrulur. Ki, Tevrat Resulullahın unsur bedenle zuhurundan yaklaşık 1200 yıl, İncil ise 600 yıl evveldir. Velhasıl o günde ve bu günde, cümle zamanlarda salavata muhatap olan, ve bu ayette, (onunla beraber olanlar...) diye beyan edilen manevi Ehli beyt’tir.
Bunlar Nur-u Muhammed Örtüsü/Abası altına girmiş oldukları için, cümle zamanlarda ister zenci, ister slav, ister Asyalı gibi, hangi ırk ve soydan olursa olsun, manevi ehli beyt’in mesleki resul irşadında ancak Nur-u Muhammed zahir olup açığa çıkar. Bunu beyanla Hz. Peygamber efendimiz; “Benim ehli beytim Nuh’un gemisi gibidir, her kim o gemiye sığınırsa tufandan emin olur” buyurur. Ki bu beyandaki ehli beyte sığınmak tan maksat, mesleki Resul irşadıyla aydınlanmaktır. İşte hadisi şerifte buna işaretle Hz. Resul, hangi zamanda olursak olalım ehli beyt’i bularak, onların irşadı mazharıyeti ile manevi ehli beyt’e karışmamızı, bize tembih ediyor.
Velhasıl, salavat’ta “Allahümme salli/barik Alâ Seyyidinâ Muhammed ve alâ âli Seyyidinâ Muhammed…”/ “Allah’ım Muhammedi ve ehli beyt olan yakınlarını selamete çıkar/bereketlendir…” denildiğinde Her zaman hazır ve mevcut olan Nur-u Muhammed’e, ve Nur-u Muhammed örtüsü/abası ile örtünmüş Ehli beyt’e salavat getirmiş ve onları selamlamış oluruz.
Salavat’ın devamında, “…kemâ salleyte/barekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim…” “Hz. Muhammed ve evlatlarını / ehli beyti, Hz. İbrahim’i ve evlatlarını selamete çıkardığın ve bereketlendirdiğin gibi selamete çıkar ve bereketlendir...” Denilir. Burada neden Salavatlar’da cümle peygamberler içinden yalnız İbrahim as. Ve evlatların’ın selamet ve bereketi istenir? diye bir soru hasıl olursa, bu sorunun cevabı şöyledir: Kuranda “Allah katında din islamdır…”(Ali İmran-19)  buyrulur ki, Hz. Adem’den Hz. Resulullah efendimize kadar insanlığa gelen cümle peygamberlerin tebliğ ettiği din, İslam’dır.
İslam dininin ise, bir zahir yani dış yönü vardır, birde batın yani iç yönü vardır. Peygamberlere suhuf, yani sayfa halinde vahiy inmesi ve İslam’ın batın yönü, Hz. İbrahim’le tamamlanarak son bulmuş, din’in batını Hz. İbrahim’le hatmolmuştur. Hz. İbrahimden sonra vahiy, kitap olarak inzal olmuş ve din’in zahir yönü olan şeriat, Hz Muhammed s.a.v ile tamamlanmıştır. Yani islam’ın batını Hz. İbrahim’le, zahiri ise son peygamber Hz Muhammed s.a.v ile kemal bulup tamamlandığından, salavat’ta Hz. İbrahim’in ve İbrahim evlatlarının ismi zikredilir. Bunu beyanla Hadisi şerifte: “Dinimiz İbrahim dini üzerinedir” buyrulur.
Hz. Peygamber efendimizin zuhuru ile tamamlanan İslam dini, kıyamete kadar bu aleme gelmiş ve gelecek olan insanlığın “yegane” dinidir. Hz. peygamber efendimizden sonra peygamber gelmeyecektir. Kıyamete kadar İslam’ın tebliğ ve irşadı, alimler ve veliler tarafından yapılır.
İslam’ın zahir yönü olan şeriat, insanların yaptığı kulluğun dış yüzü ile ve insanlar arasındaki toplumsal beşeri vb. ilişkileri düzenlediği için, bu meseleler zahir ilimlere vakıf alim’ler tarafından aydınlatılır ki, bu aydınlatma kuran’la aynıyet ifade ettiği nisbette meşrudur. İslam’ın batın yönünün tebliği ise, Mesleki Resul irşadı ile, yukarıda vasıflarından bahsettiğimiz Evladı Resul olan veliler tarafından, kuran çerçevesi dahilinde yapılır. Velhasıl bu alim ve velilerin irşadı, Hz. Muhammed s.a.v ile kemal bulan İslam’ın dahilinde ve kuran’la aynıyet ifade edip, vahiy’le çelişmediği oranda meşru ve doğrudur.
Cenabı Hak; “..Evet biz, İbrahim ve ailesine de/ evlatlarına’da da kitabı hikmeti vermiş, onlara çok büyük bir mülk de lütfetmiştik”(Nisa-54) Buyurur. İşte salavat’lar da, islamın batın yönden tebliğcisi olan Nur-u Muhammed mazharı ehli beyt’e, islam’ın batın’ı şahsında tamamlanan Hz. İbrahim’in ve İbrahim evlatlarının selamet ve bereketi talep edilir, istenir. Ki, burada ifade edilen Hz. İbrahim ve evlatlarının selameti ve bereketi, “hanif,” yani “tevhid” selamet ve bereketidir. Çünkü İbrahim as. Hanif, yani ehli tevhid idi. Bunu beyanla Kuranda, “…Bir hanif olarak İbrahim’in dinine uy O, müşriklerden değildi.”(Nahl-123) buyrulur.  
Şirk, ortaklık demektir. Ve bir olan Hakk’ı “ikileştirerek” Allah’a ortak koşmaktır. Biri açık şirk, diğeri gizli şirk olmak üzere şirk iki kısımdır. Bunu beyanla Hz. Resulullah efendimiz, “Ben ümmetimin açık şirkinden değil gizli şirkinden korkarım.” Buyurur. Tevhid ise, şirk’in zıddı olup, Cenabı Hakk’ı “birlemek” demektir. Şeriat’ın tevhidi ve tevhid’i hakiki olmak üzere tevhid de iki kısımdır.
Bir kimse, “Lailahe illallah Muhammeden resulullah / Allah’tan başka ilah yoktur Muhammed allah’ın elçisidir.” Der ve bunu kalbi ile tasdik ederse, şeriat tevhid’i dahiline giren müminlerden olur. Böyle bir mümin şirki celi, yani açık şirkten kurtulur fakat, onun gizli şirk’i devam eder. Gizli şirk’ten kurtulmak için, muhakkak tevhid-i hakiki ilmini tahsil etmek gerekir ki, tevhid-i hakiki irfaniyeti aynı zamanda dinin batın yönden irşadı dır. Tevhid’i Hakiki, zamanın Nur-u Muhammed mazharı olan Ehli beyt’ten mesleki resul irşadı olarak tahsil edilir.
İşte bu gizli şirk zulmünden kurtuluş, ancak tevhid-i hakiki irfaniyeti ile olduğundan, salavatlar’da İbrahim ve evlatların’ın hanif/tevhid selameti ve bereketi istenir. Çünkü Kuranda; “Güzellikler sergileyerek ve özü sözü doğru bir halde İbrahim’in dini’ne uyarak yüzünü Allah’a teslim edenden daha güzel dinli kim olabilir! Allah İbrahim’i dost edinmişti” (Nisa -125) Buyrulur.
Salavat’ın sonunda ise, “..inneke hamidün mecîd.” / “Hamd edilmeye ve öğülmeye layık olup bunu icad edecek olan ancak sensin.” Denilir. Yani, tevhidi hakiki keşfi irfaniyeti ile Nur-u Muhammed’e mazhar kılıp, kullarını evladı Resul’e dahil edecek ancak sensin denilerek, Canab-ı Hak’tan tevhid selamet ve bereketi ile, manevi ehli beyt’e dahil olmak için dua ve niyaz ile yardım istenir. Vesselam .
 Allah bizleri de salavatların ruhaniyetine ulaştırıp Nur-u Muhammed örtüsü/ abası örtünerek manevi evladı resul’e mazhar kılar inşallah. Selam Nur-u Muhammed s.a.v’in her zamanki ve bu günkü mazharı’na, ve bu mazhariyetle her zaman sağ olan ehli beyt’e olsun.
Salavatı şerifin yorum ve açıklaması noksanlıklarla hatalarla beraber nihayet bulmuştur. 10- Kasım- 2008. Pazartesi.  

                                                                               Nejdet Şahin

Hiç yorum yok: